Beyazın Karanlığı
Çatışma
Uyandığında etraf zifiri karanlıktı ve yerde yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştığında üzerine uygulanan ani baskı ile tekrardan yere serildi. Rene’nin “Daha değil.” dediğini duydu. “Daha iyileşmedin.” sesi titriyordu.
‘İyileşmek?’ Kama bayılmadan önce hissettiği acıyı ve yaşadıklarını anımsadı. Elini yarasının olması gereken yere götürdüğünde bir pürüz bile hissedemedi. Sanki hiç yara almamış gibiydi.
“Göğsümdeki yara... Gitmiş.” dedi Kama kendi kendine.
“Evet.” diye cevapladı Rene. “İki kırık kaburga ve parçalanmış bir akciğeri onarmak pek kolay olmadı ama bir şekilde başardım.” Elinde kurumuş kanla kaplanmış bir ok tutuyordu. Baş kısmı, normal bir okunkinden çok daha büyüktü.
“Ne kadardır baygınım?”
“Birkaç dakikadır.”
“Peki, neden göremiyorum?”
“Çünkü etrafımızı kanatlarımla çevreledim. Işığı emerek bana güç veriyorlar.”
“Bütün askerleri öldürdün mü?” sesi istediğinden daha soğuk çıkmıştı.
“Henüz öldürmedim. Ama seni iyileştirir iyileştirmez o işle de ilgileneceğim.” Rene, bunu birazdan onlarca kişiyi öldürecekmiş gibi değil de, sanki ahırdaki inekleri yemleyecekmiş gibi, bıkkın bir ses tonuyla söylemişti. Sessizliğin, kelimenin tam anlamıyla cisme büründüğü birkaç dakikanın ardından Rene, hiçbir şey söylemeden kanatlarını kaldırdı.
Kama ayağa kalktığında, gözleri henüz ışığa alışmamasına rağmen etraflarının sarıldığını anlamıştı. Algan onlara yaklaşırken askerler, şövalyenin geçebileceği kadar bir boşluk açtılar.
Kama daha neler olduğunu anlayamadan Rene uçarak, yani gerçekten uçarak, yanından geçti ve şövalyeyi boynundan yakalayarak metrelerce sürükledi. Askerler, Algan’ı kurtarmak için Rene’ye saldırmalarına karşın aralarında görünmez bir duvar varmışçasına bütün saldırıları yarı yolda kesildi. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Rene’ye yaklaşamıyorlardı. Rene elini savurduğunda, herkesi kendisinden uzaklaştıran bir fırtına oluştu; Kama dışındaki herkesi.
Kama, kendisinin neden etkilenmediğini anlamamıştı ki şu anda umurunda da değildi. Doğruca Rene’nin yanına koştu. Rene’nin yanına ulaştığında, Algan’ın suratı çoktan kıpkırmızı kesilmişti. ‘Boynunu hemen kırmadığına göre olabildiğince acı vererek öldürmeye çalışıyor.’ diye düşündü. Rene hala Alex’e ettiği yemini bozmadığını söylemişti. Eğer birisini öldürerek yeminini bozarsa, daha fazlasını öldürmemesi için bir sebebi de kalmazdı. Rene’nin, Algan’ı öldürmesini engellemek zorundaydı.
Kama, bir yandan Rene’nin elini şövalyenin boğazından ayırmaya çalışırken, bir yandan da fırtınanın içinde sesini duyurabilmek için bağırarak, Rene’ye durmasını söylüyordu.
“Bu pisliğin canını bağışlamam için bana tek bir neden söyle.” dedi Rene. Sesi öfkeliden ziyade üzgün çıkmıştı. Fırtınanın şiddeti giderek azalsa bile Rene hala tek eliyle Algan’ın boğazını sıkmaya devam ediyordu.
Kama, “Bu sen değilsin! Alex burada olsa senin hakkında neler düşünürdü?” dedi.
“Sen Alex hakkında hiçbir şey bilmiyorsun!”
Kama, “Evet, belki bilmiyorum. Ama sırf öfkeni dindirmen için bir insanı öldürmeni istemezdi.” dedi. Zihninden devasa bir üzüntü dalgası geçtiğinde doğru yolda olduğunu anladı.
“Ama o seni öldürmeye çalıştı.” dedi Rene. Sanki kendini savunmaya, yaptığı şeyin haklılığını ispat etmeye çalışıyor gibiydi.
Kama, sahip olduğu bütün ikna kabiliyetini sesine kattı. “Biliyorum, biliyorum. Fakat sen buna izin vermedin; Beni kurtardın. Ama şimdi onu öldürürsen bunun pek bir önemi kalmayacak.” Algan’ı işaret ederek “Sen de onun gibi olacaksın.” dedi. Sözlerinin gerekli etkiyi yaratması için kısa bir süre bekledikten sonra tek dizinin üzerine çöktü. “Eğer bütün bunlar Algan’ın canını bağışlaman için yeterli bir sebep değilse; İllaki birinin canını almak istiyorsan, benimkini al.” Tabiki ölmek istemiyordu. Ve eğer Rene önerisini kabul ederse, Kama ölmeden önce sonuna kadar savaşırdı. Yine de yapabilirse Algan’ın hayatını da kurtarmak istiyordu.
Rene “Neden senin canını almak isteyeyim ki?” dedi. Fırtına dinmişti. Şövalyeyi bezden yapılma bir bebekmiş gibi fırlattıktan sonra Kama’ya dönerek “Hem; bu düşük yaşam formununki karşılığında seninkini almam pekte adil olmaz.” diye ekledi. Hemen ardından Kama, Rene’nin sesinin zihninde ‘Yine de, zamanı gelince senden bir karşılık alacağım.’ dediğini duydu.
Daha sonra Rene, şövalyeye dönerek “Eğer bir daha Kama’nın kılına zarar vermeyi denersen... Hayır! Kama’nın bulunduğu bir şehrin yakınına bile yaklaşırsan; Önce bütün kemiklerini terek teker kırar, sonrada seni canlı canlı yerim.” dedi. Sesi, neredeyse duyulamayacak kadar kısık olmasına rağmen fazlasıyla tehditkârdı.
Rene, tekrardan Kama’ya dönerek “Böyle bir insanı kurtarmak için kendi canını vermeye razı olduğunu hala anlayamıyorum.” dedi. Bu aynı zamanda bir soruydu.
Kama, “Bir şekilde beni öldürmeyeceğini biliyordum.” diye cevapladı. O anda zihnine, nerden geldiğini anlamadığı bir cümle geldi. Kama, ne yaptığını anladığında çoktan Rene’ye yaklaşarak kulağına “Hem, kurtarmak istediğim kişi o değildi.” diye fısıldamıştı bile.
Bu sözler karşısında Rene’nin yüzü kızarırken, kanatları bir “PUF” sesi çıkararak yok oldu ve görünüşü tekrardan normale döndü.
Rene kekeleyerek “Seni öldürmeyeceğim konusunda haklı olabilirsin ama karşılık konusunda ciddiydim.” dedi.
“Ha! Ne karşılığı? Böyle bir şey hakkında konuştuğumuzu hatırlamıyorum.” dedi Kama sahte bir şaşkınlıkla. Rene’nin, yaptığı bu tavır karşısında bile kolayca sinirlendiğini gören Kama, kahkahasını daha fazla tutamadı.
Rene, Kama’nın kendisiyle dalda geçtiğini anlayınca daha da sinirlenerek Kama’nın karnına sağlam bir yumruk oturttu.
Yumruğun şiddetinden nefesi kesilen Kama, zor da olsa “Bu da neydi?” diyebilmeyi başardı.
Rene şaşırmış gibi görünerek yumruğunu gösterdi. “Bu mu?” sonra birden anlamış gibi yaparak açıklamaya başladı. “Bu, seni öldürmeyecek kadar güçsüz; Ama bir daha benimle dalga geçmemeni sağlayacak kadar güçlü bir yumruktu.” Bu sefer gülme sırası Rene’deydi ve bunu sonuna kadar kullanmakta kararlıydı. En azından Algan araya girmeseydi, yapacağı şey bu olacaktı.
“Dedemi vahşice katleden kara ejderin acımasına ihtiyacım yok!”
“Alex’i ben öldürmedim. Senin o kalın kafanın bunu alıp almaması, benim için pekte önemli değil.” dedi Rene. Sesi az öncekine oranla aşırı derecede sakindi.
Algan, saf öfkeden oluşan bir ses tonuyla bağırdı “Gün gelecek, beni burada öldürmediğine pişman olacaksın!”
Rene, aynı sakin ses tonuyla “Biliyor musun? Ben de ilerde, seni burada öldürmediğime pişman olacakmışım gibi hissediyorum.” dedi. “Sanırım seni öldüreceğim.”
Algan, beyhude bir çaba ile kaçmaya çalışırken Kama, ellerini iki yana açarak aralarına girdi. Rene, elini beline koyarak ‘Sizin de hiç espri anlayışınız yok.’ dedi Kama’nın zihnine.
Kama, “Onu korkutmak sana hiçbir şey kazandırmaz.” dese de, Rene’nin aldığı basit ama etkili intikam onun da hoşuna gitmişti.
Rene, Kama’yı gerçekten şaşırtarak “Tabiki kazandırır.” dedi. Kendini korumaktan aciz birini korkutmanın ona ne gibi bir getirisi olabileceğini anlayamıyordu. Lakin Rene, Kama’nın zihninde dolaşan bu soruyu dile getirmesine izin vermeden devam etti.
“Eğer onu yeterince korkutursam, muhtemelen kendimi, şu an olduğumdan daha iyi hissedeceğim.”
Bu cevap karşısında Kama hafifçe gülümsemekle yetindi. “Ailemle vedalaşmayı çoktan bitirdim. İstediğin zaman yola çıkabiliriz.”
Etrafı ani bir duman sararken, zemini sarsacak derecede güçlü bir kükreme duyuldu. Birkaç saniye sonra duman dağıldığında, Rene’nin olması gereken yerde simsiyah bir ejderha duruyordu. Sırtındaki pulları pürüzsüz ve mat, kanatlarındakiler ise bir zırh gibi çıkıntılı ve keskin görünüyordu. Kapkara gözlerinin etrafını saran sarı bir hale, bir kedinin gözleri gibi parıldıyordu.
Kama, zihninde Rene’nin sesinin ‘Ejderhalar dünyayı nasıl görür, bilmek ister misin?’ diye sorduğunu duyunca, cevap vermedi. Bunun yerine ejderhanın yere indirdiği kanadından destek alarak sırtına çıktı.