Beyazın Karanlığı

20 Mayıs 2018
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1267 Görüntülenme
Bu bölümü 5 Kişi beğendi.
Cilt 1

Bağ

Kama, dışarı çıktığında Rene’yi basamaklarda beklerken buldu. Onun karşısında olabildiğince sert ve sağlam bir duruşunun olmasını istiyordu. Kapıyı kapadıktan sonra karşısına geçerek “Gitmiyor muyuz?” diye sordu. Bunu yaparken gözlerini bir an olsun kaçırmamaya özellikle dikkat etmişti. Fakat Rene’nin gözlerine baktığı anda bir şeylerin yanlış olduğunu anladı.

Rene “Sana bir şey söylemem gerek.” dediğinde, sesinin tınısından ağlamak üzere olduğu anlaşılıyordu. Kama, neler olduğunu anlayamasa da bir şeylerin yolunda olmadığını biliyordu. Bir anlığına, üzüldüğü zaman kardeşine yaptığı gibi Rene’ye sarılıp “Sorun yok, bana anlatabilirsin.” diyecek olsa da, karşısındaki kızın binlerce yıldır yaşayan –ve isterse kendisini paramparça edebilecek - bir ejderha olduğunu hatırlayarak kendisine hakim oldu.

Rene, gözlerinin olduğu kısım gölgelenecek şekilde başını eğerek kamaya doğru yaklaşmaya başladığında Kama, içinde çırpınan kaçma dürtüsünü bastırarak olduğu yerde kaldı. Rene, başı hafifçe Kama’nın göğsüne çarpana kadar yürümeye devam etti. Sonra. Durdu... Yavaşça ellerini kaldırıp Kama’nın beline sarıldı ve sessizce ama kısa aralıklarla sarsılarak ağlamaya başladı.

Kama, ondaki bu ruhsal değişimin ardında yaran nedeni merak etmekten kendisini alamadı. Daha beş dakika önce onu sinirlendirmek için her türlü yolu deneyen –üstelik bunu yaparken sadistçe bir zevk alan- Rene’yi bu duruma ne getirmiş olabilirdi ki? Rene’ye baktığı her anda onun yüzlerce yıl boyunca Çevrim’e terör estiren kara ejder olduğuna inanmakta daha da zorlanıyordu. Değil binlerce insanı öldürmek, bir karıncayı bile incitebilecek gibi durmuyordu. Bu haliyle onu her şeyden korumak, bütün Dünya’dan saklamak istiyordu.

Onu ormanda bulduğu andan beri aralarında görünmez bir bağ olduğunu hissediyordu. Fakat bunu sürekli inkâr etmişti. Şimdiyse bu zincir gözle görülebilecek, elle tutulabilecek kadar gerçekti.

Kama, sanki transtaymış gibi “Gözle görülebilecek kadar mı?” diye kendi kendine sordu. Havada yarı saydam bir zincir, yavaş yavaş belirmeye başladı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Hayır, hayal görüyor olamazdı.  Kendi göğsünden çıkan uzun bir zincir, havada ağırlıksızmışçasına süzülüyor, etraflarında birkaç tur attıktan sonra Rene’nin göğsüne girerek son buluyordu. Eli istemsizce zinciri kavradığında, kendini aniden başka bir yerde buldu.

Etraflarında yıkılmış bir köy ve cesetlerden oluşan yığınlar vardı. Kama, Rene’ye neler olduğunu sormak istediğinde ağzını hareket ettiremediğini fark etti. Yalnızca ağzı değil, bütün bedeni kaskatı kesilmişti. Rene ise az önceki gibi kendisine sarılmış ağlıyordu; Ama az öncekinin aksine üstü kanlarla kaplıydı ve bu sefer sadece Rene ona sarılmıyor, o da Rene’ye sarılıyordu.

Kama, kendi sesinin “Onların ölmesi senin suçun değildi.” dediğini duymasıyla neler olduğunu kavramaya başladı. Hala hareket edebiliyordu; yalnızca kendi isteği ile değil. Bunu fark edince, olayları akışına bırakmaya karar verdi. Sonuçta ne kadar direnirse dirensin, kasları isteklerine boyun eğmiyordu.

Rene “Ama!” diye itiraz ettiğinde, Ona daha sıkı sarıldığını hissetti. Vücudunda garip ve tam olarak anlayamadığı bir güç dolaşıyordu.

Rene bu hareketiyle birlikte susunca Kama, “Ne olursa olsun, ne yaparsan yap. Bütün Dünya sana karşı olsa bile ben her zaman yanında olacağım.” dedi.

Rene, “Söz veriyor musun?” diye burnunu çekerek sordu.

Kama, “Söz veriyorum.” diye usulca cevapladığında etrafında bulunan gerçeklik bir göz kırpmayla tekrardan eski haline döndü. Üstelik ortada zincir falan da yoktu.

‘Belki de hayal gördüm.’ diye düşündü kendi kendine.

Rene “Ne hayali?” diye sorduğunda, Kama onun düşüncelerini mi okuduğunu yoksa yanlışlıkla sesli mi düşündüğünü anlayamadı. Ama bunu bir süreliğine ondan saklamayı düşünüyordu. “Ne hayali?” diye tekrarladı.

“Az önce hayal gördüğünü söyledin.” diye üsteledi Rene.

Kama, “Hayır söylemedim.” diye yalan söyledi. Sonuçta Rene’nin bunu ispatlamasının bir yolu yoktu. Ama konuyu değiştirmesi gerekiyordu. Rene’nin sesinin zihninde ‘Yalancı’ dediğini duyunca istediği değişimi bulduğunu düşündü. Rene’yi hafifçe ittikten sonra olabildiğince öfkeli görünmeye çalışarak “İnsanların beynine ikide bir giremezsin!” dedi. Nedense bir şekilde ilerde bu yaptığına pişman olacağını biliyordu.

Rene “Senin kuş kadar beynine girmedim!” diye bağırdığında Kama, birazdan gireceği tartışmanın mı yoksa ona gerçeği söylemenin mi daha kârlı olacağını düşünmekle meşguldü. Ama Rene ‘kuş beyinli’ diyerek damarına basınca kararını vermesi çok da zor olmadı. “Madem beynime girmedin, nasıl oluyor da sesini kafamın içinde duyabiliyorum?” diye aynı şekilde bağırarak sordu.

Rene bu sorusunu “Belki de efsanelerde bile övgüyle bahsedilen sesim sana o kadar güzel gelmiştir ki kafandan atamıyorsundur.” diyerek kibirli bir ifadeyle yanıtladı.

 “Belki de o garip büyülerinden biriyle sesini kafamdan atmamı engelliyorsundur.” dedi Kama, Rene’nin ses tonunu taklit ederek.

Aralarında geçen gerilim dolu birkaç saniyenin ardından Rene bir “HIH!” sesi çıkararak arkasını döndü ve “Sana hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda değilim.” dedi.

Rene’nin, verdiği son cevaba itiraz etmemesi Kama’nın dikkatinden kaçmamıştı. Yine de ona söylediği yalanı sürdürebilmek için Rene’yi başka bir konuda suçlaması biraz acımasızca olmuştu. Tamam, Rene’nin, zihnine girmesi yanlış bir şeydi; fakat onun yaptığı şeyin yanlış olması, Kama’nın yaptığının doğru olduğu anlamına gelmezdi.

Bu düşüncelerle üzerindeki suçluluk duygusu ezici bir hal aldı. Fakat bunun için özür dileyemezdi; Gururu buna izin vermezdi. Başka bir şeye odaklanmalıydı. Üzerinde bulunan olumsuz duygulardan olabildiğince sıyrıldıktan sonra “ Bana söylemek istediğin şu ‘önemli’ şey neydi?” diye sordu.

Rene “Söyleyeceğim şeyin ‘önemli’ olduğunu hiçbir zaman söylemedim ki.” Dedi asabi bir ses tonu ile.

Kama, Rene’nin kendisini sinirlendirmeye çalıştığını fark etti. Lakin o bir numaraya iki kere kanmazdı. Rene’nin her zaman yaptığı kibirli o gülümsemeyi taklit ederek “Peki. Madem önemli değil, sonra söylersin.” dedikten sonra yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmese de, kraliyet muhafızlarının buraya gelmesi iki günden fazla sürmezdi. Bu süre içerisinde aralarına olabildiğince mesafe koymak istiyordu.

Daha birkaç adım atmıştı ki Rene, sırtındaki yeleğe asılarak onu durdurdu. Arkasına döndüğünde, az önceki zincirin Rene’nin göğsünden dışarı çıkmış olduğunu gördü. Tek farkı, bu sefer kendi göğsüne ulaşmadan yarı yolda silikleşerek yok oluyordu. Bu zincirin ne olduğunu Rene’ye sormak istiyordu. Fakat tam da bunu yapacakken Rene, konuşmaya başladı.

“Eğer varlığını silmezsem… Benimle gelir misin?”

“Anlayamadım?!?” Sorunun garipliğinden dolayı şaşırmıştı.

“Beni duydun işte! Varlığını silmezsem, yine de benimle gelir misin; Yoksa gelmez misin?” Bunu öyle bir ses tonu ile söylemişti ki onun utandığını mı ya da sinirlendiğini mi anlayamıyordu. Hem nasıl bir soruydu ki bu?

“Eğer varlığımı silmezsen, kraliyet muhafızları buraya gelir. Ve geldiklerinde beni bulamazlarsa babamı ve kardeşimi götürürler. Yani muhtemelen gelmezdim” diye cevapladı.

“Peki, ya kraliyet muhafızları gelmeseydi?”

Bu sorunun oluşturduğu şaşkınlık, bir öncekinden daha az değildi. Tabi ki varlığı silinmek zorunda değilse -ve ailesi güvendeyse- Rene’yle gitmezdi.

Rene, sanki ne cevap vereceğini biliyormuş gibi, konuşmasına izin vermeden “Hemen karar vermek zorunda değilsin.” diye ekledi. Arkasını dönerek “Sana biraz süre veriyorum.” dedi ve yürüyerek uzaklaşmaya başladı. Fakat Rene daha ilk adımını atar atmaz Rene’nin göğsünden çıkan zincir, yayındın çıkan bir ok gibi hızla kendi göğsüne saplandı. Artık yarı saydam değildi. Beyaz renkli olan zincir parlıyor; Rene’ye doğru gittikçe parlaklığı azalıyor ve mat bir siyaha dönüşüyordu.

Rene bir anlığına duraksadıktan sonra yürümeye devam etti. Sanki attığı her adımda, Kama’ya ait bir parçayı da kopararak beraberinde götürüyordu; Ve bu çok acı veriyordu. Kama, asırlar gibi gelen birkaç saniyenin ardından kendi sesinin “Bekle!” demesi ile şaşırdı. Fakat daha da şaşırmasına neden olan şey, yine kendi sesinin “Karar vermek için beklememe gerek yok; Yine de seninle gelirdim.” demesiydi.

            X                     X                     X                     X                     X      

Ne diyordu böyle? Gerçekten de bu sözleri söylemiş olamazdı değil mi? Çünkü söylemek istediği şeyler, ağzından çıkanların tam tersiydi. Bir an ‘Lanet ejderha, bana büyü yapmış olmalı’ diye düşünse de, bir şekilde bunun doğru olmadığını biliyordu. Rene gülerek geriye dönüp kucağına atladığında, içinin huzur verici bir sıcaklıkla dolduğunu hissetti. Az önce Rene ve yapmış olabileceği büyüyle alakalı bütün düşüncesi bir anda değişti. Büyü olup olmaması çok da önemli değildi. Rene yanındayken iyi hissediyordu; Bu yeterliydi.

Rene, sarılmayı sürdürürken Kama, zihninden geçen rahatsız edici bir his ile ürperdi. Sanki Rene, onun bilmesi gereken bir şeyi ondan saklıyordu. “Bana söylemek istediğin başka bir şey yok mu?” diye sordu.

Rene bir anlık tereddütün ardından “Hayır.” diyerek kestirip attı.

Kama, ‘Yalan söylüyor’ diye düşündü. Aslında buna düşünmek denemezdi. Yalan söylediğini biliyordu. Bunu; kalbinde, midesinde, hatta bilincinin her bir zerresinde hissediyordu.

“Hayır, şu anda sana söylemek istediğim başka bir şey yok.” dedi Rene.

Kama, ‘Kesinlikle yalan söylüyor’ diye düşündü.

Rene “Hayır söylemiyorum!” dedi asabi bir şekilde. “Sana söylemem gereken şeyler var, ama bunları duymaya şu anda hazır değilsin.”

‘Hazır olduğuma kim karar verecek?’ diye manalı bir şekilde sordu Kama.

“Ben; Ben vereceğim.”

‘Zamanı geldiğinde söyleyecek misin?’

“Kesinlikle söyleyeceğim.”

Kama, garipliği ancak birkaç dakika sonra fark etti. Az önce onunla konuşurken ağzını bir an için olsun açmamıştı. Bu garip detayın üzerinde daha fazla durmak istemesine rağmen görüş açısına giren bir yabancı dikkatini dağıttı. Üzerine altın işlemeli bir zırh takımı giyen yabancının omzunda, on iki şovalye armasıyla garip bir ejderha sembolü vardı. Rene’nin sesinin zihninde ‘Ejder katili!’ diye tısladığını duydu.

Sesli olarak, “Harika! Hemen yanımda binlerce yıldır yaşayan, korkunç derecede güçlü, efsanevi bir ejderha; Karşımda ise on iki şovalyeden biri ve aynı zamanda ejder katili olan olası bir düşman. Aralarında çıkacak bir çarpışmada muhtemelen öleceğim gerçeği de cabası... İyi yanından bakarsak, daha kötü bir durumda olamazdım.” diye düşündü.

Rene’yse buna karşılık kararlı bir ses tonu kullandı. “Merak etme. Ne olursa olsun seni koruyacağım.”

            X                     X                     X                     X                     X      

Rene, karşısındaki adamı dikkatlice süzdükten sonra buraya tek başına gelmiş olamayacağına kanaat getirdi. Asla tek olmazlardı. Basit bir tespit büyüsü yapmasıyla birlikte, korkudan dona kalması bir oldu. Etraflarında şovalye hariç, ormana dağılmış tamı tamına 102 insan vardı. Tek başına olsa, ejderhaya dönüşerek ya da ışınlanarak kaçabilirdi. Ama Kama’yla birlikte bunları da yapamazdı. Onu yanlışlıkla bir kayanın içine ışınlayabilir veya kendisi ejderhaya dönüşürken, Kama serseri bir okun kurbanı olabilirdi. Rene birilerini öldürmeden Kama’nın oradan canlı çıkabilme ihtimali yok denecek kadar azdı.

Rene, aralarındaki bağın güçlenmesi sayesinde, Kama’nın düşündüğü şeyleri duyabiliyor, -eğer bunu engellemezse - onun da duyabildiğini biliyordu. Ama onda hiçbir ruhsal değişim algılayamıyordu. Kama korksaydı; Bunu hissederdi. Fakat hiçbir şey hissetmiyordu. Neden? Kendisi bile onun ölebilme –ya da yaralanabilme- ihtimalinden korkuyorken, o neden korkmuyordu. Rene’nin aklına tek bir neden geldi. Kama ona güveniyordu. Bu düşünceyle birlikte kararını verdi. Yeminini bozma pahasına bile olsa, onu koruyacaktı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-22 00:13:54
Emekleriniz için teşekkürler.