Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

23 Mayıs 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
2092 Görüntülenme
Bu bölümü 38 Kişi beğendi.
Cilt 11

Gurur - Kısım 3

Gilordio Gyogarr olarak bilinen kara ejderha yer kıvranıp dururken, Uğursuz Orman’da birbiri ardına kükremeler yankılanıyordu. Rakibi tarafından parçalanmış gözü zonklayarak ağrıyorken, yüzünde uzanan kesik ateş gibi yanıyordu. Zarar görmüş göz çukurunun içinde bir şey etini kemiriyormuş gibi hissediyordu.

 

Ona göre acı, alışkın olmadığı, daha önce hiç bilmediği bir histi. Bugüne kadar savaştığı hiçbir şey, ona küçük bir yaradan fazla zarar verememişti. Karşılaştığı her bir canlı ondan öyle zayıftı ki, onları ezmesi gerektiği birer böcek olarak düşünmüştü. Ve bu yüzden, şu anda katlanması gerektiği acı, yaşadığı en şiddetli acıydı.

 

“Hmph.” Yüce Ejderha küçümseyen bir ses çıkardı. “Ne nahoş bir manzara. Kendine erkek dediğini düşündükçe şaşıyorum.”

 

Gyogarr sağlam gözünü ona çevirdi ve ona ölüm bakışı attı. Ve bunu yaparken, onun kendisine bir çöpmüş gibi baktığını gördü. Gözleri buz gibi soğuktu ve yüzündeki gülümseme, sadece onu aşağılamak istediğini göstermek içindi.

 

“Yuki’nin hissettiği acı seninkinden çok daha şiddetli. O dayanıp savaşmaya devam ettiği halde onu aşağılama cüretini gösterdin. Ve şimdi senin ondan daha az erkek olduğunu kanıtlamış oldun.” diye dalga geçti. “Küçücük bir yara, bir kuş yavrusu gibi ciyaklayıp bağırmana neden oldu. Zavallısın. Böyle acınası birinin Ejder Lordu olduğuna inanamıyorum.”

“Çoktan canını aldığım için, ondan daha fazla bahsetmene gerek yok Leficios! Çok sevdiğin o böceği ezdim!”

 

Gyogarr, böceğin kolunu ve iki kanadını yemişti. Ve sonra düşmüştü. Hatta kara ejderha, hareket etmediğinden emin olmak için sağlam gözüyle ona bakmıştı. Ve kesinlikle doğrulamıştı. Leficious’un fazla takıntılı olduğu böceğin hareket etmediğinden emindi. Kaçınılmaz sonuyla karşılaşmıştı.

 

Ejderha Efendisi’nin asıl amacı, bütün halinde yutmadan önce onu dişleriyle parçalamaktı, ama bir gözünü kaybedince derinlik algısını yitirmişti. Ve böylece, niyetini tam anlamıyla yansıtmayı başaramamıştı. Yine de, kazandığını biliyordu. Bu kadarı doğruydu.

 

Gyogarr’ın Leficios’u korkusuz bir şekilde kışkırtması, O’nun ölümüyle dalga geçmesi, emin olmasından kaynaklanıyordu. Ve buna rağmen Lefi, hiç etkilenmemişti. Alaycı gülümsemesi hiç bozulmamıştı.

 

“İlginç bir iddia, sonuçta Yuki’nin yenilgisiyle ilgili bir kanıt göremiyorum.”

“Ne...!?”

 

Yüce Ejderha’nın sözleri Gyogarr’ın boynunu telaşla uzatmasına ve ezilmiş olması gereken böceğe baktı. Baktıktan sonra yüzü şaşkınlık ve inanmazlıkla karışık bir hale dönüştü.

 

Bunun nasıl mümkün olabildiğini anlamıyordu. Onu öldürdüğünden emindi.

 

Ama buna rağmen böcek ayaklarının üzerine doğrulmuştu.

 

Yaralıydı. Vücudunda o kadar çok yara vardı ki, yakında yaşayan bir varlık yerine bir ceset olarak görülecekti. Ama buna rağmen yürümeye devam etti. Ağzında kılıcıyla birer birer adım atarak Ejder Efendisine doğru yürümeye devam etti.

 

Dengesiz bile olsa, attığı her adım bir amaçla doluydu. Sadece Gyogarr’ın canını istiyordu.

 

Ejder Efendisi, gördüğü şeyi anlamıyordu. Yeterli değildi. Neresinden bakarsanız bakın böceğin yaraları ölümcüldü. Hareket edebilmesi hiçbir şekilde mantıklı gelmiyordu. Kuvvetini geri kazanmak için önceki gibi bir iksir içmiş olsaydı Gyogarr anlayabilirdi. Ama hala yaralara sahip olması, durumun bu olmadığının kanıtıydı.

 

Ve yine de, bir şekilde adım atmaya devam edebiliyordu.

 

Gyogarr’ın hayatını almak için.

 

“Sen zayıfsın.” dedi Yüce Ejderha. “Senin kadar zavallı saldırıların, seçtiğim partneri asla öldüremez.”

 

Sözleri başında dönüp duruyordu. Zihninde yankılanıyordu. Ve bunlar olurken, sözler onu bir sonuca götürmüştü.

 

Önündeki yaratık, böcek, anormaldi. Onda garip bir şeyler olmalıydı. Yaydığı hava garipti; sanki ejderhayı bir bütün yutacakmış gibi gelen, baskıyla hükmeder bir hava yayıyordu. Ve böceği izledikçe, hissettiği yutulma riski daha da artıyordu.

 

Ejderha adama bakarken, o da başını yukarı kaldırmış, ejderhaya bakıyordu.

 

Gözleri buluştu.

 

Ve sonra, çok kısa bir süre sonra, adam sırıtmaya başladı.

 

Kara ejderhanın içini bir ürperti kapladı.

 

Ne zaman olduğunu bilmiyordu, ama kısa süre sonra geri çekildiğini fark etti. Gözü o kadar korkmuştu ki, canını elinden almaya gelen yaratıktan uzağa bir adım geri atmak zorunda kalmıştı.

 

“B-bir adım dahi atma! Daha fazla yaklaşma!” Ejderha, kuyruğunu savururken elinde olmadan çılgın gibi çığlık atmıştı.

 

Saldırı isabet etmişti. Gyogarr’ın rakibinin yerde kaymasına sebep olsa da onu durduramamıştı.

 

Önce dizlerinin, sonra ayaklarının üzerinde doğruldu ve tekrar yürümeye başladı. Sanki saldırı ona hiç isabet etmemiş gibiydi.

 

Kara ejderhanın içini tekrar bir ürperti kapladı.

 

Ve ardından bir aydınlanma yaşadı. Adamın neden yenilgiyi reddettiğini sonunda anlamıştı.

 

O ölümsüzdü.

 

Adam, hortlak gibi bir şey olmalıydı, hatta daha da fazlası. O bir canavardı, ne kadar saldırıya uğrarsa uğrasın asla düşmeyen bir manyaktı.

 

Tehlikeliydi. Çok tehlikeli. Kara ejderha, adamı öldürmek için çabucak bir şeyler yapmazsa, avlanma riski altında olduğunu fark etmişti.

 

Fiziksel saldırıları çok zayıftı. Ona hiçbir zararı olmayacaktı. Dişleri bile onu öldüremezdi. Gyogarr, eğer adamı gerçekten öldürmek istiyorsa, onu bu dünyadan tamamen silmesi gerektiğini fark etti. Arkasında hiçbir iz kalmayacağından, etinin her bir artığının bu dünyadan kaybolduğundan emin olacaktı.

 

Bu, en güçlü büyüsüne bel bağlamak zorunda olduğu anlamına geliyordu: kükremesi.

 

Kara ejderha bir sonuca varınca, ağzını açıp derin bir nefes alırken büyü enerjisini aktarmaya başladı.

 

Ama olduğu yere yığıldı.

 

***

 

“N-n...!? Yarım çüklü konuşmaya çalıştı, ama küçük bir hırıltıdan başka bir şey çıkarmayı başaramamıştı.

“Çok... geç kaldın...”

 

Gerçi, daha iyi bir durumda olduğum söylenemezdi. Bir şeyler söyleyebilmek için kendimi zorlamıştım. Yine de rahattım. Beni pataklayan aptalın yığılışını izlerken yarım bir şekilde gülümsedim. Öyle ağırdı ki, yere çarptığında toprak sarsıldı.

 

Zihinsel engelli kertenkelenin kafası karışmıştı. Tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışırken, ejderhanın gözleri sağa sola bakıyordu. Konuşmaya bile çalışmıştı. Ama ağzı çalışmıyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın düşüncelerini dile getiremiyordu.

 

“Planımın... işe yaramasından... memnunum...” başıma sardığı acıya dayanmamın sonunda zahmete değdiği sonucuna varınca, kendi kendime mırıldandım.

 

Mankafa yere yığıldı. Ve basit bir sebepten.

 

Ona tuzak kurdum.

 

Ejderhalar korkutucu yaratıklardı. Pulları öyle sert ki, normal silahlarla onlara bir çizik bile atamazsınız. Öyle hızlılar ki, gözlerim hareketlerine yetişmekte güçlük çekiyordu. Vücutları yüksek rakımlara dayanmada çok yeterli, inanılmaz miktarlarda büyü enerjisine sahipler ve büyülerinin saldırı güçleri çok fazlaydı. Besin zincirinin tepesinde oturan avcılardı. Ve olay da buydu.

 

Avcı olmaları demek, onların da canlı oldukları anlamına geliyordu. Onların da ihtiyaçları vardı. Ve Lefi ile yaşamak, bana ejderha biyolojisi hakkında bilmem gerekenden çok daha fazlasını öğretmişti. Benim gibi, onların da yemesi gerekiyordu. Benim gibi, onların da uyuması gerekiyordu. Benim gibi, onların da nefes alması gerekiyordu.

 

Nefes almaya olan güveniyor olmaları, aslında diğer bütün canlıların da zayıf olduğu bir şeye karşı savunmasız oldukları anlamına geliyordu: bütün dünya tarafından kokusuz, renksiz bir toksin olan bilinen karbon monoksit.

 

Zindan benim dünyamdı. İçinde olduğumuz sürece burada benim sözüm geçerdi. Ve işte bu yüzden, farkında olduğum her özelliği özgürce değiştirebiliyordum. Havanın hassas yapısı da buna dahildi.

 

Bu dünyanın önceki dünyam gibi olmadığını biliyordum. Hava, büyü parçacıkları olarak bilinen gizemli bir maddeyle doluydu. Ama bunun yanında havanın bileşimi, reenkarne olmadan önce yaşadığım dünyayla aşağı yukarı aynıydı. Tabii ki, farklı gazların tam olarak yüzdelerinin birbirine yakın olup olmadığını bilmiyordum, ama en azından aynı gazların var olduğunu biliyordum. Oksijen, karbondioksit, nitrojen ve diğer her şey vardı. Kızlara yanma olayını öğretirken yürüttüğüm birkaç deney, özelliklerinin Dünya’dakinden farklı olmadığını göstermişti.

 

Eski hayatımda bile, birçok kişinin aşina olduğu ve çokça önlem alınan karbon monoksit oldukça iyi bilinen bir zehirdi.

 

0.15% karbon monoksit konsantrasyonu içeren bir havaya maruz kalmak, birini yere yığacak kadar sersemletirdi. 1%’den fazla miktarlarda maruz kalmak birini bayıltabilir ve öldürebilirdi. Temelde her türden yaşayan canlıya karşı ölümcül olan, korkutucu bir zehirdi. Her ne kadar ejderhalar besin zincirinin tepesindeki avcılar olsalar da onların da bundan etkilenmesini bekliyordum.

 

Ve beklentilerim doğru çıkmıştı.

 

Oynadığım kumarı kazanmıştım.

 

Ejderha, beni bir kükremeyle falan öldürecek gibi görünüyordu. Ve sonuç olarak, çok derin bir nefes almış, ciğerlerini ani bir karbon monoksit akışıyla doldurmuştu. Vücudu, kendini toksinden kurtaramayacak kadar güçsüzdü ve bu yüzden kendinden geçmişti. Dostum, son zamanlarda çok fazla kumara giriyorum. Böyle giderse, kendimi Kumarbaz İblis Lordu olarak tanıtmaya başlayacağım.

 

Seçtiğim zehir karbon monoksitti, çünkü büyük ihtimalle amacını yerine getirecekti. Aptalla savaşırken, bunu fark edecek gelişmiş hiçbir yeteneği olmadığını fark etmiştim. Böylece, kokusundan fark edilebilecek geleneksel bir zehirden daha iyi bir seçenek olmuştu.

 

Etrafa yerleştirdiğim patlayıcı tuzaklarının çok fazla olmalarının sebebi, tamamlanmamış yanma sonucu oluşan zehirli gazın konsantrasyonunu artırmaktı. Bir başka deyişle, onlar sadece onları kandırmak, zindanın ayarlarını kullanarak havanın içeriğini elle değiştirdiğim gerçeğinin üzerini örtmek içindi.

 

Tabii ki, Lefi bu aldatmacamı fark etmişti. Hatta etrafına hava tabanlı bir bariyer bile yapmıştı. Ve ben de yapmıştım. İkimiz de kadim büyü kullanarak toksini solumadığımızdan emin olmuştuk. Hal böyleyken, mücadele ettiğim sikko herif fark etmemişti bile.

 

Bariyeri aktif tutmakla uğraştığım için büyü yapamadığımı hiç fark etmemişti. Hiç büyü kullanmıyor olduğumu bir gram bile şüpheli bulmamıştı. Cidden, dostum. Daha fazla dikkat etmeyi öğrenmen gerekiyor. Sanırım bunu cehennemde takılırken öğrenmen gerekecek. Orada sıkı çalış. Ve eğer şanslıysan, belki de başka bir hayat şansı kazanabilirsin. Kazandığım için biliyorum.

 

Zaien hala ağzımdayken, vücudumu yavaş yavaş aptal kertenkelenin yığıldığı yere doğru sürükledim.

 

Ona doğru yaklaştıkça gırtlağından boğuk çığlıklar gelmeye başladı... Hissettiği dehşet, gözlerinden okunuyordu. Yüzünü o halde görmek, benim yüzümde koca bir gülümseme oluşmasına neden oldu.

 

“Ne.. dediğin... anlaşlmyor...”

 

Gerçi, benim de ne dediğim anlaşılmıyordu. Ayrıca, bir şeyler söylemeye çabalamak için artık çok geç. Başından beri diplomasi yolunu seçmiş olsaydın işler bambaşka olabilirdi. Gerçi yoo, kimi kandırıyorum ki. İkimiz asla geçinemezdik. Her neyse, merak etme. Kafanı, zafer hatırası olsun diye hiçbir duvara asmayacağım. Kendime yeni bir ekipman yapmak için koca götlü vücudunu kullanmak da istemiyorum. Seni DP’ye, zindanı güçlendirmek için kullanacağım gübreye çevireceğim.

 

O yüzden bana bir iyilik yap ve öl.

 

Onu soğuk kanlı bir şekilde öldürme fikrini düşünmeyi bitirdiğimde ona ulaşmıştım.

 

“Ceennemde görşrz mankfa.”

 

Bütün gücümle Zaien’i savurdum. Ejderhanın kanını o kadar çok emmiş ve öyle güçlenmişti ki, artık pulları Zaien’in keskin ağzına karşı onu koruyamazdı.

 

Kenarı etini kolaylıkla kesmişti.

 

Ve kafasını boynundan ayırmıştı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ilgin (71 puan) Üye
2020-05-23 18:11:27
Bölüm için teşekkürler
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-05-23 17:45:12
çeviri için teşekkürler