Beyazın Karanlığı
Yarı İnsan ve Geçmişten Gelen Bir Dost
“Hayır, şimdi göremezsiniz.”
“Ama uyandığını söyledin.” Diye itiraz etti Alaz.
“Evet, uyandı. Ama şu anda müsait değil.” Boğaç kapıdan
çıktığı gibi üçlü ile karşılaşmıştı. Gürültü çıkacağını anladığında da hemen
arkasına, bütün odayı içine alacak ve sesi geçirmeyecek bir bariyer oluşturdu.
“Müsait değil de ne demek? ”
“Müsait değil demek, müsait değil demektir. Bu kadar.” Boğaç
bir an duraksadıktan sonra ekledi. “İçeride Kama ile önemli bir şeyi
konuşuyorlar. Gerçekten girmek istiyorsanız” Boğaç kapının önünden çekildi.
“Buyurun, geçin. Ama Kama’nın bu durumdan memnun olacağını zannetmiyorum. Adada
olduğu gibi bir şey olabilir veya çok daha kötüsü de…” Boğaç bunları
söyledikten sonra güverteye ilerledi ve sancak tarafındaki pruvalara yaslandı.
Kama’nın sırf böyle bir şey için ortalığı yakıp yıkacak birisi olmadığını
biliyor olsa da gençlerin artık oraya girmeyeceğinden adı gibi emindi. Ne zaman
ondan bahsetmiş olsa üçünün de istemsizce irkildiğini fark etmişti. Rima
adadayken onu yenebileceklerini söylemiş olsa da aslında Boğaç onların Kama
karşısında bir şanslarının olduğunu düşünmüyordu. En azından o garip, birkaç
ırka birden dönüştüğü formundayken. Ayrıca bunu üçünün de bildiğinden emindi. O
yüzden Kama ve Rene’yi rahatsız etmeyeceklerdi.
O şeklini düşününce gençleri bırak Boğaç’ın bile tüyleri
ürperiyordu.
“Efendim, bir şey mi oldu?” Tanya, küpeştelerin arkasına
sığınarak okumakta olduğu kitaptan başını kaldırıp sordu.
“Hayır… Hayır, hiçbir şey olmadı.” Boğaç iç çekerek yüzünü
yalayan rüzgârın tadını çıkardı.
X X X X X X
Rene, başı Kama’nın göğsündeyken iç çekti. “Biliyor musun?
İlk kez karşılaştığımızda seni öldürmemekle doğru kararı mı verdiğimi birçok
kez kendime sormuştum.”
“Beni öldürecek miydin?” diye araya girdi Kama şaşkınlıkla.
Rene kıkırdadı. “Ama şimdi doğru kararı verdiğime eminim.”
Kama olduğu her ne kadar önceden de sırt üstü duruyor olsa
da şimdi resmen içine çökmüştü. ‘Rene’yi kızdırmamalıyım.’ Diye
zihninin bir köşesine kaçıncıya not aldığını bilmiyordu ama bir not daha aldı.
“Biliyor musun? Küçükken Alex gibi olabilmek isterdim.” diye
Kama da bir itirafta bulundu.
“Yani, artık olmak istemiyor musun?” Rene şüpheyle sordu.
“Aslında tam tersi, eskisinden daha fazla istiyorum…”
“Yani hikâyelerdeki Alex gibi mi yoksa benim sana anlattığım
gibi mi?”
Kama yanıt vermek yerine başka bir soru sordu. “Onu seviyor
muydun?”
“Evet, ama…” Rene bir an düşündü. “Bu şekilde değil. O daha
çok benim için bir dost gibiydi.”
“Evet. Bir dost… Çokça vakit geçirdiğin ve onunla olmaktan
zevk aldığın bir dost… Bu yüzden onun gibi olmak isterdim.”
“Senle olmaktan da zevk alıyorum.” Rene aniden uzanarak
Kama’yı öptü ve hızla geri çekildi. Kama’nın şaşkınlıktan konuşamadığını fark
edince gülümseyerek ekledi. “Ve istersen seninle de çokça vakit geçirebilirim.
Onunla hiç geçirmediğim gibi hem de…
Biliyorsun, biz taşıyıcılar zamanın başlangıcından beri
varız ve zamanın sonuna kadar var olacağız.”
“Şey… Madem bu kadar bol vaktimiz…” Kama’nın sözleri
Rene’nin dudaklarıyla tekrardan kesilmişti.
X X X X X X
Boğaç yaklaşık iki saattir küpeştelere yaslanmış bir şekilde
denizi izliyordu. Tanya ise onun hemen yanında yere çökmüş hala odasından
aldığı bir kitabı okumaya çalışıyordu. Yaslanmış olduğu tahtalara rağmen rüzgar
sayfaları karıştırmakta hiç zorlanmıyordu. “Bu kadar rüzgârda okumak zor
olmuyor mu?”
“Siz nereye giderseniz ben de orada olmak zorundayım.”
“Hayır, değilsin.”
“O zaman, olmayı istiyorum…” Tanya gözlerini kitaptan
ayırmadan cevapladı.
Boğaç, Kama ile Rene’nin ne konuştuğunu merak etse de kapıyı
dinlemek gibi bir saygısızlık yapmayacaktı. Ayrıca kurduğu bariyeri kaldırmadan
bunu kendisi bile yapamazdı. Kama’yı bilmiyordu ama Rene kesinlikle bariyerin
kalktığını fark ederdi. ‘Yine de oldukça uzun süredir oradalar.
Benim de yavaş yavaş yemek hazırlamam gerek. Yani, hafifçe kapıyı tıklatıp
girdiğimde bir sorun çıkmamalı.’
Boğaç tam aklındaki fikri uygulamaya koymak için arkasını
dönecekti ki odaya kurduğu ses bariyerinin kırıldığını fark etti. Bu yüzden
kısa bir süre daha beklemesinin iyi olacağına karar verdi.
Bakışlarını tekrardan denize çevirdikten kısa bir süre sonra
Kama, bir şey söylemeden yanına geldi ve o da küpeştelere yaslandı. Yüzünde,
bütün suratına hâkim bir gülümseme vardı.
“Bu kadar mutlu göründüğüne göre sanırım aranızdaki sorunlar
çözüldü.” Dedi Boğaç en sonunda.
“Evet.” Cevap arkasından gelmişti. “Hatta gelecekte
oluşabilecek sorunları bile çözdük.” Rene, Tanya’nın yanına oturmuş, kızı
ilgiyle inceliyordu. Tanya arada Rene’ye kaçamak bakışlar atsa da sessizce
okumaya devam etti.
‘Bu da ne anlama geliyor?’ diye düşündü Boğaç, Rene’ye doğru
dönerken. Kız, etrafa normalde yaydığından farklı bir yayıyordu. Ayrıca
saçları, tıpkı Kama’nınkiler gibi kar beyazıydı. Daha önce savaşırken de bu
şekilde görünüyordu ama bu sefer hiçbir saldırganlık sergilemiyordu. “Sende bir
şeyler değişmiş.” Diyebildi biraz düşündükten sonra.
“Ruhumun bir kısmını ona verince bunun olması kaçınılmaz
sanırım.” Dedi Kama.
‘Mecaz mı yapıyor, yoksa…? Gerçekten söylediği şeyi kastediyor olamaz,
değil mi?’ Boğaç ne cevap vereceğini şaşırdı. Yani ‘ruh’ denilen şeyin
varlığı bile bilimsel olarak kesin değilken…
‘Evet, söylediğim şeyi kastediyorum.’ Kama’nın sözleri zihnine
gelmişti. Hala nasıl düşüncelerini duyabildiğini bilmiyordu fakat bir tahmini
vardı. Kama ile aralarında tıpkı Kama’yla Rene’nin arasında olana benzer bir
bağ olabilirdi.
“Ruhunun bir kısmını vermekten kastın…” diye tekrar sordu
Boğaç. Rene’ye baktığında kızın hafifçe kızarmış olduğunu fark etti. Daha sonra
hafifçe irkildi ve Kama’ya dönerek başını salladı.
‘Muhtemelen az önce Kama’nın yaptığı gibi zihinden konuşuyorlar.’
Diye düşündü Boğaç.
‘Evet, muhtemelen öyle yapıyoruz.’
‘Zihnimi okumayı kesecek misin?’
‘O zaman düşüncelerini bana gönderme.’ Kama sırıtarak cevap verdi.
‘Bunu nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum ki?!?’
‘Öğretebilirim, eğer istersen. Tabi ki daha müsait bir zamanda. Bundan
önce kızı buradan göndermen mümkün mü? Konuşacağımız şeyler biraz özel; hem
Rene, hem de benim için.’
“Tanya.”
“Evet?” Tanya hemen başını kitaptan kaldırıp doğrulmuş ve
Boğaç’a dönmüştü.
“Bizi birkaç dakika yalnız bırakabilir misin?”
“Ama…” Tam itiraz edecekken duraksadı. “Beni terk
etmeyeceksiniz, değil mi?”
“Tabiki de hayır. Ama özel bir konu konuşmamız gerekiyor.”
Tanya biraz duraksadıktan sonra eğilip kitabını aldı ve
koşarak kamaraların içine girdi.
“Şimdi, konuşmak istediğin şey neydi?”
“Kama’nın ruhunun bir kısmını vermesi konusunda…” diye
başladı Rene. Sözlerinin devamını Kama getirmişti. “Rene benim yüzümden ismini
kaybetmişti. Korsanları öldürdüğü sırada Alex’le olan yeminini bozduğu için
artık ismi ona bir güç sağlamıyordu. Bu yüzden ona eski ismini tekrardan
verdim.”
“Ve bunun bedeli de ruhunun bir kısmını ona vermen mi
oluyor?”
“Evet. Aslında tam olarak beşte birini.” Rene cevapladı.
“Peki bu… Onun için sorun değil mi?” Soru’yu Rene’ye
sormuştu.
“Değil. Eğer Rene’yle aramı düzeltebilecekse geri kalanı da
seve seve verirdim.”
“Tamam, bu kadar yeter. Tek tek konuşun ve birbirinizin
sözlerini tamamlamaktan vazgeçin.” İkisi de şaşkın bakışlarla ona bakınca
“Kafam karışıyor.” Dedi.
“Biz…”
“Birbirimizin sözünü tamamlamıyoruz ki.” Rene başını hafifçe
yatırarak bitirdi.
“Bak yine yaptınız.” Boğaç sinirlenmeye başlıyordu. İkisi de
az önce yaptıkları şeyi gerçekten fark etmiyor olamazdı, değil mi?
Kama bir süre durduktan sonra bir anda kahkaha atmaya
başladı. “Buna daha fazla devam edemeyeceğim.”
“Bence oldukça iyi gidiyorduk.” Dedi Rene bozulmuş bir
şekilde.
“Ne yani, hepsi şaka mıydı?”
“Evet. Yani, birbirimizin düşüncelerini duyabiliyorken ‘neden
sana biraz oyun oynamayalım ki?’ diye düşündük. Yalnızca birazcık
eğlenmek için.” Kama cevapladı.
“Daha doğrusu beni sinirlendirmek için.”
“Evet.”
“Nasıl bir eğlence anlayışınız var ki sizin?” bu kesinlikle
eğlenceli değildi. İkisi de cevap vermeyince başka bir soru sordu. “O zaman bu isim
verme olayı da…”
“Hayır, o gerçekten oldu.” Diye Kama sözünü kesti.
“Yani gerçekten de ruhunun…”
“Beşte birini bana verdi.” Diye bitirdi Rene. “Görünüşümden
anlaşılmıyor mu?” gülerek elini parlak beyaz saçlarının arasından geçirdi.
“Yani, biraz anlaşılıyor…” Rene savaşırken de bu şekilde
göründüğü için üzerinde çok fazla durmamıştı.
“Bence sana çok yakışıyor.” Dedi Kama.
Rene ise bu iltifat karşısında kızardı.
‘Yoksa… Bu ikisi çoktan o birbirine açıldı mı?’ Boğaç bir an
şaşkınlıkla bunu soracak olsa da kendine hakim oldu. ‘İkisinin de birbirini sevdiğini
biliyordum ama daha dün olanlardan sonra...’
‘Birçok şey oldu ve sonunda…’ Kama’nın sözleri zihnine
tekrardan doldu.
Boğaç, düşüncelerini Kama’ya karşı nasıl kapayacağını
bilmiyor olsa da nasıl ona göndereceğini biliyordu. ‘Senin adına sevindim…’
“Bu arada, o kızı nereden buldun?” diye sordu Rene.
“Uzun hikaye.”
“Zamanımız var.” İkisi birlikte cevaplamıştı.
“O zaman isterseniz olayları en başından anlatayım.” Diye
açıklamaya başladı Boğaç. “Siz ikiniz birden bayılınca hızlıca karar vermem
gerekti. En çok insanı nasıl kurtarabilirim diye düşündüm ve hızlıca bir plan
kurdum. Korsanların tarafını tutmam ihtimal dâhilinde bile değildi; ya da en
azından o sırada öyle düşünmüştüm… Bu yüzden tacirlerin yanında savaştım.
Korsanlarla savaşan tacirler benim yardımımla hızla üstün
geldi. On dakika bile olmadan kalan iki gemiyi de batırmıştık. Fakat tacirler
az sayıda kalan korsanları kurtarmak için gemiye almak bir yana ok ve kancalar
fırlatarak öldürmeye çalıştılar.”
“Bu en mantıklı karar değil mi?” Rene sordu.
“Belki, belki de değil. Ama savaşamayan birinin
öldürülmesini izlemek de bana doğru gelmiyordu.”
“Ve bu yüzden bu sefer de korsanlara yardım ettin.” Diye
tahminde bulundu Kama.
“Evet. Tacirlere olabildiğince az zarar vererek korsanların
gemime kaçmasını sağladım. Fakat tacirler bırakıp gitmek bir yana gemimi
bordalamaya çalıştı. Bu olmadan önce bir arındırma fırlatarak onların gemisini
batırdım.”
“Arındırma?” ikisi de aynı anda sordu.
“Şeytanların, insanlarınkine benzemeyen uzuvlarından
gönderdikleri ışın. Örnek olarak ben boynuzlarımın arasından gönderiyorum.”
Diye açıkladı Boğaç. Şu anda boynuzları görünmüyor olsa da büyü gücünü tamamen
saldığında Kama veya Rene’ninkine benzer bir dönüşüm geçiriyordu. “Her neyse,
denize düşen tacirler dört bir yandan gemiye tırmanmaya başladı ve korsanlar da
onlara saldırdı.”
“Sen de hepsini öldürdün, öyle mi?” Rene soğuk bir ses
tonuyla sordu.
“Başka çarem yoktu.” Dedi Boğaç. “İkiniz de yerde baygın bir
şekilde yatıyordunuz ve açıkçası daha önce iki tarafa da yardım ederek
yeterince risk almıştım. İçlerinden birkaçı aynı anda ikinize saldırsaydı
ikinizi birden kurtaramazdım…” bütün bunları yaptığı şeyin bir mazereti
olmadığının farkındaydı. Suçluluk duygusuyla ezilirken Kama elini Boğaç’ın
omzuna koydu. “Boğaç… Teşekkür ederim.”
Rene, Kama’nın bu hareketini gördüğü gibi araya daldı.
“B-ben de teşekkür ederim. Ve özür dilerim. Seni suçlamak gibi bir niyetim
yoktu!”
Boğaç, ikilinin bu tavrı karşısında şaşırmıştı. Kama’nın
zaten ona hak vereceğini düşünüyordu fakat Rene? Onun her zaman kendisinden
nefret ettiğini ve acı çekmesi için her şeyi yapacağını düşünmüştü. ‘Acaba
Kama’yla fazla zaman geçirdiği için mi?’ diye düşündü istemsizce.
‘Bilmem. Belki öyle belki de ona ruhumun bir kısmını verdiğim içindir.’
Boğaç iç çekti. “Şu zihin okuma olayını acilen bana da
öğretmen gerek.” Dedi sesli olarak.
“Bunun senin yapabilmene imkân yok.” Diyerek Rene güldü.
“Kama’yla ben bunu yapabiliyoruz çünkü aramızda, sizlerin kullandığı bayağı
sözcüklerle açıklanamayan bir bağ var.”
“Kama ile benim aramda da benzer bir bağ var.” Dedi Boğaç.
“Bu yüzden öğrenmek istiyordum.”
Rene şaşkınlıkla. “Kama…” dedi. Daha sonra elleriyle ağzını
kapadı. “Sen erkeklerden mi…”
“Öyle değil!” Kama bağırarak karşı çıktı. “Bu daha çok…
Güven, evet! Boğaç’a güveniyorum. O yüzden bu bağ oluşmuş olmalı.”
Fakat Rene dediklerini duymamış gibi devam etti. “Bir de
beni sevdiğini söylemiştin ama aslında Boğaç’tan hoşlanıyormuşsun!” Sözlerine
sahte bir şaşkınlık eklenmişti.
“Öyle değil dedim!!!”
Boğaç ikilinin bu hareketleri karşısında gülmeye başladı.
“Gerçekten… İnsan sizin yanınızdayken sıkılmaya fırsat bulamıyor…”
“Ya da şeytan.” Dedi Rene.
“Ya da taşıyıcı.” Diye ekledi Kama.
Üçü birlikte bir süre güldükten sonra Boğaç göz yaşlarını
silerek devam etti. “Gerçekten iyi güldük… Ama, daha hikayenin sonuna
gelmedik.”
“Gelmedik mi? Sen herkesi öldürdün ve sonra biz uyandık,
böyle değil mi?” diye sordu Kama.
“Tanya’yı nasıl bulduğumu merak etmiyor muydunuz?” diye
hatırlattı Boğaç. “Sen Rene’nin peşinden gittikten sonra içime bir kurt düştü.
Batan gemileri kontrol etmem gerektiğini hissettim.”
“Hissettim derken?” diye sordu Rene.
“Yani, bunu nasıl tarif edebilirim bilmiyorum. İçimden bir
his hala hayatta kalan birilerini bulabileceğimi söylüyordu. Ben de her ne
kadar kulağa saçma gelse de o hissi takip ettim. Etrafıma büyüyle bir hava
kabarcığı oluşturup denize daldım. Gemi enkazlarını tek tek aradım ve on dakika
içinde denizin dibinde onunla karşılaştım.”
“On dakika derken? O kadar süre nasıl hayatta kalmış?” Rene
inanmaz bir sesle sordu.
Boğaç ise Rene’nin sorusunu görmezden gelerek devam etti.
Zaten sonunda her şeyi açıklamış olacaktı. “Tacirlerin gemisinin alt kısmında
insanlar vardı. O zamana kadar ne tüccarı olduklarını hiç merak etmemiştim
fakat kafeslerin içinde farklı farklı ırklardan kaskatı kesilen bedenler cevabı
bana açık bir şekilde söylüyordu. Başta herkesin öldüğünü sanmış olsam da
enkazın en arkasında küçük bir hava boşluğu kalmıştı. Tanya, o küçük yere
başını uzatmış, hala hayatta kalmak için çabalıyordu. Gemiyi ilk batırdığım
zamandan beri geçen süre neredeyse yarım saati bulmuştu ve kızın havası
tükenmek üzereydi. Enkazı parçalayarak hemen onu oradan çıkardım ve gemiye
getirdim. Sonrasını az çok tahmin edebilirsiniz.”
“Yani o çocuk bir köle miydi?” diye Rene öfkeyle sordu.
Bakışları sertleşmiş olsa da öfkesinin kaynağı Boğaç değildi.
“Köle olmak yanlış bir şey mi?” diye sordu Boğaç.
“Evet, özellikle onun gibi yarı insanların köle olması… Onu
bu hale getirenleri bir elime geçirirsem…” Daha sonra aniden sakinleşmişti.
“Özür dilerim, biraz sinirlendim.”
“Onlarla aranda bir şey var gibi sanki.” Dedi Kama. “Yarı
insanlarla…”
“Evet.” Rene’nin cevabı kısa ve netti.
“Yarı insanları özellikle seviyor olmanın bir nedeni var
mı?” diye sordu Boğaç.
Rene bir süre düşündükten sonra. “Hala Karmen’in yanına mı
gidiyoruz?” diye sordu. “İllea’ya?”
“Evet ama… Karmen’in yönettiği ülkenin adını nereden
biliyorsun ki?” diye sordu Boğaç. Karısı ile karşısında duran kızın ilişkisini
oldukça merak ediyordu.
Fakat Rene, onu bu konuda aydınlatmak yerine “Sonra
anlatırım.” Diye geçiştirdi. “Yarı insanlara olan sevgimin nedenini merak
ediyorsan da yolculuğumuzda ufak bir mola vererek bunu öğrenebilirsin.”
Boğaç omuz silkti. “Zaten tek günde tamamlayamayacağımız
kadar uzun bir yolculuk. Hatta birkaç günde bile…”
“Aslına bakarsan daha önce gezip gördüğüm yerlere
ışınlanabiliyorum.” Dedi Rene. “Çok tutarlı bir büyü olmasa da genellikle işe
yarıyor.”
“Çok tutarlı değil derken?”
“Yani, mesafe kısayken sorun yok ama mesafe çok uzunsa ve
oraya en son gitmemin üzerinden biraz zaman geçmişse bazı sıkıntılar
olabiliyor.”
“Ne gibi?” Boğaç daha da merakla sordu. Birilerini
ışınlayabilen bir yetenek… Bu muazzam bir güçtü.
“Mesela yanlışlıkla yerin binlerce metre altına
ışınlanabiliyorsun. Yada başka bir insanın içine ki emin ol, yer altına
ışınlanmayı bir başkasının içine ışınlanmaya tercih edersin.” Rene biraz
düşündükten sonra. “Ne diyorsun?” diye sordu. “İstersen doğrudan dediğim yere
gidebiliriz.”
“Hayır.” Boğaç kesin bir şekilde söyledi. Kendini bir anda
toprağın altında bulabileceği bir duruma sokmayacaktı.
“Emin misin? Bu büyüyü bir daha hayatın boyunca
göremeyebilirsin.”
“Kesinlikle eminim. Yanılmıyorsam şeytanlar oldukça uzun
yaşıyor ve ben de bir şeytan olarak hayatımın geri kalanını bir duvarın
içerisinde geçirmek istemiyorum.” Daha sonra hafifçe doğruldu ve sordu. “Ama
eğer istersen Karmen’le arandaki ilişkiyi anlatabilirsin. Bunu zevkle
dinlerim.”
“Önce sen.” Dedi Rene. “Yanlış hatırlamıyorsam en son soruyu
sen sormuştun. Yani şimdi sıra bende.”
“En son soru derken?” diye araya girdi Kama.
“Geçen gün sen uyurken Rene’yle ufak bir ölüm oyunu
oynamıştık da ondan bahsediyor.” Boğaç eliyle arkasındaki ahşaba kazınmış garip
yazıları işaret etti.
“Ölüm oyunu mu?!?”
“Evet, Rene’nin yere çizdiği o çemberlere girdik ve
birbirimize art arda sorular sorduk.” Diye açıkladı Boğaç. “Birisi yalan söylediğinde
çemberin içerisindeki yazılar etkinleşecek ve yalan söyleyen taraf direkt
olarak ölecekti.” Sonucu sanki önemsiz bir şeymiş gibi söylemişti.
Kama, bunu yaptığına inanmıyormuş bir şekilde Rene’ye baktı.
“Ne? O zamanlar aramız pekiyi değildi.” Dedi Rene.
“Onu öldürmeyeceğine söz vermiştin ama.” Diye karşılık verdi
Kama.
“Ve sözümü de tuttum. Gördüğün gibi Boğaç hala canlı ve
sapasağlam!” Bunu söylerken sırıtarak Boğaç’ın sırtına bir tane geçirdi.
“Ama bu sırada ölseydi…”
“O sırada ölseydi de bu yine kendi suçu olacaktı. Yazılar,
içerisine giren kişi yalan söylediği zaman etkinleşiyor. Yani teknik olarak ben
yalnızca onun boynuna bir ilmek atmıştım, aşağı atlamak veya atlamamak kendi
tercihi olacaktı.”
“Ama…!”
Kama itiraz edecekken Boğaç araya girdi. “Ben hala buradayım
biliyorsunuz değil mi?”
“Bir dakika Boğaç, bu önemli bir konu.” Dedi Kama.
“Bence değil.” Rene umursamazca cevapladı.
“Ha, yani insanların hayatı önemsiz bir konu mu?” Diye dalga
geçer gibi sordu Kama.
“Boğaç bir şeytan.”
“Ne olduğu fark etmez, korsanlar veya tacirler konusunda da
bir şey yapmamıştın!” Kama öfkeyle bağırdı en sonunda. Fakat hemen ardından az
önce söylediklerinin farkına vararak düzeltmeye çalıştı. “Affedersin, öyle
demek…”
“Hayır. Haklısın.” Rene’nin sesi bir parça kırgın çıkıyor
olsa da Kama’nın gözlerinin içine bakıyordu.
“Öyle miyim?” Rene’nin söylediklerini kabul etmesi ile belli
ki biraz kafası karışmıştı.
Yalnızca Kama’nın değil Boğaç’ın da kafası karışmıştı.
Rene’nin karakterini düşündüğümüzde, karşısındaki insanların görüşlerini
kolaylıkla kabul etmek yerine sonuna kadar karşı çıkması daha beklenilir bir
hareket olurdu. Rene de iç çekerek devam etti.
“Birisi benim kadar uzun süre yaşadığında bütün sevdikleri
ve sevmedikleri önünde eriyip yok oluyor. Belki de bu yüzden buna biraz
alışmışımdır… Belki de bu yüzden o korsanlar konusunda bir şeyler yapmak
istememişimdir.”
“Ben… Üzgünüm…” Kama yutkundu. Rene ona kızıp bağırsa
muhtemelen şu ankinden daha kötü hissedemezdi. Ya da en azından Boğaç öyle
düşünüyordu. Kama da kendini açıklamaya çalıştı. “Bazen içimde sebepsiz bir
öfke patlaması oluyor…”
“Güneş yüzünden değil mi?” diye sordu Rene. Kama şaşkın bir
şekilde başını sallayınca da “Biliyorum.” Diye karşılık verdi. “Ruhunun beşte
biri bende, unuttun mu?”
“Sen de onu hissedebiliyor musun?” Kama şaşırmış bir şekilde
sordu.
“Evet, bu yüzden sana kızmıyorum…”
“İsterseniz ben gidebilirim.” Dedi Boğaç aradan.
“Affedersin, Karmen hakkında konuşuyorduk değil mi?” Rene
bir anda Boğaç’a dönerek az önceki konuşma hiç yaşanmamış gibi sordu.
“Yok, şey, yani, daha sonra da konuşabiliriz.”
“Şimdi konuşacağız.” Diye karşı çıktı Rene.
‘Nasıl bu şekilde davranabiliyor?’ diye düşündü Boğaç
istemsizce. ‘Daha demin ağlayacağını düşünüyordum fakat şu anda…’
‘Taşıyıcıların ortak özelliği olabilir.’ Diye karşılık verdi
Kama. ‘Duygusal olarak biraz dengesizmişiz. Yani ilk taşıyıcı bana öyle
söylemişti.’
‘Anlıyorum.’ Boğaç bu durum hakkında daha fazla düşünmedi.
Karşısındaki ikili hayatı boyunca gördüğü her şeyden daha anormal olduğu için
böylesine basit bir şeyi kolaylıkla kabul edebiliyordu. “O zaman çemberlere
geri dönelim, ilk sen soruyordun değil mi?”
“Evet. Ama bu işi burada da yapabiliriz.” Rene elini
savurduğunda belindeki tahta parçasından boşalan siyah duman iki çembere eşit
şekilde dağıldı ve üzerlerinde dönmeye başladı. Dumanlar dağıldığında ve
belindeki tahtanın içine geri girdiğinde çemberlerin yerini yeni zımparalanmış
gibi duran zemin almıştı.
“Birden bire ne oldu? Bana güvenmeye falan başlamadın
sanırım.” Boğaç tek kaşını kaldırarak sordu.
“Yalnızca başkalarının hayatlarına biraz daha fazla değer
vermeye başladım diyelim.”
“O zaman sor.”
“Karmen hakkında nasıl bu kadar çok şey biliyorsun?” Rene
sözcüklerini seçerken temkinliydi.
Kama ise iç geçirerek kamaralara doğru ilerledi. “Ben dinlenmeye
gidiyorum. Bu sohbet beni aşar.”
“Niye böyle söyledin ki şimdi?” Rene üzülmüş gibi sordu.
Belli ki Kama’nın yanından ayrılmasını istemiyordu.
“Karmen şöyle, Karmen böyle. Hemen hemen her sohbetin
altından o çıkıyor.” Kama, sitem ettikten sonra Boğaç’ı kızdırdığını düşünmüş
olacak ki aniden geri döndü ve “Yanlış anlama Boğaç.” Diye ekledi. “Yalnızca
son birkaç günde fazlaca lafı geçti ve onun hakkında o kadar çok şey duydum ki
artık yorucu başladı. Yoksa karına hakaret etmek istediğimden değil…”
“Sorun değil, anlıyorum.” Diye sakince cevapladı Boğaç.
Kama’nın bu şekilde ifade etmiş olması biraz sinirini bozsa da az önce
belirttiği ‘dengesiz ruh hali’ durumundan ötürü sesini çıkarmadı.
“Bekle, karın derken?!?” Rene neredeyse bağırmış, Kama ise
çoktan oradan uzaklaşmıştı.
“Sanırım sorduğun sorunun cevabını Kama vermiş oluyor
böylece.” Dedi Boğaç.
“Ama bu imkansız!”
Boğaç sinirlenmişti. Tamam, belki her kızın hayalindeki
erkek olmayabilirdi ama standartların çok da altında değildi. Derin bir nefes
alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı ve “Neden imkânsız oluyormuş?” diye
sordu.
“Çünkü Karmen, ailesini katleden şeytanla ölse de birlikte
olmaz.”
“Sen, bunu. Nereden?!?” Boğaç konuşamadı.
“Mi biliyorum? Cevap basit; ailesini öldürdüğün gün onu
bulup ona sahip çıkan kişi bendim de ondan.” Rene kibirli bir şekilde
konuşurken Boğaç donup kalmıştı. Bir dakika kadar bir şey demeden durunca Rene
yavaşça elini kaldırdı ve önünde salladı. “Hey, hala orda mısın?”
“Sen Karmen’in ustasısın…” Bunu bir fısıltı olarak söylemişti.
“Bunu yeni mi anladın? Tabiki de…” Boğaç’ın hareketini
görünce sözünün devamını getiremedi. Bir anda yerlere kadar eğilmişti.
“Çok teşekkür ederim!”
“Ne? Neden?”
“O zaman onu koruyup kolladığın için… Eğer o zaman ona sahip
çıkmamış olsaydın… Ben…” Boğazı düğümlerinken sözlerinin devamını
getirememişti.
“Bir dakika, o zaman gerçekten de… Karmen seninle…” Rene
sarsılmış bir şekilde sordu.
Boğaç hafifçe doğruldu ve başını salladı. Hemen ardından
tekrar eğildi.
“Ama onun seni öldürmüş olması gerekiyordu!”
Boğaç başını kaldırmadı.
“Ayağa kalkıp doğru düzgün açıklasana şunu!”
“Eğer ustanın isteği buysa…” Boğaç ayağa kalktı.
“Kes şunu, bu çok iğrenç!” Boğaç, Rene’ye anlamadığını ifade
edercesine boş boş bakınca “Her zamanki gibi olamaz mısın?” diye sordu.
“Ama siz Karmen’i kurtardınız. Onunla sizin sayenizde
karşılaşabildim.” Buna hala inanamıyordu. Dünya üzerine o kadar kişi yaşarken
karısının hayatını kurtaran kişiyle karşılaşmıştı!
“Bak, eğer böyle davranacaksan Kama’nın yanına gideceğim ve
bundan sonra onun hakkında da tek kelime etmeyeceğim.”
“Ben… Üzgünüm… Ama… Karmen, ustasının onun için yaptıklarını
anlatmıştı… Bu yüzden bir gün onunla karşılaşırsam ona borcumu…” Boğaç
ağlamaklı konuşmasının devamını getiremedi.
“Anlıyorum. Ama bunu senin için yapmamıştım. Hatta seni
öldürebilmesi için yapmıştım.”
“Bu önemli değil.” Dedi Boğaç.
“Bence de önemli değil. Aynı benim onu kurtarmamın önemli
olmadığı gibi.”
“Ama…”
“Ayrıca onu öz kızım gibi seviyorum. Eğer gerçekten de
söylediğin gibi onunla… E… E… Ev…” Rene sanki bunu söylemek imkânsızmış gibi
bir süre bekledikten sonra kendini zorlayarak devam etti. “Evlendiysen! Onu
mutlu etmen var olduğunu iddia ettiğin borcu fazlasıyla öder.”
“Ben… Teşekkür ederim. Ve özür dilerim.” Boğaç’ın ağzından
bu sözler döküldüğünde Rene gerildi. Kama’nın benzer şeyler söyledikten sonra
yaptıklarını unutmamıştı hala. Fakat Boğaç, Rene’nin tepkisini fark etmeyerek
devam etti. “Başlarda size kötü davrandım…”
“Bak şimdi, gene sizli bizli konuşmaya başladın. Böyle
resmiyetlerden nefret ediyorum!” Rene rahatladıktan sonra sitemkâr bir şekilde
konuşuyordu.
“Ama… Siz Karmen’in ustasısınız.”
“Evet, ve eğer bu şekilde davranmaya devam edersen yaşadığın
son birkaç saati hafızandan siler ve bu gerçeği unutmanı sağlarım.” Rene bir
saniye duraksadıktan sonra parmaklarını kütleterek “Bunu yaparken büyü bile
kullanmam.” Diye belirtti.
‘Büyü kullanarak birinin hafızasını silmek bir yana büyü kullanmadan
bile mi!? Karmen’in ustasından da daha azını beklemezdim.’ Boğaç böyle
düşünürken Rene’ye öylesine saygı duymaya başlamıştı ki hafızasını silmekle
neyi kastettiğini hala anlayamamıştı.
“Elbette usta!”
“Bak, yalnızca bir kez söyleyeceğim. Ben senin ustan
değilim!” Rene neredeyse bağırıyordu.
“O zaman… Size nasıl hitap etmeliyim? Bayan kara ejder?
Gece’nin taşıyıcısı?”
“Eskisi gibi Rene yeterli.” Rene gülümsedi. Sanki adını
söylemek bile kendisini mutlu etmişti. O anda başka bir şey düşünen Boğaç ise
bunun üstünde çok durmadı.
“Hiçbir saygı eki olmadan mı?” Boğaç, belki bir dakika önce
bu şekilde davranabilirdi. Ama şu anda karşısındaki kişiye öyle bir saygı
duyuyordu ki bunu istese bile başaramayacağını düşünüyordu.
Tam bu sırada Tanya içeriden geldi ve kitabı gösterdi.
“Efendim, bu bitti.”
“Odandakilerin tamamını okuyabilirsin.” Diye seslendi Boğaç.
“Ayrıca bana efendim demekten vaz geç.”
Tanya bunun ardından tek kelime etmeden gitmişti.
Kız gözden kaybolunca “Aynı şey.” Dedi Rene.
“Hı?”
“Onun sana o şekilde seslenmesini istemiyorsun. Ben de senin
bana bu şekilde seslenmeni istemiyorum. Şimdi anlıyor musun?” Boğaç başını
sallayınca Rene devam etti. “O zaman artık öyle sizli bizli konuşmaman iyi
olur. Özellikle de başkalarının yanındayken.”
“Ben… Deneyeceğim.” Hala aklı almıyordu. O Karmen’in
ustasıydı! Sevdiği kadının hala hayatta olma sebebi!
“Bayan kara ejder…” Rima, Boğaç’ın arkasından seslendi.
“Arkadaşlarımla ben sizinle görüşmek istiyoruz… Eğer uygunsanız tabi.”
“Rene.” Diye belirtti.
“Efendim?”
“Benim adım Rene. Ve evet, şu anda müsaidim.”
Rene kendi adını söylerken yine gülümsemişti. ‘Acaba
benim anlayamadığım bir şey mi var?’ Rima çoktan diğerlerine haber
vermeye gittiği için Boğaç bu işin ucunu biraz arayabileceğini düşünüyordu.
“İsminizi…”
“Hı?!”
“İ-ismini… Oldukça seviyor gibisin?” Rene aniden öfkelenince
az önceki resmiyet olayını hatırlayarak kendini düzeltmeye çalışmıştı.
Vurgusuna göre bir soru olması gereken bu cümle de Boğaç’ın ağzından aceleyle
çıkmıştı.
“Doğuştan büyü gücü olan sizlerin beni anlamasını
beklemiyorum.” Dedi Rene sakince. “Ama evet, ismimi seviyorum.”
Boğaç daha fazla soru soracakken üç genç güverteye gelerek
işine çomak soktu. Üçü de diz çöktükten sonra kısa bir sessizlik yaşandı.
“Kendinizi tanıtmayı düşünür müydünüz?” diye sordu Rene daha
fazla bekleyemeyerek.
“Rima.”
“Alaz.”
“Alperen.” Diye üçü de hızla kendini tanıttı.
“Hayır, isimlerinizi zaten biliyorum. Neden şu anda burada
olduğunuzu sormuştum.”
“Bizi eğitebilmeniz için bir yıldır sizi arıyoruz. Sonunda
sizi bulduk ve…”
“Sizi eğiteceğimi de nereden çıkardınız?” Rene Alaz’ın
sözünü keserek sordu.
Gerçekten de böyle bir girişi Boğaç da beklemiyordu. Sonuçta
birinin arkasından ‘Ne kadar güçlü olabilir ki?’ şeklinde konuşurken önüne gelip ‘Bizi
eğit’ demek biraz absürttü.
“Biz… Bunu yapacağınızı umut etmiştik…” Alperen cevapladı.
“Neden öyle gereksiz bir umuda kapıldınız? Karşılıksız
yardım edecek kadar cömert birisi olduğumu düşünmenize sebep olan şey ne ki?”
‘İlk karşılaştığımızda bana daha sert davranıyor olsa da…’
Sonuçta Rene karşılaştığı anda Boğaç’ı öldürmeye çalışmıştı. Yine de Boğaç,
gençlere acımadan edemiyordu. Rene ile ilk karşılaştığında Kama orada olmasa
muhtemelen şu anda Boğaç da burada olamazdı. Yani üçünün de şu anda bir
‘Kama’ya ihtiyacı vardı. Kama da onlardan pek hoşlanmadığına göre Boğaç o rolü
biraz üstlenebileceğine karar verdi. Onlara neden yardım ediyor olduğunu
kendisi de bilmiyor olsa da bir şekilde yardımcı olabilmek istiyordu. Tanya’yı
kurtardığı zamanki gibi bu da bir histi yalnızca.
Rene’nin yanına eğilip alçak sesle konuştu. “Rene, Kama
kontrolden çıktığında yardım etmişlerdi, hatırladın mı?”
“Ayak bağı olmuşlardı.” Dedi Rene iğneleyici bir dille.
“Karışmasalardı işleri çok daha rahat halledebilirdim.”
“Ama bu yine de yardım etmeye çalıştıkları gerçeğini…”
“Onlara bak Boğaç!” Rene sesini yükselterek sözünü kesti.
Bakışlarını az çok tanıdığından kızmaya başladığını biliyordu bu yüzden
sessizce söyleneni yaptı. Fakat ne kadar bakarsa baksın karşısında diz çökmüş
bir şekilde bekleyen üç tane gençten fazlasını göremiyordu. Gerçi biraz
tedirgin hissediyordu ama…
“Tam olarak neye bakmam gerek?” diye fısıldadı Boğaç.
Rene iç çekti. “Bazen bizim haricimizdekilerin bunu
göremediğini unutuyorum.”
“Neyi?”
“Duyguları. Onlar senden nefret ediyor Boğaç!”
“Sen neyden bahsediyorsun? Üçü de biraz bile öldürme isteği
yaymıyor.”
“Öldürme isteğinden bahsetmiyorum! Duygularından
bahsediyorum!”
“Biz…”
“Kes sesini!” Alperen bir an konuşacakken Rene hırlarcasına
onu susturdu. “Böylesine bir düşmanlık besleyen sizler nasıl olur da karşıma
çıkacak cüreti gösteriyorsunuz!?!”
“Iıı- Rene…”
Rene aniden Boğaç’a dönerek bir elini susması için havaya
kaldırdı ve diğeri ile de şakağını ovuşturdu. Boğaç bunu göremiyor olsa da
belli ki Rene bunu gayet net görüyordu ve önündeki gençlerin düşmanca tavrı onu
çileden çıkarıyordu. “Bak, biliyorum. Sen insanların sana nasıl baktığını
umursamıyorsun. Ama bir dostun olarak ben umursuyorum.”
“Dostum?”
“Karmen’in dostu benim de dostumdur.” Diye belirtti Rene.
“Veya kocası, eşi, her neyse işte!”
“Rene, şimdi söyleyeceklerim belki kalbini biraz kırabilir”
Diye başladıktan sonra kısa bir süre sözlerini havada bıraktı. “Ama sen de ilk
karşılaştığımızda beni öldürmeye çalışmamış mıydın?”
“Ama o zaman farklıydı. O sırada senin Karmen’i öldürdüğünü
zannetmiştim.” Rene, yaptığı şeyden belli ki bir pişmanlık duymuyordu.
Boğaç ellerini kaldırarak Rene’yi sakinleştirmeye çalıştı.
“Genelde bütün herkes aynı tepkiyi verdiği için artık alıştım. O yüzden onlar
hakkında karar verirken benim hakkımdaki nefretlerini bir kenara bırakarak yap
bunu.”
Rene iç çekti “Tamam, o zaman dediğin gibi yapacağım.”
Gençlere doğru döndükten sonra bir beş saniye kadar süzdü ve “Hiçbiriniz
eğitilmeye layık değilsiniz.” Dedi. Hemen ardından Boğaç’a dönerek. “Oldu mu?”
diye sordu.
“Buna daha fazla katlanmayacağım!” Alaz ayağa kalkarken
resmen kükremişti.
“Alaz, dur.” Rima’nın sesi neredeyse yalvarır gibi çıkmıştı.
“O… Kara ejder…”
“Öyle olduğu ne malum? Senin söylediğine göre yarı baygın
halde gördüğün bir halüsinasyon bile olabilir!”
“Ama!”
Rima itiraz edecekken Alaz konuşmaya devam etti. “Kama
denilen o yaratık bile şu kızdan daha güçlüyken onun gerçekten de kara ejder
olduğuna…” Sözleri aniden gelen soğuk dalgası ile kesilmişti.
Ne Boğaç, ne Alperen ne de Rima hareket edebilecek zamanı
bulamamıştı. Yalnızca üçü de kollarıyla yüzlerini koruyabilmişti.
Etrafı bembeyaz bir duman kaplarken Boğaç, Rene’nin
tekrardan dönüşüm geçirdiğini düşünmüştü. Fakat duman zannettiği şey yalnızca
su buharıydı. Birkaç saniye içerisinde su buharı ağır bir şekilde dağıldığında
da Alaz’ın içinde bulunduğu manzarayı gözler önüne serdi.
Rene’nin ayağının ucundan başlayan buzdan yapılma dikenler
vahşi bir şekilde ilerleyerek iki gencin arasından geçmiş, Alaz’ı pruvanın
ucuna kadar fırlatmış ve hareket dahi edemeyeceği bir şekilde dondurmuştu.
Zeminden yükselen pek çok ince ve sivri buz parçası Alaz’ın hayati noktalarına
doğru uzamış fakat onu yaralamamıştı. Henüz…
“Bana ne söylediğin umurumda değil ama ona bir daha hakaret
edecek olursan burada seni öldürmüş olmam için yalvarırsın…” dedi Rene alçak
sesle. Havadaki elektriklenme yüzünden saçları hafifçe süzülüyor, kızıli renkte
parlayan gözleriyle Alaz’a meydan okuyan bir bakış atıyordu. Öyle bir öldürme
isteği yayıyordu ki Boğaç, bu isteğin hedefi olmamasına rağmen soğuk terler
akıtmaya başlamıştı.
“Yanlış zamanda mı geri geldim?” Kama, aradan geçen birkaç
saniyenin sonunda bunu sormaya cesaret edebilmişti. Tam tartışmanın alevlendiği
sırada kamaraların girişinde belirdiğinden o ana kadar kimse onu fark
etmemişti.
Etraftaki bütün o gerginlik bir anda yok oldu.
“Hayır.” Rene neşeli bir şekilde cevapladı ve sekerek ona
doğru yürümeye başladı. “Hiç de yanlış bir zamanda gelmedin.”
“Şey, bir türlü uyku tutmadı… Bu yüzden sana bir şey
soracaktım da…”
“Tabii, istediğini sorabilirsin.”
“Güçlerimi kullanmak konusunda biraz tereddütlerim var.
Biliyorsun; dönüşüm olsun, büyü yapmak olsun. Ve sen de bu konuda oldukça iyi
olduğundan… Yardım edebilir misin?”
Rene’nin yüzündeki gülümsemesi daha da arttı. “Elbette
ederim!” Kamaralara ilerleyen Kama’yı durdurmuştu. “Ama bunu açık alanda
yapmamız daha iyi olur.” Daha sonra Alaz’a doğru döndü ve yalnızca “Kaybolun.”
Dedi. Bunu demesiyle buzlar tıslayarak erimeye başladı.
Buzlar eridiğinde Alaz sonunda uzun süredir tuttuğu nefesini
verebilmişti. Fakat hiçbiri kıpırdamıyordu. Gitmek isteseler bile Rene, Kama
ile birlikte kamaralarla üçünün arasında duruyordu. Eh, gemide, Rene’den uzakta
pek fazla alan olmadığı için de tek çözüm kamaralara kaçmaktı. Üçü de bir süre
hareket etmeden korkuyla bekleyince Rene “Kendimi tekrarlamayı sevmem.” Diye
ikaz etti.
Bunu söylemesiyle üçü de koşarak yanlarından geçti ve tek
bir odaya doluştu.
X X X X X X
“Yanlış zamanda gelmediğimden emin misin?” diye tekrar sordu
Kama.
“Gel işte.” Rene, Kama’nın elinden çekiştirerek geçen sefer
gemiye geldiğinde güverteye bıraktığı sandığa doğru ilerledi. “Sana gücünü
kontrol etmeyi öğretirim, ama bir şartla.”
“???”
“Benimle antrenman yapacaksın.” Rene tekmeyi vurduğunda
sandık açılmış ve içerisindeki onlarca kılıcı gözler önüne sermişti. Sandığın
boyutu 30 santimi geçmemesine karşın, içerisinde onlarca silah, altın ve
mücevher vardı. Hepsi gelişi güzel yerleştirilmişti ve tam anlamıyla
zenginlikten oluşan bir kaosu andırıyordu.
“Bir anda bu fikir aklına nerden geldi?” diye sordu.
“Uzun samandır sağlam bir antrenman yapmadım ve sen çevremde
tanıdığım en güçlü rakipsin. Ben de, ‘neden birlikte biraz antrenman yapmayalım
ki?’ diye düşündüm.
Bu arada antrenman, ikimizin de kılıç kuşandıktan sonra
birbirimize karşı yapacağı oldukça ölümcül saldırılardan ibaret olacak.”
“Ben kılıç kullanmayı bile bilmiyorum ki!” diye itiraz etti
Kama. Bu ‘Antrenmanın’ sonucunda hayatta kalabilir miydi emin değildi ama
Rene’nin istediği savaşı ona veremeyeceğinden adı gibi emindi.
Buna karşın Rene’nin yüzüne yansıyan heyecanı açık bir
şekilde seçebiliyordu. “Hadi ama, seni zihninde savaşırken gördüm.
Mükemmeldin!”
“Evet, o sırada bunu çıplak ellerim ve irade gücüm sayesinde
zar zor başarabiliyordum. Kılıç ile değil.” Diye hatırlattı Kama. “Ayrıca orası
benim zihnimdi, yani işlerin tam olarak istediğim gibi gittiği yer. Gerçek
dünyada o kadar da yetenekli değilim.”
“O zaman kendini geliştirebileceğin yeni bir şey daha
çıktı.” Diye takıldı Rene. Daha sonra sandıktan bir metre boyunda, ince, düz
bir kılıç çıkararak havaya kaldırdı. Geçen sefer Kama’nın mağarada görüp
beğendiği kılıçtı. Çeliğinin ağzı hafif pembeye çalan bir tona sahipti ve
oluğunun içine garip harfler kazınmıştı. Böylesi bir kılıcı tanımlayacak tek
kelime ‘güzel’ olurdu. Ama Kama, o kılıcın ne kadar keskin olduğunu da
biliyordu. Rene yalnızca ağzının üstüne bıraktığında bile kılıç kendi ağırlığı
ile kabzasına kadar taşa saplanmıştı. Öylesi bir aleti Rene’ye doğru
sallayamazdı. “Bunu sana karşı kullanamam.” Diye de söyledi.
“Zaten bu benim silahım.” Rene kılıcın kınını çıkarıp yere
attı. Daha sonra boştaki eliyle kılıfında duran Tan katilini belinden çıkardı
ve Kama’ya uzattı. “Bu senin silahın.”
Kama o silahı Rene’ye karşı kullanmayacak olsa bile onu
elinde tutamayacağını öğrenince hayal kırıklığına uğramıştı. Üstüne üstlük Tan
katilini kullanmak zorundaydı ki bu silaha uzaktan bakmak bile onu huzursuz
ediyordu.
Rene de bu durumu fark edip “Sanki o silahı sevmiyormuşsun
gibi.” Dedi. “İstersen değişe de biliriz.”
Kama tam bu fikre balıklama atlayacaktı ki silahları
değişmenin aynı zamanda Rene’nin, elindeki lanetli kılıcı kullanacağı anlamına
geldiğini anlayınca duraksadı. Rene Tan katilin kullanacak olursa her darbesi
normal bir kılıcın onlarca katı daha fazla acı verecekti. Bu antrenman
sırasında yaralanma riskinin olduğunu biliyordu. Eğer illaki yaralanması
gerekiyorsa bunun Tan katili yüzünden olmamasını tercih ederdi. “Birden hoşlanmaya
başladım nedense.” Dedi kılıcı almak için uzanırken.
“İyi. Şimdi onu kınından çıkar.” Kama söylenileni yaptığı
gibi kılıç aniden büyüyerek Rene’nin elinde tuttuğu kılıcın bir kopyasına
dönüşmüştü. Bu hali aslında biraz güzel gibi görünse de yalnızca elinde tutmak
bile korkudan kanının çekilmesine sebep oluyordu. “Hazır mısın?”
“Bekle, bekle, bekle! Kılıç kullanmayı bilmediğimi söyledim
ya!”
“Ve ben de öğreteceğimi söyledim.”
“O zaman önce öğret sonra dövüşelim!”
“Öğrenmenin en hızlı yol dövüşmektir zaten!” Rene kılıcını
yukarıdan aşağıya savururken böyle söyledi.
Kama, Rene’nin kılıcı bilerek yavaş savurduğunu fark
etmişti. Bariz bir şekilde onun saldırıyı karşılayabilmesini istiyordu. Kama da
öyle yaptı. Kılıcını çapraz olarak havaya kaldırdı ve Rene’nin kılıcının
üzerinden kaymasını sağladı. Sonra bir tane daha; ve bir tane daha. Rene
saldırılarını hızlandırırken Kama da daha hızlı karşılıyordu. ‘Sanırım
aslında bana vurmak istemiyor…’ diye düşündü birden. Tabi ki bu sırada
düşüncelerini Rene’ye karşı kapamıştı.
Rene ne kadar hızlı saldırırsa saldırsın Kama’nın
karşılayamayacağı bir hıza çıkmıyordu. Kama biliyordu ki Rene istese bunu
rahatlıkla yapabilirdi. Bu teorisini test edebilmek için kılıcını bu sefer
biraz daha yavaş kaldırmaya cesaret etti. Fakat Rene’nin elindeki kılıç
kafasını koparmadan hemen önce kendini çaprazlama geriye atmış ve saldırıyı son
anda savuşturmuştu. Yanağından kan boşalırken Kama anlık bir korkuya kapıldı. ‘Lanet
olsun, gerçekten saldırıyormuş?!?’ Rene’nin kılıcı ona çarpmadan önce
durduracağını düşünmüştü. Fakat bırak durdurmayı yavaşlamamıştı bile!
Ellerinden birini sızlayan yanağına götürmemek için direndi.
İki eliyle bile Rene’nin vuruşlarının gücünü zar zor engelleyebiliyordu. Bütün
saldırılar büyü gücüyle doluydu ve Kama henüz kılıcına büyü gücünü
yönlendirmeyi bilmiyordu. Bu yüzden bütün darbeleri kasları ile karşılıyordu.
“Dikkat etmezsen öleceksin.” Diye uyardı Rene. Daha sonra
birkaç kez daha savurdu kılıcını. Her seferinde saldırıları daha ağır gelmeye
başlıyor, aralarındaki zamanlama daha da azalıyordu. Belli ki az önceki
hareketine sinirlenmişti.
“Rene. Bak. Fikrimi. Değiştirdim.” Kama vuruşların arasında
konuşmaya çalışıyordu. Daha sonra karşıladığı saldırı ile Rene’ye yüklendi ve
onu ittirerek aralarındaki mesafeyi biraz açtı. “Büyü işini kendim de
çözebilirim.”
“Ama böyle yarı yolda bırakmak olmaz ki.” Rene üzgün bir
sesle cevapladı. Fakat saldırıları, ses tonunu yalanlar bir biçimde daha da
güçlenmişti. Kama, kendini tamamen koruyamadığı her darbede sağa sola yarım
adımlar atarak hasarı en aza indiriyor olsa da birkaç saniyede üzerinde bir
düzine kesik oluşmuştu.
‘Korkma.’ Güneş’in sesi zihninde belirmişti yine. ‘Onu
yenebilirsin.’
Kama’nın bedeni aniden kasıldı. “Rene! Bekle! Güneş…”
Kendini savunmaya denerken bir yandan da sakinliğini korumaya çalışıyordu.
Fakat kılıcı tuttuğu kolunu kaldıracak gücü bile kalmamıştı.
“Ne?” Rene aniden duraksadığında Kama’nın bedeni
kendiliğinden harekete geçti ve Rene’nin karnına doğru bir yumruk savurdu.
Sanki bedeni zafere giden yolu biliyormuş gibi bunu bir refleks olarak
yapmıştı. Ne yazık ki Rene avcunun içiyle yumruğunu yakalamış ve saldırının
bütün enerjisini emmişti. “Kama…” Bir anda yüzü asıldı. “Kazanmak için numara
yapmak hoş bir şey değildir.”
“Ben kazanmak için…” Sözleri, Rene’nin zıplayarak kılıcın
kabzasını başına geçirmesi ile kesildi. Kama silahını elinden düşürdü ve iki
eliyle kafasını tuttu.
“Bu günlük bu kadar yeterli.”
“O son saldırıyı bilerek yapmadım!” Kama başını tutarken
açıklamaya çalıştı.
“Biliyorum. Ben de o yüzden durdurabildim zaten.” Rene
sakince belirtti. Kama’nın anlamadığını fark edince açıkladı daha sonra
“Ruhunun bir parçası bende ve az önceki saldırı kesinlikle ruhunun
derinliklerinden gelmişti. Büyü gücüyle doluydu. Sen de büyü yapmayı henüz bilmediğine
göre…”
“Yani, o zaman benim numara yapmadığımı…”
“Biliyordum.” Diye tamamladı Rene sırıtarak. “Ama seninle
uğraşmak eğlenceli oluyor.” Ayağını yerde duran kının kenarına vurduğunda kın
dönerek havaya yükseldi ve Rene’nin yukarıya doğru tuttuğu kılıca geçti.
Tam o sırada Tanya’nın heyecanlı el çırpması bütün havayı
dağıtmıştı. Elinde az öncekinden farklı bir kitap tutuyordu. “Bu çok iyiydi!
Bana da öğretir misin abla?!”
Rene, Tanya’nın bir anda belirmesine şaşırmamıştı belli ki.
“Tabiki, hatta bunun yanında sana büyü yapmayı bile öğretirim.” Tanya’nın
gözleri heyecanla parlamaya başlayınca Rene devam etti. “Ama bunun bir
karşılığı var.”
‘Yaptığı her şey için bir karşılık beklemek zorunda mı?’ diye
düşündü Kama yerden kalkarken. Şu ana kadar neredeyse hiçbir şeyi karşılıksız
yapmayan Rene’nin bu huyu biraz sinirini bozmuyor değildi. Yine de bütün iyi
özelliklerini bir kenara bırakıp bu kusurunu yüzüne vurmayacaktı.
“Benim… Hiçbir şeyim yok ama…” Tanya bir saniye
duraksadıktan sonra kararsızlıkla bir şeyler mırıldandı. Rene anlamadığını
gösterir gibi başını hafif yana yatırınca sesini biraz yükselterek tekrarladı.
“Ama… Efendim bana birkaç tane kitap vermişti… Okuduklarımı sana verebilirim…”
Her ne kadar böyle dese de sesinden onları vermeyi hiç istemediği
anlaşılıyordu.
“Efendin mi? Daha önce de onu bu şekilde çağırmıştın.”
“Ama… Çünkü… O…” Tanya, yardım ister gibi Boğaç’a doğru
baktı.
Rene gözlerini kısarak bir süredir varlığını bile unuttuğu
Boğaç’a doğru döndü. Belli ki bir açıklama bekliyordu.
“Bak, sana kaç kez söyledim Tanya, ben senin efendin
değilim.”
“Ama, ama!”
“Aması maması yok!” Boğaç neredeyse sinirli sayılabilecek
bir tonda konuşuyordu. Fakat Kama, onun bu öfkesinin sahte olduğunu
anlayabiliyordu. “İnsanlar senin, benim kölem olduğunu düşünüyor.”
“Ama…” Kızın sesi kısıldı. Gözleri dolmuştu.
Rene, bu tepki karşısında kızın yanında diz çöktü ve
eğilerek konuştu. “Bak Tanya. Boğaç’ı seviyor musun?” Tanya bir an kararsız bir
şekilde kaldıktan sonra başını salladı. “O zaman ona o şekilde seslenmemelisin.
Yoksa insanlar onun hakkında kötü düşünür. Anladın mı?”
“Öyleyse… Ne demem gerekiyor?”
“Abi de amca de Boğaç de... Ama efendim deme.”
“O zaman…” Tanya bakışlarını yere dikti. “Boğaç abi?”
“Olur.” Diye belirtti Boğaç kenardan.
Tanya tekrardan neşelenmişti. “O zaman, o zaman! Bana
öğretecek misin şimdi?”
“Karşılığımı alır almaz…” Rene gülümsedi.
“Bekle, hemen kitapları getiriyorum!”
Tanya tam aceleyle gidecekken Rene kızın kolunu yakaladı.
“Hey, bekle. Ben kitaplardan bahsetmiyordum.”
“Ben… Ama… Başka bir şeyim yok ki!”
Rene gülümsedi. “Tabiki var… Bana adını söyle.”
“Hı?” Tanya bir an şaşkınlıkla bakakaldı.
“Adın diyorum. Sana öğretmemi istiyorsan bana adını
söylemelisin.”
“Ben… Benim adım Tanya.” Rene gözlerini kapayınca Tanya
birkaç saniye öylece ona baktı. Sanki ‘Yalnızca bu muydu?’ demek istiyordu.
“Tanya… Güzel bir isimmiş.” Daha sonra gözlerini açtı ve
kararlı bir şekilde konuştu. “Sana hem büyüyü hem de ırkının sahip olduğu ve
senin bilmediğin bütün güçlerini öğreteceğim.”
“Irkımın… Bilmediğim güçleri mi var?” Tanya biraz şaşırmış
gibi duruyordu. Onun yaşındaki bir çocuğa bu kadar şey birden söylenince
şaşırması ve heyecanlanması normaldi tabi. “Abla, sen bunu nerden biliyorsun?”
Rene gülümserken saçlarının arasından anında bir çift kedi
kulağı fırladı ve elbisesinin arasından da birkaç tane pofuduk kuyruk çıktı.
Daha sonra elini havaya kaldırdı ve hafifçe kastı. Parmaklarının arasından
pençeler çıkmıştı. Pençeleri çok ince ve opaktı. Kama, dişlere veya tırnaklara
benzer bir yapıdan oluştuğunu tahmin ediyordu.
“Woooo!” Tanya ağzı açık bir şekilde kalakaldı.
“Sadece bu değil.” Rene’nin gülümsemesi artarken göz
bebekleri daralarak bir kedininkine benzer olduğunu gösterdi. “Bunu yapmayı
öğrendiğinde de geceleri bile rahatlıkla görebileceksin.”
“Başka? Başka ne var?!?”
Rene ayağı kalktı. “Bu sadece senin ırkının yapabileceği bir
şey değil ama…” Daha sonra elini denize doğru kaldırdı. Avuç içinde parlak bir
enerji topu oluşurken Boğaç araya girdi.
“Bekle! Şehre gelmek üzereyiz! Onu burada salacak olursan
bütün şehir paniğe kapılır!”
“Tamam, sakin ol.” Rene elini kapadığında enerji topu da
içinde yok oldu.
“Başka ne var!!?” Tanya daha da heyecanlanmıştı ve artık
yerinde duramıyordu.
“Bir de savaş çarpanı adı verilen bir özelliğiniz var… Ama…
Bunu kullanmayı başarabilir misin bilmiyorum.” Bunu söylediği anda hafifçe
kızarmıştı. Sanki utanmış gibiydi fakat kırmızılık bütün bedenine yayılmıştı…
Kulakları öncesine oranla daha da dikleşmiş ve kuyruğundaki bütün kıllar diken
diken olmuştu. “Bu, senin tepki verme süreni, gücünü ve hızını limitlerine
kadar zorlayacak bir yetenek. Fakat bunu kullandığında kendini yaralama
ihtimalin de mevcut.” Tanya’nın hala beklentiyle onu izlediğini görünce “Bütün
bunların üstüne sana öğretebileceğim bir diğer şey de silah kullanmak olur.”
Diye ekledi. Bir elindeki pençelerini tekrar çıkardı ve önünde kaldırarak
“Bunları her zaman kullanamayabilirsin.” Dedi. “Muazzam keskinlikte ve
dayanıklılıkta olsalar da kırılırlarsa çok canını yakarlar. Çok ama çok… Ve
kolay kolay tekrar uzamazlar. Ayrıca az önce benim yaptığım gibi hareketleri de
yapabilirsin.” Daha sonra Tanya’nın önünde eğildi. “Şimdi, öğretmemi istiyor
musun istemiyor musun?”
“İstiyorum!”
“Güzel, yolculuğumuz sırasında her boş vaktimde sana
öğreteceğim. Ama şimdi…” Rene, pruva tarafına dönerek yaklaşmakta oldukları
limana baktı. “Birazcık şehri dolaşmak istiyorum.”
“Doğrudan İllea’ya gitmeyecek miyiz?” Boğaç şaşırmış bir
şekilde sordu.
“Gideceğiz ama neden yol üstündeki şehirlerde birazcık
oyalanmayalım ki?”
“…”
“Bir yere mi yetişmen gerek?”
“Hayır.”
“O zaman sorun yok.” Rene gülümsedi.
“Nasıl istersen.” Boğaç hafifçe başını eğdi. Kama’nın
tanıdığı Boğaç, Rene’ye karşı bu kadar saygılı değildi. Konuştuğu zamanki ses
tonundan tavırlarına kadar bir saat öncesine göre bambaşka biriydi sanki.
Fakat Kama bunu sorgulamadı. Pruvaya doğru ilerledikten
sonra ilerledikleri şehri birazcık incelemeye koyuldu. Liman tıklım tıklım
insan kaynıyordu ve kıyının hemen yanı çeşit çeşit dükkan doluydu. Şehir hem
kıyıya paralel olarak hem de geriye doğru oldukça genişti. Öyle ki ufkun
neredeyse tamamı evlerin ve iş yerlerinin çatıları ile kaplanmıştı.
“Oldukça büyük bir şehirmiş.” Diye mırıldandı istemsizce.
Daha önce babası ile şehre birçok kez gitmiş olsa da evlerinin yakınındaki
şehir bunun onda biri kadar bile büyük değildi.
Boğaç da pruvada, Kama’nın yanında yerini aldı. “Öyledir.
Burası Zephris ülkesinin başkenti Zephria. Deniz ticaretiyle geçinen…”
“Bütün bilgileri art arda sıralamaya başladığın zaman hiçbir
şey anlamıyorum.” Diye araya girdi Kama. “Ayrıca, Zephris’in başkenti Zephria
mı? Biraz kolaya kaçmışlar gibi sanki.”
Boğaç güldü. “Evet, biraz öyle yapmışlar.”
“Ben mi yanlış görüyorum yoksa şehirde köle yarı insanlar mı
var?” Rene ikilinin yanına gelmişti. Bakışları soğuktu.
“Zephris’te bu normal… Köleliği yasallaştıran kanunları
var.”
“Öyleyse burasıyla işim bittiğinde yalnızca o kanun
sistemini değil ülkenin tamamını çökerteceğim…” Rene sıkılı dişlerinin
arasından konuştu.
“Rene.” Kama, hafifçe Rene’ye yaklaştı ve elini omzuna koyarak
kendine çekti. “Ne düşündüğünü biliyorum… Pek çok insan ölecek... Değil mi?”
“Evet… Hepsi de bunu hak etmiş olacak.”
“Masumlar da bu karmaşaya yakalanacaktır.”
Rene cevap vermek yerine dudağını ısırdı. O da masum
insanların bu işe karışmasını istemiyordu ama bu durumu da olduğu gibi
bırakamazdı.
“Karmen’le birlikte bu ülkeyi fethetmeyi planlıyorduk
zaten.” Dedi Boğaç birden. “İllea’da kölelik yasal değil ve buraya geldiğimizde
yasalarımızla onların serbest kalmasını sağlayabiliriz.”
“O zamana kadar onların bu şekilde yaşamaya ve bu şekilde
ölmeye devam etmelerini mi söylüyorsun?!?” Rene aniden bağırmıştı.
“Eğer şu anda düşündüğün şeyi yapacak olursan yalnızca masum
insanları değil, yarı insanların da büyük bir kısmını ölüme sürükleyeceksin.”
Dedi Kama.
Böyle söyleyince Rene duraksadı. Yaklaşık bir dakika kadar
düşündükten sonra Boğaç’a dönerek
“Karmenle… Burayı fethetmeye öncelik verebilir misiniz?” diye sordu.
Boğaç bir anlığına gözlerini kapadı ve hafifçe başını eğdi.
“Karmen’in ustası ne isterse…” Daha sonra dondu ve kendini düzeltti. “Öhm, yani
tabiki…”
‘Karmen’in ustası ha? Demek bu yüzden ona bu kadar saygılı davranmaya
başladı. Rene ile konuşurken öğrenmiş olmalı.’ Kama, şehre yaklaşırken
böyle düşünüyordu.