Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Karşılaştığım İlk Yaratık Yüce Ejderha’ydı
Tepeyi tırmanan bir patika görünce etrafı aramaya ve
incelemeye başladım. Ağaçlara, çimenlere, çiçeklere ve denk geldiğim her şeye
baktım. Ve yeni bir şeye baktığımda Analizi etkinleştirerek onun hakkında daha
fazla bilgi almaya çalıştım. Bu yetenek bana bir sürü farklı şey öğretti.
Örneğin. Sherlmie otu, içerisinde çok
fazla mana barındıran, tesiri bir ottu ve yediğin zaman patlayan amanita
explodias [1] mantarını da asla yememem gerektiğini öğrendim.
Kısacası Analiz yeteneğim fevkalade işe yarar bir yetenekti.
Anlaşılan, renksiz gözümle birlikte gelen bir yetenekti. Başta bu iki farklı
göz rengi durumu biraz canımı sıkmıştı. Bir zamanlar rol yapmaya aşırı tutkulu,
ineğimsi bir orta okul öğrencisi olduğum gerçeğini hatırlatmaktan başka bir işe
yaramadığını düşünmüştüm. Şimdi ise bu düşüncem 180 derece tersine dönmüştü.
Artık bu gözü, utanç verici bir şeyden ziyade bir lütuf olarak görmeye
başladım. O olmadan bu dünyanın florasını anlamak çok zor olacaktı.
Yeteneğim, daha önce görmediğim, ilginç bir sürü bitki
hakkında çok fazla şey öğretti. Ama daha da önemlisi, yenebilir meyve ve sebze
bulmamda çok yardımcı oldu. Kendi kendime yetebilmem için zindana ve kısıtlı DP
kaynağıma daha fazla bağımlı değildim. Ve bu, başlı başına büyük bir yükten
kurtulmam demekti.
Şu an burada olmamın sebebi olan, zindanın etrafını
araştırma ve bölgeyi iyice tanıma görevlerimi iyiden iyiye unutmaya
başlamıştım. Tabii ki ,bunun sebebi, dikkatsiz olmam ve heyecanlanıp başka
yerlere sapmam değildi ama bununla uğraşmak zorunda olmadığım içindi. Dışarı
adımımı atar atmaz menüde bir harita fonksiyonu açılmıştı. Bu yeni fonksiyon,
gördüğüm her şey hakkında coğrafi bilgiler üretiyordu.
İsabetli ve detaylı bir harita bilgisi için yapmam gereken
tek şey, bir bölgeye bakmaktı. Zindanımın bulunduğu mağaradan çıkmak ve
etrafındaki manzarayı övmek bile zindanın menüsüne etrafım hakkında bir sürü
bilgi edinmesi için yardımcı olmuştu. Harita ile ilgili tek sorun düşmanları
göstermiyor oluşuydu, ancak bu zayıflık, kolayca çözülebilir bir şeydi. İyi DP
ödeyerek düşman belirleme özelliği satın alınabiliyordu. Ne yazık ki onu alacak
yeterli DP’ye sahip değildim ancak bu özellik işe yarar gibiydi, bu yüzden not
alıp bir gün onu satın almaya karar verdim.
Yeterince etrafı gezip hakkında bilgi edindiğimi düşününce,
zindana geri dönmeye karar verdim. Çok uzaklaşmamıştım ama bir şey olmasından
korkuyordum, hem zindana hem de bana.
Bu düşüncelerdeyken arkamı döndüm - gümüş renkli bir şey
gözüme ilişmişti.
Başta bunun büyük bir kuş ya da ona benzer bir şey olduğunu
düşünmüştüm. Kanat çırpışını duyabiliyordum, ama sesi çok uzaklardan geliyor
gibiydi, bu yüzden çok da umursamadım.
Ama gittikçe yaklaşmaya başladı. Kafamı tekrar ona doğru
çevirdim çünkü bana çok hızlı bir biçimde geldiğini fark ettim. Bildiğim bir
sonraki şey, yaratığın tam başımın üzerinde, yavaşlayıp inmek için kanatlarını
çırptığıydı. Ona daha iyi bakmaya çalıştım ama yapamadım. Yaratığın inişi
sebebiyle oluşan rüzgar, gözlerimi kapamaya ve yüzümü korumama neden olmuştu.
Rüzgar dinene kadar yaratığa bakış atmak için bir şans
bulamadım. Rüzgar dindikten sonra endişeli endişeli gözlerimi açtım ve yanıma
inen şeyin bir kuş olmadığının farkına vardım. Bir kuştan daha heybetli ve göz
korkutucuydu.
Bir ejderhaydı.
Vücudu tepeden tırnağa güzel, gümüş renkli pullarla
kaplıydı. Çok büyüktü, ama duruşunda bir tür zerafet de vardı.
***
İsim: Leficious
Irk: Antik Ejderha
Sınıf: Yüce Ejderha
Seviye: 987
Ünvanlar: Yüce Ejderha
***
Ah...
Sıçtık.
B-Bu da ne lan şimdi?
Bir canavara denk gelip, onunla yüzleşmek için uzun bir
süredir kendimi hazırlıyordum. Hazırdan da hazırdım. Ölmek istemiyorsam hayatta
kalabileceğimi göstermek için savaşmak zorunda olduğumu biliyordum. Hatta bir
yaratığı öldürme ihtimali bile beni heyecanlandırmıştı.
Ama önümde duran ejderha bir yana, herhangi bir ejderhayla
karşılaşmaya hazır değildim. Bu gümüş canavar, diğerleri gibi uçan bir
kertenkeleden çok uzak, sıradışı bir yaratıktı. Ünvanı, ırkı, ve sınıfı, onun
üstün bir tür olduğunu haykırıyordu.
Bu ne sikim şey!? Benimle dalga geçiyor olmalısın! Ne
boktan, dengesiz bir karşılaşma bu şimdi!? En kötü oyunlar bile, böyle sikik,
yoluna duvar örer gibi zorlamaz! Dostum! Bu şeyin seviyesi 987. Seviyesi
neredeyse en üst sınırda, kahretsin!
Ejderhanın seviyesi benimkinden o kadar yüksekti ki
istatistiklerini göremiyordum bile.
Dur, dur, sakinleş Yuki. Ninem her zaman “paniklemenin
hiçbir faydası yoktur.” derdi. [2] Nineme düşkün biri değildim ama neyse ne.
Tamam, belki de bu dünya şu, seviyelerin şişkin olduğu dünyalardan biridir. 987
belki de o kadar yüksek değildir. Ama yine de benim seviyem 1 ve büyük
ihtimalle yine de sıçtım, ama belki ufak da olsa bir şansım vardır.
Zamanla sakinleşince sonra ejderhanın istatistiklerini daha
dikkatli ölçmeye karar verdim. İkisi de aynı ismi paylaştığı için sınıfını
incelemekle başladım ama bununla ilgili herhangi bir detay çıkmadı, bu yüzden
ünvanını incelemeye geçtim.
Yüce Ejderha: Dünyadaki en güçlü, diğer tüm ejderhalara
hükmeden ejderhalara verilen bir ünvan. Ayrıca bu ünvan, taşıyıcısının
istatistiklerini çok fazla artırır. Ayrıca “Yüce Hükümdarın Gözdağı” yeteneği
ve eşsiz, Yüce Ejder sınıfı, ünvanla birlikte gelir.
...Sikeyim.
İçimden, avcumu yüzüme vurma isteği geldi.
Ne beklediğimi bilmiyordum. Bunun olacağını bilmeliydim.
Önümde duran bu ejderha şüphesiz çok güçlüydü. Sadece bu
bölgenin değil, tüm dünyanın besin zincirinin en üstündeydi. Şöyle bir geriye
baktığımda, bir şeyin tuhaf olduğunu anlamam gerekirdi. Toplayıcılığa yeni
başlamıştım ama bunun dışında her yerde yiyecek bulabiliyordum. Ama buna rağmen
bir tane bile canavarla karşılaşmamıştım. Bu kadar yiyecekle dolu bir alandan
canavarların uzak duruyor olması çok saçmaydı.
Tabii bir avcıdan korkmuyorlarsa.
Aniden, yakındaki tüm canavarların, bu alandan, Yüce
Ejderha’nın alanı olduğu için uzak
durduklarını anladım. Ona karşı koymalarının imkansız olduğunu ve aptal gibi
zorlayıp tek taraflı bu kıyımın mağduru olmamak gerektiğini anlamışlardı.
Ancak, benim hiçbir fikrim yoktu. Ne ejderhanın ininde
dolaştığımın ne de bölgede bir ejderha olduğunun farkında değildim.
Ve şimdi tamamen sıçmıştım.
Ejderha bana doğru baktı ve ben ona korkudan donmuş ve
susmuş bir halde dik dik bakarken ağzını açtı.
“Bir yüce iblis? Böyle bir yerde? Ne kadar da ilginç.” dedi
ejderha, gözlerini kısarak.
Bir dakika. O, konuştu mu? KONUŞTU MU!? EJDERHA KONUŞTU MU
LAN!?
Beynim az önceki olayı sindirmeye çalışırken, çenemin
düştüğünü hissetmiştim. Şaşkınlıktan çığlık atmak istemiştim ama yapmadan hemen
önce kendimi durdurdum.
Ejderhanın beni korkuttuğunu ona farkettirmeden, sakin bir
şekilde gözükmem gerektiğini biliyordum. Eğer anlarsa, tüm inisiyatifi
kaybederdim. Derin bir nefes alırken, çenemin düşüşünü durdurmayı
baaşarabilmiştim. Sonra, sert bir tavır takınarak ve ona yanıt verirken
olabildiğince rahat olduğumu hissettirmek için kelimelerimde takılmamaya
çalıştım.
“Benim, ah... yüce kısmıyla ilgili pek bir bilgim yok, ama
evet. Sanırım ben bir çeşit iblisim.”
Demek istediğim, bir baş iblisin bir iblis olduğundan
emindim. Olmaması gerçekten çok saçma olurdu.
Diğer fantastik senaryolarda olduğu gibi, çağrıldığım bu
dünyada, birbirine benzeyen-benzemeyen bir sürü farklı, zeki ırklar vardı. İnsanlar
bir yana, yarı insanlar, hayvansılar ve tabii ki benim gibi iblisler de vardı.
Doğrusu, diğer ırklarla tanışmak için sabırsızlanıyordum. Bir hayvansı ile
tanışmayı çok istiyordum, böylece onun hayvan kısımlarını sevip oynayabilirdim.
Bir yarı insanla tanışmak da istiyordum. Daha açık olmak gerekirse, bir elf
kızın kulağını dişleyip yüzünü kızartmak istiyordum.
Dur, napıyorsun lan Yuki? Hayal görmeyi falan bırak şimdi.
Durum umutsuzdu ama gerçeklerden kaçınmak hiçbir şeyi düzeltmeyecekti.
“Ne tuhaf bir kalıp kullanımı, ama çok da önemli değil.
Sanırım sana, burada olma sebebini sormak durumundayım, iblis.” diye söyledi
ejder, temkinli bir şekilde.
Ejderhanın sesinin kulağa ne kadar hoş geldiğini fark
etmeden duramadım. O ve ben farklı ırklardan olsak da, onun dişi olduğunu
söyleyebilirdim.
Omzumu silkerek, “Geziyorum, sanırım.” dedim.
“...Böyle bir yerde? Ne tuhaf eğilimlerin var senin.”
Ejderha gözlerini merak edercesine birkaç kez kırptı.
Bana doğrudan saldıracak gibi durmuyordu. Ucuz yırttım. Bir
dakika, bu, iblislerin kötülüğün vücut bulmuş olmadıkları ve herkesin onlara
görür görmez saldırmadıkları anlamına mı geliyor? Eskiden oynadığım oyunlarda
böyle olduğunu bildiğimden burada da aynı şekilde olacağını düşünmüştüm.
Zindanın veri tabanı, türler arası ilişkilerle ilgili çok az
bilgiye sahipti. Farklı canavarlar ve ırklar arasında bir ayrım yapmıştı ama
bunları detaylı bir biçimde anlatmamıştı. Yaptığı tek şey, dışarıdaki her şeyin
kötü olduğunu ve zindanı yok edeceklerini söylemekti. Tanımların hiçbiri
dünyayla ilgili derin bilgi ya da işe yarar bilgi vermiyordu.
Bu yüzden boşlukları, bir zamanlarJaponya’da edindiğim
bilgilere dayanan tahminlere göre doldurmuştum.
Yine bu yüzden, iblislerin kötü ve diğer her şeye düşman olarak görüldüğünü
düşünmüştüm.
Böyle giderse beni bırakıp, yoluma gitmeme izin verecekti.
“Ama yine de önemli değil. Bölgeme izinsiz girdin, bu yüzden
seni yok edeceğim.”
Öyle demedi, öyle demedi.
Ejderha beni ölümle cezalandırırken, modası geçmiş,
samurayvari bir konuşma ile zihnimde bir şaka yapmaktan kendimi alıkoyamadım.
Esprilere devam etmek isterdim ama ejderhanın konuşması bitince ortama yayılan
yoğun kana susamışlık hissiyatı bana engel oldu, devam edemedim. Öyle sertti ki
ben bile anlamıştım.
Soğuk terler kaşlarımdan aşağı damlıyordu.
Sıçmıştım.
Kurtulmak için bir yol bulmak ya da ölmedk dışında bir
seçeneğim yoktu ve aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Aklım tamamen boşalmıştı ama
bir şekilde kendime gelip ejderha bana saldırmadan onu çalıştırmayı başardım.
Normalde tembelce video oyunlarından başka bir şeyi düşünmeyen zihnimin her bir
zerresini, içinde bulunduğum krizi çözmek için odakladım.
Tamam Yuki, odaklan. Bu yeni vücudun neler yapabiliyor? Bir
bakalım... Algıları çok daha iyi... Bir dakika! İşte bu!
“Dur! Vaktini beni öldürmenden daha iyi bir şeye harcamana
yardım edebilirim!”
Her iki avucumu ejderhayı durdurmaya çalışır gibi önüme
doğru uzattım.
“Gerçekten yapabilir misin?” Ejderha anında durdu ve
gözlerini kıstı.
“Yapabilirim, ama beni dinlemen gerek.” Nefes almak için
durdum. “Bir anlaşma yapalım.”
“Bir anlaşma diyorsun?”
“Evet, hem de iyi bir tane. Tatlı şeyler yemeyi seviyorsun,
değil mi?
“D-Dediğin şey hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Sanki öğle
yemeği için bir arı kovanına saldırmışım gibi konuşuyorsun!”
Ejderhanın tepkisi o kadar etkileyiciydi ki neredeyse
gülecektim. Berbat bir yalancı olduğu çok belliydi.
Bir dakika, niye blöf yapmaya çalışıyor ki? Tatlı şeyleri
sevmekte bir sorun yok değil mi?
“Demek istediğim, istediğin kadar inkar edebilirsin ama az
önce yediğin balın kokusu buraya kadar geliyor, bu yüzden...”
“T-Tekrar söylüyorum, ne dediğin hakkında bir bilgim yok.”
“Aslına bakarsan, bir zamanlar tanıdığım sarı bir ayıyı bana
anımsatıyorsun. Bu ayı kırmızı bir tişört giyer ve her zaman bal kokardı.” [3]
“B-Ben öyle ilginç tercihleri olan bir ayıyı hiç duymadım.”
“Peki, ama o dışarıda bir yerlerde var. Neyse ne,
yapacağımız anlaşmaya gelelim. Gördüğün gibi, tatlıyı senin kadar seven biri
için mükemmel olan bir şeyim var. Gözlerin bayram etsin!”
Eşya Kutumdan bir kalıp çikolata çıkardım ve ejderhaya doğru
yukarı kaldırdım. Dışarı çıkmadan önce tesadüfen satın almaya karar verdiğim
bir şeydi. Doyurucu olduğu için çikolatanın, dağ yürüyüşleri ve uzun süren
fiziksel aktiviteler için bayağı iyi olduğunu duymuştum. Açlığı bir-iki saat
yatıştırmak için bir ısırık yetiyordu.
“B-Bu ne tarz bir yiyecektir?” Ejderhanın gözleri
şaşkınlıktan kocaman olmuştu ama aynı zamanda heyecandan da parlıyorlardı.
“Muazzam bir kokusu varmış.”
Biraz kuşkuluydu, çünkü bu tatlı ikramı yenilebilir bir şey
olarak tanımaya çalışıyordu.
“Buna çikolata derler. Sadece dene, seveceğinden eminim.”
Çikolatanın ambalajını yırttım ve ejderhaya doğru attım.
Ağzıyla ustaca yakaladı ve yemeye koyuldu.
“Ne müthiş bir tat.” dedi etkilenmiş bir şekilde. “Tatlı ama
bir yandan da yumuşacık. Böyle bir tadın var olduğunu daha önce bilmiyordum.”
Ejderha çikolatanın tadını çıkarırken omurgasından aşağı
doğru bir ürperti geçti.
Tepkisini anlamak çok kolaydı. Açıkça etkilenmişti,
sakinliğini tamamen kaybetmişti. Başta çok asil duruyordu, ama şimdi, heyecanlı
bir çocukla neredeyse aynı tepkileri veriyordu. Kişiliğindeki bu büyük değişim
karşı konulamazdı. Neredeyse gülüp rahatlamak istiyordum. Ama öteki yandan
gardımı indirmemem gerekirdi. Yeterince güvende değildim. Benden kat be kat
güçlü, en ufak çiziğiyle beni öldürebilecek bir yaratıkla karşı karşıyaydım.
Ona ürünümü göstermiş ve onu etkilemiştim ama pazarlık devam ediyordu. Henüz
anlaşmayı tamamlamamıştık.
“Bu dünyada çikolata yapabilecek tek kişi olduğuma bayağı
eminim. Yani, daha önce bunu duymamıştın, değil mi?”
Dediğimden yüzde yüz emin değildim ama şu durumda kendime
iyiden iyiye güvenmeye başlamıştım. Bu dünyadaki tek reenkarne olduğumdan bayağı
şüphelensem de iblis lordu olan tek reenkarne olmamın ihtimali yüksekti. Bir
başka deyişle, ejderhayı beslediğim çikolatanın tam olarak aynısını
üretebilecek başka biri daha yoktu.
“B-Bu doğru.” diyerek başını salladı ejderha.
“Yani eğer ölürsem, çikolata da benimle birlikte ölecektir.
Onu bir daha asla yiyemeyeceksin. Ama eğer yaşamama izin verirsen, ondan ne
zaman istersen sana getirebilirim.”
Ejderhayı beslemek DP’mi sömürecekti ama kafamın ısırılıp
koparılmasından daha iyiydi. Bunun yanında etraftaki çoğu yaratık ondan
korkuyor gibiydi, bu yüzden onun yanıma ara ara uğraması, davetsiz misafirleri
uzak tutacaktı.
“İki şartım var. İlki, beni öldürmemen ve ikincisi isi
şurdaki mağarada yaşamama izin vermen.” dedim, zindanımın girişini işaret
ederek.
“Hmm...”
Ejderhanın alnı kırıştı. Kafese kapandığını anlamıştı.
“Düşünecek pek bir şey yok gibi, değil mi? Beni öldürmezsen,
yaşayacağım ve sen de çikolata yiyeceksin. Kazan-kazan durumu.”
Ejderha yüzünü bana çevirdi. Konuşacakmış gibi ağzını açtı ancak
kapatıp kendini engelledi. Kafasını toparlayana kadar bu hareketi birkaç kez
tekrarladı.
“... Öyle olsun. Kabul ediyorum.” diye kafasını salladı.
“Çikolata karşılığında senin burada yaşamana izin vereceğim.”
Oyyy! Başardım lan! Bunun içinden çıkabildiğime
inanamıyorum!
Zafer pozu vermemek için kendimi zor tuttum. Anlaşmaya
varmıştık ama detaylarını henüz kararlaştırmamıştık.
“Sorun şu ki seni tamamen tatmin edecek kadar çikolatayla
seni besleyebilir miyim emin değilim. Demek istediğim, yapmak isterim ama bunun
için biraz büyüksün.”
“Haklısın. Endişelenmene gerek yok, çözümü biliyorum.”
Konuşması biter bitmez ejderhanın vücudu göz kamaştırıcı bir
ışık yaymaya başladı. Bir anlığına gözlerimi kapamamın iyi olacağını düşündüm
ama yapmadım. Gerek yoktu, ışık geldiği hızla geri gitmişti.
Işıkla birlikte ejderha da gitmişti. Onun yerinde on üç ya
da on dört yaşlarında gözüken bir kız duruyordu. Boyu benden kısaydı. Eğer
küçük bir kız kardeşim olsaydı, muhtemelen ejderhanın şu anki boyuyla aynı
olurdu. Saçı platin rengi, yüzü sevimli ve vücudu o kadar güzel bir biçimde
yapılmıştı ki neredeyse bir sanat eseri olduğunu düşünecektim. Bu kadar doğal
olmasına inanamamıştım.
Kafasından çıkan iki boynuzu ve belinden çıkan uzun ejderha
kuyruğunu saymazsak, vücudunun her parçası insana benziyordu.
“Neden uzun uzun bakıyorsun?” diye sordu. “Yüzündeki ifade
bir cin cüceninki kadar ahmakça.”
“B-Ben sadece şaşırdım, hepsi bu. Bunu yapabildiğini
bilmiyordum.”
“Uzun bir hayat yaşadım. Bir insana dönüşmek benim için çocuk
oyuncağı.” dedi kibirli bir biçimde.
“Asıl önemli olan şey, bu formum tatmin olmak için daha az
yiyeceğe ihtiyaç duyar.”
Ejder kızı analiz ettim ve ırkının hala aynı olduğunu
doğruladım. O hala bir antik ejderhaydı.
“Anlaşmamızı yerine getirme zamanı, iblis! Sözünü yerine
getir.”
İsteğini söylerken şımarık bir çocuk iki kollarını sağa sola
sallıyordu. Karşılaştığımızda hissettirdiği o asil izleniminden artık eser
yoktu.
“T-Tamam, ama en azından üzerine şunu giy.”
Üzerimdeki tişörtü ona doğru fırlattım.
“Hmm? Bunlar nedir? İç çamaşırların mı?” Gözlerini kafası
karışmış bir şekilde kıstı.
“Ah... Şu anki halinle sana bakamam, o yüzden...”
Ejderha kız tamamen çıplaktı, ki bu da mantıklı bir şeydi.
Ejderhaların kıyafetlere ihtiyaçları yoktu sonuçta. Neyse ki, kıvrımlı bir
vücut tipine sahip değildi. Dış görünüşü biraz daha olgun olsaydı, vücudumdaki
malum kısmın nasıl tepki göstereceğinden emindim.
“Anladım, o zaman yapacak bir şey yok.”
Ejderha gülerek ve çekici bir pozla cevap verdi. Ne düşündüğümü
anlamış gibiydi.
“Dediğin gibi. Vücudum çok fazla alımlı, ve bu yüzden yoldan
çıkıp bana saldırmak istemiyorsun. Peki, giyineyim. Bu uğraşlarımın bedelini
karşılasan iyi olur. Bana az önce verdiğin kahverengi maddeden vermen yeterli
olacaktır diye düşünüyorum.”
“Tamam, tamam, anladım! Seni besleyeceğim, bu yüzden çabuk
ol ve giyin, lanet olsun!”
[1] Amanita türü mantarlar sağda solda fotoğraflarını
gördüğünüz, kırmızı üzerine beyaz benekli, zehirli mantarlardır, ancak böyle
bir türü yoktur, bu evrene aittir.
[2] Mai Otome göndermesi
[3] Winnie the Pooh göndermesi