Beyazın Karanlığı

02 Eylül 2018
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1925 Görüntülenme
Bu bölümü 4 Kişi beğendi.
Cilt 1

Kendinle Konuşmak

Kama’dan ayrıldıktan sonra hem onu eğitirken ihtiyaç duyacağı eşyaları almak, hem de biraz yalnız kalmak için mağaraya geri dönmüştü. Ona bildiği her şeyi öğreteceğini söylemişti sonuçta. Verdiği bir sözü bozmak Gecenin taşıyıcısı olarak uygunsuz bir davranıştı.

Rene, bir yandan eğitim için uygun silahları ve tabiki onlara uygun kılıfları ararken, diğer yandan da yarın Kama’ya ne söyleyeceğini düşünüyordu. Anlatacağı şeyler onu kesinlikle derinden sarsacaktı. Bu yüzden ağzından çıkacak her kelimeye dikkat etmesi gerekiyordu.

Aslında bunu neden bu kadar umursadığını kendisi bile bilmiyordu. Nasılsa asıl taşıyıcı Kama’nın yerini aldığı zaman, Kama’nın anıları aslının içinde boğulacak; yani bir bakıma Kama da yok olacaktı...

Bu düşünce aklına girdiği anda Rene’nin eli ayağı birden buz kesti. Eski zamanları, Gündüzün taşıyıcısı ile yan yana durduğu zamanları, Dünya’yı ondan koruması gerektiğini bildiği halde özlüyordu. Evrende onu anlayabilen, ona dostluk edebilen bir kişinin daha var olduğu zamanları özlüyordu. Diğer taşıyıcı birkaç bin yıl öncesine kadar onun hem düşmanı, hem öğretmeni, hem de en iyi dostu olmuştu. Ama Kama’ya da yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı. Gerçekten onun ölümü pahasına da olsa eski günlere dönmek istiyor muydu ki?

“Hayır.” dedi kendi kendine. “Buna engel olacağım... Nasıl yapacağımı bilmiyorum, ama Kama’nın yok olmasına izin vermeyeceğim.” Rene’nin ağzından bu sözcükler dökülürken şu anki sorunlarına bir yenisinin eklendiğini fark etti. Artık hem Kama’yı eğitmesi, hem ona bir şeyler açıklaması, hem de onu mutlak bir ölümden kurtarması gerekiyordu.

“Daha kötülerinin üstesinden de gelmedim mi?” dedi Rene elindeki kılıcı kınına sokmaya çalışırken. Normalde alışkanlık olarak tek ve seri bir şekilde yaptığı bu hareketi nedense şu an yapmakta oldukça güçlük çekiyordu. Uzun uğraşlar sonucunda kılıcın ucunu kınla buluşturmayı başararak elindekileri yere bırakınca bunun sebebini zorlanmadan fark etti. Titriyordu...  Ve işin garip tarafı neden titrediğini de biliyordu. Rene, milyonlarca ömür süren hayatında ilk defa bir şeyden bu kadar korkuyordu. Kama’yı kaybetmekten...

X                     X                     X                     X                     X                     X

Karnını tıka basa doyurduktan sonra üzerine öyle bir miskinlik çökmüştü ki daha kamaraya varamadan yolda yığılıp kalmıştı... En azından önünde uzanan bu tanıdık, beyaz boşluğa gelmeden önce hatırladığı son şey buydu. Yüzüne hakim olan şaşkınlığı hissedebiliyordu. Lakin şaşkınlığının sebebi karşısında kendisinin kanatlı kopyasını tekrar görmesi değildi.

‘O kadar uğraşmama rağmen gelememiştim…’ Bu düşünceler Kama’nın aklında dolaşırken adam cevapladı.

“Çünkü bilinçaltın buna odaklanmamıştı.”

Kama, karşısındakinin sözünü umursamadı “Madem düşüncelerimi okuyabiliyorsun, bundan nefret ettiğimi de biliyor olmalısın.”

“Sen de benim öyle bir şey yapmadığımı...” diye karşılık verdi karşısındaki. “Sen ve ben aslında aynı şeyden var olduk. Bu yüzden birbirimizi anlamamız normal olmalı, değil mi?”

“Öyleyse neden Rene’yle olduğu gibi senin ne düşündüğünü duyamıyorum?” diye sordu Kama.

“Senin ne düşündüğünü ben de duyamıyorum ki.” diye karşılık verdi kopyası kanatlarını hafifçe sallayarak. “Yalnızca ‘senin yerinde olsaydım ne düşünürdüm?’ diye düşünüyorum.”

Kama kafa karışıklığı ile karışık bir öfkeyle söylendi. “Sayende, şu anda düşünmeyi dahi düşünemiyorum.”

“O zaman düşünme. Yalnızca dinle ve hisset. Bana güvenmediğini biliyorum, çünkü senin yerinde olsam ben de kendime güvenmezdim. Ama şunu bil ki Boğaç hem benim, hem de senin hakkında yanılıyor.”

“Ne demek istiyorsun?” diye karşılık verdi Kama. Karşısındaki kişi, geçen sefer buraya geldiğinden çok daha farklı davranıyordu. İnsanın sinirini bozan şakalar yapmıyor, oldukça ciddi bir tavır takınıyordu.

“Ben senin gücün değilim.” Dedi adam. Kama, tam başka bir soru soracağı sırada devam etti. “Evet, sen bir taşıyıcısın; ve evet, senin bir gücün var... Bu oldukça büyük bir güç olsa da ben o değilim.” Adam elini savurunca Kama’nın önünde bembeyaz iki taş bloktan oluşan devasa bir kapı belirdi. “Bu kapıların ardındaki şey hem gücün, hem de ruhun! Eğer ben onu orada tutmasaydım, şu anda seni “O” kontrol ediyor olurdu.”

Kama tepki vermeden dinlemeye devam etti.

“Ayrıca.” diye devam etti karşısındaki kişi. “Rene’ye güvenmemekle hata yapıyorsun.”

“Ben ona güveniyorum.” dedi Kama tereddütsüz bir şekilde.

Karşısındaki adam sözlerini yalanlarcasına başını sağa sola salladı. “Rene geri geldiğinde, sana ne söylerse söylesin onun sözlerine tam olarak güvenmeyeceksin. Üstelik onun söyledikleri senin merakını gideremeyecek çünkü ben sana çok daha fazlasını söylemiş olacağım. Sonra tekrar bana gelecek ve daha da fazlasını öğrenmek istediğini söyleyeceksin. Fakat bana da güvenmeyeceksin. Bu yüzden gerçekleri Rene’den duymak istediğini söyleyeceksin. Bunun için bir yol isteyeceksin… Ve ben de sana yardım etmezsem” Kapıyı işaret etti. “Ona gideceksin.”

“Dur bir dakika!” dedi Kama. “Mademki istediğimin tek şeyin kendi hakkımdaki gerçekleri öğrenmek olduğunu biliyorsun. Eğer bunu sağlayabilecek bir yol varsa neden sadece yardım etmiyorsun ki? Sonuçta senden duymam ile Rene’den duymam arasında hiçbir fark olmayacak.”

“Sen bana güvenmiyorsun, bu yüzden sana söylediğim her bir kelimeye şüpheyle yaklaşacaksın. Benzer şekilde Rene de sana istediğin cevapları vermeyecek.”

“Nereden biliyorsun ki? Geri gelince her şeyi açıklayacağını söyledi.” Diye itiraz etti Kama.

 “Onu senden çok daha uzun süredir tanıyorum.” dedi karşısındaki adam. “Sana vereceği şey ufak bilgi kırıntılarından daha fazlası olmayacak… Nedenini biliyor musun?”

“…” Kama cevap vermedi.

“Çünkü Rene senden korkuyor.”

“Ne?” Rene ondan neden korkuyordu ki?

“Sana bunun nedenini açıklardım ama bu başka bir günün konusu. Zaten eninde sonunda bir şekilde anlayacaksın.”

“Neyi?” diye sordu Kama.

“Neyse, konudan çok uzaklaştık.” Diye kestirip attı adam. “Senin asıl yapmak istediğin şey, benden duyduğun her şeyi doğrulamak. Bunun için de Rene’yi kullanmak istiyorsun. Belki bunu sağlayabilecek bir tür büyü…”

Kama az önce konuştukları konuyla daha fazla ilgileniyordu fakat karşısındaki adamın o konu hakkında soracağı sorulara cevap vermeyeceğinin farkındaydı. Bunu bir şekilde hissediyordu. “Böyle bir büyü var mı?”

“Tabiki yok!” diye karşılık verdi adam. “Yine de onu, bildiği her şeyi konuşmaya zorlamak seçeneklerin dahilinde. Böyle bir yol izlemek istersen kadim dili kullanarak ondan istediğin cevapları alabilirsin. Fakat bunu yaparsan…”

“Kadim dil?” diye araya girdi Kama.

“Şey... Temelde bir dil sayılmaz.” diye cevapladı adam. Kama’nın anlamadığını fark etmiş olacak ki bir iç çekişle açıklamaya devam etti. “Normal bir şekilde konuştuğunda, sözcüklerin kişinin bedenine ve zihnine etki eder; kadim dilde ise konuştuğun şeyin ruhuna.”

“Şeyin derken, tam olarak neyin?” diye sordu Kama.

“Her şeyin. Senin cansız olarak gördüğün varlıkların bile ruhu vardır. Denizin, toprağın, bir kılıcın, Dünya’nın dahi. Kadim dilde ağzından çıkan sözler bütün varlıları etkiler.

“Peki, ben bunu nasıl kullanabilirim?” diye sordu Kama. Karşısındaki adam bir süre düşündü. Ara sıra kanatlarını hafifçe oynatsa da bunun haricinde kılını dahi kıpırdatmıyordu. Muhtemelen Kama’nın bu kozu daha sonra Rene’ye karşı kullanabileceğini düşünüyordu. Kama’ysa bunu ancak, soruyu sorduktan birkaç dakika sonra fark edebilmişti. Karşısındaki adam her kimse bir zamanlar Rene’yi tanıyor gibi görünüyordu. Ve belli ki aralarındaki ufak bir dostluktan fazlası vardı.

Sonunda Kama omuz silkti. “İstemiyorsan anlatmak zorunda değilsin.”

“İstemek ya da istememek değil de, anlayabileceğin şekilde nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum.” Birkaç saniye daha bekledi. “Mühürlemek nedir biliyor musun?”

“Şey, önemli mektuplara kimsenin açmadığından emin olmak için mühür konulduğunu duymuştum.” dedi Kama.

“O da var, fakat benim söylemek istediğim şeyle alakası yok.” Adam tek elini havaya kaldırınca, bir anda havada bir kelebek oluştu.

“Bunu da nasıl yaptın!?!” diye sordu Kama şaşkınlıkla.

Adamsa onu umursamadan. “Bu kelebeği görebiliyor musun?” diye sordu.

“Görmemem mümkün mü ki?”

Adam bir anlığına elini kastı. Kelebeğin etrafında siyah bir alan oluştu ve onu yuttu. “Peki şimdi görebiliyor musun?”

“Hayır, ama…”

“Burada var olduğunu biliyorsun, değil mi?”

“Evet.” Adamın, söyleyeceği şeyleri tahmin etmesi her ne kadar sinirine dokunsa da şu anda konuyu bölmek istemiyordu.

“Peki sence, kelebek seni görebiliyor mu?”

“Muhtemelen göremiyor” Diye cevap verdi Kama. “Bunun anlamı ne ki?”

“Hala anlayamadın mı? Mühürlemek de tam olarak buna benziyor.” dedi adam bilge bir tavırla.

“Nasıl yani?”

“Az önce kelebeği mühürledim diyebiliriz.” Diye yanıtladı adam. “Kelebek, dışarıdan gelen hiçbir etkiye maruz kalmadığı gibi, dışarıya da hiçbir şekilde etki edemez… Mühürlemek de tam olarak bu şekilde işliyor.”

“Peki bunun bana faydası ne?” diye sordu Kama.

“Aynısını Rene’ye de uygulayabilirsin.”

“Burada ufak bir sorun yok mu?” diye sordu Kama.

“Ne gibi?”

“Mesela benim ‘Kadim Dili’ konuşamamam gibi.”

“O konuyu dert etme. Buraya geçen sefer geldiğinde sana, kadim dili konuşma yetisini verdiğimi söylemiştim; hatırlamıyor musun?”

“O, bu anlama mı geliyordu? Yani bu gücü kullanabileceğim anlamına.”

“Evet. Kadim dili kullanarak Rene’nin gücünü, yine onun içine mühürleyebilirsin.” Adam Kama’nın kolunu işaret etti. “Rene, senin gücünü kendininkine bağladığında ben de bunun karşılığında sana bir hak verdim. Rene bunu şu ana kadar fark etmese de, kolundaki dövmeye dikkatlice baktığında anlayacaktır. İstediğin tek bir şeyi ona yapabilir, ya da yaptırabilirsin. Lakin bunun gücü sonsuz değil.”

“Sınırları?” diye sordu Kama.

“Rene’nin gücünü mühürlemek bu sınırların içerisinde. Bunu bilmen yeterli.”

“Ama ben Rene’yi mühürlersem, ona hiçbir şey yapamam ki. Onunla konuşamam, onu göremem… Değil mi?”

Adam derin bir iç çekti. “Bu kadar müthiş bir zekaya sahipken nasıl bu kadar aptalca sorular sorabiliyorsun anlamıyorum…” Kama bu hakarete öfkeyle karşılık verecekti ki adam aynı hızla açıklamaya devam etti. “Sen, Rene’yi, Mühürlemeyeceksin! Onun, Gücünü, Onun, İçine, Mühürleyeceksin! Anladın mı?” dedi adam her bir kelimeyi duraksayarak ve bağırarak söylemesi işleri kolaylaştıracakmış gibi.

“Bağırmana gerek yok! Anladım işte!” dedi Kama.

“Tamam, kusura bakma… Biraz sinirlendim.” Dedi adam. Kendini kontrol etmek ister gibi birkaç kez nefes alıp verdikten sonra konuşmayı sürdürdü. “İşte, Rene’den istediğin bilgileri bu şekilde öğrenebilirsin. Nasıl kontrol edeceğini öğrenmen için sana yardım edebilirim. Ama dediğim gibi, bunu yaparsan pişman olacaksın.”

“Yapmak istiyorum.” daha sözcükler Kama’nın ağzından çıkmadan etrafındaki beyaz boşluk cam misali kırılarak yerini kırsal bir alana bıraktı. Hemen önlerinde Rene, Kama’nın başka bir kopyasına bakıyordu. Üstelik bu, deminden beri konuştuğu gibi kanatlı bir benzeri değil, bire bir aynısıydı. Rene kopyasına bakıp gülümseyince “Bu da ne?” diye sordu Kama.

“Sana, onu senden çok daha uzun zamandır tanıdığımı söylememe rağmen bu konuda ısrar ediyorsun. Ben de seni başka bir şekilde ikna edebileceğimi düşündüm. Şu anda gördüğün şey bu yolu seçtiğinde olacaklar. En azından benim tahminlerime göre... Ayrıca burada seni, kopyanın içine koyacağım. Böylece seni canlandıran kopyanın düşüncelerini de duyabilecek, hissettiklerini hissedebileceksin. Yani bir bakıma onun gözünden göreceksin. Fakat olaylara müdahale edemeyeceksin.” Kama tam karşılık verecekken tekrardan konuştu “Bunları gördükten sonra da hala yapmak istersen kararına saygı duyacak ve sana öğreteceğim.”

X                     X                     X                     X                     X                     X

Kama bunu nasıl tarif edeceğini bilmiyordu. Hareketlerini kontrol eden hiçbir şey yoktu. Fakat bir şekilde içinde bulunduğu durumu, ayrıca bu durumda ne yapması gerektiğini biliyor ve buna göre hareket ediyordu. Sanki önceden yazılmış bir tiyatro sahnesi gibiydi. Aynı zamanda biliyordu ki bu tiyatro, karşısına çıkan bir sınavdı. Eğer bu sınavı geçebilirse istediği bütün bilgilere ulaşabilirdi. Sınav amacı ise gayet basitti. Sahneyi tamamla ve kararının arkasında dur!

Bu düşüncelerle Kama da rolünü oynamaya karar verdi.

Rene, tam arkasını dönüp gidecekken Kama, zihnine yazılan sözcükleri konuşarak onu durdurdu. “O zaman sorumu yineliyorum.” Dedi. Yine de ses tonu, normalde olduğundan çok daha farklıydı. Sözleri, bir kişiden çok bir bütünlüğe hitap ediyor gibiydi. Kama bunun kadim dil olduğunu tahmin etti. Nasıl kullandığını bilmiyordu. Yalnızca… Yapıyordu işte. İçgüdüsel bir şekilde.

Rene, yavaşça arkasına dönerek Kama’ya yalvaran bir bakış attı. “Lütfen bunu yapma.” Hem sesinde, hem de yüz ifadesinde fark edilir bir korku vardı. Lakin Kama durabileceği sınırı çoktan geçtiğini hissediyordu. Bunu Rene de biliyordu.

“Kara ejder!” dedi Kama avuç içini Rene’ye doğru tutarak. Aniden topraktan fırlayan saydam bir zincir Rene’ye doğru atıldı. Rene savuşturmaya çalışsa da zincir, hedefinden şaşmaz bir ok misali onu takip ederek ayak bileğine dolandı ve yere düşürdü. Zincir Rene’ye değdiği anda simsiyah kesilmişti.

“Kama, lütfen! Lütfen dur!” diye ciyakladı Rene.

Rene’nin, adada Kama’ya verdiği kılıç, kendilerinden birkaç metre uzakta kınıyla birlikte toprağa saplanmış, durmadan titriyordu. Sanki bir şekilde oraya bağlanmıştı ve kurtulamıyordu. Kama, acele etmezse kötü şeyler olacağını hissetti.

Kama biliyordu ki birazdan söyleyeceği her bir kelime, Rene’ye bir zamanlar takılmış isimlerden yalnızca birkaçıydı. Rene bu isimlerin hiçbirini kabul etmemiş olsa bile üzerinde belli bir güce sahiptiler. Ve Kama, bu gücü ona karşı sonuna kadar kullanacaktı. “Gece’nin taşıyıcısı! Ölüm meleği! Ay’ın sembolü!” Kama’nın ağzından çıkan her bir isim ile Rene’yi toprağa bağlayan zincirlere bir yenisi ekleniyordu. Eklenen her yeni zincirle birlikte elini yavaşça kapadı, yumruk yaptı ve kendi kemiklerini kırmak istercesine sıktı. Birkaç saniye içerisinde Rene hareket edemeyecek duruma gelmişti. “Rene...” Kabul ettiği tek isim söylenince, büyük bir zincir toprağı parçalayarak ortaya çıktı ve Rene’nin kalbine saplandı.

“Gündüzün taşıyıcısı olarak Güneş adına konuşuyor, bağdan gelen hakkı kullanarak sana soruyorum. Cevap ver! Ben... İnsan mıyım?”

Lakin Rene Kama’nın sorusuna cevap verebilecek durumda değildi. Nefes dahi alamıyordu. Kama, bunu fark ettiği anda yumruğunu biraz gevşetti.

Rene boynundaki kasları gererek kendini, Kama’ya bakmaya zorladı ve pes bir kıkırdama koydu. Yaptığı bu küçük hareketler bile nefes nefese kalmasına neden olmuştu. “Bana ihanet etmene bakılırsa...”

“Bu sorumu cevaplamıyor.” diye üsteledi Kama buz gibi bir sesle. Yumruğunu tekrar sıktı.

Birkaç saniyelik bir direnmenin ardından “Evet, sen lanet olasıca bir insansın!” diye bağırdı Rene en sonunda.

“Ne?” Kama şaşkınlıktan dona kalmıştı. Lakin Rene’nin cevabını düşünebilecek zamanı yoktu. Onu bağlayan zincirler aniden parçalanmaya başlamıştı. Aynı şekilde toprağa saplı olan kılıç da kınından çıktı. Daha neler olduğunu tam olarak anlayamadan kılıç aniden üzerine uçmaya başladı. Kama, gelecek ilk darbeyi savuştursa da, ikinci darbe gelmeden önce kılıç birkaç parçaya ayrıldı ve her bir parça eşzamanlı olarak üzerine geldi. Aldığı her darbeyle birlikte bedenine müthiş bir acının zerk edildiğini hissediyordu. Kama, hareket edebilecek takatinin kalmadığından emin bir hale geldiğinde, sanki kılıçlar onun bu duruma düşmesini bekliyormuşçasına birleşerek tek ve devasa bir kılıç halini aldı.

Kılıç uçarak göğsüne girmeden önce Kama, Rene’yle bir anlığına göz göze gelmişti. Normalde kapkara olan gözleri her zaman etraftaki ışığı emse de neşeli bir şekilde parlıyormuş gibi görünürlerdi. En uç ihtimalle üzgün... Yani Kama onları tanımlayacak olsa bu şekilde tanımlardı. Lakin onun bu yüzünü hiç görmemişti. Şimdiki gözlerini tanımlayabilecek tek şey onların, tanıdığı Rene’ye ait olmadığıydı. Bir katilin gözleriydiler. İçlerine zalim bir donukluk hapsedilmişti

Yere hareketsiz bir şekilde düşerken göğsünden yayılan acıyla bütün bedeni kasıldı. Daha önce göğsüne bir ok saplanmasına rağmen hissettiği şeyler tamamen bambaşkaydı. Okun saplanması, Göğsüne bir yumruk yemesi ve ardını sonsuz bir hissizliğe bırakmasına benziyordu. Hafif bir ıslaklıkla hissediyordu o kadar. Lakin Rene’nin ona sapladığı kılıç saf bir acı veriyordu. Geçen her saniyede acı duyusu kaybolmuyor, aksine katlanarak artıyordu. Fakat bütün bunlara rağmen acıdan bayılmıyordu.

Göğsündeki kılıcı çıkarmak için ne kadar çabalarsa çabalasın hareket edemiyordu. Birkaç saniye sonra görüşüne Rene girdi. Gözlerinde acımadan başka bir duygu yoktu. ‘En azından tekrardan kendi gözleri gibi görünüyor.’

“Sen de diğer insanlar gibi bana ihanet ettin Kama.” dedi Rene. “Tıpkı diğer insanlar gibi.”

X                     X                     X                     X                     X                     X

Aniden kendini, tekrardan kanatlı kopyasının karşısında buldu. Ortada ne Rene, ne onu paramparça etmek isteyen minik kılıçlar ne de hareket etmesini dahi engelleyen devasa kılıç vardı. Yine de Kama, elini göğsüne götürmekten kendini alamadı.

“Gösteriyi beğendin mi?” diye sordu kanatlı kopyası.

“Gösteri mi?” diye tekrarladı Kama. Az önce yaşadıklarının etkisinden hala kurtulamamıştı. Karşısındaki adam onun kesinlikle bir taşıyıcı olduğunu söylemişti. Rene’nin kopyası ise ona insan olduğunu. Yalan söyleyen kimdi? Rene’nin kopyası mı, yoksa karşısında dikilen kanatlı adam mı? Kopyayı oluşturan kişi de karşısındaki adamdı. Yani ortada içinden çıkılmaz bir ikilem vardı.

“Eğer Rene’den gerçekleri zorla öğrenmek istersen olacaklar bu... Yine de bu yolu seçmek istiyor musun?” Kama tam cevap vereceği sırada “Ne kadar da aptalım, tabiki istemiyorsun.” dedi kopyası.

Kama konuşacak gücü kendinde bulamıyordu. Birkaç saniye gücünü toplamak için bekledi, bu yeterli gelmeyince birkaç dakika daha.

“Rene’nin söyleyeceklerini sana ben de söyleyebilirim. Hem de çok daha fazlasını. Ama sen bunu da istemiyorsun.”

Kama düşüncesizce ‘İstiyorum’ diye atılacaktı tekrardan. Lakin geçen sefer böyle dediğinde başında gelenleri anımsayarak kendine hakim oldu.

“Hadi durma öyle.” dedi Kanatlı kopyası. “İstediğini söylemek için can attığını biliyorum. Ama güven bana, bunu istemiyorsun. Rene onları senden boşuna saklamıyor.”

Kama içinde bir şeylerin kıpraştığını hissetti. Fakat bu şeyin güvenle herhangi bi bağlantısı olduğuna dair büyük şüpheleri vardı. Bu duygu öfkeydi. Kama şu anda çok ama çok öfkeliydi. Onunla bu kadar kolay bir şekilde dalga geçen adama; onu acımadan, duraksamadan ve soğukkanlılıkla öldürebilecek olan Rene’ye; ve Rene’ye aynılarını yapabilecek olan kendine. Öfkeliydi, çünkü elinde böyle bir güç olsa -ve tabi olayların böyle sonuçlanabileceğini bilmiyor olsa- Rene’ye o şekilde davranmaktan çekinmezdi. Gerçekten öğrenmeyi bu kadar çok istiyor muydu ki?

“İstemiyorsun, değil mi?” diye tekrarladı adam Kama zihnini okuyormuşçasına. Cevabını zaten bildiğini düşünüyordu. Lakin çok yanılıyordu.

“İstiyorum.” diye cevapladı. “Hakkımda çok şey biliyor gibisiniz...  Sen de, Rene de. Eğer bunları Rene’den öğrenmemin sonucu az önce gördüklerim gibi olacaksa ondan öğrenmek istemem tabiki. Lakin öğreneceğim kişi sen olursan işler değişir.”

Kanatlı kopyasının yüzü taştan oyulmuş gibi dursa da göz bebekleri şaşkınlıkla büyümüştü. “Beni dinlemiyor musun? Bunları öğrenirsen gerçekten her şeyden nefret edeceksin.”

Kama şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Rene de aynılarını söylüyor. Tam olarak neyden nefret edeceğim ki?”

“Tam olarak Rene’nin söylediği gibi... Her şeyden, kendinden, Rene’den. Belki sana her şeyi söylemiyor olabilir. Ama yalan söylemiyor en azından.”

Kama yüzüne kararlı bir ifade yerleştirdi. “Belki haklısın; belki de Rene bana bu konuda yalan söylemiyor. Ama yarın geri geldiğinde, gerçeklerin ufak bir kısmını söyleyerek onları çarpıtacak; bundan eminim.  Belki haklısın; belki de her şeyi öğrenmemem daha iyidir; daha güvenlidir. Ama ben öğrenmek istiyorum. Her şeye rağmen... Neyi sevip neyden nefret edeceğim ise… Bu benim sorunum.”

Karşısındaki adam yere oturarak bağdaş kurduktan sonra eliyle Kama’ya da aynısını yapmasını işaret etti. Elini hafifçe savurmasıyla birlikte etraflarını saran gerçeklik cam misali kırılarak yerini, Kama’nın Rene ile savaştığı rüyasındaki harap olmuş gezegene bıraktı. Tıpkı Rüyasındaki gibi Kama hala Rene’yle savaşıyordu, yalnızca bu sefer onları dışarıdan görüyordu.

Adam derin bir iç geçirmenin ardından anlatmaya başladı. “Madem o kadar öğrenmek istiyorsun...”

X                     X                     X                     X                     X                     X

“Çok ama çok eskiden, daha insanlar ‘zaman’ isimli şeyi ortaya atmadan, iyi ve kötü ayrımı yapılmaya başlanmadan önce Dünya iki büyük güce ev sahipliği yaparmış. Bu iki güç birbirine öylesine zıtmış ki, birinin dileği diğerinin nefretini kazanırmış. Aralarında çıkan çatışmalar öyle büyük olurmuş ki, diğer bütün ırklar köşelerine çekilip bitmesini beklemekten başka bir şey yapamazlarmış. Lakin ne kadar sürerse sürsün, birinin diğerini yenmesi imkânsızmış.” Bir süre bekledi. “Işık olmadan gölge ortaya çıkamaz. Gölge olmadan da ışığın bir anlamı kalmazmış” Nefeslenmek için biraz daha bekledi. Kama’ya her şeyi anlatacaktı anlatmasına, ama bilmediği o kadar çok kavram vardı ki, onların yerine kullanabileceği kelimeleri bulmakta giderek zorluk çekiyordu. “Diğer ırklar bu iki büyük gücü taşıyan bedenlere “taşıyıcı” demişler. Bu bedenlerden biri kuzguni siyah saçlara ve kapkara gözlere; diğeri ise bembeyaz saçlara ve rengin her türlüsünden gözlere sahipmiş.”

“Daha az masalsı bir şekilde anlatamaz mısın?” diye araya girdi Kama. Adamın konuşmasına fırsat vermeden de “Ayrıca benim gözlerim tek bir renge sahip o da kahverengi.” diye ekledi.

“Senden bahsettiğimi nerden çıkardın ki?” diye sordu.

Kama hafifçe gülümsedi. “Benden başka beyaz saçlı bir insan görmedim... Hem şu anda herhangi birisinden değil, benden bahsediyoruz. Yani bu tahmini yürütmem çokta zor olmadı.”

“Dünya’da senin saç rengine sahip olan birçok kişi var.” dedi Kama’nın gülümsemesini birebir taklit ederek. “Şaşırdın mı?”

“Neye? Benden başka beyaz saça sahip olan insanların varlığına mı, yoksa daha önce söylediklerine mi?”

“İkisine de.” diye yanıtladı.

“Dünya’da isterse herkes beyaz saçlı olsun; yinede bu, benden bahsettiğin gerçeğini değiştirmez. Ayrıca son birkaç gündür, normal bir insanın hayatı boyunca yaşayacağından daha çok şey yaşadım... Bu hayatta beni şaşırtabilecek bir şey kaldığından şüpheliyim.”

“Öyle olduğunu düşünüyorsan çok yanılıyorsun.” Kama karşılık vermeye başlamadan “Dinle o zaman.” dedi. “Söylediklerimi duyunca o kadar şaşıracaksın ki kalbin atmayı unutacak!

Senin de söylediğin gibi anlattığım kişilerden biri sendin... Diğeri de Rene. Kraç’tayken gördüğün ve kehanet olduğunu düşündüğün şey ise geçmişin bir yansımasından ibaret... Sen, Kama! Sen ve Rene birbirinizle savaşmak için bu dünyaya geldiniz. Ama hiçbiriniz birbirinizi yok edebilecek güce sahip değilsiniz.”

“Bekle bekle bekle... Anlattığın bu hikâye oldukça eski değil mi? Yani içinde benim olma olasılığım yok. Buna rağmen nasıl...”

“Hafızanı kaybettin.” diye araya girdi en sonunda. “Daha doğrusu, ben hafızamı kaybettim. Buraya geldiğin ilk andan beri sana söylediğim şeyleri tekrarlamak zorunda bırakma beni; ben senim.”

“Bunu tartışmıştık sanırım.” dedi Kama.

“Aynı ruhu paylaşıyor olmasak aptal olduğunu düşüneceğim.” diye karşılık verdi. “Anlamanı kolaylaştıracaksa kısa bir özet geçiyim:

Yaklaşık on bin yıl kadar önce Dünya’ya bir felaketin geleceğini öngördüm. Bunu engellemek içinse güçlenmem gerekiyordu, hemde hızlı bir şekilde. Bunu sağlamak için kolay bir yol bulduğumu düşünmüştüm. Oldukça karmaşık bir büyü ile, nasıl yapıldığını sakın sorma anlatması bile bir ayımı alır, zamanın buradaki gibi işlemediği bir boyut bulmuştum. Eğer oraya gidebilseydim, felaket meydana gelmeden önce onu durduracak kadar güçlenebilirdim. O boyutu bulmak için yaptığıma benzer bir büyüyle oraya gitmeyi planlamıştım. Lakin bunu denemenin bedeli sandığımdan daha ağır oldu...” Bir süre Kama’yı süzdü. “İnsanların içindeki en yüksek enerjiye sahip şey nedir biliyor musun?” dedi en sonunda.

“Büyü gücü.” diye yanıtladı Kama hiç düşünmeden.

“Yanlış!”

“Büyüden daha güçlü bir şey mi var yoksa?”

“Senin büyü gücü olarak bildiğin şey bile diğer güçlerin birer yansımasından ibaret... Bu dünyada bulunan her şey aslında enerjiden oluşur. Ve insan vücudunun içerisinde en yüksek enerjiye sahip olan şey de… Anılardır.”

“Yani?” diye sordu Kama.

“Büyüyü gerçekleştirirken ufak bir hata yapmıştım. Fakat bunu ancak yolculuğa başladığım zaman fark edebilmiştim.

Hata belki ufak olabilirdi; yazının ufak bir miktar kayması, kadim dilde yanlış telaffuz edilen bir sözcük ya da kullanılan malzemenin hasar görmüş olması, şu anda bunlar önemsiz... Hata ne kadar ufak olursa olsun doğurduğu sonuçlar berbattı.”

“Ne oldu?” diye sordu Kama. Yüzü yavaş yavaş ifadesizliğini kaybediyordu... Artık hiçbir şeye şaşırmayacağını söylerken yanıldığını da böylece kanıtlamış oldu İlk taşıyıcı.

“Büyüyü gerçekleştirmek için gereken enerji muazzam miktarda arttı. Lakin yolculuğa başladığım andan itibaren dışarıdan enerji alamıyordum. Bedenimdeki bütün serbest enerjiyi kullandığımda yolu çoktan yarılamıştım. Ne geri dönebiliyor, ne de ilerleyebiliyordum. Ben de en azından bedenin hayatta kalmasını sağlamak için yapmam gerekeni yaptım... Anılarımı parça parça bedenimden ayırdım. Açığa çıkan enerjiyi de geri dönmek için kullandım. Boğaç’ın söylediklerini hatırla, bilinci olmayan bir bedene ne olduğunu biliyorsun.”

“Ben bu şekilde mi oluştum yani?” diye sordu Kama. “Yani bu yüzden mi sadece son birkaç yılı hatırlıyorum? Bu yüzden mi Rene’yi daha önce gördüğümü hissediyorum? Bu yüzden mi...” Kama devamını getirmedi.

Ama İlk taşıyıcı getirecekti “Onu seviyorsun, ya da nefret mi ediyorsun? Belki. Belki de başka bir nedenden ötürü.” Kama’nın çökmüş olduğunu fark edince “Şimdi Rene’nin neden sana bunları anlatmak istemediğini anlıyorsundur.” dedi.

Kama’nın benzi attı. Gerçekleri öğrenmenin ona iyi gelmeyeceğini tahmin etmişti. Yine de dizlerinin üzerine çökerek öylece kala kalması beklediği tepkinin biraz dışında kalıyordu. İlk taşıyıcı başta ona karışmayı düşünmüyordu, nasıl olsa kendi kendine atlatırdı. Lakin geçen süre git gide uzarken Güneş’in, kapının ardındaki varlığı giderek daha belirgin bir hal alıyordu. Eğer Kama uzun süre bu şekilde kalırsa Güneş’in onu ele geçirmesi çok kolay olacaktı. Buna izin veremezdi.

“Kendine gel!” dedi.

Kama yavaşça kafasını kaldırarak doğrudan gözlerinin içine baktı. İlk taşıyıcı o gözlerde boşluktan başka hiçbir şey göremiyordu. Ne bir acı, ne öfke, ne de hüzün. Yavaşça yanına gitti ve elini omzuna koydu. “Neler hissettiğini biraz da olsa biliyorum ama bunlar dünyanın sonu değil.”

“Hiçbir şey bildiğin yok!” diye bağırdı Kama aniden.

İlk taşıyıcı da anlık bir duraksamanın ardından aynı şekilde bağırarak karşılık verdi. “Diğerlerinden farklı olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğimi mi düşünüyorsun? Sen bilincini kazanmadan çok önce bedeninin nasıl şeyler yapmış olabileceğini düşünerek uyumanın, sonra da gün boyunca aklından çıkmayacak kâbuslarla karşılaşmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğimi mi düşünüyorsun?” Bunları söylerken sesini ne kadar yükseltirse yükseltsin, Kama’ya zerre kızgın değildi. Bunları söylüyordu, çünkü yalnız olmadığını bilmenin Kama’ya güç vereceğini düşünüyordu. Ve Kama’nın da şu anda ihtiyacı olan en önemli şey de buydu. “Böyle hisseden tek kişi senmişsin gibi davranmaktan vazgeç. Tıpkı senin gibi Rene de, ben de bu yollardan yürüdük.”

Kama hafifçe fısıldadı. Lakin bu o kadar kısık sesliydi ki ilk taşıyıcı bunu duyamadı. Birkaç saniye sonra Kama tekrar etti “Boğaç da...”

“Evet” diye yanıtladı ilk taşıyıcı. “Boğaç da...”

İkili bir süre bakıştılar. Mührün ardından sızan his yok olunca ilk taşıyıcı başardığını anladı. Kama’yı kaldırmak için elini uzattığında Kama onu tereddüt etmeden yakaladı.

“Bir şeyi merak ediyorum.” dedi Kama.

“Neyi?”

 “Rene’yle birbirinizi asla yenemediğinizi söylemiştin.” İlk taşıyıcı başıyla onayladı. “Ama gördüğüm... Rüya da veya geçmişin yansımasında, artık her ne ise, Rene seni yenmeyi başarıyordu.”

“Ve?” dedikten sonra Kama’nın devam etmesini işaret etti.

“Nasıl? Madem ki birbirinizi yenmeniz imkânsızdı, gördüğüm rüya da Rene seni nasıl yendi?”

İlk taşıyıcı elini kapadı. Kama’ya göstereceği şeyi önce aklında canlandırdı, sonra da bu boyuttaki gerçekliğe getirdi. Elini aniden savurmasıyla birlikte Tan katili parmaklarının arasında cisimleşti. “Bunun sayesinde.”

“Rene’nin verdiği kılıç?” dedi Kama emin olmak ister gibi.

“Evet...” Nerden başlayacağını bilmiyordu. Kılıcın işlevini anlatabilmesi için öncelikle büyünün temelini öğretmeliydi; hatta temelin de temelini.

“Eee?” Kama beklentiyle bakıyordu. “Bu kadar mı?”

“Sana ufak bir ders vermeyi düşünüyordum da.” dedi. Kama’nın yüz ifadesi ciddiyet kazandı ve birkaç adım geri çekildi.  Az önce Kama’ya gösterdiği illüzyonlar da pekala ders olarak algılanabilirdi. “Yanlış anladın... Az önceki gibi bir dersten bahsetmiyorum. Sana büyünün temelini öğreteceğim ki olanları ve olabilecek şeyleri sana daha rahat aktarabileyim.”

Kama yavaşça kendini saldı. ‘Fazla hızlı güveniyor.’ diye düşündü ilk taşıyıcı. ‘Ve fazla iyi kalpli.’

“Dünya’da enerjiyi hareketli ve durağan olarak ikiye ayırıyoruz. Hareketli enerji, bir şey ya da birisi tarafından kullanılan ve yavaşça durağanlaşan enerjilerdir. Işık, ateş, yapılan büyüler... Hatta ve hatta atılan bir yumruk bile hareketli enerjiye örnektir. Durağan enerji ise çevremizde ve her canlının içinde var olan enerjidir. Hareket etmeni, kalbinin atmasını ve düşünmeni sağlar. Bunları yaptığın anda ise içindeki durağan enerji anlık olarak hareketli enerjiye dönüşür. İnsanlar büyü yapabilmek için genellikle içlerindeki durağan enerjiyi hareketli lakin itaatkâr bir enerjiye çevirirler. Böylece bu enerjiyi istedikleri gibi kontrol edebilirler. Yeterince beklediklerinde ise kullandıkları enerji bedenlerine geri döner.”

“Peki ya geri dönemeden içlerindeki bütün enerjiyi kullanırlarsa?” diye sordu Kama.

“Cevabı oldukça basit.” dedi ilk taşıyıcı. “Ölürler.”

“Ama Rene sürekli büyü yapıyor. Onun büyü gücü tükenmeyecek kadar fazla mı?”

Kama şimdi doğru soruları sormaya başlamıştı. “Hayır, tam aksine. Aslına bakarsan onun büyü gücü neredeyse yok denecek kadar az.”

“Öyleyse?” dedi Kama devamını getirmesini isterken.

“Bizim neden bu kadar güçlü olduğumuzu hiç düşündün mü?” diye sorduktan sonra cevap beklemeden devam etti. “Çünkü içimizdeki enerjiyi sürekli olarak yeniliyoruz. Ne kadar hızlı harcarsak harcayalım, bunun yoksunluğundan ötürü ölmeyiz, ölemeyiz.”

“Bizim gücümüz tam olarak ne?” diye sordu Kama.

“Bizim değil, senin gücün...” dedi ilk taşıyıcı her kelimeyi vurgulayarak. Kama’nın içinde bulunduğu durumun tamamen farkına varması gerekiyordu. “Senin gücün, etrafındaki durağan enerjiyi emmek... Bunu ne kadar hızlı yapmak istersen yapabilirsin, lakin ne kadar hızlı emersen, içindeki durağan enerji de o kadar hareketli hale geçecek ve kontrolünü zorlaştıracak. Mağaradayken Rene’nin kolunu da bu yüzden kırmıştın. Tabi bir bakıma buna Rene izin vermişti. Eğer izin vermeseydi sonsuza kadar o şekilde kalabilirdiniz.” hafifçe kıkırdadı. Aslında bu olay Rene’nin bir şekilde Kama’ya sempati duyduğunun da bir göstergesiydi. Rene istese orada, Kama’nın kolunu kırmasına izin vermek yerine kılıcı Kama’ya yönlendirerek onu engelleyebilir –ki bu durumda Tan katilinin vereceği acı muazzam olurdu- veya Boğaç’a yönlendirerek onu öldürebilirdi.

Kama bakışlarını yere indirmekle yetindi. “Özür dilerim.”

“Benden neden özür diliyorsun ki? Sonuçta zarar gören kişi ben değilim.” Bir an düşündükten sonra Kama’nın üzerine daha fazla gitmemeye karar verdi. Sonuçta olan olmuştu ve olanı değiştiremezdiniz... Büyüyle bile. “Artık kendi gücünü öğrendiğine göre Rene’ninkini de tahmin edebilirsin.”

“Ee, durağan olmayan enerjiyi emmemek?” dedi Kama.

“Daha öznel bir tanım yapabilir misin? Bir şey durağan değlise...”

Kama birkaç saniye düşündükten sonra yüz hatları aniden aydınlandı. “Hareketli enerjiyi emmek.”

“Doğru. Fakat bunu, senin aksine sınırları olmadan yapıyor.”

“Sınırları olmadan derken?” diye sordu Kama.

“Etrafından çekebileceğin enerjinin belirli bir sınırı vardır... Rene ise buna sahip değil, yani istediği kadar çekebilir.”

“Peki benim sınırım ne kadar?”

İlk taşıyıcı biraz düşündü. “Sanırım beş ya da altı kadim ejderhaninkine eşittir. Normal bir element ejderhasınınkini baz alacak olursak yüzlercesine denk olabilirsin.”

“Peki ya daha fazla enerjiyi çekersem? O zaman ne olur.”

“Çekemezsin.” diye yanıtladı ilk taşıyıcı.  “O zaman bedenin fazlalık gücü atmaya çalışır. Mesela kan yolu ile.” Bugün yaşadığı olaydan örnek vermişti. “Aslına bakarsan Rene burada da sana yardım etmeye çalışmıştı.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Amma kalın kafalısın. Biraz düşünsene... Eğer Rene senin gücünü, kendi gücüne bağlamış olmasaydı, çekmek istediğin gücü kontrol edemezdin.”

Kama bir adım geriledi. “Peki... Bu bağ işi nasıl yürüyor?”

“Hangisinden bahsediyorsun?” diye sordu ilk taşıyıcı. Rene ile iki tane bağ yapmıştı. “Güven bağından mı, yoksa bugün oluşan güç bağından mı?”

“Adı gerçekten bu muymuş?” diye mırıldanırken Kama’nın yüzü suçluluk duygusuyla doldu. “Bu gün oluşan.” diye yanıtladı.

“Sen dışarıdan ne kadar büyü gücü çekersen çek, Rene fazlalık olanları senden alarak kontrolünü kaybetmeni engelleyecek. Kısaca bu şekilde işliyor.”

“Bekle; bu isterse bütün büyü gücümü çekebilir demek değil mi?” diye sordu Kama

“Hem evet, hem de hayır.” dedi ilk taşıyıcı. “Rene’nin rünleri neyle çizdiğini sordurmuştum sana, hatırladın mı?” Kama onaylayınca devam etti. “Eğer işaretleri kendi kanı ile değil de senin kanınla çizmiş olsaydı, bu antlaşma tek taraflı olurdu.”

Kama anlamadığını gösteren bir şekilde tek kaşını kaldırdı.

“Yani tam da dediğin gibi Rene’nin senin üzerindeki kontrolü mutlak olurdu.”

“Peki bunu neden yapmadı?” dedi Kama. “Yani bu şekilde beni istediğini yapmaya zorlayabilirdi. Artık benden her ne istiyorsa.” Son cümlesini söylerken Kama hafifçe kızarmıştı.

“Rene seni zannettiğin gibi bir sebepten ötürü yakınında tutmuyor, ama bu başka bir mesele.”

Kama aniden sözünü kesti. “Ne yani, zannettiğin sebep derken? Ben bir şey zannetmiyorum ki!” Neredeyse bağırıyordu.

İlk taşıyıcı susması için elini kaldırdı. Sonra tek parmağı ile kendi şakağına birkaç kez hafifçe vurdu. Hareketin anlamı gayet açıktı. “Dediğim gibi, bu tamamen başka bir konu. Bizim konumuz Rene’nin nasıl seni yendiği...”

Kama sözünü keserek “Seni.” Diye düzletti. “Seni nasıl yendiği.”

“Tamam o zaman. Konumuz Rene’nin beni nasıl yendiği ve aranızdaki bağın nasıl işlediği. Zatınız lütfederse konuşmama devam etmek isterim.” Kama kafasını onaylarcasına salladıktan sonra oldukça kibirli bir şekilde eliyle devam etmesini işaret etti. “Rene’nin bunu neden yapmadığını bilmiyorum, ama bu senin için iyi bir şey. Rene’nin kendi kanını kullanmış olması, antlaşmayı bozabilmene imkân veriyor. Tabi bunu yaparsan istediğin bir şeyi Rene’nin yapmasını sağlayamazsın.” demin Kama’ya gösterdiği İllüzyonda, Rene’nin konuşmasını bu sayede sağlamıştı.

“Peki önce bu hakkımı kullansam, daha sonra antlaşmayı bozsam?” dedi Kama hafifçe gülümseyerek. “Hem istediğimi yaptırmış, hem de özgür kalmış olmaz mıyım?”

İlk taşıyıcı da Kama’nın gülümsemesini taklit etti. “Bu pekala mümkün olabilirdi... Tabi antlaşmayı bozmanı sağlayan şey senin bu hakkın olmasaydı.” Kama’nın bunu düşünmesi bile Rene’den bir şekilde korktuğunu gösteriyordu. Benzer şekilde Rene de ondan korkuyordu. Birisinden hem korkup, hem de aynı kişiyi sevebilmek mümkün müydü ki?

İkili bir süre sessiz kaldı. Kama birden “Yani benim gücüm hep aynı mı kalacak?” dedi.

İlk taşıyıcı Kama’nın bunu neden merak ettiğini bilmiyordu ama bu sorusunu da cevapladı. “Gücün kullandıkça gelişir, çekebileceğin hız artar; ve sınırların da büyü yaptıkça genişler ama bu bir anda olmaz. Gücünün gelişmesi oldukça uzun bir sürece yayılır.

Şimdi, asıl konumuza dönecek olursak.” Elini tekrardan kaldırdığında Tan katili elinde belirdi. “Bu kılıcın gücü, senin gücüne benziyor. Rene ise bu kılıcı istediği gibi yönlendirebiliyor, ona dokunmasa bile. İsterse şeklini değiştirebilir, parçalayabilir ve her bir parçayı da ayrı ayrı kontrol edebilir.”

“Dur bir dakika, benim gücüme benziyor derken?”

“Bu kılıç, dokunduğu canlılardaki enerjiyi hareketli hale geçiriyor, Rene ise gücünü kılıçtan aktararak bu enerjiyi emiyor. Bir bakıma durağan haldeki enerjiyi emmesini sağlıyor. Yani...”

Kama sözünü onun yerine bitirdi. “Yani bu kılıcın dokunduğu kişi anında öbür dünyayı boylar.”

“Öyle de denebilir. Ama karamsarlığa gerek yok, sen bundan ötürü ölmezsin. Senin ölmemenin sebebi ise içinden ne kadar güç çekilirse çekilsin, sürekli yerine yenisini emebilmeni sağlayan gücünde yatıyor. Lakin bu yeni enerjiyi daha kontrol edemeden Rene, kılıcı kullanarak bunu emebiliyor.”

“Bu yüzden mi Rene bana kılıcı sapladığında hareket edemedim?” Az önce ona gösterdiği gerçekçi ilizyondan bahsediyordu.

“Evet.” dedi ilk taşıyıcı. “Rene, bu kılıcı sana vererek güvenini ispatlamaya çalıştı. Lakin bu senin üstünde ters tepti.”

Kama bir süre düşündü. “Onu bana verirken siyah kısımlarına değmemem gerektiğini söylemesi lazımdı.” diye karşılık verdi en sonunda. Rene’nin, sırf diğer insanlar da onu tutabilsin diye oluşturduğu tahta saptan bahsediyordu. Çünkü kılıcın geri kalan kısmı tamamen siyahtı.

“Bana karşı kendini savunman gerekmiyor.” dedi ilk taşıyıcı. Kama’ya karşı olan sempatisini kaybetmişti. Yaptığı yanlışları bile kabul etmeyen biriyle daha fazla konuşmayacaktı. Tam onu gerçek dünyaya göndereceği sırada Kama’nın konuşması ilk taşıyıcıyı durdurdu. Sözlerinde az da olsa keder, yüzünde ise saklamakta zorlandığı bir acı vardı.

X                     X                     X                     X                     X                     X        

Karşısındaki adamın “Bana karşı kendini savunman gerekmiyor.” demesi Kama’yı bir nebze olsun rahatlatmıyordu.

“Bunu zaten biliyorum.” dedi Kama. Ama bunu biliyor olması, Rene’ye bu kadar kötü davranmış olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu. “Neden Rene sürekli benim güvenimi kazanmaya çalışıyor ki?” diye sordu. Aklına tek bir sebep geliyordu, ve bu hiç de iyi bir sebep değildi.

Adam, bir önceki sorusuna cevap vermeyince başka bir soru sormakta birkaç saniye tereddüt etti. “Birbirimize tamamen zıt olduğumuzu söyledin değil mi?” Adam başını hafifçe oynattı. Kama bunu ‘Evet’ olarak kabul etti. “Bu biraz iyiyle kötü arasındaki savaşı andırmıyor mu?” diye sordu Kama.

Adam bu sorusuna manalı bir şekilde bakarak yanıt verdi. Kama, bunun evet anlamına geldiğini varsaydı. ‘Neden cevap vermiyor?’ diye düşündü.

Derin bir nefes aldıktan sonra birkaç saniye bekledi. Daha sonra “Kötü olan ben değilim, değil mi?” diye bir nefeste sordu. Adamın yanıt vermesi için birkaç saniye bekledi. Lakin bu sorusunu da, diğer ikisi gibi yanıtsız bırakacakmış gibi duruyordu.

“Cevap ver!” diye bağırdı Kama birden. Bedenini, sebepsiz bir öfkenin kapladığını hissediyordu.

Karşısındaki adam yalnızca bakışlarını yere yöneltmekle yetindi. Kama önce bunu, daha fazla soru sormasını istemediği için yaptığını düşünmüştü. Fakat biraz daha dikkatli bakınca, adamın bakışlarının doğrudan kendi ayaklarının altında kitlendiğini fark etti. Kama korkuyla aşağıya baktı.

Simsiyah bir renkten oluşan, biçimsiz el ve dokunaçlara benzeyen garip bir şey taş kapıların arasından sızıyor, zikzaklı bir yol izleyerek Kama’nın bacaklarına dolanıyordu. Kama, onların dokunuşlarını hissedemiyor, ama onların içine yavaş yavaş çekildiğini görebiliyordu.

Kama onlardan kurtulmak için boş yere debelendi. Garip şeyler sanki sisten yapılmışçasına vurduğu yerde dağılıyor, sonra tekrardan birleşiyordu. Onlar belinden yukarıya doğru çıkarken, Kama da ağırlıklarını yavaş yavaş hissetmeye başladı. Giderek güçlenerek hareket etmesini engellemeye çalışıyor ve bütün bedenini kaplayana kadar durmayacak gibi görünüyorlardı.

Kama bakışlarını tekrardan adama çevirdi. “Bir şeyler yapsana!”

“Tam olarak ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu adam Kama’yı şaşırtarak. Kama onun cevap vermemeyi sürdüreceğini düşünmüştü.

“Bilmiyorum, bir şey yap işte; öldür şunları!”

Siyah şeyler artık bütün bedenini kaplamıştı. Öyle ki boynuna kadar gelmişlerdi. Kama, yavaş yavaş yüzüne doğru ilerleyen şeylerden kaçışı olmadığını anlamanın verdiği korku ve karşısındaki adamın ona yardım etmeyeceğinin bilinci ile gözleriyle ağzını sımsıkı yumdu. En azından bunların, bedenine girmesine izin vermeyecekti.

Sonra bütün hisler aniden dağıldı. Gözlerini tereddütle açtığında kamaranın tahta tavanı ile karşılaştı. Terden sırılsıklam olmuştu. Yine de adamın söylediği en son sözü gayet net bir şekilde hatırlıyordu.

“Gücü boyunduruğun altına alabilir, kontrol edebilir veya hapsedebilirsin... Ben, Gündüzün İlk taşıyıcısı olarak sana soruyorum Kama... Gücü öldürebilir misin?”

Güç öldürülebilir miydi ki?

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-22 00:15:22
Emekleriniz için teşekkürler.