Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Başkentte Bir Gezinti - Kısım 1
“N-Nasıl görünüyorum?”
Nell, gergin bir şekilde elbisesinin eteğini çekiştirirken,
göstermek için etrafında biraz döndü. Şüphesiz, normalde daha çok erkek
fatmamsı kıyafetlere büründüğünden, sesinde bir miktar güvensizlik vardı.
“Nell...” bir dizimin üzerine çöktüm ve doğrudan gözlerinin
içine baktım.
“N-ne?” diye kekeledi. “N-neden bana öyle bakıyorsun?”
“Benimle evlen.”
“N-ne!? Nereden çıktı şimdi birden?”
Kendine gergin bir şekilde bakmaktan, biraz utangaç bir
şekilde kıpırdayıp durmaya geçmişti. Yüzü, hafif, gergin bir kızarıklıktan
tamamen kıpkırmızıya bürünmüştü. Fikrimi söylerken takındığım ciddi ton ve
ifade, sadece tepkisinin daha da büyümesine sebep olmuştu.
“Öyle sevimlisin ki, seni alıp, eve götürüp sonra bir
vitrine koymak istiyorum.” diye devam ettim, ciddiyetimi bozmadan ve içten bir
şekilde. “Gördüğüm en güzel kız sensin. Lütfen benim ol. Sonsuza kadar.”
“Ş-şey... b-bütün bunları söylediğin için gerçekten mutluyum
ama, ben şey... Bunu etrafta başka kimse yokken söylemeni isterdim.”
Kıyafetinin kumaşıyla oynarken yan tarafında bakmıştı. Yüzü
kadar kızarmış olan kulaklarının arkasına doğru baktığımda, izlendiğimizi fark
ettim. Dükkanın tezgahtarı, hiç memnun olmadığını belirten bir şekilde bize
bakıyordu.
Tabii ya. Evet, o da buradaydı. Ups. Nell böyle süslenmişken
kendimi tutmak çok zordu. Ne yazık ki, kendimi tutmaktan başka seçeneğim yoktu.
Nell, halka açık sevgi gösterilerini tolare edemeyecek kadar utangaçtı.
“Pekala, o zaman anlaşmamıza ne dersin. Ben kendimi
tutacağım, ama sadece odamıza döner dönmez bu kıyafeti tekrar giyersen--ve
seninle istedğim kadar flörtleşirsem.” Dedim. “Mükemmel olacak. Kendimize,
Nell’in elbise giymesini kutlama partisi yaparız.”
“Ne demek şimdi bu!?” Diye ciyakladı. Kendimi açıklamam için
sorduğu sorudan sonra bir anlığına duraklamıştı, ama ben tamamen sessiz kalıp
bakmaya devam edince panikledi ve sonra pes etti. “Tamam, peki! Yapacağım, o
yüzden lütfen sakin ol! Ama eğer ben kıyafet giyeceksem, o zaman sen de smokin
giymek zorundasın!” Konuşma şeklinde ters gelen, ani bir değişim vardı. Panik
halinden garip bir şekilde heyecanlanmışa dönmüştü. “Ne düşünüyorsun Yuki?
Bence bu harika bir fikir!”
Nell ve ben şu anda bir terziyeydik. Doğal koşullarımız
sebebiyle buraya uğramak dışında bir seçeneğimiz yoktu. Büyük balı, ya da kral
ne diyorsa, yakın bir gelecekte gerçekleşecekti, ve ikimizin de bu etkinlik
için uygun kıyafeti yoktu. Her ne kadar resmi kıyafet giymeyi umursamasam da, bu
tecrübeden yine de keyif alıyordum; Nell’in elbise giyme mucizesini bana
öğretmişti.
Normalde zırh giyiyor olmasına karşın, dış görünüşü her
zaman dikkatli ve kuralcı olan bir kızdı. Normal şartlar altında bile, çoktan
Nell’i dünyanın en tatlı şeyi ilan etmeye niyetim vardı. Karışıma bir de
elbiseyi katmak, sadece şirinliğinin yıkıcı gücünü daha da artırırdı. Şirinlik
seviyesi öyle bir noktaya gelmişti ki, cenneti delip geçebilecek ve
Anti-Spiralleri yenebileceğine dair iddiaya girebilirdim. Vay arkadaş, öyle
telaşlanmıştım ki, ne söylediğimden emin bile değildim. [1]
“Bir dakika, smokin giymemi mi istiyorsun? Eeeh...
Bilemedim.” Kaşlarımı çattım. “Bunun manasını gerçekten anlayamadım. Bana
uyacakmış gibi göründüğünden, askıdan bir tane öylece aldım. Ayrıca, erkeklerin
nasıl görünüğü kimin umurunda? Balo gibi etkinlikler tamamen kızlar hakkında
olur.”
Cidden. Neden bir erkeği giydirmekle uğraşırsın ki? Hem
zamana hem de çabaya yazık.
“Aynı fikirde olduğumuzdan emin değilim...” dedi Nell, hayal
kırıklığı içinde. “Seni bir smokin içinde görmeyi gerçekten istemiştim. En
azından denemek için giyemez misin?”
“Yok, ben iyiyim. Bedenine baktım ve bana uyması gerek, o
yüzden bununla uğraşmayacağım.” dedim. “Resmi kıyafetlerden nefret ederim.
Rahat olamayacak kadar dar olurlar.”
“Aaa... Ben yine de giydiğini görmek istiyorum.” diye
somurttu. “Şuna ne dersin peki? Sadece sen smokinini giyersen ben elbisemi
giyerim.”
“Öfff... peki.” Diye homurdandıktan sonra, hala bize
hoşnutsuz şekilde bakmaya devam eden tezgahın başındaki kadına döndüm. “Bakar
mısınız hanımefendi, son ayarlamaları yapmanız ne kadar sürecek acaba?” Konuşma
şeklim, her zamankinden biraz daha nazikçeydi.
“Yaklaşık üç saate ihtiyacımız olacak.” dedi. “Nerede
kaldığınızı bize söylerseniz aldıklarınızı size gönderebiliriz.”
“Teklifinize müteşekkirim, ama teşekkürler. Kendimiz gelip
alacağız.” Dedikten sonra kahramana döndüm. “Pekala Nell, onu duydun.
Harcamamız gereken tam üç saat var. Bir fikrin var mı?”
“Hmmm...” birkaç saniye düşünerek geçirdi. “Neden biraz
etrafı gezip görmüyoruz? Alshir’in bazı turistik mekanlarını sevdiğini
hatırlıyorum, o yüzden sana etrafı gezdirmeme ne dersin?”
“Bu harika bir fikir. Hadi yapalım.”
***
Terziye, çalışmaları için gerek duyduğu yerlerimizi
ölçtürdükten sonra dükkandan çıktık. Dışarı adımımızı atar atmaz bir ses
duvarına çarptık. Şehrin ana caddesi bir oraya bir buraya giden insanlarla
doluydu; sayılamayacak kadar çok insan farklı farklı yönlere doğru hareket
halindeydi.
“Özellikle görmek istediğin bir şey var mı?” diye sordu
Nell, bana doğru bakarak.
“Şöyle ki, nereden başlamam gerektiğini cidden bilmiyorum.”
dedim, başımı ona doğru çevirerek. “O yüzden gerçek--ah bir dakika. Zanaat
işleri satan herhangi bir yer biliyor musun? Uzunca bir süredir bir tanesine
uğramaya niyetim vardı.”
“Zanaat mi? Böyle şeylerle ilgili olduğunu bilmiyordum.”
“İlgim yok.” dedim. “Ama kendime bir çok şey yaptığımı
biliyorsun ya? Örnek falan olsun diye başkalarının tasarımlarına da göz atmak
istiyordum, bilirsin işte.”
Lefi’nin zaten kendi evlilik yüzüğü vardı, ama aynısı Lyuu
ve Nell için söylenemezdi. Onlara vermek için kesinlikle bir sürü fırsatım
olmuştu, ama nihayetinde her birini kaçırmıştım. Kendimi savunmam gerekirse,
Lyuu ile evlenmemiz için hala tam bir senemiz vardı ve Nell bir ziyaretçi
olarak kalıyordu, o yüzden ona pat diye söylemek istememiştim.
Her ne kadar kendime kesinlikle güzel bir bahane bulmuş
olsam da, onlara henüz yüzük takmamış olma sebebim sadece nişanlı statüsünde
olmamız değildi. Aksine, benim kararsızlığımdan kaynaklanıyordu. Yüzükleri
kendim mi yapsam yoksa satın mı alsam diye karar veremiyordum ve bu iki
seçenekten hangisini seçersem seçeyim, öncelikle piyasayı inceleyip
diğerlerinin yaptığı yüzüklerin nasıl olduğunu görmem gerekti.
“Tabii ya... Her zaman türlü türlü garip şeyler yapıyorsun.”
dedi kumral eşlikçim.
“G-garip mi!? Ne demek garip!? Yaptığım hiçbir şey garip
falan değil! Ayrıca, çığır açan icatların çoğunun, çoğunluğun işe yaramaz, çöp
olarak gördüğü şeyler olduğunu bilmiyor musun!? Bunun ne anlama geldiğini
biliyor musun!? Bu, yaptığım her bir şeyin, bir servet edecek kadar devrimsel
olma potansiyeli var demek!”
“Peki Yuki, sen öyle diyorsan.” diye kıkırdadı Nell.
“Yaptığın her şey harika ve daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor. Şimdiden
bir çok devrimsel eşya icat ettiğinden eminim.”
“Şey... evet... ondan.”
Sanki heyecanlı bir çocukmuşum gibi gönlümü alma şekli,
bütün momentumumu birden kaybetmeme sebep olmuştu. Konuşmaya devam edemeyecek
kadar utanmıştım. Yapamamıştım, o şeyden sonra yapamazdım.
“Pekâlâ. Hadi gidelim. Buraya yakın bir yerde bir bit pazarı
var. Orada el işlerini satan birçok kişi olduğundan eminim.”
“Peki öyleyse, yolu göster.” konuştukça özgüvenim yitmeye
başlamıştı. “Ve şey...”
Yavaşça, garip bir şekilde bir elimi ona doğru uzattım.
Niyetimi anlayıp tereddütlü bir şekilde davetimi kabul edince yüzünde,
benimkiyle uyan zayıf bir kızarıklık yerleşti.
Şu anda el ele, yoğun kalabalığın içinde ilerliyorduk.
Ama bunu umursamadım.
Daha çok, elimden bana doğru geçen sıcaklığa ve omzunun
benimkine ara sıra dokunmasına odaklanmıştım.
El ele tutuşuyorduk.
Ve buna karşın, kendimi inanılmaz sakin, rahat hissediyor,
tadını çıkarmaya devam ettiğim bir sıcaklıkla dolmuş hissediyordum, ta ki
yanımdaki kızdan gelen bir kıkırdamayla gerçekliğe geri çekilene kadar.
“Ne oldu?” Diye sordum.
“Bir şehirde birlikte dolaştığımız son seferi düşünmeye
başladım sadece.” dedi. “Sen ve Lefi’ye ayak uydurmak inanılmaz zordu. İkiniz,
bana ne kadar sorun çıkardığınızı düşünmeden istediğinizi yapıp duruyordunuz.”
Sözleri suçlayıcıydı, ama konuşma şekli kızgınlıktan ziyade,
nostaljiyi işaret ediyordu.
“Oh, Alfyro’yu gezdiğimiz zamanı mı diyorsun? Of dostum,
evet, eğlenceliydi. Özellikle çok fazla paniklediğin için.”
“Ah, öyle mi?” Sitem eden gözlerle bana dik dik bakıyordu.
“Paniklediğim için mi eğleniyordun?”
“Yani, bilmem, senin etrafında olunca içimdeki sadist açığa
çıkıyor. Elimde olmadan seninle uğraşmak istiyorum.” dedim. “Ama ne olursa
olsun, bu iyi bir şey. Bu, seninle olmaktan eğlendiğim anlamına geliyor.”
“Bunu duymaktan mutlu olmamı beklediğini biliyorum, ama
değilim.” diye garip bir şekilde gülümsedikten sonra devam etti, “Kahraman
olmamdan bu yana bana ilk kez birisi böyle davranmıştı. Beni tamamen peşinizden
sürüklediniz.” Özlem dolu bir şekilde gülümsedi. “Ve sonra saldırı da vardı.
Ama o zaman bile, ikiniz tamamen önemli bir şey değilmiş gibi davrandınız ve
sorunu hemen çözdünüz. Birbiri ardına gelişen olaylar öyle büyüktü ki, beni
tamamen şaşırtmıştı.”
“Sanki garip olan bizmişiz gibi söylüyorsun ama, açıkçası
normal bir insanın gözünden sen de pek farklı değilsin.” dedim omuz silkerek.
“Ö-öyle miyim? Her zaman gayet normal olduğumu
düşünmüştüm...”
“Gerçekten normal bir kahramanın bir iblis lorduyla
evleneceğini düşündün mü?”
“Haklısın. Sanırım her şeye rağmen biraz garip biriyim.”
diye kıkırdadı ve elimi hafifçe sıktı. Gözlerini, yüzünün kızardığının
görülmesini biraz daha zorlaştırmak için ayaklarına çevirmişti. “Ah, görünüşe
göre varmak üzereyiz.” Nihayet gözlerini kaldırdığında, bir dizi kavşağa
geldiğimizi fark etti. “Buradan sağa dönmemiz gerek ve sonra biraz daha
ilerleyeceğiz.”
“Hay hay kaptan.”
El ele kalmaya devam edecek kadar uzakta, arkasından onu
takip ederek, gitmesine izin verdim. Ama döndüğümüzde durdum ve bağımızın
gerilmesine sebep oldum.
“Bir sorun mu var?”
“Yok, üzgünüm, bana aldırma sen.” dedim. “Sadece bit
pazarının neye benzediğini merak ediyordum. Farklı farklı tezgahlara ayrılmış
şekilde mi kurulu pazar?”
“Hı-hı! İnsanlar halılar sererek yer tutarlar. Tüccarların
çoğu üzerlerine kurulur ve geçenlerin görmesi için ellerindeki bütün malları
dizerler. Ayrıca bir sürü farklı tezgah da göreceksin.” dedi. “Pazarda bir sürü
farklı çeşitte eşya dolu. Birçoğu sıradışı ve başka yerde uzaktan yakından aynı
şeye benzer bir şey görmekte zorlanacaksın.”
“Bu kulağa gayet iyi geliyor.”
“Gerçekten de öyle. İyi ile kötünün bir karışımı var ve iki
ucun da aşırısını bulabiliyorsun.” diye açıkladı. “Ama sanırım bu bir sorun
olmayacak. En azından senin için olmayacak.”
“Heh, anladım. Şimdi anlıyorum.” Vahşi bir şekilde sırıttım
ve gülmeye başladım. “Demek beni buraya, bir İblis Lordunun gücünün boyutlarını
sergilemek için getirdin! Pekala, işlenmemiş cevherleri, toprak altındaki
hazineleri bulup açığa çıkarmak için, değerlendirme sanatındaki bütün gücümü
kullanacağım!”
“Hı-hı! Sana güveniyorum.”
Yüzündeki ışık saçan gülümsemeye iyice bakıp karşılık
verdikten sonra, başımı kaldırdım ve kahramanın şirin ifadesinden uzağa, bizi
izleyen adama doğru baktım. Henüz harekete geçmemiş gibi görünüyordu, o yüzden
yanımdaki harika kadına bakışlarımı geri çevirdim ve onu izlemeye devam ettim.
1] Tengen Toppa Gurren Lagann göndermesi.
Çevirmen Notu: 234. Bölüm cadılar bayramı bölümü olduğu ve
bu bölüm İngilizce’ye çevrildiği zaman cadılar bayramı çoktan geçtiği için,
sonraki cadılar bayramında çevrilmek üzere ertelenmiştir.