Beyazın Karanlığı

25 Haziran 2018
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1230 Görüntülenme
Bu bölümü 5 Kişi beğendi.
Cilt 1

Kraç

Güney rüzgârları gemisinin yelkenini doldururken Boğaç, bir amacı olmadan yaptığı sıkıcı görevine doğru gidiyordu. Her zamanki gibi Karmen’e  “Neden öyle uğursuz bir mağarayı temizlemeye gidiyorum ki?” sorusunu sorduğunda, Karmen’in cevabı yine aynı olmuştu. “Orayı Eski bir dost için hazır tutmak istiyorum.”

Neredeyse bir hafta süren sallantılı yolculuğun sonunda Kraç’a ayak bastığında, her zamanki gibi içine çöreklenen korkunun büyümeye başladığını hissetti. Lakin artık buna alışmıştı. Buraya onlarca kez gelmişti ve şu ana kadar hiçbir sorun çıkmamıştı. Bundan sonra da çıkması için bir neden yoktu.

Görev yerine -daha doğrusu temizleyeceği yere- giderken etrafta yankılanan çığlık, Boğaç’ın yerinden sıçramasına neden oldu. Kraç’a o kadar fazla kez gelmişti ki artık adanın sessizliğine alışmış, hatta onun bir parçası olmuştu. Bunun gibi bir ses, bu adanın bir parçası değildi. Bunun anlamı, adaya birileri girmiş olmalıydı.

Mağaraya yaklaşırken adaya giren kişilerin seslerini yavaş yavaş duymaya başladı. Sessizlik, bedenini kumaş gibi sararken mağaranın girişine sindi.

Bir kızın sesi öfkeyle “Neden kaçıyorsun?” diye sordu.

“Sen neden kovalıyorsun?” Ses erkeğe aitti.

Boğaç daha fazla bekleyemeyerek kafasını çıkarınca gördüklerine inanamadı. Mağaranın içerisindeki iki siluet, insanüstü bir hızda birbirini kovalıyordu. O kadar hızlıydılar ki onları gözle zar zor takip edebiliyordu.

Boğaç sadece bir bakışta ortamdaki garipliği fark etti.  Kaçan siluetin büyü gücü, 543 yıllık yaşamında daha önce hiçbir canlıda görmediği kadar büyük; Kovalayanınsa neredeyse fark edilemeyecek kadar küçüktü. Öyleyse öndeki neden kaçıyordu ki?

 

            X                     X                     X                     X                     X      

 

Rene, kılıcı kınına sokup tekrar Kama’ya uzattı. Lakin Kama onu tutmak yerine geriye doğru bir adım attı. Rene kılıcı biraz daha ileriye doğru götürdüğünde Kama, geriye bir adım daha attı. Aniden ileriye atılıp Kama’yı yakalamaya çalıştı. Fakat bunu yapmasıyla birlikte mağaranın içerisinde küçük bir kovalamaca başlatmış oldu.

Rene “Neden kaçıyorsun?” diye bağırdı öfkeyle.

“Sen neden kovalıyorsun?”

“Al şu kılıcı!”

“Hayır!”

Rene tekrardan “Al şu kılıcı!” diye bağırdığında, aralarında bir metreden fazla yoktu. Kama cevap verme fırsatı bulamadan, Rene atılarak Kama’nın sırtındaki giysiyi yakaladı. Fakat Kama’nın, sırf giysi yırtılmasın diye durmak gibi bir niyeti yoktu. Hızını arttırarak üstündekinin parçalanmasına neden oldu.

Rene, Kama’yı kovalayarak bir şey elde edemeyeceğini anlayınca olduğu yerde durarak Kama’nın, mağaranın öbür ucuna kaçmasına izin verdi. Kılıca dokunmak canını fazlaca yakmış olmalıydı. Pes ettiğini belli edercesine “Tamam, tamam. Kovalamıyorum.” dedi.

Kama, Rene’nin uzaklaştığını anlayınca arkasına dönerek “O kılıç lanetli; Beni neredeyse öldürüyordu.” dedi.

Rene “Yapma; O kadar kötü olamaz.” dedi.

Kama bağırarak “Ama o kadar kötü!” diye karşılık verdi. Gözleri hafifçe parlamaya başlamıştı. Rene, kılıcın emdiği gücün yerine çok daha kararsız bir enerjinin yerleştiğine kanaat getirdi. Bide üstüne, bilinçsizce bile olsa, büyü yapınca kontrolünü yitirmeye başlaması olasıydı. Eğer Kama sakinleşmezse gücü bir anda kontrolden çıkardı. Böyle bir durumda büyü gücünün geri kalan kısım da kararsızlaşırdı ki, bunu hiç mi hiç istemiyordu. Elindeki kılıcı yavaşça eğilerek yere bıraktı. “Tamam, sakin ol. Mademki kılıcı istemiyorsun, o zaman seni zorlamayacağım.” Ellerinin boş olduğunu göstermek istercesine havaya kaldırdıktan sonra, “Gelebilir miyim?” diye sordu. Kama’nın aurasının düzelmeye başladığını görünce, cevap vermesini beklemeden yaklaşmaya başladı.

Daha yolun yarısını gelmişti ki, Kama elini kaldırarak Rene’ye durmasını işaret ettikten sonra sordu. “Neden o kılıcı bana vermeyi o kadar çok istiyorsun?”

Bu soru Rene’yi öylesine hazırlıksız yakalamıştı ki cevap verirken bir an kekeledi. “Şövalye olmak istediğini biliyorum; her şövalyenin bir kılıcı olmalı.” Kama’nın düşüncelerinde dolaşırken bunu görmüştü.

“Seni ailenden koparmanın biraz acımasızca olduğunu fark ettim. Bu yüzden de…”

‘Neden yalan söylüyorsun?’

Rene, Kama’nın zihnine verdiği karşılığı duyunca kalbinin sıkıştığını hissetti.  Kama’ya, gerçeğe çok yakın ama kulağa saçma gelen bir cevap verse inanır mıydı ki?

Bunu düşündüğü anda Kama’nın irkildiğini görünce, durumun ironisi karşısında neredeyse gülecekti. Kama’yı, kulübenin içerisinde gördüğünden beri düşüncelerini izliyordu. Şimdiyse aynısını Kama ona yapmıştı. Ona yalan söyleyemezdi. Evet, belki düşüncelerini kısıtlayarak Kama’ya ulaşmalarını engelleyebilirdi. Ama böyle yaparsa Kama’nın ona olan güveni tamamen yok olurdu.

Rene, üzüntüsünü olabildiğince sesine yansıtarak “Sana güvendiğim için” dedi.

            X                     X                     X                     X                     X      

Kama, Rene’nin verdiği yanıtın, kulağa her ne kadar saçma gelirse gelsin, doğru olduğunu biliyordu. Bunu, onun düşüncelerinde görmüştü. Hem, Rene asla kendisine bilerek zarar vermezdi ki; Onu affetmeliydi.

‘Onu affedebilirsin.’

Aniden bu düşüncenin kendisine ait olmadığı hissine kapıldı. Sanki içinden bir ses, ona yapması gerekenleri söylüyordu. Rene kılıcın ne işe yaradığını biliyor olmalıydı; Kılıca dokunduğu zaman zarar vereceğini biliyordu. Neden onu affedecekti ki? Bu düşünce kesinlikle kendisine ait olamazdı. Lakin biraz daha düşününce, ‘bu düşüncenin kendisine ait olmaması’ düşüncesinin kendisine ait olamama ihtimali olduğunu fark etti. Tabi bununla birlikte diğer düşünceleri de kendisine ait olmazdı. Bu mantık zincirine girdikten yalnızca bir dakika sonra kafası çatlamak üzereydi. Başı ağrımaya, kulakları uğuldamaya başlamıştı. Artık neyin kendisine ait olup olmadığını bilmiyordu.

Rene’nin dokunması, Kama’nın kafasındaki bütün düşüncelerin dağılmasına neden oldu. Biri hariç; “Ben kimim?”. Kama farkına varmadan bunu sesli olarak söylemişti.

“Kama” dedi Rene. Bir anda yanında belirmişti. Sesi, insanın içine huzur veren melodik bir tınıya sahipti. “Sen, sensin. Sen ne olmak istersen o’sun.”

Rene’nin bunu söylemesiyle birlikte Kama’nın zihninde, rüyasında gördüğü ejderhanın sözleri yankılandı. “Hatırlamalısın.” demişti ejderha. “Bir zamanlar ne olduğunu, şimdi ne olduğunu ve ne olabileceğini!” Durmakta olan beyni, bu sözün anlamını bulabilmek için yıldırım hızıyla çalışmaya başladı. Neden bunu şimdi hatırlamıştı ki? Bir manası olmalıydı. Fakat daha düşünmeye başlar başlamaz Rene’nin de ne düşündüğünü duyabildiğini anımsadı. Eğer ileride, rüyasındaki gibi Rene’yle düşman olacaksa, ona kendisi hakkında olabildiğince az bilgi vermek istiyordu.

Rene’nin sesini zihninde duymasıyla birlikte bütün düşünceleri dağıldı. ‘Biri bizi izliyor.’ Son on dakikadır zorla vermeye çalıştığı kılıç, elini savurmasıyla birlikte Rene’nin parmaklarının arasında belirdi. Kama bu hareket karşısında ne irkildi nede geri çekildi. Kılıcı, kendilerini izleyen kişiye karşı kullanacağını biliyordu.

“Saklandığın yerden kendin mi çıkacaksın yoksa ben mi seni deliğinden çıkarayım; Seni solucan!” Cevap yoktu.

Kama merakla Rene’nin, mağaranın bir köşesinde duran taş yığınından bir avuç almasını izledi. Adamı etrafa taş atarak dışarıya çıkarmayı düşünüyor olamazdı değil mi? Fakat Rene’nin zihninde gördüğü düşünce tam olarak öyle yapacağını söylüyordu. Aniden rüyasında Rene’yle dövüşürken aynı hamleyi yaptığını hatırladı; Taşları öyle bir hızla fırlatmıştı ki çarptığı yeri, kelimenin tam manası ile yok etmişti.

Rene, taşlardan birini başparmağının önüne koyarak, sanki bilye atacakmış gibi tuttu. “Son bir kez daha soruyorum. Kendini gösterecek misin?”

Daha Rene sözünü tamamlamadan adamın girişte belirmesi Kama’yı şaşırtmıştı. Sonuçta yakalanan bir casus genellikle teslim olmak yerine ya kendisini öldürür ya da kaçmaya çalışırdı. Sadece bu bile karşılarındaki adamın normal birisi olmadığını düşünmesi için yeterliydi.

Kama, Rene’nin zihnindeki düşüncelere göz attığı zaman oldukça meraklı olduğunu fark etti. Belli ki o da adamın normal olmadığını fark etmişti.

                        X                     X                     X                     X                     X        

Rene, adaya yaklaşan geminin boyutuna bakarak, işgalcileri bir düzine kadar olduklarını tahmin etmiş olsa da, karşısında tek bir kişi gördüğüne hiç de şaşırmadı. Adamdan öylesine şeytani bir aura yükseliyordu ki, sadece yakınında bulunmak bile normal insanları hasta etmeye yeterdi. Fakat yine de bir gariplik vardı. Normalde, böylesine büyük ve şeytani auraya sahip biri adaya girdiğinde, adamın sahip olduğu öldürme güdüsünü hissederdi; Karşısındaki adamda ise öldürme isteğinden eser yoktu.

Rene, Kama’ya “Gördün mü? Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır.” derken, bir yandan da karşısındaki adamın şeytan kral olabilme ihtimalini ölçüyordu. Büyü gücü şüphesiz bu iş için yeterliydi. Eğer şeytan kral buradaysa, Karmen yenilmiş olmalıydı. Yalnızca bunu düşünmek bile Rene’nin vücudunun öfkeden kasılmasına neden olmuştu.

Adam Rene’ye doğru yaklaşırken “İzinsiz olarak bir yere girdiğinde takınman gereken tavır bu mu olmalı küçük kız?” diye sordu.

‘Belli ki bu adanın kime ait olduğundan haberi yok.’ diye düşündü Rene. Kama’dan cevap çok gecikmeden geldi; ‘Yanlış hatırlamıyorsam insanları öldürmeyeceğine yemin etmiştin.’

Rene bu cevap karşısında oldukça şaşırdı. Kama, birleşmeyi yaşadıktan sonra etrafındaki büyüyü algılayabilmesi gerekiyordu. Öyleyse karşısındakinin bir insan olmadığını da bilmeliydi. Karşısındaki adam bir şeytandı; Hem de şeytan kral olabilecek kadar güçlü bir tanesi. Düşüncelerini Kama’ya göndermesine gerek kalmadan Kama almış olmalıydı ki cevabı direkt olarak zihnine geldi. ‘Ne olursa olsun. Eğer birini sırf insan olmadığı için öldürürsen, diğerlerini de öldürebilirsin; Zamanla insanları öldürmemen için bir sebep kalmaz...’ Kama’dan gelen bu düşünce üzüntü doluydu. ‘Başkalarına zarar vermeye başlarsan bunun bir sonu gelmez.’

Rene, ‘Tamam, tamam. Onunla konuşarak anlaşmaya çalışacağım. Ama anlaşmaya yanaşmazsa bu adadan canlı çıkabileceğinin bir garantisi yok.’ diye fısıldadı Kama’nın zihnine. Akabinde Kama’nın başını salladığını görünce koşulları kabul ettiğini anladı.

Rene, Kama’yla muhtemel şeytan kral arasında durarak “Bu ada yüzyıllardır bana ait. Eğer üstünde hak iddia ediyorsan, bunu başka bir yolla söylemen gerekecek” dedi.

“Seninle savaşmak için bir nedenim yok; İşleri konuşarak çözmeyi tercih ederim. Öte yandan şuradaki büyücü, anlaşmaya senden çok daha müsait gibi duruyor.” dedi adam Kama’yı göstererek. Adamın büyü güçlerini kıyaslayarak böyle söylediğini bilmesi için Rene’nin kâhin olmasına gerek yoktu. Gece’nin taşıyıcısı olarak hiçbir zaman kendi büyü gücünü oluşturamamış, sürekli olarak başkalarınınkinden yararlanmıştı. Gündüzün taşıyıcısı’nın büyü gücü ise saf haldeyken bile bir kıtayı yok edebilecek kadar fazlaydı.

Umursanmamanın verdiği öfke ile Karmen’in ölmüş olabilme ihtimalinin verdiği acı bedenini kasıp kavururken, duygularının Kama’nın zihnine akmasına engel olamadı. Kafasında yalnızca tek bir düşünce vardı: ‘Onu yok edeceğim!’

‘Sakin ol!’

Lakin Kama ne kadar konuşursa konuşsun Rene’nin sakinleşmek gibi bir niyeti yoktu. Karmen’in öldüğüne çoktan ikna olmuştu. ‘Mademki sen Karmen’i öldürdün, o zaman ben de seni öldüreceğim.’ Adam yanından geçerek Kama’ya doğru yürümeye henüz başlamıştı ki, Rene, adamın boğazından yakalayarak onu yere vurdu. Darbenin etkisiyle ciğerlerindeki bütün hava boşalan adamın yüzüne tam bir şaşkınlık hakimdi. Sanki “Büyücü bile değilken nasıl bu kadar güçlü?” diye haykırmak istiyor gibiydi. Kılıcını boştaki eline çağırdığında, Adamın yüzündeki şaşkınlık, yerini dehşete bıraktı.

Adam, kendini koruyabilmek için büyü gücünü dışarıya salsa da, Rene etraftaki bütün hareketli enerjiyi emerek adamın savunmasını boşa çıkarıyordu. Kılıcı havaya doğru yükselirken “Son söz?” diye sordu. Cevap olarak boğuk bir hırıltı gelince “Yok mu? Pekâlâ.” dedi umursamaz bir tavırla.

Kılıcı, adamın kafasını yarmadan hemen önce Kama’nın bileğini yakalaması Rene’yi anlık bir şoka soktu. Kendini durdurmasına fırsat kalmadan Kama’nın enerjisini de sömürmeye başlamıştı. Rene, yapacağı şeyleri sonra açıklayabileceğine karar verdi; Öncelikle adamı aradan çıkarması gerekiyordu.

Fakat enerjisini ne kadar emerse emsin, Kama geri çekilmek yerine daha da saldırganlaşıyordu. Yüzündeki bütün kasların gerilmesi, dişlerini istemsiz bir sırıtmayla dışarıya vuruyordu. Beyaz renkli kanatlar yavaşça sırtında belirmeye başlarken, Rene bunun bir sonu olmadığını anladı. O ne kadar emerse emsin, Kama etrafından daha fazlasını toplayacaktı. Şu anda ne kadar uğraşırsa uğraşsın önündeki adamı öldürmesi imkânsızdı. Bunu anlamasıyla birlikte, henüz yapabiliyorken bu kavgayı bitirmesi gerektiğini fark etti. Kama tamamen kendini kaybederse, onu durdurmak için birkaç şehri yıkması gerekebilirdi.

Rene, kılıcı tuttuğu eline baktığında, birazdan yapacağı şeyin, trajikomikliği hakkında bir balat yazabileceğini düşündü. Kama, Rene’nin kolunu tutarken bilinçsiz olarak büyü gücünü de kullanıyordu. Eğer Rene, Kama’nın yolladığı enerjiyi emmeyi keserse, biriken enerji yüzünden muhtemelen kolu kırılacak, belki de dirseğinden kopacaktı. Ama bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu da buydu; en azından Kama’ya zarar vermeden. Gündüzün taşıyıcısı istediğini almadan durmazdı. Kolunu iyileştirmesi ise o kadar da zor değildi.

Rene derin bir nefes aldı ve birazdan gelecek acıya kendini hazırlamaya çalıştı.

                        X                     X                     X                     X                     X        

Duyduğu müthiş parçalanma sesi ve çığlık, Kama’nın kendine gelmesini sağlamıştı. Görüşü yavaş yavaş netleşirken, adam ayaklarının dibinde, Rene’yse birkaç metre uzakta duruyordu. Neler olduğunu hatırlayabilmek için hafızasını yokladığında, başına saplanan ani sancı ile elini kafasına götürdü. Etrafı kararmadan önce hatırladığı en son şey; Rene, adamın kellesini uçurmadan hemen önce kolunu yakalamış olduğuydu. Sonrası dipsiz bir kuyu gibiydi; Ne kadar bakarsa baksın karanlık...

Bütün bedeni garip bir güç ile karıncalansa da, elini saçlarına götürmesiyle birlikte kafasına bulaşan sıvıyı hissedebilmişti. Bunun ne olduğunu görebilmek adına elini gözlerinin önüne getirdiğinde midesinin bulandığını hissetti. Kulakları yüksek bir sesle uğuldamasına rağmen gayet net bir şekilde duyduğu ritmik şıpırtı, elindeki kanın sahibinin adını haykırıyordu. ‘Rene’

Gözlerini kendi elinden Rene’ninkine çevirdiğinde, bakışlarını kaçırmamakta epey zorlandı. Kolu hiç esnememesi gerektiğini düşündüğü bir yerden, imkânsız bir açı ile bükülmüştü. İçerisinde sağlam tek bir kemik bile kalmış olamazdı. Kırığın açıldığı noktadan sızan kan parmaklarına kadar süzülüyor, oradanda yere damlıyordu.

Rene, ona baktığını fark ettiği anda elini arkasına sakladı; fakat bu yaptığı, yere damlayan kanın sesini gizleyememişti. Bütün bunları kendisi yapmış olamazdı değil mi? Sonuçta Rene ondan çok daha güçlüydü. Yerdeki adamın yapmış olduğunu da sanmıyordu. O da en az kendisi kadar şaşkın gibi gözüküyordu.

Elindeki kan, bunu yapanın “kendisi” olduğunu söylese de, Kama buna inanmak istemiyordu. Neler olduğunu Rene’ye sormak için ağzını açtığında istediği cümleyi bile kuramıyordu “Rene... Ben...”

Rene sözünü keserek, sağlam elini önünde büyük bir telaşla salladı. “Önemli değil, önemli değil! Canım yanmıyor zaten!” Bunu söylerken yüzüne yerleştirdiği gülümseme, sesinin titremesine mani olamıyordu. ‘Canı kesinlikle çok acıyor’ diye düşündü Kama. Rene’nin kurduğu cümleden, bunu yapanın kim olduğu açıkça anlaşılıyordu.

“Üzgünüm."

Rene “Dediğim gibi; Önemli bir şey değil.” dedikten sonra söylediklerini kanıtlamak istercesine arkasına sakladığı elini gösterdi. “Bak, şimdiden iyileştim.” Elinde az önceki kırıktan eser yoktu. Tamamen iyileşmişti.

Rene Kama’nın bir şey söylemesine fırsat bırakmadan eliyle yanındaki adamı işaret etti. “Hem şu an daha büyük bir sorunumuz var.”

Daha Kama’nın zihni tepki veremeden bedeni adamla Rene’nin arasına siper olmuştu. “Onu konuşmadan öldürmeyeceğine dair söz vermiştin.”

Rene, “Bu sözü verirken adamın Karmen’i öldürdüğünü bilmiyordum!” dedi. Bunu söylerken avcunun üstünde uçan minik bir enerji topu oluşturmayı da ihmal etmemişti. Yüz ifadesi o kadar garipti ki, aynı anda hem ağlayacak, hem de sinirden patlayacakmış gibi duruyordu.

Kama, Karmen’in kim olduğunu bilmiyordu; Ama belli ki Rene için oldukça önemli biriydi. Zihninde, arkasındaki adamı kurtarabilmek için bir çıkış yolu ararken, adamın kendisi o çıkış yolunu yarattı. “Karmen hala yaşıyor.”

“Ne?” Bu tepki aynı anda hem Kama’nın, hem de Rene’nin ağzından çıkmıştı. Fakat Kama’nın aksine Rene, şaşkınlığını hızla yenerek konuşmaya devam etti. “Sen şeytan kral değil misin?”

“Evet”

“Karmen’le savaştınız mı?”

Adam bu soru karşısında bir anlığına terreddüte düştü. Fakat o kısacık anda bile, Kama, adamın yüzünden geçen acı dolu ifadeyi yakalayabilmişti. “Evet”

“Karmen’i çok iyi tanırım. Senin gibi birine merhamet gösterecek bir insan değildir. Eğer sen buradaysan o da mezarda olmalı... Değil mi?” bunu söylerken Rene’nin ses tonu duygusuz olsa da, hemen ardından “Değil mi!” diye bağırdığında sesi öfke doluydu.

Adam da aynı şekilde bağırarak “Değil!” diye karşılık verdi. Fakat Rene’ninkinin aksine, bu sesin bir insana ait olamayacağı aşikârdı. Adamın kafasından bir çift boynuz çıkarken, bacaklarının yerini de bir çift toynak aldı. Boynuzlarından biri kırıktı.

“Sonunda gerçek yüzünü gösterdin ha?” Rene’nin ağzından bu sözler dökülmesiyle birlikte, adam hızla eski halini aldı. Elleri, gözle görülür şekilde titriyordu.

Ortamdaki sessizlik hızla artarken, Kama, Rene’nin elinde tuttuğu kılıcın öldürmek için can attığını görebiliyordu. Karmen’in ölmediğini öğrenmek sinirlerini biraz olsun yatıştırmamıştı. Kama, dakikalardır süren sessizliği bozarak “Neden hala bu kadar sinirlisin?” diye sordu.

“Bana sinirlenmemem için tek bir neden ver.”

“Karmen hala yaşıyor?” dedi Kama sorar gibi. Bu yeterli bir sebep değil miydi?

Rene “Hayır, Karmen öldü.” diye itiraz etti.

“Ama o yaşadığını söylüyor.” Kama adamın yalan söylediğini zannetmiyordu.

“Sen de ona inandın ha? Kama... O bir şeytan! Tabiki de yalan söylüyor.” Rene bunu, cümledeki her bir hecenin üstüne basarak söylemişti.

“Ya söylemiyorsa; O zaman ne yapacaksın? Boş yere masum birisini öldürmüş olmaz mısın?”

Rene “Hayır, Karmen hala yaşıyor olsa bile bu, karşımızdakinin şeytan kral olduğu gerçeğini değiştirmez.” dedikten sonra soğuk bir ses tonu ile ekledi. “Binlerce masum insanı öldüren şeytan kral.” Kama yüzünü adama doğru çevirdiğinde Rene’nin dediklerini başını sallayarak onayladığını gördü. Fakat Kama’nın pes etmeye niyeti yoktu. “Yanlış hatırlıyorsam düzelt. Aynı ‘binlerce masum insan’ ı sen de soğukkanlılıkla katletmiştin.”

Rene’nin parmağının ucunda süzülen enerji topu aniden kayboldu. Kama’nın, asla söylememesi gereken bir şeyi söylediğini anlaması için Rene’nin zihnine girmesine gerek yoktu; Gözlerinden akmamakta ısrarla direnen yaşları görmesi bunun için yeterliydi.

Rene, Kama’nın bir şey söylemesine fırsat bırakmadan hızla arkasına döndü. “Bu gerçeği bana karşı kullanacağın günün geleceğini zaten biliyordum. Yine de o günün bu kadar çabuk geleceğini tahmin etmemiştim.” Sesinde, her zamanki melodik tınıdan eser yoktu. Bunun yerine öylesine hüzünlü bir tona sahipti ki, onu dinleyen en zalim kişiyi bile ağlatabilirdi. ‘Neden bana bir kez olsun güvenmiyorsun?’ Bu soru Kama’nın zihnine geldiğinde Kama, gözyaşlarının istemsizce aktığını fark etti. Üstelik bunun tek nedeni, Rene’nin, zihnine gönderdiği duygu patlaması değildi. Ağlıyordu, çünkü Rene’ye verebileceği bir cevap yoktu; Ağlıyordu, çünkü Rene haklıydı. Önce Algan’ı öldürmesine engel olmuştu, şimdi ise bir başkasını. Yaptığının yanlış olduğunu düşünmüyordu ama… Sonuçta Rene’ye güvenmek yerine karşısındaki, daha önce hiç görmediği adama, bir şans vermeyi seçmişti.

Ağzından sessiz bir “Üzgünüm.” kelimesi çıkınca, Rene “Değilsin.” diye karşılık verdi. “Eğer üzgün olsaydın yapmazdın.”

“Sana güveniyorum.” diye yalan söyledi. “Ama birilerini incitmene, daha da kötüsü öldürmene izin veremem.”

“En kötüsü de ne biliyor musun?” diye sordu Rene. “Ağzından çıkan her kelimenin yalan olduğunu bilsem de onlara inanmak istiyorum.” Derin bir iç geçirdikten sonra arkasını döndü. Gözyaşlarının, yanaklarında bıraktığı izler belli olsa da şu anda ağlamıyordu. “Sorun değil; Sen bana güvenmesen bile... Ben sana güveneceğim.” Kama, Rene’nin sesini zihninde duyduğunda, Rene yüzüne hüzünlü bir gülümseme yerleştirmişti. ‘Sana güveneceğim ve bu canavarı öldürmeyeceğim. Ta ki sen bana güvenmeyerek hata ettiğini anlayana kadar.’

Kama daha ağzını açmadan Rene devam etti. “Çok konuştuk, zamanımız kısıtlı ve ben akşam olmadan önce adadan ayrılmak istiyorum.” Ses tonu tekrardan eski, neşeli haline dönmüştü. Fakat Kama içinde yanan ateşi hala hissediyordu.

Rene’nin parmaklarını şıklatmasıyla birlikte siyah kılıcın kabzası elinde belirdi. Zarif bir hareketle kılıcı kabzasına soktuktan sonra Kama’ya uzattı. Gözleri boş bir umutla parıldıyordu. Kama’nın kılıcı kabul etmeyeceğini biliyor olmalıydı.

Kama, zihnindeki bütün korkuyu bir kenara itti. Rene’yi daha fazla üzmek istemiyordu. Kılıcı sert bir hareketle Rene’nin elinden alırken, kendini gelecek şoka hazırladı. Ama garip bir şekilde hiçbir şey olmadı.

Rene, “Ağız kısmına dokunmadığın sürece bir şey olmaz.” dedikten sonra ‘Bana güvendiğin için teşekkür ederim’ diye ekledi. Kama, zihnine gelen bu düşüncede az da olsa mutluluk hissetmişti. Etrafa saçılan kılıç ve mücevherleri toplayan Rene’yi kısa bir süre izledikten sonra adama döndü. “Sanırım bu pek iyi bir tanışma olmadı.”

“Sanırım...” Adamın yüz ifadesi şaşkınlık ve merak arasında sıkışıp kalmıştı. Fakat bu durumda bile, derinden gelen gür sesi ve omuzlarına kadar inen siyah, düz zaçlarıyla tam bir kahraman havasına sahipti. Dışarıdan bakıldığında kelimenin tam manası ile karizma ve güç saçıyordu. ‘Oldukça güçlü birisi gibi görünüyor. Ama buna rağmen Rene’ye kolayca yenildi. Belki de yalnızca Rene ona kıyasla aşırı güçlüdür.’ Adam ayağa kalkınca Kama’nın şaşkınlığı bir parça daha arttı. Öylesine uzundu ki, boyu 1.90 civarında olan Kama’ya bile üstten bakabiliyordu.

Kama, elini adama uzattı. “Ben Kama...”

Adam Kama’nın elini yakaladı. “Boğaç.”

“Ve bu da Rene.” dedi Kama etraftaki dağınıklığı toplamakla meşgul olan Rene’yi işaret ederek. Rene’nin kendini tanıtma ihtiyacı hissetmeyeceğini düşündüğü için bunu kendisi gerçekleştirmişti. Rene’yse bunun karşılığında Kama’ya ters bir bakış atmakla yetindi.

Adanın sessizliği, bulundukları ortamı hızla kaplarken ne Kama’nın, ne de Boğaç’ın ağzından bu sessizliği bozabilecek bir şey çıkmıyordu. Öyle ki, Rene’nin ayakları çıplak olmasına rağmen, etrafta gezinirken çıkardığı ses mağaranın duvarlarında yankılanıyordu.

Kama, yüzündeki zoraki gülümsemeyi korumaya çalışırken sessizliği bozan kişi Boğaç oldu. “Karmen’in beklediği ‘eski dost’ sen olamazsın... Değil mi?”

Rene bu soru karşısında aniden durunca, Kama ‘Sanırım Karmen’in yaşadığına dair bir kanıt daha elime geçti.’ dedi zihinden.

‘Belki de haklısındır.’ Rene elindeki yakutu sandığa fırlattıktan sonra Boğaç’a doğru yürümeye başladı. “Sanırım benden bahsediyorsun.”

Adam bir anlık duraksamanın ardından güçlü bir kahkaha attı.

Rene donuk bir ses tonu ile “Bu kadar komik olan ne?” diye sorduğunda, Boğaç, gözlerindeki yaşları silmekle meşguldü.

“Bu imkânsız.” diye yanıtladı Boğaç, Rene’yi.

“Niçin?”

“Çünkü Karmen dostunun çok kudretli bir büyücü olduğunu söyledi. Tamam, Fiziksel olarak saçma derecede güçlüsün. Ama sadece bu kadar. Sende büyü gücünden eser yok!”

Boğaç bu sözleri söyler söylemez Kama’nın beyni deli gibi çalışmaya başladı. Rene’nin büyücü olduğuna şüphesi yoktu. Fakat Boğaç öyle olmadığını iddia ediyordu. Kama ona daha dikkatli baktığında, gözlerinin kızıl bir enerji ile parladığını fark etti. Zihninin o ana kadar varlığından haberi dahi olmadığı bir kısmı ‘Büyücü’ diyerek, Kama’nın kafasındaki sorulara nokta koydu. Boğaç’ın gözlerinde gördüğü pırıltı, büyü gücünün bir işareti olmalıydı. Aynı pırıltıyı görebilmek için Rene’ninkilere baktığında hayal kırıklığına uğradı. Boğaç’ın gözleri ne kadar enerji doluysa, Rene’ninkiler de o kadar sönük duruyor; parıldamak şöyle bir yana dursun, sanki etraftaki enerjiyi emiyordu.

Kama bunları düşünürken Boğaç, yüzüne yerleştirdiği alaycı gülümseme ile Rene’ye meydan okuyor, onun büyücü olmadığını kanıtlamak istiyordu.  Kama, ilk başta Rene’nin buna sinirleneceğini düşünse de, ki şu ana kadar olur olmadık her şeye öfke ile yaklaşmıştı, aynı gülümsemeyi onda da görünce Boğaç’ın meydan okumasını kabul ettiğini anladı.

“Benim büyü yapamadığımı mı iddia ediyorsun?”

“İddia etmiyorum… Bundan eminim.”

Boğaç’ın etrafını kızıl ve siyah renklerden oluşan bir hortum sararken, Rene’nin sırtında da bir çift kanat belirdi. “Madem o kadar çok istiyorsun, sana göstereceğim. Bir taşıyıcının gücünü ve aramızdaki seviye farkını.”

Havadaki basınç hızla artarken, Kama’nın içini garip bir his kapladı. Sanki bunu daha önce yaşamıştı. Derken Rene’nin geçirdiği değişimi görmesi aklını başına getirdi. Rene, tıpkı en son gördüğü rüyadaki gibi görünüyordu. Saçları ve kanatları, kuzguni siyahtan parlak beyaza bürünmüştü. Bedeninden çıkan enerji öylesine yoğundu ki, Boğaç’ınkisi neredeyse görünmüyordu.

Boğaç’ın bacaklarının hafifçe titrediğini gören Kama, Rene’nin meydan okumayı kazandığını anladı. Havadaki gerginlik Boğaç’ın pes ettiğini göstermek için elini kaldırması ile birden yok oldu.

            X                     X                     X                     X                     X        

Rene, bu irade savaşını olabildiğince çabuk bitirmek istediğinden neredeyse bütün gücünü Boğaç’ın üzerine saldı. Sonuçta kendi gücünü bile üretemeyen birisi olarak Boğaç’ı dayanıklılık konusunda yenmesi imkânsızdı.

Aradan uzun bir dakikanın geçmesine rağmen Boğaç’ın pes etmediğini gören Rene yavaş yavaş endişelenmeye başladı. Adamın bacakları deli gibi titrese de hala direnmeye devam ediyordu. Böyle giderse Rene’nin büyü gücü bir otuz saniye daha dayanmayacaktı. Rene’nin, içindeki bütün gücü birkaç saniyeye sığdırarak onu pes ettirmekten başka şansı yoktu. Kanatlarındaki beyazlık kaybolurken olanca gücü ile Boğaç’a yüklendi.

Büyü gücünün son zerrelerini kullanırken Boğaç’ın elini kaldırmasıyla birlikte kazandığını anladı. Fakat kazanması, gücünün tamamen bittiği gerçeğini değiştirmemişti. Görüşü hızla kararırken bedeninin istemsizce öne düşüyordu. Bu hissi o kadar uzun süredir tatmamıştı ki, neredeyse unutmuştu. Mağaranın zeminine çarpacağından emin olduğu sırada aniden durduğunu fark etti.

“İyi misin?”

Sesin Kama’ya ait olduğunu hemen anlamıştı. Fakat ağzını oynatabilecek gücü dahi kalmamıştı. ‘İyiyim.’ dedi Kama’ya zihinden. 

“İyi değilsin işte! Bunu hissedebiliyorum. Tam burada.”

‘Kama.’ dedi sitemkâr bir şekilde.

‘Efendim?’ diye karşılık verdi Kama’da.

Rene, ‘Belki farkında değilsin ama hiçbir şey göremiyorum. Buna tam olarak neresi olduğu da dahil.’ diyerek Kama’nın muhtemelen farkında olmadığı bir gerçeği dile getirdi.

‘Yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sordu Kama.

‘Enerjiye ihtiyacım var.’

Kama ‘Enerji derken?’ diye merakla üsteledi. Kendisi hakkındaki gerçekleri bilmediğini sürekli unutuyordu. Bununla birlikte artık bazı şeyleri açıklığa kavuşturmanın vaktinin geldiğini düşünüyordu; Tabiki uygun bir zamanda.

‘Büyü gücü, Yaşam enerjisi, ışık, ne olursa artık.’ Daha kelimeler zihninden çıktığı anda Rene bedeninin hareket ettiğini hissetti. Birkaç saniye sonra güneş ışığı tenini hafifçe ısıtıyordu. Görüşü oldukça yavaş bir şekilde geri gelmesine karşın hala vücudunu hareket ettiremiyordu.

“Şimdi daha iyi misin?”

Rene, Kama’nın sorusunu kısa bir ‘Evet’ ile kestirip attı. Çene çalmaya vakti yoktu. Boğaç’ın çizmelerinden çıkan tok ses giderek yaklaşırken, Rene’nin içini büyük bir endişe kapladı. Şu anda parmağını bile kıpırdatabilecek hali yoktu. Eğer bu haldeyken Boğaç, Kama’ya saldırırsa onu koruması mümkün değildi.  Belki kadim sözcüklerle bir iki numara yapabilirdi; Ama bunu büyü gücüyle birleştirmezse çok fazla etkisi olmazdı. Hareket etmesi için bedenini zorlarken, Kama, Rene’yi kendine daha da yaklaştırarak onu durdurdu. ‘Sakin ol.’

Tam da Kama’ya ‘Dalga mı geçiyorsun, böyle bir durumda nasıl sakin olabilirim?’ bakışı atacağı sırada Boğaç konuşarak araya girdi. “O iyi mi?”

Kama “İyi.” diye yanıtladıktan sonra Rene’ye ‘Gördün mü? Endişelenmen için bir sebep yok.’ dedi.

Rene ‘Belki de düşündüğüm kadar kötü biri değildir.’ diye doğruladı. Gündüzün taşıyıcısının, karşısındaki kişilerin duygularını hissetmek gibi bir gücü olduğunu biliyordu.

Kama gülümseyerek “Senin iyi birisi olduğunu söylüyor.” dedi Boğaç’a. Rene’nin içinden Kama’nın ağzına sağlam bir yumruk oturtturmak gelse de kelimenin tam manası ile eli kolu bağlıydı.

“Söylüyor derken?” diye sordu Boğaç kan ter içerisinde. Rene, az önceki irade savaşının onu çok zorladığını tek bir bakışta anlamıştı.

Kama, “Şey, aramızda garip bir ilişki var... Ben onun aklından geçenleri okuyabiliyorum, o da benimkileri.” diyerek yanıtladı. Kama’nın aniden ayağa kalkmasıyla birlikte Rene’nin kafası taş zemine çarptı. “Onlar balık mı?” diye sordu heyecanla.

Rene, kafasında oluşan sızının etkisini azaltmak için eliyle ovalarken, artık hareket edebildiğini fark etti. Aşırı bir çabayla ayağa kalkarken, ‘Yere çarptığım sırada gelen darbenin enerjisiyle olmuş olmalı’ diye düşündü. Farkında olmadan Kama ona iyilik yapmıştı.

Kama, Rene’nin cevap vermesine izin vermeden balıkları yerden aldı. “Neden balıkları yere attın ki?”

“Onları koyabileceğim başka bir yer olmadığı için olabilir mi?” diye sordu Rene asabiyetle.

 Kama, birkaç saniye boyunca bekledikten sonra “Bu gayet mantıklı bir neden.” dedi kafasını sallayarak.

“Ayrıca.” dedi Rene balıkları işaret ederek. “Onları yemek istemezsin.”

“Neden ki?”

“Çünkü zehirliler.”

Kama, kollarını çoktan pes etmiş bir tavırla yere indirdi. “Anlaşıldı; Bugün de aç kaldım.”

Rene elini Kama’nın omzuna koydu teselli edercesine “Sana söz veriyorum; Karaya ulaştığımızda bu güne kadar gördüğün en büyük ziyafeti önüne getireceğim.” Söylediklerini pekiştirmek istercesine mücevher yığınından yumruk büyüklüğünde bir zümrüt aldı. “Sanırım bu, öyle bir ziyafeti karşılamak için yeterli olur.” biraz bekledikten sonra “Tabi yeni kıyafetler almaya da.” diye ekledi. Bugün yaşadıkları koşuşturmada ikisininde üstü başı kir içinde kalmıştı. Ayrıca giydiği elbisenin etek kısmı dizlerinin hemen üzerine gelecek şekilde parçalanmıştı. Kama’yı saymıyordu bile. Onu kovalarken üstündeki giysiden yakalamaya çalışmış, bunun sonucunda ise giysi tamamen parçalanmıştı. Kısacası şu anda üstüne hiçbir şey giymiyordu. Bütün bunlarla birlikte yeni kıyafetler alması bir gereklilik haline geldi. ‘Neyse ki şu anda havalar sıcak.’

Kama, son söylediği cümleyi duymamış gibi heyecanla mağaranın kapısını işaret ederek “Ne duruyoruz o zaman? Haydi, ziyafete gidelim.” dedi. Beyni, ağzından çıkanları oldukça geç algılamış olacak ki birkaç saniye bekledikten sonra “Şey... Yani gemiye demek istedim.” diye ekledi. Rene, Çevrim’de oburluğun, en büyük ayıplardan biri sayıldığını biliyordu. Bu yüzden Kama’nın utançtan yüzü kızarınca hiç üstelemedi.

“Gidelim”

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-22 00:14:41
Emekleriniz için teşekkürler.