Beyazın Karanlığı
Tanışma
‘Lanet
olsun!’ Yaşadığı bir saatlik koşuşturmanın
ardından sonunda etrafı sarılmıştı. Her şeyin bu duruma gelmesine nasıl izin
verdiğini hala anlayamıyordu ki bunu düşünebilecek zamanı olduğundan da
şüpheliydi. Uyanalı yalnızca bir ay olmasına karşın sebebini bile bilmediği bir
şeyden ötürü ülkedeki bütün askerler onu yakalamaya çalışıyordu.
Kalçasına
saplanan okun oluşturduğu keskin acıyla inledi. Aslında gücünü odaklamış olsa
herhangi bir yolla yara alması imkânsız olurdu. Ama bunu yapmaya son bir aydır
hiç ara vermediğinden zihinsel olarak tükenmişti. Öyle ki normalde düzinelerce
oktan sıyrılabilmesini sağlayan bedeni onu yarı yolda bırakıyordu. Yalnızca
birkaç saat dinlense... Bu kadarı bile onun için yeterli olurdu.
Askerler
etrafındaki çemberi hızla daraltırken, bulunduğu durumdan kaçmak için
fikirlerinin neredeyse tükendiğini fark etti. Etrafı bu kadar dar, askerler ona
bu kadar yakın olmasa dönüşerek kaçabilirdi –yani bu isteğini yarım saat kadar
önce rahatlıkla gerçekleştirebilirdi- fakat şu anda dönüşürse yakınındaki
askerlerden birkaçı kesinlikle yaralanacak, hatta ölecekti.
Elinde
kalan son çözüm -en azından etrafındaki insanlara zarar vermeden- kendini başka
bir yere ışınlamaktan ibaretti. Etrafında
bulunan bütün askerleri ağzından çıkacak tek bir sözcük ile yok edebilirdi.
Fakat Yeminine sadık kalacak ve daha fazla insanın canını almayacaktı; her ne
kadar karşısındakiler onu öldürmek istese bile.
Askerleri
uzaklaştırmak için yaptığı son harekette büyü gücünün neredeyse tüketti. Buna
daha fazla devam edemezdi. Kalçasındaki okun yarattığı acıdan ötürü bayılmadan
önce ancak birkaç saniyesi vardı. Eğer bayılırsa muhtemelen öldürülürdü. Her ne
kadar bir taşıyıcı olsa da, kafasının koparılması fikrinden oldum olası haz
etmediği de bir gerçekti.
Bütün
askerler aynı anda saldırırken gücünün son kırıntılarını kullanarak kendisini
rasgele bir yere ışınladı.
X X X X X
Kama,
yakın zamanda sürekli işi haline gelen avlanmaya bugün de çıkmıştı. Aslında
çocukluğundan beri yazları sürekli avlanmaya çıkıyor olsa da yalnızca son 2
aydır tek başına bu işi yapıyordu. ‘Neden ona bu işi tek başıma yapabileceğimi
söyledim ki?’ Yalnız başına avlanmak çok sıkıcı olsa da eve bir şeyler
götürmesi gerektiğinden Kama buna katlanmak için kendini zorluyordu. Bu sırada
babası da şehre gidip bazen Kama’nın avlarının bir kısmını satıyor ve buğday
gibi yiyeceklerden alıyor, bazen ise odun toplamaya veya Kama’nın şu anda
yaptığı gibi avlanmaya çıkıyordu. Ama bütün bunları hep tek başına yapmaya
başlamıştı.
Aslında
İbrahim, Kama’nın öz babası değildi ama ona bunca yıldır bakan bir kişi varken
Kama da bir başkasını aramaya ihtiyaç duymamıştı. Belki de bu yüzden tek başına
olmaktan bu kadar sıkılıyordu.
‘Neyse,
en azından evde bir kardeşim var. Avı hızlıca bitirip geri döneyim…’ bu
düşünceler aklına girdiği anda havada garip bir şeyler hissetti. Normalde bir
hayvan yakınlarda olduğunda bir şekilde onu sezebiliyordu. Sanki içgüdüsel bir
şekilde etrafındaki canlıları hissediyordu. Fakat bu seferki daha farklıydı.
Tüyleri diken diken olmuştu ve sanki bir yöne doğru çekiliyor gibiydi.
İçgüdülerine
güvenerek onu çektikleri tarafa doğru ağır adımlarla ilerledi. Önündeki
ağaçların ardında bir ışık hüzmesi yükseldiğinde doğru yönde olduğunu
anlamıştı. Yayının kirişine bir ok takarak hızını arttırdı ve ağaçları geçti.
Fakat ağaçları aştığında karşısında sade giyimli bir kız görünce şaşırmaktan
kendini alamadı. Neden böyle düşündüğünü bilmiyordu ama bir canavar veya benzer
bir şey görmeyi bekliyordu. Yine de böyle bir kişi ile karşılaştığı için hiç de
pişman değildi.
‘Çok
güzel…’ Kama’nın aklından geçen ilk şey bu
olmuştu. Kalbi nedensiz bir şekilde daha hızlı çarpmaya başladı ve zoraki
olarak yutkunmamak için direndi.
Kızın kar beyazı tenine karşı tezat
oluşturan kara gözleriyle beline kadar dümdüz inen siyah saçları sanki
etraftaki ışığı emiyor, üzerine giymiş olduğu beyaz renkli elbise meltemde
hafifçe dalgalanıyordu. Boyu Kama’dan kısa olsa da, üzerinde durduğu minik
tepecikten Kama’ya yukarıdan bakıyordu.
Aradan
geçen birkaç sessiz saniyenin ardından beyninde yankılanan zayıf bir sesin ‘Yardım
et’ demesi ile ürperdi.
Neler
olduğunu anlamaya çalışırken kız aniden yere düştü ve Kama’nın önüne gelene
kadar yemyeşil çimenlerin üzerinde yüz üstü kaydı... O anda kızın kalçasındaki
oku fark eden Kama, daha kendisi bile neden böyle bir şeyi yaptığını
sorgulayamadan kızı kucağına alıp eve doğru koşmaya başlamıştı.
X X X X X
Uyandığında
Rene’nin ilk fark ettiği şey açık alanda değil, bir kulübenin içinde olduğuydu.
Kulübenin iç dekorasyonu sade ve fazlası ile mütevazıydı. Bol işlemeli duvarlar
şöyle bir yana dursun, içerideki üç yatak haricinde mobilya olarak
sayılabilecek tek şey taştan yapılma orta boyutlu bir şömineydi. Üzerine yatmış
olduğu yatak samandan yapılma olmasına karşın rahat ve doygun bir yapıya
sahipti. Yatağın sol yanına yaslanmış yay ve kılıç takımlarını gözüne takılınca
içinden kaçmak gelse bile bu düşünce aklına girdiği hızda çıktı. Bir şekilde
burada güvende olduğunu hissediyordu.
Yatakta
doğrulmaya çalışınca çelik okun kalçasında açtığı yaranın acısı ile tekrar
yatağa serildi. “Eskiden olsa bu yarayı iyileştirmem on saniyemi bile almazdı.”
dedi kendi kendine. Lakin son yaptığı büyüyle büyü gücünü tüketmiş olmalıydı.
Etrafını incelemeye devam
ederken yatağın sağ tarafındaki bir sandalyede uyuyan genci fark ederek şoke
oldu. Görünüşü -hatırladığından biraz daha farklı olsa da- neredeyse birebir uyuşuyordu. Kendisini
yıllar boyunca aramasına karşın bulamadığı Gündüzün taşıyıcısı bir anda
mucizevi bir şekilde karşısında belirmişti.
Eli istemsizce gencin boğazına
doğru giderken Rene, içindeki öldürmek için can atan dürtüyü zapt etmeye
çalıştı. Sadece dış görünüşünün ona benzemesi o olduğu anlamına gelmezdi değil
mi? Sonuçta insanlar birbirine benzerdi. Biraz daha odaklandığında karşısındaki
gençten, kendi gücünün tam zıttının yayıldığını fark etti. Çok zayıf olmasına
karşın beyaz renkli saçları, şöminenin yaydığı loş ışıkta hafifçe pırıldıyordu.
Eğer karşısındaki kişi gerçekten
Gündüzün taşıyıcısıysa, yalnızca kendisine dokunmasıyla bile, etrafa yaydığı enerjinin
bir kısmını emmiş olması gerekiyordu. Büyü gücüne odaklandığında tamamen tükenmiş
olmadığını fark ederek sessizce lanet okudu. Hata yapıyor olamazdı... Bu “O”
olmalıydı. Üstelik kendisine dokunmasına izin vererek güçlerinin uyanmasına
sebep olmuş olabilirdi.
Onu, güçleri uyanmışken
öldürebilir miydi ki? Hayır... Daha henüz yeni uyanmıştı. Onu öldürmek Rene
için zor olsa da imkânsız değildi.
Zihninden geçen sayısız
düşüncenin hepsi onu hemen öldürmesi gerektiğini söylüyordu. Geçen sefer de onu
ilk gördüğünde öldürebilmiş olsa bütün o yaşananlar yaşanmamış, bütün bir ırk
yok olmamış olurdu... Hatta bunu taşıyıcının kendisi bile söylemiş, kendi
kendini yok edebilmek için sayısız yol denemişti. Üstelik birlikte yaptıkları
son büyüyle birlikte hafızasını kaybetmiş olma ihtimali de vardı.
Ama neden? Neden bu kadar kolay
olmasına karşın onu öldüremiyordu? Yaklaşan felaketi tek başına
engelleyemeyeceği için miydi? Hayır, Rene bir yolunu bulur ve her türlü onu
durdurmayı başarırdı. Gerekirse anılarını bile bu uğurda feda edebilirdi…
‘Öyleyse neden onu
öldüremiyorum?’
Güçleri uyanmış olsa bile şu anda bütün vücudunu yenilemeye yetmeyeceği
barizdi. Tek bir darbe ile... Yemini böylesine önemli bir konuda onu bağlıyor
olamazdı sonuçta. Yine de neden tereddüt ediyordu?
‘Geçen zamanlar yalnızca
zayıflık getirir ha?’
diye düşündü kendi kendine. Bu, Karmen’in uzun zaman önce ona söylemiş olduğu
bir değişti. Ve belli ki oldukça da yerinde bir değiş.
Elinde bulunan büyü gücünü
olabildiğince idareli kullanarak yarayı iyileştirmeye koyuldu. Mükemmel bir
sessizlik içindeki birkaç dakikalık odaklanmanın ardından, yaradan geriye eser
kalmamıştı.
Ayağa kalktığında, sol ayak
bileğinden yatağa uzun bir zincir ile bağlanmış olduğunu fark ederek istemsizce
güldü. Zinciri kırmak için yere eğildiği sırada arkasından gelen bir ses olduğu
yerde dona kalmasına sebep oldu. Sesin geldiği tarafa döndüğündeyse Gündüzün
taşıyıcısının uyanmış olduğunu fark etti ve yavaşça doğruldu.
Yeni taşıyıcı, Rene’ye konuşma
fırsatı vermeden onu: “Adın ne?” “Burada ne arıyorsun?” gibi alışıldık
soruların yanında “Hem nasıl ayakta duruyorsun ki? Daha dün ‘arkanda’ bir ok
saplıydı.” gibi garip soruları da içeren bir soru yağmuruna tuttu.
Böylesine bir soru yağmuruna
hazırlıksız yakalanan Rene, hem kısa bir nefes alabilmek, hem de onunla ne
yapacağını düşünebilmek için “Birinin adını öğrenmek için öncelikle kendi adını
söylemen gerekmez mi?” diye sordu. Çünkü onu öldürmeyecekse kesinlikle yanında
tutması gerekecekti.
Genç, ”Benim adım Kama!” diye yanıtladı.
Tahmin ettiği gibi her şeyi unutmuştu.
Konuşmaları,
kulübenin ahşap kapısının sertçe çalınmasıyla bölündü. Artık ‘Kama’ ismiyle
çağrılan Gündüzün taşıyıcısı, Rene’yi sertçe yatağa ittirdikten sonra
battaniyeyi işaret ederek kapıya yöneldi. Rene hemen battaniyeyi üzerine çekti
ve bıraktığı küçük aralıktan kapıyı gözlemeye başladı. Kama kapıyı açıp da
karşısındaki silahlı askerleri görünce Rene, belanın kendisinden çok uzak
kalmayacağını anlamıştı.
X X X X X
Kama, annesi haydutlar
tarafından öldürüldüğünden beri bir şövalye olmak istiyordu. Ve ne yazık ki şu
anda önünde duran kraliyet muhafızlarının yaptığı iş de şövalyeliğe giden
yoldaki basamaklardan biriydi. Bu sıkıcı işte, savaş veya strateji gibi
konularla uğraşmak yerine saray ve iç surları korumakla yetinmek zorundaydınız.
Belki bazen, çok ama çok nadir de olsa önündeki adamlar gibi sarayın dışına
göreve gönderilebilirdiniz. O zamanlarda bile görevler savaştan uzak ve sakin
geçerdi. Tabi ki bütün bunlar Kama’nın zerre ilgisini çekmiyordu.
Bulundukları ülke olan Çevrimde ise
geldiğin soyun neredeyse hiçbir önemi yoktu. Kanla miras kalan tek mevki
imparatorluktu –ki ülke monarşi ile yönetildiğinden bu oldukça doğaldı-. Eğer
yeterince güçlüyseniz –ya da zenginseniz- hemen hemen her mertebeye
erişebilirdiniz. Kama ise her zaman diğer insanlardan güçlü olmuştu. Fazlasıyla
güçlü.
“Ne istiyorsunuz?” diye
muhafızlara sordu.
Muhafızların lideri gibi görünen
iri kıyım adam, Kama’nın eline bir kâğıt uzattıktan sonra “Resimdeki kişiyi
arıyoruz. Bu civarlarda görüldüğüne dair rapor aldık.” Diye cevapladı.
Kama, resme baktığında
şaşkınlığının yüzüne yansımasına engel olamadı. Muhafızların lideri bunu fark
etmiş olmalıydı ki “Eğer bu kişiyi yakalamamıza yardım edebilirseniz,
imparatorun bizzat kendisi her türlü bilgi için ödül vaat ediyor.” dedi
aceleyle. Resimdeki kişi yatağında yatan kızdan başkası değildi.
“Bu kızı neden arıyorsunuz?” diye
sordu Kama.
“Seni hiç ilgilendirmez!” diye
yanıtladı muhafızlardan biri.
Diğeri ise hemen elini onun
önüne koymuştu. “Böyle yaparsan biliyor olsa bile bir şey söylemez.” Daha sonra
Kama’ya dönerek. “Bak, bu kız ülke çapında aranan bir suçlu. Çoktan onlarca
kişiyi öldürdü ve dışarıda durduğu her saniyede daha fazlasını öldürebilme
kapasitesine sahip. Onu yakalamamız için bize en ufak bir bilgi kırıntısı bile
verirsen karşılığını kesinlikle alırsın. Ne diyorsun?” diye sordu.
Kama ise bu sırada ne yapacağına
karar vermeye çalışıyordu. Muhafızlar ödülden bahsetmişti ki Çevrimde ödül demek,
mevki ve toprak demekti. Eğer kızı onlara teslim edecek olursa, şövalye olmak
için gereken okullardan birine zorlanmadan girebilirdi. Ama muhafızlar birini
arıyorsa bunun iyi bir sebebi olamazdı. Eğer onu ele verirse –yalnızca
muhafızların tavırlarına bakarak bile bunu anlayabiliyordu- muhtemelen ona
işkence edecek, hatta belki de öldüreceklerdi. Ayrıca içinden bir his
muhafızların anlattıklarının yalan olduğunu söylüyordu. Nedenini bilmese de
kızı korumak istiyordu; hayır, korumalıydı!
Fakat ortada bir sorun vardı.
Bunu nasıl başaracaktı? Şu ana kadarki girdiği birkaç ufak kavga dışında
ömründe hiç dövüşmemişti. Karşısında ise yıllar boyunca eğitim almış, silahlı 5
asker vardı. Tamam, diğer insanlardan daha güçlüydü. Lakin fiziksel olarak ne
kadar güçlü olursa olsun ölümsüz değildi. Beşe birlik bir silahlı bir kavgada
tek bir kılıç darbesi ile ölmesi işten bile değildi. Onlara, ‘resimdeki kızı
hayatında hiç görmediğini’ söylese bile muhtemelen şüphelenip kulübeyi
ararlardı. Kulübenin çok da büyük olmadığını da eklersek; onu hemen bulurlardı.
‘Karşımdaki askerler toplamda
beş kişi. Kızın olduğu yeri sessizce işaret ettikten sonra askerlerin arkasına
geçip birinin silahını alabilirsem bir kişiyi saf dışı bırakmışım demektir.
Sorun, ikinciyi indirmekte ne kadar hızlı davranabileceğim. Hayır, ikinciyi
indirsem bile hala 3 e karşı 1 kalmış oluyorum Öyleyse…’ Kama’nın zihnindeki bütün
düşünceler, tiz bir ses ile dağıldı. Bir metalin parçalanma sesi.
Sesin geldiği yöne, arkasına doğru yavaşça döndüğünde şaşkınlıktan tek kelime dahi edemedi. Kızı yatağa bağlayan zincir, paramparça bir şekilde yerde duruyordu.