Beyazın Karanlığı

19 Haziran 2018
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1501 Görüntülenme
Bu bölümü 5 Kişi beğendi.
Cilt 1

Kraç

Havada geçirdikleri birkaç saatin ardından Zephris’in ilk adaları ufukta görüldüğünde, Kraç’ın çok uzakta olmadığını anlamak için Rene’nin bir haritaya ihtiyacı yoktu; İçgüdüsel olarak nerede olduğunu az çok tahmin edebiliyordu.

‘Bütün bu zaman boyunca kadar neden hiç soru sormadı ki?’ Bu garipti; çünkü uçmaya başlayalı üç saatten uzun bir süre olmuştu. Bu kadar uzun bir zamanda Kama’nın aklına bir ton soru gelmiş olmalıydı.

Rene, “Bir sorun mu var?” diye sorduğu anda kafasına dank etti. Tabiki bir sorun vardı! Kama hala insan biçimindeydi ve uzun süredir uçuyorlardı. Yerden birkaç fersah yüksekte uçmak bir ejderha için sıra dışı bir şey değildi. Lakin bir insan bu soğukta 20 dakikadan fazla dayanamazdı. İçinde büyüyen ani duygularla ölmüş olabilme ihtimalini düşünmeden edemedi. Fakat bu düşünce aklına girdiği hızla çıktı. Kama yaşıyordu. Bunu aralarındaki bağ sayesinde biliyordu. Ama bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu Rene’nin kendisi de bilmiyordu.

Endişe, Rene’nin içini kemirirken Kraç, mavi deniz üzerindeki yerini alınca, bir nebze olsun rahatlayarak siyah topraklarla süslenmiş adaya doğru alçalmaya başladı.

                        X                     X                     X                     X                     X        

Rene yere inerek yıllar önce evim dediği yere baktığında, yıkılmış bir sunaktan arta kalan kömür rengindeki taş bloklardan başka bir şey göremedi. İnsana dönüştükten sonra, Kama’yı sırtına alarak mağaranın yolunu tuttu. Beş dakikalık bir yolculuk sonrasında mağaraya ulaşıp da içeri girdiğinde kendini şaşırmaktan alamadı. Yıllardır buraya uğramamasına rağmen içeride tek bir örümcek ağı bile yoktu. Bunun garip olduğunu düşünse de şu anda buna vakit ayıramazdı. Kama’yı hızla eski haline getirmezse bedeni, gücünü kullanmaya başlayabilirdi.

Kama’yı yere bıraktıktan sonra çantasını alıp kurcalamaya başladı. Kısa bir süre sonra üzerinde gül ve yaprak işlemeleri olan, ceviz yeşili, ince bir battaniye çıkardı. Ayrıca çantanın içinde biraz ip, bir nacak ve beyaz bir beze sarılmış, kurutulmuş et parçaları vardı. Rene, Kama’ya bunları neden yanına aldığını sormak istese de, bu şu an için pek mümkün görünmüyordu.

Çantadan çıkardıklarını yere dizdikten sonra battaniyeyi eline alarak düşünmeye başladı. Normal bir insanı sıcak tutmaya yeter miydi? Muhtemelen evet. Peki, tek başına Kama’yı kurtarmaya yeter miydi? Kesinlikle hayır! Ağır hipotermi geçiren birini nasıl kurtarabilirdi ki? Onu ateşle veya sıcak bir suyla ısıtmak gibi ani ısı artışı yaratacak yöntemlerle de kurtaramazdı. Eğer bunu yapacak olursa, soğuk kan ani bir şekilde Kama’nın beynine ulaşırdı ki, bu onu daha da kötüleştirirdi. Yanında ona içirebileceği ılık bir şeyler de yoktu -olsa bile Kama’nın bilinci zaten kapalıydı-. Geriye tek bir çözüm yolu kalıyordu.

Rene, battaniyeyi Kama’nın üzerine örttükten sonra üzerindekileri çıkarmaya başladı. Büyü gücünü yavaş yavaş hareketli hale geçirirken, bedeninin her bir hücresinden yayılmaya başlayan ısı hafif bir baş dönmesi yarattı.

“Bunu istediğim için yapmıyorum, bilmiş ol.” Baygın haldeki Kama, Rene’nin sözlerini tabi ki duyamadı.

            X                     X                     X                     X                     X      

Kama, siyah-beyaz rüyasında bir ejderhanın üzerinde uçuyordu. Ama bu sefer siyah değil beyaz bir ejderhanın sırtındaydı. Üstelik son seferdeki gibi üşümüyor, hatta sıcaklıyordu. Sanki uçmak doğasında vardı. Onu tamamlıyordu.

Uçmaya devam ettikçe, siyah-beyaz olan rüyası giderek renklenmeye başladı. Gökyüzü griden maviye, güneş beyazdan sarıya dönüştü. İşte ancak o zaman üzerinden geçtikleri yerler Kama’nın dikkatini çekti. Aşağıda, irili ufaklı onlarca köy vardı. Rene’yle uçarken, soğuktan donmakla meşgul olduğu için aşağıya bakmak hiç aklına gelmemişti. Fakat şimdi, üzerinde yaşadıkları gezegen ona gerçekten çok ama çok küçük görünüyordu. Altlarında bulunan toprak yerini denize bıraktığında bile Kama aşağı bakmayı sürdürdü. Güneş ışığı denizin üzerine düşerek binlerce renge kırılıyor ve insanın içini ferahlatan bir görüntü oluşturuyordu.

Bir süre sonra ejderha alçalarak ufak bir adanın ortasına indi. Daha sonra kafasını arkaya çevirerek Kama’ya sordu “Unuttun mu?”

“Neyi?”

Ejderha bir kanadını yere eğdi. İnmesini istiyordu. Kama uçmayı gerçekten sevmişti ve inmek istemiyordu; ama bir ejderhayı kızdıracak kadar da aptal değildi.

Kama yere inince, ejderha başıyla işaret ederek “Hatırla o zaman.” dedi.

Kama, ejderhanın işaret ettiği şeye baktığında, beyaz mermerden oluşan taş bloklardan başka bir şey göremedi. Fakat garip bir şekilde tanıdık geliyorlardı.

Ejderha, “Hatırladın mı?” diye sordu.

Kama tekrardan “Neyi?” diye sordu. Neyi unuttuğunu bile unutmuşsa, onu nasıl hatırlayabilirdi ki?

Beyaz renkli ejderha “Hatırlamalısın.” dedi. Üzerinde durduğu zemin, suya düşen bir kar tanesi misali erimeye başlarken konuşmaya devam etti. “Bir zamanlar ne olduğunu, şimdi ne olduğunu ve ne olabileceğini!”

Kama nefes nefese uyandığında, Rene’nin anılarındaki mağaranın tanıdık görüntüsü ile karşılaştı. Bayılmadan hemen önceki haline göre çok daha iyi hissediyordu. Titremesi durmuştu ve artık üşümüyordu. Üstü, evden çıkmadan önce yanına aldığı battaniyeyle örtülmüştü.

Doğrulmak için çabalarken eli yumuşak ve sıcak bir şeye çarptı. Battaniyeyi kaldırıp, yerde yarı çıplak halde yatan Rene’yi görünce, yaşadığı şaşkınlıkla aniden ayağa fırladı ve birkaç adım geriye çekildi. Bunu yaparken battaniyeyi bırakmayı unutması ise ayrı bir dikkatsizlikti.

            X                     X                     X                     X                     X      

Rene uyandırılmaktan nefret ederdi. Özellikle de yağmur, ok veya şu anki gibi aniden içine işleyen bir soğuk yüzünden.

Üzerindeki miskinliği atmak için ayağa kalkarak gerindi. Kama, yüzünde şaşkın bir ifadeyle kendisine bakıyordu. Ten rengi, akşamki soluk beyazdan kırmızının açık bir tonuna dönmüştü. ‘Sanki biraz fazla kırmızı...’

Ortamda bir şeylerin yanlış olduğunu bilmesine karşın o yanlışın ne olduğunu bulabilecek kadar dikkatini toplayamıyordu. Etrafına bakınmaya devam ederken gözü, Kama’nın elinde tuttuğu battaniyeye takılınca, neler olduğunu anlaması yalnızca birkaç saniyesini aldı. Yüzünün, tıpkı Kama’nınki gibi kıpkırmızı kesildiğini bilmesi için aynaya gereksinim duymuyordu.

Kama, elindeki battaniyeyi Rene’ye fırlattıktan sonra özre benzer bir şeyler geveledi ve koşarak mağaradan çıktığında Rene, Kama’nın da üstünü çıkarmadığına bir nebze olsun sevindi. Adanın çevresinde anadan doğma bir şekilde koşturması pek te hoş olmazdı doğrusu.

Rene onu takip etmedi. Nasıl olsa bu adadan tek başına ayrılamazdı. Bunu fark edince geri gelirdi. O zamana kadar hem yiyecek bir şeyler bulabilir, hem de Kama geri gelince ona ne söyleyeceğini düşünebilirdi. Aslında yalnızca onu ısıtmak ve geçirdiği hipoterminin şiddetini azaltmak istemişti. Kama’nın düşüneceği ilk şeyin ise bu olmayacağından adı kadar emindi.

Yaklaşık iki saat sonra, onlarca balık tutmuştu. Lakin nedense bu balıkların hepsi zehirliydi.

“Bugün pek de şanslı günümde değilim.” dedi kendi kendine. Tam mağaraya girmek üzereyken ufukta görünen bir geminin adaya yaklaştığını fark etmesi Rene’yi durdurdu. Adaya ilk geldiklerinde etrafın gereğinden fazla temiz olduğunu düşünmüştü. Ama Kama ölmek üzere olduğu için bu ufak detayın üzerinde fazla duramamıştı. Şimdiyse sebebini gayet net bir şekilde anlıyordu. Birileri bu adayı kullanıyordu. Anlamadığı şeyse neden bu ada? Etrafta onca ada varken, neden bu adayı seçmişlerdi? Burası Kraçtı. Kara ejderhanın ini. İnsanların yanına yaklaşmaktan dahi korktukları, zemini siyah topraktan oluşan uğursuz bir adaydı.

Rene, aniden Kama ile birlikte olduğunu hatırladı. Eğer gemidekiler silahlıysa Kama’yı zarar verebilirlerdi. Eğer yaralanırsa içindeki güç onu iyileştirmek için hemen harekete geçerdi ki bu Rene’nin en son istediği şeydi. Onu bulması gerekiyordu. Hem de hemen!

            X                     X                     X                     X                     X      

Kama, mağaradan kaçtığından beri iki sorunun cevabını bulmaya çalışıyordu; Ama iki soru üzerinde de henüz bir ilerleme kaydedebilmiş değildi. Bir, Rene neden o şekilde yanında yatıyordu; İki, geri dönünce ne söyleyecekti? Geri dönmemek gibi bir seçeneği yoktu. Tabi açlıktan ölmeyi düşünmüyorsa.

Kama bu sorulara kafa yormayı sürdürürken aniden üzerine bir yorgunluk çöktü. Sanki bir şey enerjisini sömürüyordu. Akabinde zihnini, birbiri ardına gelen yüzlerce görüntü doldurdu. Üstelik hemen hepsinin içinde Rene vardı. Fakat bu görüntülerdeki Rene, şu ankinin aksine siyah değil tıpkı kendisi gibi beyaz saçlıydı. Nadir de olsa bazı görüntülerde saçlarının ve gözlerinin rengi değişiyor; Kızıl, sarı, kahverengi, hatta mavi ve mor gibi renklere bürünmüş bir şekilde karşısına çıkıyordu.

Görüntüler zihnine akın ettikçe, yorgunluğu acıya dönüşerek nefes almasını engellemeye başladı. Yerde deli gibi çırpınarak nefes almaya çalışırken, gözlerinden akan yaşlara engel olamadı. Böyle bir yerde mi ölecekti?

Etrafı kararmadan birkaç saniye önce, görüş alanına Rene girdi... Gülümsüyordu.

            X                     X                     X                     X                     X      

Rene, birleşmenin başlamasına sevinse de bu kadar çabuk gerçekleşmesini beklemiyordu. Kama’yı daha hızlı bulabilmek için aralarında bağı kullanmasına rağmen, buraya geldiğinde birleşmenin ilk aşaması neredeyse tamamlanmıştı. Şimdiyse Kama, rengi kuzguni siyaha dönmüş saçlarıyla yerde ölü gibi yatıyordu. Bunun, büyük miktarda enerji gerektireceğini tahmin etmişti; Ama onu öldürebileceği ihtimalini hesaba katmamıştı.

Kama’nın hala yaşadığını, aralarındaki bağ sayesinde biliyordu. Hala yaşıyordu yaşamasına; yalnızca artık, eskisine oranla daha az yaşıyordu. Saçlarının siyaha dönmesi, büyü gücünün neredeyse tamamen tükendiğinin bir göstergesiydi. Gündüzün taşıyıcısı olsa bile bilincini geri kazanması en az on dakikayı bulurdu. Yani en azından, Kama gözlerini açıp aniden doğrulana kadar öyle düşünüyordu. Saçlarının eski haline dönmesinin yanı sıra; Gözlerinin içi, şafak vaktinde güneşe tutulan bir elmas gibi parıldıyor; Sürekli renk değiştirerek kararsız ama cezbedici bir tona bürünüyordu.

Bu şekilde birkaç saniye bekledikten sonra, Kama’nın sırtından, Rene’nin uzun zamandır görmediği lakin çok iyi tanıdığı, bir çift beyaz kanat fırladı. Şekil olarak bir güvercininkileri andırmalarına karşın, boyutları normalin çok üstündeydi.

Rene, bunun olabileceğini en başından düşünmüştü. O kadar uzun süre boyunca durağan bir aura ile yaşadıktan sonra böylesine saf ve çılgın bir aurayı kontrol edememesi gayet doğaldı. Muhtemelen bilinci de yerinde değildi.

Yavaşça Kama’ya yaklaşıp kulağına kadim dilden bir sözcük fısıldadığında, Kama gevşeyerek olduğu yere yığıldı.

Rene, Kama’yı sırtına alarak mağaraya doğru yürümeye başladı. Adaya gelenler her kimse, mağaraya uğruyor olmalıydılar. Onları orada karşılayacaktı

            X                     X                     X                     X                     X      

Kama, neden Rene’yle savaştığını anlayamıyordu. Ona karşı savaşmak istemiyordu; lakin bedeni, Kama’nın ne istediğini pek te umursuyormuş gibi görünmüyordu. Sanki bir şey onu kontrol ediyordu. Ne kadar direnirse dirensin, bedenini kontrol eden şey onu saldırması için zorluyordu. İçine sıkışıp kaldığı bu siyah-beyaz gerçeklikte, nasıl olduğunu anlamasa da büyü kullanabiliyordu. Hem de Rene’yle dövüşebilecek kadar iyi.

İlk başlarda bu durum onu biraz korkutmuştu; fakat bu korkusu, kendisinin yalnızca bir izleyici olduğunu fark etmesiyle birlikte yok olmuştu. Sonuçta onun korkup korkmaması hiçbir şeyi etkilemiyordu. Bedenini kontrol eden şey yine de saldırıyordu. Rene’yle aralarında süren savaş, bu gerçeği anlayınca giderek sıkıcı ve monoton bir hal almıştı.

Aslında buna tam olarak ‘savaş’ demek doğru olmazdı. Bir tür saldırı ve savunma oyunu gibiydi. Rene, Kama’ya hiçbir zaman saldırmıyor, saldıran taraf her zaman kendisi oluyordu. Ama ona ne şekilde saldırırsa saldırsın bir işe yaramıyordu. Büyüleri Rene’ye çarptığı anda yok oluyor; Attığı yumruklar ve tekmeler, Rene’ye değdikleri anda aniden kalakalıyorlardı. Yaptıkları bu savaş, şiddetli bir fırtınanın, devasa bir dağı yerden koparmaya çalışması gibiydi. Tabi ki fırtına ne kadar güçlü olursa olsun, üzerinde estiği dağı uçuramazdı.

Ne kadar zamandır burada olduğunu bilmiyordu; Lakin baya uzun zaman olmuş olmalıydı ki, artık hem kendisinin hemde Rene’nin yapacağı hamleleri hatasız tahmin edebilir hale gelmişti. Öyle ki, birkaç aylığına bunu bir oyuna bile dönüştürmüştü.

Zamanla Rene’ye yaptığı saldırılar, ona ulaşamadan yok olmaya başladı. Ona hiçbir şekilde yaklaşamıyordu. Kama, bedenini kontrol eden şeyin ne yapacağını merakla beklemeye başladı. Ama felç olmuş gibiydi. Hiçbir şey yapmıyordu. Aniden Rene’nin saçları ve kanatları, siyahtan beyaza dönerek parıldamaya başladı. Yüzünde duygudan eser yoktu. O an Kama öleceğini anladı. Lakin bundan çok fazla korkmadı. Artık o kadar sıkılmıştı ki, ölmek kolay bir kurtuluş yolu gibi görünüyordu. Rene, ellerinin arasında parlak bir enerji topu oluştururken; Kama, bedeninin savrulduğunu hissetti.

            X                     X                     X                     X                     X      

Kafasındaki acıyla Kama, aşırı gerçekçi rüyasından uyandı.

“Bütün yol boyunca kendini taşıtmayı düşünmüyorsun değil mi?” Gözlerini açtığında, Rene suratında bir sırıtmayla karşısında dikiliyor ve muzip bir ifadeyle kendisine bakıyordu. Sanki ortada bir espri vardı da, Kama bunu anlayamıyordu.

Rene, Kama’ya yaklaştıktan sonra elini, Kama’nın yüzünün önünde aşağı yukarı sallamaya başladı. “Hey Kama, iyi misin? Kafanı çok sert çarpmadın ya?”

“Bilmem ki. İyi miyim acaba?” diye cevapladı Kama. Bütün o yaşadıklarının rüya olduğuna inanmakta hala zorlanıyordu. Çocukken dinlediği masallarda, kahraman bir rüya görürse bu, gelecekten bir kehanet ya da benzeri bir şey olurdu. Bunu hatırlamak Kama’nın içine hem bir mutluluk, hem de bir korku saldı. Buna göre Kama ilerde büyü yapabilecekti ki bu iyi olan kısmıydı; Ama muhtemelen Rene, tamamen bilinmeyen bir sebepten ötürü Dünya’ya tekrar korku salmaya başlayacaktı. Kama da bunu durdurmaya çalışırken amansız bir savaşa gireceklerdi. Bu uzun savaşın sonucunda Rene onu yenecek ve muhtemelen öldürecekti…

‘Yani Rene tekrardan kötü birisi olacak.’ Kurabildiği tek mantıklı teori bu olmuştu. Aklına onunla savaşması için başka mantıklı bir neden gelmiyordu.

Rene “Bunu anlamanın yalnızca bir yolu var.” dedikten sonra, işaret ve orta parmağını havaya kaldırarak “Bu kaç?” diye sordu. Yüzünde sahte bir ciddiyet vardı.

Kama, Rene’nin bunu demesiyle birlikte içinde bulunduğu yarı trans durumundan sıyrıldı. Rene’nin gösterdiği sayının iki olduğunu zorlanmadan anlamıştı. “On altı?”

Rene birkaç saniye aynı ciddi ifadeyi koruduktan sonra, gülümseyerek “Mükemmel! Gayet iyisin.” dedi.

“Gerçekten mi?”

“Gerçekten. Ama konumuz bu değil.” Rene’nin yüzü tekrardan ciddi bir hal aldı; Üstelik bu, az önceki gibi sahte bir ciddiyet değildi. Söyleyeceği şeyler önemli olmalıydı. “Adaya birileri geliyor.” dedi birden.

“Yani?” dedi Kama. Sesi hiçte şaşırmışa benzemiyordu.

“Demem o ki, onları karşılamamız gerek.”

Kama “Neden biz? Ve neden öyle bir şey yapmamız gerek?” diye sordu.

Rene derince iç geçirdi. “Çünkü ben öyle istiyorum; ve çünkü onların bir gemisi var. Bu adadan uçarak gidemeyiz, tekrar donarsan seni-” Rene bir anlığına duraksadı, yüzü hafifçe kızarmıştı. “Seni kurtaramayabilirim.”

Rene, Kama’nın bayılmadan önceki iki saat boyunca düşünmesine rağmen cevabını bulamadığı soruyu da bu şekilde yanıtlamış oluyordu. Kama, Rene’nin düşüncelerinde yaptığı kısa bir gezintiyle, yanında o şekilde yatmasının sebebinin kendisini kurtarmak için olduğunu hemen anlamıştı. Fakat neden ateş ya da başka bir şey kullanmadığını anlayamıyordu; Sonuçta Rene için ateş yakmak çocuk oyuncağı olmalıydı.

Sessizlikle geçen birkaç dakikanın ardından, Kama hala Rene’yle göz teması kuramıyordu. Onun da kurabildiğini zannetmiyordu. Rene’ye zihinden ‘Peki şimdi ne yapıyoruz?’ diye sordu; Fakat kafası o kadar karman çormandı ki, bu düşüncesinin ona ulaşıp ulaşmadığından emin olamıyordu. Aslında Rene’ye aralarındaki bu zincir ve gördüğü hayallerle ilgili sormak istediği onlarca soru vardı. Ama şimdi, bunları konuşmak için doğru zaman değildi.

Kama tam da zihinden sorduğu soruyu dile getirmek için ağzını açtığında, Rene “Mağaraya gidiyoruz.” diye sorusunu cevapladı. “Onları orada karşılayacağız.”

“Oraya uğradıklarını nerden biliyorsun?” dedi Kama.

“Etraf aşırı derecede temizdi. Buraya yıllardır uğramıyorum ve onlardan başka birinin de uğradığını zannetmiyorum. Yani birileri temizlemiş olmalı.”

Kama, “Neden onlardan başkası buraya uğramasın ki?” diye sordu.

“Dünya’da, buraya gelecek kadar aptal olan grup sayısı bir değil de iki olsaydı Evrenin dengesi bozulurdu da ondan.” dedi Rene.

“Neden? Sonuçta burası lanetli bir ada falan olamaz.” dedi Kama. Rene cevap vermeyince yutkunarak “Değil mi?” diye ekledi.

Rene “Neden mi?” diye sorduktan sonra şeytani bir gülümseme ile cevapladı. “Çünkü burası lanetli bir ada. Çünkü burası Kraç; Kara ejderin ini.”

            X                     X                     X                     X                     X      

Kama, mağaraya ulaştıklarında dahi Rene’nin, adaya gelenlere ne yapacağını düşünmekle meşguldü. Yüzündeki gülümsemeden pek de iyi bir şey olmadığını düşünüyordu. “Eee; Rene.” diye Rene’ye seslendi.

“Efendim.”

“Onlara ne yapacaksın?”

Rene yalnızca “Hiçbir şey.” demekle yetindi. Ama nedense Kama buna inanmak istemiyordu.

Kama, “Hiçbir şey yapmadan bizi gemilerine almalarını mı bekliyorsun?” diye sordu. Cevap zihnine ışık hızında geldi.

‘Belki onları birazcık tehdit edebilirim.’ Rene elini, mağaranın siyah renkli taş duvarlarında gezdirmeye başladı. Sanki bir şey arıyordu.

Rene’nin ikide bir zihnine girmesi Kama’nın sinirini bozuyordu. Doğru zaman olup olmaması umurunda değildi.

“Rene. Bir şey sorabilir miyim?”

Rene, Kama’ya bakmadan “Sor.” dedi.

Kama derin bir nefes aldıktan sonra bütün sorularını art arda sıralamaya başladı. “Senin düşündüğün şeyleri nasıl duyabiliyorum? Aramızdaki bu zincir ne? Bunu kavradığımda neden…”

Rene, elini duvardan ayırmadan aniden arkasını dönerek “Onu kavradın mı?” diye bağırdı. “Peki ne oldu?” ses tonunda büyük bir merak gizliydi.

Kama, “Ne mi oldu?” diye sordu. Rene’nin bu sorunun cevabını bileceğini düşünmüştü. Aklına, etraflarında yanan köy ve Rene’nin kanla kaplı bedeni geldi. Eş zamanlı olarak Rene’nin irkildiğini görünce, tekrar zihnine girdiğini anladı. Şu anda ne düşünürse düşünsün, Rene onları direkt olarak görecekti. Kafasını sallayarak düşüncelerini dağıtmaya çalıştı. “Önce kendi cevaplarımı istiyorum.”

 “Üzgünüm, haklısın.” Rene hafifçe öksürerek boğazını temizledikten sonra devam etti. “Bana güveniyor musun?”

“Güveniyor musun derken?”

“Vereceğim cevaplara sorgulamadan inanacak mısın?” dedi Rene.

Kama kısa bir tereddütün ardından “İnanacağım.” dedi. Aslında sorgulamadan kabul etmek gibi bir düşüncesi yoktu. Ama Rene’nin ona söyledikleri bir ipucu olabilirdi.

Rene gülümseyerek “İnanacağına inanıyorum.” dedi. “Öyleyse ilk sorundan başlayalım; İlk sorunun cevabı ikinci sorunda saklı. Birbirimizin düşüncelerini duyabilmemizin sebebi, senin ‘zincir’ olarak adlandırdığın bağ.” Elini havaya kaldırmasıyla birlikte zincir aniden parmaklarının arasında cisimleşti. “Eğer gerçekten istersen bunu sen de başarabilirsin.”

Kama birkaç saniye odaklandı. Daha sonra ‘Ne bağı?’ diye sordu.

“Ne bağı olduğu fark eder mi?” diye sordu Rene.

“Fark eder.”

Rene, yüzüne aşırı derecede masum bir ifade yerleştirerek “Güven bağı.” dedi.

“Daha inandırıcı bir yalan bulamaz mıydın en azından?” dedi Kama. Sesi alay doluydu. Aslında Rene’nin daha inandırıcı bir yalan bulması o kadar da zor olmazdı. Neden böyle bir yalanı seçtiğini anlayamıyordu.

Rene, “Yalan söylemiyorum.” dedikten sonra kırgın bir ifadeyle “Hani bana sorgulamadan inanacaktın.” diye ekledi.

Kama cevap vermeye yeltense de Rene’nin attığı heyecan dolu çığlık buna engel oldu. Elini gezdirdiği taşlardan biri hafifçe içeriye gömülmüştü. Mağaranın arkasında bulunan -ve oldukça ağır görünen- taş bloklardan birini kaldırmasıyla birlikte içi kılıçlar, farklı renkteki mücevherler ve üzeri çeşitli baskılarla dolu altın ve gümüş paralarla dolu taştan bir sandık ortaya çıktı.

Rene, elini hazine havuzuna sokarak düz ve ince bir kılıç çıkardı. Kısa bir incelemenin ardından arkasına doğru fırlattığı kılıç, kabzasına kadar yere saplanınca Kama şaşırmaktan kendini alamadı.

Kama, kılıca doğru yürürken hipnotize olmuş gibiydi. Daha önce hiç böylesine keskin bir şey görmemişti. Kılıcı, kabzasından tutup çektiğinde hiç zorlanmadan taştan söküp aldı. Daha önce eline gerçek bir kılıç aldığı olmamıştı. Ama nedense elindeki şeyi hiç zorlanmadan kullanabileceğini düşünüyordu. Birkaç kaç kez havada savurduğunda, eline daha da oturduğunu hissetti. Kılıcı havaya kaldırarak incelemeye devam ederken göz ucuyla üzerine doğru uçan devasa kılıcı fark ederek kendini yere attı. Kılıç, kafasının üzerinden geçerken rüzgârını saçlarında hissettiğine yemin edebilirdi. Rene’yle beraber geçirdiği iki günlük süre içerisinde, hayatında hiç olmadığı kadar ölüme yaklaşmıştı. Rene’ye dönerek “Ne yapıyorsun?!?” diye bağırdı.

Rene, şaşkın gözlerle kendisine bakarken “Belli değil mi? Sana vermek için bir eşya arıyorum.” dedi. Biraz bekledikten sonra “Bir silah.” diye ekledi.

Kama içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Rene’nin çıkarıp da beğenmediği kılıçlar aşırı derecede güzel görünüyordu. Bunları bile beğenmiyorsa, ona vereceği kılıcın nasıl bir şey olacağını tahmin bile edemiyordu. Belki kabzası mücevherlerle bezelenmişti. Belki de Aşırı pahalı bir çelikten üretilmişti. Ne olursa olsun diğer ikisinden daha iyi olmalıydı.

Kama, Rene’nin attığı ikinci kılıca bakmak için ilerlerken Rene’nin “Buldum!” diye bağırması onu durdurdu. Kama arkasını döndüğünde bütün heyecanının şeker misali eriyip gittiğini hissetti. Rene bir elinde tahta saplı, hançerden biraz daha uzun ve pek keskin görünmeyen eğimli bir kılıç, diğerindeyse aynı şekilde tahtadan yapılma bir kın tutuyordu. Kılıç tamamen siyahtı ve herhangi bir yerinin bilendiğine dair en ufak bir iz bile yoktu. İki yüzünün de üstünde, kabzasından başlayarak ucuna kadar varan garip şekiller vardı.

Rene yüzünde bir sırıtmayla birlikte kılıcı Kama’ya uzatırken “Eee; Beğendin mi?” diye sordu.

Kama arkasına dönüp diğer kılıçlara bir kez daha bakınca, Rene’deki kılıca elini dahi sürmek istemedi. Aralarında resmen bir uçurum vardı. Kekeleyerek “Ben buna layık değilim.”  dediğinde Rene beklemeden “Bu bir hediye.” dedi. “Bilirsin, hediyeler geri çevrilmez.” Heyecanı yüzünden rahatlıkla okunuyordu.

Kama isteksizce kılıcı almak için ileri uzandı. Bu bilenmemiş kılıcın kabzası bile ağzından daha keskin duruyordu. Lakin daha metal kısmına değdiği anda, tıpkı bayılmadan önceki gibi bedenindeki enerjinin kılıca doğru çekildiğini hissetti. Acının getirdiği korkuyla elini geri çekti.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-22 00:14:30
Emekleriniz için teşekkürler.