Beyazın Karanlığı
Bela ve Kurtuluş
Şehre girişlerinin yapılması için Boğaç gemiden yalnız
başına inmişti. Tanya, Kama ve Rene’nin, Boğaç ile diğerlerinde olduğu gibi bir
ticaret kimliği yoktu ve şehre yasal yollardan girmeleri de oldukça zorluydu.
Bu yüzden ufak bir ‘iyilik’ yaparak bu işi halledeceğini söylemişti. O geri
gelene kadar diğerlerinin gemide beklemesi yeterliydi.
Kama için durum kolay olsa da Rene için imkânsız gibi bir
şey olmalıydı. Gemide öylece beklemek demek bütün o kölelere yapılan işkenceyi
izlemek demekti. Aslında kamaralarda da bekleyebilirdi. Fakat Rene ona, burada
yapılan zulme gözlerini kapamayacağını söylemişti. Kama da öyle yapacaktı.
“Gözlerinin rengi yine değişmiş.” Kama, Rene’nin yanına
gelerek küpeştelere yaslandı.
“Kırmızı mı?” diye sordu Rene. Sanki kendi göz renginin ne
olduğunun farkında değildi.
“Evet… Sebebi ne ki?” Daha önce de bu değişimi görmüş olsa
da sebebini hala bilmiyordu.
“Öfke... Bizim duygularımız; saçlarımıza, gözlerimize ve
hatta doğrudan büyü gücümüze yansıyor.” Daha sonra Rene avcunu açtı ve minik
bir enerji topu oluşturdu. Daha önce Rene’nin siyah ve beyaz enerji toplarını
oluşturduğunu görmüştü fakat bu seferki kan kırmızısıydı.
“Yani… Hala bana karşı kızgın mısın?” diye sordu Kama
tereddütle.
“Sana değil, bütün bu şehre karşı… Onlara bir baksana, yarı
insanlara nasıl davrandıklarına…” Rene yumruğunu sıkarak enerji topunu yok
etti.
“İnsan köleler de var.” Kama sakinleştirici bir tonda
konuştu. Ama Rene’nin haklı olduğunu düşünüyordu. Bu zamana kadar Ormanda
oldukça mütevazı bir hayat yaşamış Kama’nın gözüne ilk takılan şey de kölelerin
varlığıydı. Ve o da bunun ne kadar kabul edilemez bir kader olduğunu
düşünmüştü…
“Kendi ırklarına bile bu şekilde davranıyorlar. Bu onları
daha iyi değil daha kötü yapar.” Rene kısılı gözleriyle şehri süzüyordu.
Bir süre ikisi de konuşmasa da sonunda devam eden yine Rene
olmuştu. “Bir zamanlar insanları severdim.” Dedi. “Onların çarpık doğaları
ilgimi çekerdi. Bir an karşısındakine dostu gibi davranırken bir an sonra
ihanet etmeleri, kendi ürettikleri nesnelere karşı ırkdaşlarının hayatlarını
vermeleri ve öldürdükleri kişilerin başında ağlamaları... Ama sonra, yaptıkları
şeyler benim başıma da gelince ne kadar kötü olduklarını anladım. Bana da
ihanet ettiler sırf o küçümsediğim nesneler için… Yani, mücevherler ve altından
yapılma paralar o kadar mı değerli?”
“Yani, bu yüzden bütün insanlardan nefret mi ediyorsun?”
diye soruyla cevapladı Kama.
“Bütün insanlardan nefret etmiyorum. Karmen’i seviyorum
mesela. Alex’i de severdim. Ve ailen… Onlar da… Onlardan da nefret etmiyorum.”
“Bu da bir başlangıçtır.” Dedi Kama. Rene hala yarı insan
formundaydı. Fakat az öncekinin aksine gözleri beyaz rengine geri dönmüştü.
“Abla, neden senin o kadar fazla kuyruğun var?” diye sordu
Tanya arkasından bir anda.
Bir anda konuşunca Kama irkilmiş olsa da Rene sakince
arkasını döndü ve gülümsedi. Daha sonra eğildi ve çok gizli bir sır veriyormuş
gibi fısıldayarak cevapladı. “Çünkü ben çok güçlüyüm.”
“Şey, bence efend… Boğaç abi de güçlü. Ama onun kuyruğu
yok.”
“Çünkü o bir şeytan.” Dedi Rene.
“Hayır, efendim çok iyi kalpli biri!” Tanya anında itiraz
etti. “Sen şeytansın!”
Rene, Tanya’nın bu çıkışı karşısında şaşırmıştı. “Şeytan
derken, ırk olarak dedim. Kötü olduğu için değil. İnsanların olmadığı gibi
şeytanların da kuyrukları yoktur.”
“Haaaa, ben şey sanmıştım… Özür…” Tanya’nın kulakları
utançla iki yana doğru eğilmişti.
“Sorun değil.” Rene eğilerek Tanya’nın saçlarını karıştırdı.
“Peki, efendimden daha mı güçlüsün?” diye sordu Tanda.
Kendisi de sonradan fark etmiş olacak ki “Yani, Boğaç abiden demek istedim.”
Diye düzeltti.
“Evet. Hem de tahmin bile edemeyeceğin kadar.”
“O kendisinin güçsüz olduğunu söylüyor ama öyle değil, değil
mi?”
“Bu, gücü neyle tanımladığına göre değişir.”
“Ama Boğaç abi o kadar kişiyi tek başına öldürmüş. Yani, çok
güçlü olmalı, değil mi?” Tanya ısrarla sordu.
“Peki, öyleyse onun gücünün sınırı da buymuş. Eğer o
insanları öldürmeden durdurabilseydi o zaman şu ankine göre daha güçlü olurdu.”
“Haaaaa… Anladım…” Tanya bir süre duraksadıktan sonra “Peki
ya sen abla? Sen onları öldürmeden durdurabilir miydin?”
Rene bir süre düşündü. Büyü gücünü bütün bedeninde hareketli
hale geçirdiğinde onun için zaman resmen yavaşlıyordu. Üstüne bir de yarı
insanların savaş çarpanı yeteneğini kullanırsa gözle takip edilemeyecek kadar
hızlı hareket edebilirdi. Fakat gözden kaçırdığı bir ok yanında duran bir
insanı vuracak olursa bu da bir tür başarısızlık olurdu. Veya Boğaç’ın
söylediği gibi bordalamaya çalışan gemiyi batırmadan durdurmak gibi bir gücü
yoktu. Gemi’yi ne kadar kontrollü bir şekilde durdurmaya çalışırsa çalışsın muhtemelen
ters yöndeki ivmeden dolayı gemi kendi ağırlığı altında ezilecekti. Bu da
batması demekti. Üstelik o zamanlar Kama’nın verdiği isme de sahip değildi.
Yani büyü gücü sınırlı olduğu için gemiyi uçuramazdı. Bu sefer de geminin alt
kısmında bulunan köleler de ölecekti. Tanya da ölecekti…
“Bilmiyorum.” Diye cevaplayabildi en sonunda. O kadar çok
değişken vardı ki hepsini hesaplayıp kesin başarıya ulaşacağını söylemek Rene
için bile imkânsızdı.
“O zaman sen de Boğaç abiden daha güçlü değilsin.” Dedi Tanya
gülerek.
“Belki de haklısın…” Rene sıkıntıyla onayladıktan sonra
tekrardan iskelede çalışan köleleri izlemeye başladı. Onlara sürekli emir veren
birisi vardı. Çocuklardan birisi ayağı takılıp elindeki sandığı yere düşürünce
o adam da çocuğa sağlam bir kırbaç darbesi savurdu. “Tanya…”
“Efendim?”
“Gel buraya.” Kız, Rene’nin sözünü ikilettirmeden hemen
yanına geldi. “Şehirdeki köleleri görüyor musun?” diye sordu Rene.
“Ihı.” Tanya başını sallayarak onayladı.
“Peki, sana sorum şu olacak. O kölelerin özgür olmasını
ister misin?”
Tanya hemen cevap vermedi. Bir süre düşündükten sonra tam
ağzını açtığı sırada Kama konuştu.
“Rene, onun yaşındaki birine böyle bir şeyi...”
“Evet isterim.” Dedi Tanya anında.
Rene de Kama’yı görmezden gelerek devam etti. “Ya bu özgürlüğün
karşılığında bazı insanların ölecek olduğunu söylesem?”
Tanya’nın gözleri korkuyla daraldı ve çizgi şeklini aldı.
“Ben… Bilmiyorum… Ben kimsenin ölmesini istemiyorum…” dedi bakışlarını yere
indirirken.
Rene ise bu cevap karşısında iç geçirdi. “Tamam öyleyse,
karar verildi. Boğaç’ın dediği gibi, bekleyeceğim…”
İkisi de bir süre konuşmayınca Tanya sıkıntıyla sordu.
“Abla, ne zaman bana öyle hareketleri yapmayı öğreteceksin?” Rene’yi sıkboğaz
etmek istemediği açıktı fakat bir yandan da merakına hakim olamıyordu.
“Önce şehri gezeceğimizi söyledim ya.”
“Ama…”
Rene sıkıntıyla iç çekti. Tanya’nın hevesini kırmak
istemiyor olsa da birinin büyü yapmayı öğrenmesi öyle bir anda olacak bir şey
değildi; veya kılıç kullanmayı... Savaş çarpanı yeteneği ise bambaşka bir
seviyedeydi. Kişi ancak ölüm kalım zamanında bu yeteneği ufak bir ihtimalle
etkinleştirebilirdi. O andan sonra istediği gibi kullanabilse de birinin oradan
sağ çıkma ihtimali o kadar yüksek değildi. Tabi ki Rene’nin bu yeteneği elde
etmesi tesadüf değildi. Sonuçta ölümün kıyısına gelmek bir yana, Gece’nin
taşıyıcısı olarak yüzlerce kez ölümü tecrübe etmişti.
‘Öte yandan…’ Rene bir an duraksadıktan sonra “Pençelerini
çıkarabiliyor musun?” diye sordu. Bunu yaparken kızın tarafındaki elini havaya
kaldırıp yumruk yaparak kendi pençelerini çıkarmıştı. Tanya bir an irkildikten
sonra başını ‘Hayır’ anlamında salladı. “Öyleyse önce bununla başlayalım.
Sonuçta en kolayı bu… Elini uzat.”
Tanya, Rene’nin dediği gibi yaparken Kama da ilgiyle
izliyordu. O da Rene gibi diğer ırklara dönüşebildiği için bunları öğrenmesi
iyi olabilirdi. ‘Hatta neden şimdi uygulamıyorum ki?’ diye sordu kendi kendine.
Birkaç saniye boyunca Rene’nin görünüşüne odaklandıktan sonra gözlerini kapadı
ve kendisinde nasıl görünmesi gerektiğini hayal etmeye çalıştı. Rene’nin yedi
tane kuyruğu ve iki tane kedi kulağı vardı. Bunların haricinde pençelerini de
saymazsak normal bir insan gibi görünüyordu.
‘Kuyruklar, kulaklar ve pençeler… Tamamdır…’ Kama derin bir
nefes aldı ve gözlerini açtı. Aldığı nefesle birlikte sanki vücudunda bir
şeyler farklıydı. İlk başta bunu fark edememiş olsa da gökyüzünün, denizin ve
çevredeki bazı şeylerin rengi değişmişti. Ayrıca duyma ve koku alma duyusu da
keskinleşmişti. “Bu da ne?” diye sordu istemsizce.
Bu sırada Tanya’nın eline masaj yapmakta olan Rene arkasına
şaşkınlıkla döndü. “Ne, ne?” diye sorabildi birkaç saniyenin sonunda. Belli ki
Kama’nın birden dönüşüm geçirmesini beklemiyordu.
“Bazı şeylerin rengi farklı görünüyor.” Dedi Kama.
“Yarı insanların birçok çeşidi vardır. Yarı kediler, ki şu
anda onlardan birisine dönüştün, kısmi renk körüdür. Buna karşın görüşleri
geceleri bile oldukça keskindir.”
Kama anladığını belirtircesine başını salladıktan sonra
Tanya gibi elini uzattı. Rene tek kaşını kaldırınca da “Bana da öğret.” Diye
açıkladı.
“Sıraya girmen gerekiyor.” Dedi Rene gülerek. Daha sonra
Tanya’ya doğru dönerek kızın sağ eline masaj yapmayı sürdürdü. Bu sırada Tanya
gözlerini kapamıştı ve elini aralıklı olarak kasarak inliyordu. Her ne kadar
çok sert bastırmıyor gibi görünse de Rene’nin yaptığı şey acı veriyor gibiydi.
Buna karşın Tanya elini kaçırmıyordu.
Rene birkaç dakika sonra birden ‘Ah.’ Sesi çıkararak elini
geri çekti.
“Abla, iyi misin?!” Tanya korku ve endişeyle sordu. Tek
elindeki pençelerin tamamı çıkmıştı. Parmaklarından biraz daha kısaydılar ve
hepsi belli bir miktarda kıvrılmıştı. Baş parmağı ve işaret parmağının
arasından çıkansa diğerlerine göre daha kısaydı ve çok daha fazla kıvrılmıştı.
Ayrıca bütün kan Rene’ye ait değildi. Tanya’nın parmak
aralarından da az miktarda kan akıyordu fakat kız bunun farkında bile değildi.
Muhtemelen canı acımıyordu bile.
“İyiyim, sorun değil. Bunun olmasını bekliyordum zaten.”
Dedi Rene. Eli birkaç saniye içerisinde iyileşti.
‘Madem bekliyordun, neden gücünü kullanarak elini kesmesini
engellemedin?’ diye sordu Kama, Rene’ye zihinden.
‘Çünkü kızın pençesini kırmak istemiyorum da ondan.’ Diye
cevapladı Rene. Hemen ardından da Tanya’yı eğitmeye devam etti. “Şimdi, geri
çekmeyi dene.”
Tanya birkaç kere elini kastı ve açıp kapadı. “Olmuyor!
Böyle kaldı!!!” Bir anda gözleri doldu ve elini panikle sallamaya başladı. “Hep
böyle kalacak!!!”
“Sakin ol, elini yavaşça açtığını düşün. Ya da kolunu havaya
kaldırdığını. Hatta bu hareketlerle birlikte yaparsan daha rahat olur.”
Tanya derin bir nefes aldı. Daha sonra elini yavaşça açtı ve
gerdirdi. Birkaç denemeden sonra pençeleri bir *Şarrrrk* sesi çıkararak yerine
girmişti.
“Wooooo” Tanya şaşkınlıkla sesini yükseltirken aniden
zıplamaya başladı ve diğer elini uzattı. “Buna da yap, buna da yap!”
Rene gülümsedikten sonra Tanya’nın diğer elini avuçlarının
arasına aldı ve masaj yapmaya başladı. Bu seferki bir dakikayı bile bulmamıştı.
Rene de elini hızla çekerek kesilmesini önlemişti. “İşte oldu. Bir süre
aralıklarla açıp kapayarak alışmaya çalış.” Dedi Rene.
Tanya, ellerini tehlikeli bir şekilde önünde uzatarak
kamaraların içine doğru koştu.
‘Sanırım şimdi sıra bende.’ Diye düşündü Kama, Rene ona doğru
dönerken. Daha birkaç saat önce karşılıklı aşklarını ilan etmişler hatta
öpüşmüşlerdi. Buna rağmen Rene’nin elini tutma fikri hala onu
heyecanlandırıyordu. Bunu hayal edince bile kalbi deli gibi atmaya başlamıştı.
*Tıp-tıp-tıp.* Ritmik ses yankılanırken Rene şaşkınlıkla
Kama’nın eline bakıyordu. Kama bunu ancak hayal dünyasından çıktığında fark
edebilmişti.
“Sanırım sekiz kuyruklu olmanın avantajlarından birisi de
bu.” Dedi Rene hayal kırıklığı ile.
‘Bu ses… Sekiz kuyruk mu? Ne?’ Sorular birbiri ardına Kama’nın
zihnine yağarken bir eline bir de arkasına baktı. Sol elindeki pençelerin
tamamı çıkmıştı ve akan kan ritmik şıpırtılar eşliğinde yere damlıyordu.
Tanya’nın pençelerinin aksine bunların boyu neredeyse otuz santime varıyordu.
Ayrıca tıpkı Rene’nin dediği gibi arkasından sekiz tane kuyruk çıkıyordu. ‘Sekiz
kuyruk demek… Rene’nin yedi kuyruğu var. Bu Rene’den güçlü olduğum anlamına
mı..?’
‘Evet, o anlama geliyor.’ Dedi Rene zihinden.
Kama, düşüncelerini kapamayı unuttuğu için kendinden utandı.
“Ve de benim yardımıma ihtiyaç duymadığına.” Diye ekledi Rene
sonra.
‘Ne? Hayır!’ Kama hızlı düşünmeye çalıştı. Birkaç kez
denedikten sonra nasıl çalıştığını çözünce sol elinin pençelerinin istediği
gibi açıp kapayabiliyordu. Henüz sağ elininkileri hiç açmamış olsa da bunu da
istediği gibi yapabileceğini biliyordu. “Rene, bekle!” İstemeden bağırmıştı.
“Ne oldu?” Rene baygın bakışlarla tekrardan kendisine döndü.
‘Sanırım bunu kendiliğimden çözmem hoşuna gitmedi.’ Diye
düşünse de bu düşüncelerini kendine sakladı. Muhtemelen kendisi de şu anda
Rene’nin istediği şeyi istiyordu.
Sağ elini havaya kaldırdıktan sonra birkaç kez açıp kapadı
ve “Bu elimi kontrol edemiyorum.” Dedi.
“Gerçekten mi?” Rene şaşırmış bir şekilde sorunca Kama hızla
başını salladı. Bir süre tereddütte kaldıktan sonra da Kama’nın yanına gelip
elini iki avcunun arasına aldı.
‘Sıcak…’ Kama, Rene’nin tenine temas ettiğinde böyle
düşünüyordu. Fakat bu düşüncesi kısa sürdü. Rene avcunun ortasına bastırdığında
çığlık atmamak için kendini zor tutmuştu. Tabii ki pençelerini çıkarmamak için
de… ‘Bu
da ne böyle!?! Bu ırkın zayıf noktası falan mı?’ Fakat mızmızlanmak
yerine pençelerini içeride tutmak için çaba sarf etti ve sanki hiçbir şey
olmuyormuş gibi Rene’ye baktı.
“Bu garip.” Dedi Rene ağır bir şekilde. Yaklaşık bir
dakikadır eline masaj yapıyordu ve Kama hala pençelerini çıkarmamıştı. “Şu ana
kadar çoktan işe yaramış olmalıydı.”
Daha sonra biraz daha sert yapmaya başladı. Kama buna
yalnızca birkaç saniye daha direnebilmişti ki Rene aniden kaşlarını çatarak
bütün gücüyle bastırdı.
Kama acıyla avcunu kaparken Rene’nin elini kavradı. Bu
sırada sağ elinin pençeleri aniden çıkarak Rene’nin yüzünün birkaç milim
ötesinde durdu. Tıpkı sol elinde olduğu gibi sağ eli de az miktarda kanamıştı.
Aynı zamanda sarf ettiği çabadan ötürü nefes nefese kalmıştı.
“Af edersin. Bu birazcık sert oldu sanırım.”
Kama kısa bir süre nefesini toparlamaya çalıştıktan sonra
“Önemli değil” Dedi.
“Yine de neden bu kadar uzun sürdüğünü hala anlayamadım.”
Dedi Rene. “Neyse, sonunda işe yaradı ya önemli olan bu. Şimdi geri çekmeyi
dene.”
Kama bu sefer numara yapmadan doğrudan pençelerini geriye
çekti. Avcunun içi o kadar ağrıyordu ki bu hareket resmen acı vermişti.
Ani hareketle birlikte bir miktar kan Rene’nin yüzüne
sıçradı. Daha sonra kısa bir süre odaklandı ve insan biçimine geri döndü.
Bu sırada Boğaç çoktan evrak işlerini halletmiş ve gemiye
geri dönmüştü. Kama ve Rene, Boğaç güverteye adım attığı anda birlikte ona
doğru döndüler.
Rene’nin kanla kaplanmış yüzünü ve Kama’nın elini görünce
Boğaç’ın göz bebekleri dehşetle büyüdü. “Gene ne yaptınız? Kimseyi öldürmediniz
değil mi?!? Aaaahhhh… Hayır, hayır, hayır! Böyle olmamalıydı!” Gibi sözleri
birbiri ardına sıralıyordu.
“Boğaç.” Kama, onun dikkatini çekmek için seslendi. “Her ne
anladıysan muhtemelen yanlış anladın.”
“Cesedi nereye gizlediniz?” diye sordu Boğaç birden.
Kama buna cevap veremeden Boğaç’ın arkasından bir kadının
sesi yükseldi. “Şey… Af edersiniz. Boğaç Bey siz misiniz?”
X X X X X X
Boğaç yavaşça arkasını döndüğünde 17-18 yaşlarında bir kızla
karşılaştı. “Eeeeee- evet, o ben oluyorum.”
Kız rahatlamış bir şekilde tutmakta olduğu nefesini verdi.
“Şehre girişiniz ve istediğiniz kimlikler tamamlandı.” Kız birkaç kağıt ve üç
tane bronz kartı Boğaç’a uzattı.
“Aaa- tamam öyleyse. Başka bir şey var mıydı?”
“Ha-hayır! Ben kendi yoluma gitsem iyi olacak!” Kız, Kama ve
Rene’yi görünce muhtemelen az önce Boğaç’ın düşündüğü şeyi düşünmüş ve
kekelemeye başlamıştı. Bu yüzden tek kelime etmeden koşarak iskeledeki
kalabalığın arasına karıştı.
Bu sırada Boğaç da rahat bir nefes almıştı. Kendini sakinleştirdikten
sonra Rene’ye dönerek sordu. “Kimseyi öldürmediniz, değil mi?”
“Henüz öldürmedik.” Dedi Rene yüzüne sıçrayan kanı silerek.
“Daha sonra da öldürmeyeceğiz.” Diye belirtti Kama. “Değil
mi?”
Rene bir an Kama’ya baktıktan sonra “Hayır.” Dedi. “Yani
evet. Kesinlikle kimse ölmeyecek.”
Boğaç kısa bir süre şüpheyle baktıktan sonra başını salladı.
“Tamam. İkiniz de bunu anladıysanız sorun yok.”
“Bak bu kırıcı oldu… Biz etrafa deli gibi ölüm saçan saçma
derecede güçlü varlıklar değiliz.” Dedi Rene gücenmiş bir şekilde. “Tamam,
saçma derecede güçlü olabiliriz ama en azıdan etrafa ölüm saçmıyoruz...” Daha
sonra kısa bir süre duraksadı ve “Çoğu zaman.” Diye ekledi.
“Hiçbir zaman.” Diye düzeltti Kama da ardından. Daha sonra
tıpkı Rene’nin yaptığı gibi hatırlamış olacak ki “Adadakiler sayılmaz çünkü o
sırada kendimde değildim.” Diye ekledi. “Ve korsanların saldırdığı zamanda da…”
“Her neyse. Bu, senin.” Boğaç tartışmayı bitirerek Kama’ya
kalın bir bronz kartı uzattı. “Ve bu da senin Rene.”
“Bunlar ne?”
“Ticari kimlikleriniz.”
“Ama ben… Nasıl desem, daha önce hiçbir şey satmadım.” Dedi
Kama.
“Satmana da gerek yok. Bunları ülkeye giriş çıkış sırasında
kullanabilirsiniz. Sorun çıkmasını engelleyecektir.”
“Kullanabilirsiniz derken, sanki sen gelmiyormuşsun gibi.”
Dedi Rene.
“Daha sonrası için demek istedim. Daha sonradan bu ülkeye ve
içindeki şehirlere geri gelmek isterseniz kontrollerden geçmenize yardımcı
olur.”
“Yani, bu şu anda istediğimiz gibi gezebiliriz mi demek?”
diye sordu Rene temkinli bir şekilde. Boğaç başını salladığında da bir anda
Rene’nin elinde yumruk büyüklüğünde bir mücevher belirmişti. “Sonunda!”
“O da ne öyle?!?” Boğaç’ın gözleri neredeyse yuvalarından
fırlayacaktı. Kraliyet hazinesinde bile öyle büyük bir mücevher görmemişti.
Rene ise mücevheri işaret parmağının ucunda döndürürken
“Elmas.” Dedi. “Neden sordun ki?”
“Hayır, yani nereden buldun?”
“Şey… Topraktan çıkartmıştım sanırım. Yaklaşık elli yıl
kadar önce.”
“Topraktan mı çıkardın?”
Rene bıkkınlıkla iç geçirdi. “Belki bilmiyor olabilirsin ama
birçok krallığın sahip olduğundan fazla altın ve mücevherim var.” Bunu öyle bir
şekilde söylemişti ki sanki herkesin bilmesi gereken bariz bir gerçekti.
“Gerçekten mi?” Buna Kama bile şaşırmıştı.
“Evet. Şehirleri yakıp yıkarken ve benzeri birçok işte tahmin
edemeyeceğin kadar para kazandım.”
“Yani onları çaldın mı?” diye sordu Kama.
“Teknik olarak önce bütün insanları öldürdüm. Sonra canlı
kalan var mı diye kontrol etmek için şehre indim ve hazineyi buldum. Yani onca
sahipsiz altın ve mücevher bir anda önüme çıkmış oldu. Ben de doğal olarak
onları ‘aldım’, çalmadım.” Boğaç ve Kama’nın kendisine garip bakışlar attığını
fark ettiği zaman iç geçirdi. “Sanırım… Sanırım yaptığım şeyler yanlıştı…”
“Bariz bir şekilde öyleydi.” Dedi Kama. “Yine de şu anda bu
paranın alacaklısı yok. Yani bence de istediğimiz gibi harcayabiliriz.”
“Ayrıca, bütün hepsini o şekilde kazanmadım. Bazılarını da
dediğim gibi topraktan bizzat çıkardım.” Rene hala bir şekilde kendini haklı
çıkarmaya çalışıyordu. Fakat ikilinin bakışlarıyla tekrar karşılaşınca bundan
vaz geçti.
“Sanırım artık bir şey söylemek için çok geç.”
“Biraz geç, evet. Sonuçta en son bir şehri yıkmamın
üzerinden beş bin yıldan fazla geçti.”
“Bu arada Rene.” Rene’nin konuşması Boğaç’a uzun zamandır
sormak istediği bir şeyi hatırlatmıştı. “Tam olarak kaç yaşındasın?”
Rene kollarını göğsünde birleştirdikten sonra cevapladı. “Bu
bir bayana sorulmaması gereken bir soru.”
“Cidden kaçmak için tutunacağın dal bu mu?”
“Eeee- Evet.” Rene bakışlarını kaçırdı ve dudağını ısırdı.
“Ama illa bir cevap istiyorsan zamanın başlangıcından önce bile yaşadığımı
söyleyebilirim.”
“Bu çok muğlak bir cevap.” Dedi Boğaç.
“Bu çok doğru bir cevap.”
“O zaman şöyle yapalım. Zamanın başlangıcından önce olan
tarihten geriye doğru say ve çıkan sayıyı söyle. Kolay, değil mi?”
“Bu imkânsız.” Dedi Rene. “Zamanın başlangıcı derken mecaz
yapmıyordum veya belli bir tarihi kastetmiyordum. Zamanın başlangıcı demek,
zamanın başlangıcı demektir. Öncesinde sizin ‘Zaman’ olarak nitelendirdiğiniz
şey hiç var olmamıştı ama ben o zamanlar da yaşıyordum. Yani yalnızca
başlangıçtan itibaren geçen zamanı saymak benim yaşımı vermeyecektir.” Boğaç
kafası karışmış gibi bakınca açıklamaya çalıştı. “Bak, şu anda saçmalıyormuşum
gibi geliyor muhtemelen fakat söylediklerim tamamen doğru.” Daha sonra biraz
düşününce aklına bir fikir geldi. İlk karşılaştıklarında Kama’ya karşı da
benzer bir yöntem uygulamıştı sonuçta. “Eğer istersen seni oraya yakın bir yere
götürebilirim.”
“Ne? Nereye?”
“Zihnime. Çok bulanık olsalar da hala orasıyla alakalı
anılarım var.” Ay’ın ise Rene’den daha fazla anısı vardı.
‘Önceki antlaşmayı tamamlamadan bir yenisine geçmeye çalışıyorsun
Rene.’ Ay’ın sesi her zamanki gibi bir anda zihninde belirmişti.
‘Önceki antlaşma derken?’
‘Ejder katili… Onunla konuşacağına söz vermiştin…’
‘Ne diyeceğim biliyor musun? Konuşmamıza gerek yok, doğrudan istediğini
yapabilirsin.’ Başlangıçta onlardan birazcık hoşlanmış olsa da şu anda
en ufak bir sempati bile beslemiyordu. Özellikle de Kama hakkında o şekilde
konuşmuş olan Alaz’a karşı.
‘Antlaşma çoktan yapıldı. Çocuğun isteği olmadan bir şey yapamam…’
Bu da Ay’ın ve Güneş’in zayıf yanlarından birisiydi. Rene de yalan söylemiyor
veya verdiği sözleri bozmuyordu. Fakat bunu kendisi istediği için yapıyordu.
Bir tür gurur meselesiydi yani… Onlar içinse durum bu şekilde işlemiyordu. Ay
ve Güneş verdikleri sözleri bozamıyor veya yalan söyleyemiyordu.
Rene iç geçirdikten sonra Boğaç ile konuşmaya devam etti.
“Eğer istersen seni oraya götürebilirim. En azından zihnimin yansımasındaki haline.
Fakat bundan önce…” Daha sözünü bitirmeden üçlü tekrardan karşısına çıkmıştı. ‘İti
an çomağı hazırla.’
“Bayan kara ejd… Rene…” İlk konuşan Rima olmuştu. “Biz… Özür
dileriz. Siz ve dostlarınız hakkında söylenilmemesi gereken şeyler söyledik…”
“Evet söylediniz.” Rene bariz olan gerçeğin üzerine tekrar
bastı.
“Ve, bunun için gerçekten üzgünüz. Bizi eğitmek istemezseniz
bunu da anlayabiliriz...”
“İstemiyorum.”
‘Rene…’ Ay’ın sesi tekrardan zihninde belirmişti.
‘Ne?!?’
‘Son şansını da mahvetmek mi istiyorsun?’
‘Affedersin.’
“Buna karşın size karşı yaptığımız saygısızlığı fark ettik.
Bizi affetmenizi istiyoruz. Daha fazlasını değil. Bizi bundan sonra bir daha
asla görmeyeceksiniz…” Önce Rima tek dizinin üzerine çöktü ve başını eğdi.
Diğerleri hemen ardından onu taklit etmişti.
‘Bu ilginç değil mi? Şu anda biraz bile öldürme isteği yaymıyorlar.’
Geçen sefer Alaz muazzam miktarda öldürme isteği salarken diğer ikisi bu
isteklerini yalnızca birazcık göstermişlerdi. Fakat şu anda üçü de dışarıya bir
damla öldürme isteği salmıyordu.
Rene bir süre diz çökmüş üçlüyü süzdükten sonra onlara doğru
ilerledi. Ancak Rima’nın dibine geldiğinde durmuştu. “Neden?” Cevap olarak
aldığı sessizliğin üzerine Rene konuşmaya devam etti. “Neden beni arıyordunuz?”
“Biz…”
Rima tam konuşacakken Rene sözünü keserek Alaz’ı işaret
etti. “Sen değil, sen! Konuş…”
“Sizden bizi eğitmenizi istemek için.” Alaz biraz gecikmeli
olarak cevapladı.
“Dünya üzerinde benden başka kimse yok muydu?” Rene gülerek
Alaz’ın önüne geldi.
“Biz… Ben… Ustam bu işi yalnızca tek bir kişinin yapmak
isteyebileceğini söylemişti. Tek bir ejderhanın… Diğer bütün ırkları sevdiği
kadar insanları da seven birinin… Sonuçta bir ejder katilini bir ejderhadan
daha iyi kim eğitebilir?” Alaz bir anlığına duraksadıktan sonra başını
kaldırdı. Rene’nin merakla diğer ikisine baktığını fark edince de aceleyle
ekledi. “Arkadaşlarımın bu işle hiçbir ilgisi yok. Onlar beni kaderime giderken
destekleyen kişiler yalnızca…”
Rene, Alaz’ın son dediğini umursamadan sordu. “Senin ustan
kimdi?”
“Ignis…” Alaz tekrardan başını eğerek cevapladı.
“Gerçekten mi?!?” Rene cevabı duyduğunda sarsılmıştı. Ignis,
bütün ejderhalar Rene’ye saldırdığı sırada kaçmasına yardım eden tek ejderha… O
sırada Rene’nin yanında savaşmış ve ağır bir yara almıştı. Aradan binlerce yıl
geçmesine rağmen Rene onu bir daha görmemişti. “O yaşıyor mu?” diye fısıltı
gibi bir sesle sordu.
“Yaşıyordu…” Alaz’ın sesi üzgün çıkmıştı. “Bir yıl öncesine
kadar…”
Rene de bu habere üzülmüştü. “Nasıl oldu?”
“Yüzlerce insan birden saldırdı. İçlerinde çok yetenekli
büyücüler vardı. Ignis beni oradan çıkarmayı başardı fakat bu sırada oldukça
ağır yaralar aldı.”
“O zaman mı kanını…” Rene öfkeden devamını getiremedi.
İnsanların doğası tıpkı geçmişte olduğu gibi ihanetle doluydu. Alaz da en çok
ihtiyaç duyduğu sırada Ignis’i sırtından bıçaklamıştı.
“Hayır, çok daha önceden bana bizzat verdi bu gücü.”
Alaz’ın sözleri Rene’yi bir daha şaşırtmıştı. Bir ejderha
bir insana kanını ölse bile vermezdi. Zaten Alaz gibilerine ejder katili
denilmesinin de sebebi buydu. Onları öldürerek kanlarını alıyorlardı. Rene’nin
bildiği kadarıyla buna şu ana kadar yalnızca bir kişi istisna olmuştu. O
istisna da şu anda kayıptı ve bütün ejderhalar tarafından aranıyordu. Ignis,
nispeten insanlardan hoşlanan bir ejderha olsa da son seferden sonra o bile bu
kurala bir istisna olmamalıydı.
“Ölmeden önceki son sözü bir tavsiye olmuştu. Sizi bulmamı
söylemişti…”
“Öldükten sonra bedenini…”
“Yaktım.” Diye tamamladı Alaz. “Bana verdiği bu güç ile.
Ben, onun kanından doğan ilk ve tek ejder katiliyim.”
Rene, Alaz’ın hikâyesi karşısında gerçekten etkilenmişti.
Kafasını karıştıran birkaç nokta olsa da büyük ölçüde gerçeği söylüyormuş gibi
duruyordu. Ayrıca Ignis ona hayattayken yardım etmişti. Şimdi de Rene bu borcu,
karşısındaki kişilerin isteğini gerçekleştirerek ödeyebilirdi. Onları eğiterek…
Buna karşın önemli bir sıkıntı vardı. ‘Kama. Bunlar sana hakaret etti…
Onları çırak olarak almam senin için…’
‘Bana sorma.’ Dedi Kama anında. ‘Bu senin kararın.’
‘Anlıyorum…’ Böylece aklındaki son engel de kalkmıştı.
Anlattıklarının sonucunda onlara kesinlikle yardım edecekti. Gece’nin
taşıyıcısı olarak birine borçlu kalmak istemiyordu. Yine de hikayede bazı
şeyler havada kalmıştı. Rene, bakışlarını Rima ve Alperen’in üzerinde
beklentiyle gezdirince Alaz açıkladı.
“Arkadaşlarım, sizi ararken kaderin karşıma çıkardığı
dostlarımdır. Hikâyemi duyunca kendileri de sizin engin bilgilerinizden
yararlanmak ve yolculuk sırasında yardım etmek için peşimden geldiler…” Alaz
başını tekrardan eğdi ve başka bir şey söylemeden bekledi.
‘Engin bilgiler ha? Ağızı iyi laf yapıyor bu çocuğun.’
‘Rene. Antlaşma...’ Ay’ın sesi tekrardan zihninde belirdi.
‘Hala onun zorla bir ejder katiline mi dönüştürüldüğünü düşünüyorsun?’
‘Antlaşma!’
‘Haklısın…’ Rene daha fazla karşı çıkmadı ve tekrardan Alaz’ın
önüne gelerek konuşmaya başladı. “Alaz. Seni ve arkadaşlarını çırağım olarak
kabul edeceğim. Ama bundan önce bir soruya cevap vermen gerek…” Rene, soruyu
sorabilmesi için Ay’ın sesini zihninde bekledi. Sonuçta antlaşmayı tamamlayacak
olan koşul buydu.
“Tekrardan normal bir insan olmak ister misin?” Zihnine
gelen sözcükler eşzamanlı olarak ağzından dökülüyordu.
“Ne?” Bu tepki Kama hariç oradaki herkesin ağzından
çıkmıştı.
Alaz bir süre ‘Dalga mı geçiyorsun?’ der gibi Rene’ye baktı.
Fakat Rene’nin ciddi bakışlarıyla karşılaşınca yüz ifadesi değişti.
“Ben… Ben bir ejder katiliyim. Kendimi başka bir şekilde
tanımlayamam… Bundan sonra da bu şekilde kalmak istiyorum…”
“Tamam öyleyse. Seni ve arkadaşlarını çırağım olarak
alıyorum.”
Üçü de başlarını kaldırarak Rene’ye baktı. Yüzlerindeki
ifade ‘Bu kadar basit miydi?’ diyordu resmen.
“Şeyyy… O zaman eğitime ne zaman başlıyoruz?” Soru
Alperenden gelmişti.
“Çalışmaya olan isteğin hoşuma gitti evlat. Ama böyle bir
şeyi burada içinde yapmaya kalkarsak şehrin yarısını yok edebiliriz.” Rene
böyle söyleyince üçünün de gözleri parladı. Rene bunun korkudan mı yoksa
heyecandan mı olduğunu anlayamamıştı o sırada. “Bugün şehirde biraz gezmek
istiyorum. Yarın da şafakla birlikte İllea imparatorluğuna doğru yola
çıkacağız… Yolculuğumuz sırasında sizi söz verdiğim şekilde eğiteceğim.” Bir
anlığına duraksadıktan sonra bakışları tekrardan Alperen’e kaydı. Daha sonra
önüne geldi ve elini uzattı. “Kılıcın.”
“Efendim?”
“Efendin değil ustanım. Kılıcını ver.” Dedi Rene. Alperen
kılıcı uzatınca da aldı ve kınından çıkardı. Ucu hala kırıktı. Alperen de
Rene’nin tahmin ettiği gibi kırık olan ucu atmak yerine kının içine koymuştu.
“Böyle bir şeyle savaşamazsın.” Dedi Rene yan gözle Alperene bakarak.
“Şey… Siz vurmamı söylediğinizde…” Alperen bir anlığına
Kama’ya baktıktan sonra Rene’ye döndü. “Ben de vurmuştum… Sonuç bu…”
Rene iç çektikten sonra kılıcın kırık ucunu ve kılıcı
Kama’ya uzattı. “Kama, şunu tutar mısın?” Kama sorgulamadan dediğini yaptıktan
sonra da Rene, kılıcın kırık kısmı ile alt kısmını hizaladı. Ellerini kırık
kısımda birleştirdikten sonra Kama’nın ruhundan güç aldı. Çelik birkaç saniye
içerisinde ellerinin içinde kor halini almıştı. Büyüyle kılıcın geri kalanıyla
kısmen uyumlu bir şekil almasını sağladıktan sonra Kama’nın elinden aldı ve
denize attı. Kılıç hafif bir ‘tıss’ sesi çıkardıktan sonra gözden kaybolmuştu.
Rene ellerini göğsünün üzerinde birleştirdikten sonra bir
süre bekledi. Fakat Deniz hala ona kılıcı geri getirmemişti.
Rene’nin ne yapmaya çalıştığını anlamayan diğerleri ise onu
rahatsız etmeden yalnızca izliyordu. Fakat birkaç saniye sonra Tanya sessizliği
bozarak “Neyi bekliyoruz?” diye sordu.
Rene ise kıza her ne kadar cevap vermek istese de şu anda
odaklanmış durumdaydı. Şehrin ortasında kadim dil ile konuşamazdı. Yalnızca bu
bile herkesin dikkatini gemiye çekerdi. Bu yüzden düşüncelerini ona ulaştırmaya
çalıştı. Onca zaman sonra bile hala aralarında bir tür bağ vardı sonuçta.
Gemideyken onu çağırabilmesi bunun bir kanıtıydı.
Deniz ancak birkaç dakika sonra çağrısına cevap verdi.
Sessizce yükselen bir su sütunu, içerisinde kılıcı taşıyordu. “Geçen sefer bana
yardım ettiğin için teşekkür ederim.” Dedi Rene insanların dilini kullanarak.
Deniz’in yanıtı ise her zamanki gibi sessizlik olmuştu. Cennet’i yuttuğundan
beri ne zaman konuşacak olsa Dünya yerinden oynuyordu. Depremler oluyor,
yanardağlar patlıyor ve tsunamiler oluşuyordu. Deniz ise diğer canlıların
başına böyle şeyler gelmesindense sessizliğini sonsuza kadar koruyacak derecede
iyi niyetli bir varlıktı.
Sudan oluşan sütun kıvrıldı ve kılıcı güverteye bıraktı.
Kılıcın kaynama noktasındaki bütün pürüzler yok olmuştu. Daha sonra Rene’nin
önüne gelerek eğri büğrü bir şekil aldı. Rene bunun ne demek olduğunu
biliyordu. Deniz’in yanına gitti ve ona sarıldı. Bedeni tamamen sudan yapılmış
olsa da Rene’yi biraz bile ıslatmamıştı. “Seninle hiç konuşamadığım için
üzülüyorum.” Dedi sonra.
Denizin bu seferki yanıtı hareketlerindeydi. Yavaşça
Rene’den ayrıldı ve Kama’ya doğru ilerledi. En azından Rene en başta öyle
düşünmüştü. Fakat Deniz bir anda yön değiştirmiş, Rene ile Kama’nın arasında
durmuştu. İnsansı bir şekil aldıktan sonra havayı kavradı. Elinin içinde, Kama
ile aralarında bulunan bağ cisimleşmişti. Bunu ilk defa gören diğerleri
şaşkınlıkla sesini yükseltse de Kama öylece Deniz’in hareketlerini izliyordu.
‘Bu şey ne yapıyor?’
‘Bu, Deniz. “Şey” değil. Benim eski dostumdur… Benim olduğu kadar senin
de öyle...’
‘Haaa… Yani tehlikeli değil, değil mi?’
‘Tehlikeli olmak istese bütün Dünya’yı batırabilir.’ Kama
inanmadığını belli eden bakışlar atınca Rene ciddi bir yüz ifadesi ile ekledi. ‘Emin
ol, bunu yapabilir. Bu güce sahip. Ama, henüz öyle bir şey yapmadı; yani hayır.
Tehlikeli değil.’
Bu sırada Deniz, sallanarak boştaki eliyle bağı işaret
ediyordu.
“Seninle bağ kurmamı mı istiyorsun?” diye sordu Rene.
“Düşüncelerini okuyabilmem için?” Deniz başını sallayınca Rene, Tan katilini
yöneterek geminin güvertesine kadim dilden bir dizi rün kazıdı. Normalde Bu
rünleri bağ kuracağı kişinin vücuduna yapması daha iyi olurdu ama Deniz’in
belli bir vücudu yoktu. Bu yüzden rünleri birazcık değiştirmişti. Yerdeki
daireye ikisi birden girdikten sonra rünlere büyü gücü aktarılınca bağ
tamamlanacaktı. “Önden buyur.” Dedi Rene eliyle işaret ederek. Daha sonra
Kama’ya doğru baktı. Kama, diğerlerini uzak tutacağı anlamında başını hafifçe
salladı. Rene de refleks olarak karşılık vermişti.
Deniz’in sembolik bedeni tereddüt bile etmeden çemberin bir
kısmını işgal etmişti. Hemen ardından Rene de içeriye girdi ve enerjisini
rünlere aktardı. Bu sırada arkasında Kama’nın varlığını hissetmiş olsa da çok
geçti. Rünler çoktan etkinleşmişti.
‘Sonunda! Sonunda birileri ile konuşabiliyorum!’ bir kadının
sesi aniden zihninde belirdi. Milyonlarca, hatta milyarlarca yıl önce Rene bu
sesi duyduğu için biliyordu ki ses, Deniz’in kendisine aitti.
“Zihnimde konuşuyor!” dedi Kama şaşkınlıkla.
“Neden benimle birlikte daireye girdin?!” diye bağırdı Rene.
“Sen öyle söylemedin mi?”
“Ne!?”
“Sana baktım ve geleyim mi diye ileriyi işaret ettim. Sen de
başını sallayarak ‘Gel, gel’ dedin ya.”
“Ben o anlamda başımı sallamadım ki. Diğerlerini uzak
tutacaksın sanmıştım. Offff!!!” Rene kısa bir süre sinirlerini yatıştırmaya
çalıştıktan sonra iç çekti. “Neyse, artık olan oldu…”
‘Böylece konuşabileceğim iki kişi var!’ Deniz’in sesi neşeli
çıkıyordu.
‘Rene. Yaptığım kötü bir şey miydi?’ Kama tereddütle sordu.
Rene de düşüncelerini Deniz’inkilere kapadıktan sonra
yanıtladı. ‘Aslında kötü bir şey değil. Yalnızca hayatının geri kalanı boyunca
Deniz’e her yaklaştığında onun sesini duymak zorundasın.’
‘Hmm… Bence o kadar da kötü değil. Hem, konuşacak birilerinin olmaması
birazcık üzücü bir durum.’ Kama bir süre duraksadıktan sonra ekledi. ‘Ayrıca
sürekli konuşacak diye bir şey yok.’
‘Emin ol konuşacak.’ Rene bu düşünceleri gönderdiğinde
gülümsüyordu. “Şimdilik ayrılmamız gerekiyor ama daha sonra bol bol sohbet
edebiliriz.” Dedi Rene, Deniz’in biçimsiz bedenine bakarak.
‘Hemen gidiyor musunuz? Ama… Bu çok…’
“Merak etme, olabildiğince sık bir şekilde yanına
geleceğim.” Rene araya girerek konuşmanın daha fazla uzamasını engelledi.
‘Gitmeden önce benim için son bir iyilik yapabilir misin Gece?’
‘Gece mi? Rene’den mi bahsediyor?’ Kama ilk başta bunu düşünse
de tam olarak anlam veremiyordu. İsimlerin gücü olduğundan Gece’nin taşıyıcısı
ve Gece isimleri birbirinden çok ayrı şeylerdi. Yani bu ismin ayrı bir anlamı
olması gerekiyordu.
“Tabii ki.” Dedi Rene gülümseyerek.
Bir anda denizden yükselen bir taş iskeleye yanaşarak
dibinde durdu. Taş düzdü ve neredeyse pürüzsüzdü. ‘Az önceki rünleri buraya da
kazıyabilir misin? Böyle bir bedenim varken benim için imkansız…’
“Tamam ama bu ne işe yarayacak ki?”
‘Başka insanlarla da konuşabilmek istiyorum.’
“Ama birileri rünün içine kendi isteği ile girmez ise işe yaramaz.”
Diye belirtti Rene.
‘Lütfen...’
Rene omuz silkerek Deniz’in dediğini yaptı. Pürüzsüz taşın
üzerinde, geminin güvertesinde bulunan rünlerin aynısı vardı artık. “Başka
istediğin bir şey var mı?”
‘Hayır… Ve teşekkür ederim…’ Belki Kama’ya öyle gelmiş
olabilirdi ama Deniz’in biçimsiz yüzünde bir gülümseme belirmiş gibiydi.
“O zaman biz gidiyoruz.” Dedi Rene hızlı hızlı. Hemen
ardından içerisinde bin bir çeşit kılıç ve hazine bulunan sandığı kulpundan
kavradı. Bunu yapmasıyla birlikte sandık resmen bir para kadar küçülmüştü. Daha
sonra da gücünü kullanarak simsiyah bir iplik oluşturdu ve sandığın
kulplarından geçirerek bir kolye gibi boynuna astı.
“Bu şey büyülü mü?!” Boğaç şaşkınlıkla sordu.
“Tabii ki. Bunu, içerisinden bir metre boyunda bir kılıç çıkardığım
zaman anlamış olmalıydın.” Rene bunu dedikten sonra tamir ettiği kılıcı alarak
güverteden aşağıya indi. Diğerleri de onu sorgulamadan takip etmişti.
“Bekle! Bu şehirde kılıç çekmek yasak!” Demir zırh giyen bir
muhafız elini kaldırarak Rene’nin yolunu kesti. Elinde bir mızrak tutuyordu.
Rene sakince kılıcı Alperene verdi ve o da kınına geri
koydu. “Şimdi oldu mu?”
Muhafız kollarını önünde bağlayarak kibirli bir şekilde
konuştu. “Normalde yalnızca açık bir kılıçla görülmek bile 1 altın ediyor. Fakat
siz şehre yeni gelmiş gibisiniz. Bu yüzden bu seferlik görmezden geleceğim. Ama
bir daha olmasın.”
“Seni!” Rene, muhafızı boğazlamak için öfkeyle öne çıktı.
“Tabi tabi, bir daha olmayacak.” Kama hızla ileri atılarak
Rene’nin ağzını kapadı. Muhafız da bir süre kızı süzdükten sonra devriyesine
geri döndü. “Napıyorsun?!?”
“O kibirli gülümsemeyi suratından sileceğim!” dedi Rene
öfkeyle.
“Önüne gelen herkesi sırf seninle konuşma şekillerinden
ötürü öldüremezsin!”
“Ne yapmalıyım öyleyse?! Öylece gitmesine izin mi…”
Kama aniden Rene’yi kenara çekti ve Boğaç’a zihninden bir
mesaj gönderdi. ‘Siz biraz bizsiz ilerleyin. Size yetişeceğiz.’
‘Nereye gideceğimizi nereden…’
‘Bir şekilde bulurum.’ Diye Boğaç’ın sözünü kesti. Boğaç da
omuz silkerek diğerleriyle şehrin merkezine doğru ilerlemeye başladı
“Kama. Ne yapıyorsun?”
“Asıl sen ne yapıyorsun? Daha birkaç dakika önce kimseye
zarar vermeyeceğini söylemedin mi? Buna rağmen az önce o adamı öldürmeye
çalıştın!”
“O adam bana emir vermeye…”
“İkimiz de bunun bir bahane olduğunu biliyoruz. O adamı
öldürmek istedin çünkü eline bunun için bir fırsat geçmişti.”
X X X X X X
“Öyleyse ne olmuş?” Rene sinirle sordu. Kama neden şimdi
karşısına çıkıyordu ki?
“O adam yalnızca görevini yapıyordu. Neden onu öldürmeye
çalıştın ki?”
“Görev mi? Şunu yapabilirsin, bunu yapamazsın! Bu mu
görev?!”
“Yalnızca kanunlara uyulmasını sağlıyor.” Kama aynı
sakinlikle yanıtladı.
“Kanunlar yalnızca normal insanlar için geçerlidir. Benim
için onların basit birer emirden farkı yok. Tabii ki kimsenin bana emir
vermesine izin vermeye niyetim de yok!” Onun da bu şekilde düşünüyor olması
gerekmez miydi? Zamanında Rene bir krallığa adımını attığında istediği gibi
gezebilir ve istediğini yapabilirdi. İsterse o ülkenin kralını bile ayağına
getirtirdi. ‘Kama’nın düşünce şekli kesinlikle yanlış!’
“Rene... Bu kötü bir düşünce şekli.”
Rene iç çekti. “Kama. Seni gerçekten çok seviyorum. Buna
karşın önümdeki sen olsan bile bir şeyi yapmamı veya yapmamamı emredemezsin!”
“Saçmalamaya başlıyorsun! Sana bir şeyi emrettiğim yok!”
Kama da artık bariz bir şekilde sinirlenmeye başlamıştı.
“Onun gibi kişileri savunmanın onların yaptığını yapmaktan
farkı ne?” Kama’nın böyle bir cevapla pes etmeyeceğini bildiği için konuşmaya
devam etti. “Zamanın başlangıcından beri böyle kişilerle kaç kez karşılaştım
sayısını bile unuttum. Bana ne yapacağımı söylemeye cüret eden ve o ukala
tavırlarla konuşan kişilerle… Bir geldilerse bir öldürdüm. Bin geldilerse de
bin…”
“Rene…”
“Ben böyle biriyim. Sırf birilerinin ölmemesini istiyorsun
diye kendimi değiştiremem!”
Kama aniden ileri atıldığında Rene hızla geri çekilmeye ve
savunma duruşu almaya çalıştı. Fakat o saldırmak yerine yalnızca sarılmıştı. Ve
nedense bu hareketi Rene için ani bir saldırıdan daha beklenmedikti. Öyle ki
içinde patlamak üzere hareketlenmiş gücü zar zor bastırabildi. “Rene…
Birilerini öldürmemeni söylüyorum çünkü seni kaybetmek istemiyorum…”
‘Bu ne demek ki? Ayrıca neden içimden ağlamak geliyor?!’ Fakat
Rene sulu göz birisi değildi. Bu isteği kısa sürede üstünden attıktan sonra
kısık sesle konuştu. “Ben… Beni kaybetmeyeceksin…” Rene bir an duraksadıktan
sonra ekledi. “Ayrıca istesem bile birini öldüremem.”
“Hı?”
Kama kendini geriye çekip şaşkınlıkla bakınca Rene sıkılmış
bir şekilde açıkladı. “Öldürme yetimi almıştın, hatırladın mı?”
“Ah, doğru. Üzgünüm…”
“Önemli değil, birilerini öldüremesem bile ölümün kıyısına
getirebilirim.” Rene bunu söylerken şeytani bir ifade takınmıştı yüzüne.
Kama’nın şaşkınlığının daha da büyüdüğünü görünce de güldü. “Şaka yapıyorum,
şaka. Gerçekten de hiç anlamıyorsun.”
Rene gülmeye devam ederken Boğaç’ların gittiği yöne doğru
yürümeye başladı. Hala Kama’nın bu konuda haksız olduğunu düşünüyordu ama
şimdilik bu konuyu askıya alacaktı. Sonuçta o da zamanla insanların adaletine
ve kurallarına güven olmayacağını öğrenecekti. Ve o da en sonunda Rene gibi
olacaktı.
“Bu arada bir şeyi merak ediyorum. Birilerini öldürünce
senin de canın yanmıyor mu?”
“Tabii ki yanıyor.”
“O halde kara ejder ismiyle o kadar kişiyi nasıl öldürdün?”
“Zamanla alışıyorsun.” Diye cevapladı Rene yürümeye devam
ederken.
“Böyle bir şeye alışamazsın ki.” Kama’nın mırıldanmasını
duymuş olsa da cevap vermedi. En azından dışarıdan cevap vermemiş gibi göründü…
‘Kama… Takip ediliyoruz.’
“Takip mi?” Kama sesini kontrol edemeden neredeyse bağırdı.
‘Sessiz ol!’
‘Kim takip ediyor? Algan mı?’ Kama’nın sesi duygusuz bir tonda
zihninde yankılandı. Bu sırada düşüncelerin yanında duyguları da aktarabilmek
için en kısa sürede yeni bir bağ yapması gerektiğini bir kenara not aldı Rene.
‘Bilmiyorum, ama bulacağım. Sen bensiz ilerle.’
‘Ama!’
‘Bir planım var.’ Rene’nin suratında istemsiz bir gülümseme
oluştu. Onu gizlice takip etmeye cüret eden kişi her kimse hesabını vermeliydi
sonuçta.
‘Nasıl yardım edebilirim?’
‘Tek başıma olmam gerekli.’ Kama’nın itiraz edeceğini fark
ettiği zaman hemen ekledi ‘Yanımda gelirsen yalnızca ayak bağı
olacaksın.’
‘Ha… Tamam…’ Kama’nın düşünceleri duygusuz olsa bile Rene onu
istemeden kırmış olabileceğini düşündü.
‘Yine de yapabileceğin bir şey var.’
‘Gerçekten mi?’
‘Evet.’ Rene, yanında taşıdığı mücevheri çıkararak Kama’ya
uzattı. ‘Bunu al ve şuradaki kuyumcuda bozdur.’
Kama hayal kırıklığıyla iç çekti. ‘Takip eden kişileri yakalamak
konusunda yardım edeceğimi zannetmiştim ben de.’ Dedi.
‘Zaten öyle yapacaksın.’
‘Nasıl yani?’
‘Eğer bizi takip edenler ikimizi birden takip ediyorsa ve birden fazla
kişilerse ayrılmak zorunda kalacaklar. Bu sayede önce kendi peşimdekileri
yakalayıp sonra da senin peşindekileri yakalayabilirim. Az kişi ile karşılaşmak
çok daha kolay olacak.’
‘Şimdi anladım. Gerçekten de böyle düşününce mantıklı geliyor.’
Kama başka bir şey söylemeden Rene’nin elindeki mücevheri aldı ve kuyumcuya
doğru ilerlemeye başladı.
‘Bu arada… Şey…’ Rene biraz duraksadıktan sonra söylemeye karar
verdi. ‘Hazır elinde biraz para varken üstüne giyecek bir şeyler alsan iyi
olabilir.
‘Ha?’
‘Bunun gibi kıyı kasabalarında çok sorun olmasa da ileride gideceğimiz
yerlerde yalnızca yırtık bir şortla gezmek pek hoş karşılanmayacaktır.’ Bunu
söylediği anda Kama daha hızlı yürümeye başladı.
Rene ise planına bağlı kalarak farklı bir yöne doğru ilerledi.
Bunun gibi kıyıya yaslı kasabalarda bile ara sokaklar vardı. Peşindekileri
orada köşeye sıkıştıracaktı. Zaten her türlü saldırıyı özümseyebildiği için
savaşmaktan yana bir korkusu yoktu. Yakın zamanda güzelce dinlenmişti, yani
gücünü dilediği kadar kullanabilirdi. Yalnızca şehirdeki diğer kişileri
olabildiğince bunun dışında tutmak istiyordu.
Yaklaşık beş dakika sonra aniden duraksadığında peşindeki
kişi de duraksadı. “Artık ortaya çıksan diyorum. Bu kadar zamandır peşimdesin…”
Arkasından gelen ayak sesleri neredeyse duyulamayacak kadar
az olsa da Rene’nin kulaklarından kaçmamışlardı. Ayak sesleri aniden
hızlandığında rakibinin ona saldıracağını anladı. ‘Gel bakalım! Saldırının etki
etmediğini görünce yüzünde oluşacak ifadeyi merak ediyorum!’ Rene
arkasına döndüğünde karşısında 12-13 yaşlarında bir çocuk vardı. Elindeki şeyse
tahmin ettiğinin aksine bir silah değil, bir mendildi.
“Çocuk mu?” Başka bir şey söyleyemeden çocuk ileri atılarak
mendili yüzüne kapattı. Rene de şaşkınlıkla geri kaçınmaya çalıştı fakat aldığı
nefesle birlikte çoktan gözleri kararmaya başlamıştı. Birkaç saniye içerisinde
önünde sonsuz hiçlikten başka bir şey kalmamıştı…
X X X X X X
Kama, Rene’nin verdiği mücevheri bozdurduktan sonra
kuyumcunun hemen yanındaki terziye girdi. Para birimlerinden çok fazla
anlamıyor olsa da adam kendisine oldukça büyük bir kese altın ve bir kese de
gümüş vermişti. Hatta üstüne paraları taşımakta kullandığı keseleri hediye
etmişti. ‘Umarım kazıklanmamışımdır…’
“Hoş geldiniz e-fen-dim?” İçeriye girdiği anda tıpkı
kuyumcuda olduğu gibi dükkan sahibi üstünün çıplak olmasına şaşırmıştı. Her ne
kadar burası bir kıyı kasabası olsa da belli ki bu tarz dükkanlara insanlar
giyinikken giriyordu.
“Merhaba, üstüme giymek için bir şey almak istiyordum ama
elinizde hazır bulunan bir şey varsa öncelikle onu denemek isterim.” Kama, yüzü
baştan aşağıya kızaran kızın dükkan sahibi olduğunu düşünmüştü. Fakat kız bir
süre öylece ağzı açık Kama’ya bakıyordu. ‘Yanlış mı düşündüm yoksa? Belki de o da bir
müşteridir. Ama müşteriyse neden tezgahın o tarafında ki?’
“Ta-tamam! Hemen getiriyorum.” Kız aniden kekeleyerek iç
taraftaki odaya geçti. Bu sırada kapıdan geçerken kolonlara çarpmış ve duvarda
duran kumaş tomarlarının bir kısmını yere düşürmüştü. “Ahh!”
“İyi misin?”
“İ-ii-iyiyim! Lütfen tezgahın arkasında kalın!” Kız hızla
geri dönüp kumaşları yerden topladı ve duvara geri dizdi. Hemen ardından da
odaya geri girdi.
‘Ne kadar da garip bir kız. Neden öyle heyecan yaptı ki?’ Kama
bunu daha fazla düşünecekti ki aniden Rene ile olan düşünce bağının koptuğunu
hissetti. ‘Rene.’ Seslendiğinde cevap vermediğinde bağa giden gücü
arttırarak daha önce olduğu gibi tekrar denedi. ‘Rene! Beni duyuyor musun?’
“Bu-bu-bunları deneyebilirsiniz!” kız koşarak elinde birkaç
tane gömlek ve pantolon seti getirdi.
‘Rene! Lanet olsun, takipçiler ona bir şey mi yaptı yoksa?!’
“Efendim, iyi misiniz?” Kız bir süredir bakışlarını yere
kilitleyen Kama’nın yanına gelerek sordu. “Renginiz solmuş gibi.”
“Kusura bakmayın, ufak bir işim çıktı. Ama mümkün olursa geri
geleceğim.”
“Ha… Tamam…”
Kama hızla dışarı fırladı ve Rene ile en son buluştuğu yere
döndü. Ondan ayrıldığı sırada dikkat çekmemek için onun gittiği yöne bakmamıştı
ama bağından nereye doğru gittiğini hissedebilmişti. ‘Bu sokak olmalı!’ Fakat
daha sokağın başına geldiğinde onun üç farklı yola ayrıldığını fark etti.
Muhtemelen o da daha alt dallara ayrılacaktı ve bu şekilde Rene’yi bulması
imkansız olacaktı!
‘Başka bir yolu olmalı… Boğaç. Boğaç bir şeyler düşünebilir.’
Kama, Boğaç ile arasında bulunan tek bağa odaklanarak düşüncelerini ona
yolladı. ‘Boğaç! Beni duyuyor musun?’
‘Kama. Ne oldu, bizi bulamadın mı?’ diye sordu alaylı bir
şekilde Boğaç.
‘Sorun o değil! Rene kayboldu!’
‘Kayboldu derken?’
‘Bildiğimiz kayboldu! Yok! Hiçbir yerde bulamıyorum!’
Kısa bir süre düşünceler kesildi. Daha sonra Boğaç’ın sesi
ciddi bir tonda Kama’nın zihninde yankılandı. ‘Şu anda neredesin?’
‘Bilmiyorum!’
‘Etrafındaki şeyleri söyle.’
‘Ummm… Bir kuyumcunun yanında terzi var.’ Kama, az önce
ayrıldığı yere doğru koşmaya başladı. Terzinin önüne geldiğinde hemen yanında
bulunan başka bir dükkanı da görmüştü. ‘Onun yanında bir tane daha terzi var. Ve
bir tane daha…’
‘Anladım, nerede olduğunu biliyorum sanırım. Sakın bir yere ayrılma!’
‘Tamam, çabuk gel!’
Boğaç yaklaşık 2 dakika sonra yanına gelmişti. Kucağında
Tanya’yı taşıyordu ve peşinde Kama’nın pek hoşlanmadığı 3’lü grubu vardı.
“Sonunda geldin! Çok uzun sürdü!”
“En hızlı bu kadar koşabiliyorum.”
“O zaman uçsaydın ya!”
“Şehrin içinde uçamam! Ayrıca şu anda tartışarak zamanımızı
boşa harcıyoruz!”
Boğaç’ın sözleri Kama’ya kendini aptal gibi hissettirdi.
Hızlı geldiğini biliyordu ama elinde değildi, sonuçta Rene’ye bir şeyler olmuş
olabilirdi. Hayır, kesin bir şey olmuştu! “Onu nasıl bulabileceğimizi biliyor
musun?”
“Hey, siz.” Kama’nın sorusunun ardından küçük bir çocuğun
sesi arkasından eşlik etmişti. “Siyah saçlı kızı arıyorsunuz, değil mi?”
“Hı?” Kama hızla arkasına döndüğünde kirli yüzlü bir çocukla
karşılaştı. “E-evet.”
“O zaman bunun için para ödeyeceksiniz.” diye devam etti
çocuk.
“Anlayamadım?” Boğaç, Kama’nın önüne geçerken Kama onun
kolundan yakalayarak durdurdu.
“Onun nerede olduğunu biliyor musun?”
“Biliyorum.”
“Öyleyse ödeyeceğiz. Ne kadar istiyorsun?”
“Hepsini.” Çocuk bir elini arkasında gizlerken diğer avcunu
açarak önüne uzatmıştı. Muhtemelen boştaki elinde bir bıçak taşıyordu.
‘Rene’yi kaçıranların Algan değil de haydutlar olması içimi rahatlattı.
En azından para ile basitçe sorunu çözebiliriz. Rene’nin de bunu harcamama
karşı çıkacağını zannetmiyorum.’
Belindeki keseyi çözerken bu sefer onu durduran Boğaç
olmuştu. “Onu görmeden tek kuruş bile alamazsınız.”
“Pazarlık yapabilecek durumda değilsin.” Dedi çocuk
gözlerini kısarak.
‘O haklı Boğaç, Rene ellerinde!’
‘Bunu nereden biliyorsun?’
‘Öyle söyledi ya!’
‘Peki yalan söylemediğini nereden biliyorsun?’
‘Ben… Şey…’ Kama, içinde büyüyen panikle birlikte böyle bir
ihtimali hiç hesaba katmadığını fark etti.
‘Rene’nin o kadar kolay yakalanacağını zannetmiyorum.’ Diye
konuşmasını sürdürdü Boğaç. ‘Velev ki yakalanmış olsa bile, onu
yakalayan kişiler çoktan onu öldürmüş olabilir.’
‘O yaşıyor, aramızdaki bağ sayesinde biliyorum.’
‘Aynı bağı kullanarak onunla, benimle yaptığın gibi konuşamıyor musun?’
Kama çoktan bunu onlarca hatta yüzlerce defa denemiş fakat
bir sonuç alamamıştı. Daha önce Rene uyurken benzer şekilde olduğundan şu anda
da benzer bir durumda olduğu sonucuna varmıştı. ‘Cevap vermiyor. Bilinci kapalı
olmalı.’
Kama, çocuğa dönerek kabul ettiklerini söylemek üzereyken
Boğaç onu bir kez daha çekerek durdurdu. ‘Diyelim ki Rene ellerinde. Parayı verdiğin
anda onu bırakacaklarından emin misin?’
“Değilim ama başka şansım yok!” dedi Kama neredeyse
bağırarak.
‘Ona parayı verirsen Rene’yi kurtaramazsın!’ Boğaç’ın sesi
Kama’nın zihninde resmen yankı yaptı. Aynı zamanda duraksayarak Kama’nın
hareketlerini düşünmesine sebep olmuştu.
‘Ne demek istiyorsun?’
‘Bunun gibi insanları bilirim. Onlara para versen bile Rene’yi teslim
etmek yerine senden daha fazlasını isteyeceklerdir.’
Kama, yalnızca birazcık düşünerek bile Boğaç’ın nasıl bu
sonuca ulaştığını anlayabilmişti. ‘Bir planın var gibi duruyor.’
‘Evet… Ama bunun için bana güvenmen gerek.’
‘Tamam.’
‘Konuşmayı ben yapacağım.’
‘…’
‘Tamam mı?’
‘Tamam…’ Kama istemeyerek de olsa kabul etti. Rene’nin
kaderini, o kişi Boğaç olsa da, bir başkasına emanet etmek onu tedirgin
ediyordu.
Boğaç, çocuğun önüne gelerek “Önce kızı göreceğiz.” Dedi.
“Buna sen karar veremezsin.”
“Ya böyle yapacağız ya da ölene kadar işkence ederek onun
yerini kanlı bedeninden söküp alacağım.”
Boğaç’ın sesi tehditkar olsa çocuk pek etkilenmiş
görünmüyordu. “Bu sokaklarda senden çok daha korkutucu insanlar var. Onların
yapabileceklerinin karşısında beni öldürecek olman ağzımdan tek bir kelime bile
alamayacağın anlamına geliyor.”
“Emin misin?” Boğaç etrafını hızlıca kontrol ettikten sonra
aniden dönüşüm geçirerek gerçek görünümüne büründü. Boynuzlar, toynaklar ve
korkutucu kanatlar ile bir insanın altına yapmasına sebep olabilecek bir
görünümdü bu. Öne doğru bir adım attığında yer hafifçe çatladı ve çocuk olduğu
yerde sıçrayarak yere düştü. “Bu dünya üzerinde bir şeytan kralından daha
korkutucu çok az şey vardır çocuk…” dönüşümünden mi bilinmez ama ses tonu bile
daha kalın ve korkutucu bir hal almıştı şu anda.
“S-ss-eeenn!!!”
Boğaç birkaç adım daha atarak çocuğun önüne geldiğinde çocuk
korkudan altına pisledi. “Şimdi… Bir daha soruyorum… Kız! Nerde?!” Boğaç’ın
gözleri kötücül mor bir hale yayıyor, bedeninden dışarıya buram buram öldürme
güdüsü taşıyordu. Ardına kadar açılmış yarasanınkilere benzeyen kanatları
resmen güneşi kaplıyor ve çocuğun bütün bedenini gölgeliyordu.
“A-a-a-a…” Çocuk başka bir şey söyleyemeden tık diye
bayıldı.
“Hey! Lanet olsun, cidden mi?!”
“Boğaç… Sanırım sayende elimizdeki tek ipucunu da
kaybettik.” Kama gözlerini kapayarak derin bir nefes aldı. Öfkesini kontrol
etmeye çalışıyordu ama pek başarılı değildi.
“Yalnızca ayılmasını bekleyeceğiz.” Diye aceleyle itiraz
etti Boğaç.
“O sürede Rene’ye bir şey olmayacağını nereden biliyorsun?!”
diye bağırdı Kama.
Boğaç ise Kama’nın bu ani öfkesini görmezden gelerek çocuğu
yakasından havaya kaldırdı ve birkaç kez hafifçe tokatladı. “Hey! Kendine gel!”
“Imm… Hı…” Çocuk bir süre başını sersemlemiş bir şekilde bir
şeyler geveledikten sonra gözleri aniden açıldı ve bağırmaya başladı. “Lütfen!
Seni istediğin her yere götüreceğim! Lütfen canımı yakma!”
Boğaç bir süre daha çocuğu havada tuttuktan sonra omuz
silkti. “Eğer bir oyun yapacak olursan…”
“Hiçbir şey yapmayacağım! Lütfen…”
“Tamam! Yolu göster!” Boğaç sabırsız bir şekilde çocuğun
sözünü kestikten sonra onu yere bıraktı.
Ara sokaklarda birbiri ardına yön değiştirdikleri 5
dakikanın ardından sağ duvarında tek bir kapı bulunan bir çıkmaz sokağa
girmişlerdi. “Bu-burası!” Çocuk bunu dedikten hemen sonra kaçmaya çalıştı. Ama
Boğaç’ın buna izin vermek gibi bir niyeti yoktu besbelli.
“Hey! Sana gidebileceğini söylemedim!”
“Ama…”
“Bizi yanlış yere yönlendirdiysen…”
“Öyle bir şey yapmadım! Lütfen gitmeme izin verin!”
“Bir de az önce öyle atarlı konuşuyordun.” Boğaç tam çocuk
koşmaya başlayacakken giysisinin ensesinden yakaladı ve havaya kaldırdı. “Biraz
daha burada kalacaksın. Madem ki korkacak bir şeyin yok o zaman sorun
olmamalı.”
“Lütfen! Sizi buraya getirdiğimi gördüklerinde beni
öldürecekler!” Çocuk artık neredeyse bağırıyordu ki kapı ani bir patlamayla
yerinden söküldü ve duvara çarparak tozu duman kattı.
Toz bulutu kısa süre sonra dağıldığında tamamen parçalanan
kapının üstünde iri yapılı bir adamın olduğunu fark etti Kama. ‘Bu
da ne?’
Daha hiç kimse bir şey diyemeden içeriden çığlıklar
yükselmeye başladı. Hemen ardından da insanlar birbiri ardına dışarıya koştular
ve Kama ile grubunu görmezden gelerek kaçtılar.
“Bunyay da uyumama bile ijin veymiyoy!” İçeriden Rene’nin
peltek sesi yükseldi.
“Rene!” Kama bir an bile tereddüt etmeden içeri dalacaktı ki
kapının girişine geldiği anda aniden durarak geri geri gitmeye başladı. Hemen
ardından da Rene dışarıya çıkmıştı. Yüzü baştan aşağıya kırmızıydı ve kar
beyazı saçları dağılmıştı.
“Kama?” Rene birkaç saniye boyunca Kama’ya öylece baktıktan
sonra aniden koşarak sarıldı. “Hehehe…”
“Iııı… İyi misin?”
“Hij bu kaday iyi olmamıjtım!” diye bağırdı Rene. Yine de
sesi, yüzünü Kama’nın göğsüne gömdüğünden boğuk çıkmıştı.
‘Onun nesi var?’
Kama’nın Boğaç’a zihinden yönlendirdiği bu soruyu Boğaç
sesli bir şekilde çocuğa sordu. “Ona ne yaptığınızı söyle.”
“Ben bir şey yapmadım!”
“Ona ne olduğunu söyle!” Boğaç çocuğu sarsarak tekrar sordu.
Çocuk ağzında bir şeyler geveleyince de havaya kaldırdı. “Konuş!”
“Islak hanım vermiş olabilirler!” diye bağırdı çocuk birden.
“Islak hanım mı? Açıkla!”
“Bir tür uyarıcı. Yüksek miktarda kullanıldığında insanları
bayıltabiliyor! Daha fazla bir şey bilmiyorum lütfen beni bırakın!”
Boğaç yeterince bilgi aldığına karar verdiği için çocuğun
yakasını bıraktı. Çocuk buna hazır olmadığından yere sırt üstü düştü ve geri
geri kaçmaya başladı. Hemen ardından da koşmaya… Birkaç saniye içinde ara
sokaklara girerek gözden kaybolmuştu.
“Kama… Rene’den biraz uzaklaşman iyi olur. Tahminimce
çocuğun uyarıcı dediği şey bir tür uyuşturucu veya afrodizyak olabilir. İki
türlü de Rene’nin hareketlerini...”
“Hey!” Rene aniden yüzünü Boğaç’a doğru çevirdi. Hemen
ardından da “Onu bendeyn alamazzınn!” diye itiraz etti. Bunu söylerken
parmağını Boğaç’a doğrultmuştu.
“Rene, bak. Kendinde değilsin. Kısa bir süre de olsa…”
“Alamazzınnnnnn!!!” Rene, Boğaç’ın sözünü keserek parmağının
ucunda bir enerji topu oluşturdu. Aynı anda Kama da Rene’nin elini yakalayarak
yere indirdi.
“Tamam! Kimse kimseyi birbirinden almıyor. Sakin olalım olur
mu?”
“Sen öyye istiyoysan oluy, he he he…” Rene yüzünde aptalca
bir sırıtışla enerji topunu yok etti. Daha sonra öylece Kama’ya sarılmaya devam
etti.
“Ummm… Şey… Üstümden kalkarsan…”
“Hayıy.” Rene hemen cevapladı. “Tajı beni.”
“Hı?”
“Tajı beniii! Yoksaaaa!!!” Rene tekrardan elini Boğaç’a
doğru kaldırmıştı ki Kama da tekrardan elini tuttu.
“Tamam! Tamam! Taşıyacağım! Yeter ki şu şeyi bir daha
yapma!” İşlerin nasıl bu şekilde geliştiğini anlayamasa da Rene’yi bulduğuna
sevinmişti.
“Hadiii.”
Rene acele etmesi için ısrar edince Kama iç çekerek onu
sırtına aldı. “Sanırım bu şekilde devam edeceğiz.” Diye belirtti Boğaç’a.
Boğaç da aynı şekilde iç çekerek ilerledi. “Şimdilik bir
hana gidelim. Rene kendine geldikten sonra yola devam edebiliriz.”
Bu sırada Rene, Kama’nın sırtında mırıldanarak yakınıyordu.
“Nedeyn beni kucağına almadın kiğ?” Birkaç saniye sonra nefesi uykuya daldığını
belli edercesine düzenli bir hale geçti.
“Bu arada tam olarak nereye gidiyoruz?” diye sordu Rima.
“İllea’ya tabii ki.” Dedi Boğaç.
“Kaymen’in yanına!!” Rene aniden Kama’nın sırtında
doğrularak bağırdığında Kama neredeyse dengesini kaybedip onu düşürecekti.
“Dikkat et!” diye bağırdı Kama istemeden.
“Özür…” Rene hemen
Kama’nın sırtına yaslandı ve tek kelime etmedi.
‘Böyle hemen özür dileyince nedense kendimi kötü hissediyorum.’
‘Ah, sevgi... Dünya üzerindeki hem en güzel hem de en acı şey değil
mi?’ Güneş’in sesini duyduğunda Kama korkmamıştı. Aksine, bu kadar sık
olduğu zaman sanki bütün korkutuculuğu etkisini yitiriyor ve sıkıcı bir hal
alıyordu.
‘Hey. Beni duydun mu?’ Güneş bir süre duraksadıktan sonra
kafası karışmış bir şekilde devam etti. ‘Bu şey hala çalışıyor mu?’
Kama bir süre daha cevap vermeyince Güneş’in varlığı
zihninden silindi. Bu kadar kolay bir şekilde gitmesini beklemiyordu ama
şikâyet edecek de değildi. Şimdilik kalabilecekleri bir yer bulmaları
gerekiyordu. “Hangi handa kalacağız?”
“Bilmiyorum. Ama bu şehirde hanlar sokağı isminde yalnızca
hanlardan oluşan bir sokak var.”
“İsim konusunda çok kafa yormadıkları kesin.” Dedi Rima.
“Haklısın. Ama bu, aynı zamanda dışarıda kalmamız
gerekmeyeceği anlamına geliyor.” Boğaç kendinden emin bir şekilde cevapladı ve
yürümeye devam etti.
Birkaç dakika içerisinde aniden Rene, Kama’nın sırtından
kaymaya başlamıştı ki Kama tutuşunu sağlamlaştırarak kendini öne verdi. Aynı
anda Rene hafifçe inleyerek Kama’nın kızarmasına neden oldu.
“Üzgünüm.”
“Ahy, bu tayz şeyleyden hojlandığını bilmiyoydum.” Rene,
Kama’nın kulağına yaklaşıp fısıldadı.
“Ho-hoşlanmıyorum!”
Kama kekeleyerek itiraz ettiğinde Rene hayal kırıklığına
uğramış bir şekilde iç geçirdi. “Hojlanmıyoymuş.” Rene bir süre sessiz
kaldıktan sonra daha da kısık bir sesle tekrarladı. “Hojlanmıyoy…”
Rene’nin nefes alış verişi tekrardan düzenli bir hale geçti
ve uyumaya devam etti. Kama da onu sarsmamak için azami özeni göstererek
Boğaç’ın arkasından yürüdü.
“Abla, abla!” Tanya bağırarak grubun arkasından Kama’nın
yanına geldiğinde Boğaç hemen parmağını çocuğun ağzına götürerek susturdu. Daha
sonra temkinli bir şekilde Kama’nın sırtında duran Rene’ye baktı ve rahat bir
nefes aldı. Hala uyanmamıştı.
“Bak Tanya. Abla uyuyor. Onu uyandırmak istemezsin, değil
mi?”
“İsterim!” diye bağırdı Tanya.
“Şşşş.” Boğaç tekrardan kızın ağzını kapattıktan sonra devam
etti. “N’olursun bağırma…”
“Ama bana daha bir sürü şey öğretecekti.” Dedi Tanya üzgün
bir şekilde.
“Uyanınca öğretir. Ama şimdi çok yorgun, dinlenmesi gerek.”
Dedi Boğaç. “O yüzden ses çıkarmamaya çalış, tamam mı?”
“Umm… Tamam…” Tanya hayal kırıklığı ile pes etti ve Boğaç’ın
yanında yürümeyi sürdürdü.
X X X X X X
Yaklaşık yarım saat sonra, Boğaç’ın bahsettiği hanlar
sokağına varmışlardı. Sokağın içerisinde 15 tane kadar han vardı fakat bunun
dışında özel bir yanı yoktu. Boğaç direkt olarak ilk karşısına çıkan hana girdiğinde
Kama ve diğerleri onu takip etti. Fakat işyeri sahibi Tanya’nın içeriye
girdiğini fark ettiği anda onları resmen kovmuştu. Ondan sonraki handa da
aynısı oldu. Ve ondan sonrakinde de… Belli ki burada yarı insanlar hoş
karşılanmıyordu. 4. dükkânın sahibi ise ise Tanya’ya ahırda bir yer
ayarlayabileceğini söylemişti. Tabii ki Boğaç bunu duyduğu anda resmen öfkeden
delirdi ve dışarı çıkarken kapıyı çarparak yerinden söktü.
İlerlemeye devam ettikçe Tanya’nın yüzü daha da asılmaya
başlamıştı. En sonunda dayanamayarak Boğaç’ın yanına gitti ve konuştu. “Efend…
Boğaç abi… Ben ahırda kalabilirim.”
“Kesinlikle olmaz.” Diye karşılık verdi Boğaç, Kama’nın
tahmin ettiği gibi. “Bir daha böyle bir şey söyleme bile.”
Sırayla bütün hanları deneyerek ilerliyorlardı. Her bir geri
çevrilişle Tanya giderek daha da üzülüyor, Boğaç ise sinirleniyordu. Tabii Kama
da…
Sıra en son hana girdiğinde Boğaç kapıyı kırarcasına içeriye
girdi.
Tezgahın arkasından tombul bir kadın çıktı. “Hoş geldiniz.”
Boğuk bir sesle grubu karşılarken gözü, menteşelerinden biri sökülen kapıya
takılmıştı.
“Kalacak yer arıyoruz.” dedi Boğaç sinirli bir şekilde.
Kadın hafifçe yana eğilerek gruba bir göz attı ve Boğaç’a
tekrardan döndü. “Herkese bir oda düşmez.”
“Sorun değil.”
“Günlüğü oda başı 4 gümüş.” Dedi Kadın sakince. Boğaç’ın
öfkeli tavrını hiç umursamıyor gibi görünüyordu. “Yemekler dahil değil.
Ücretler önceden alınıyor.”
“Kaç boş odanız var?”
“4”
“Hepsini alıyoruz.” Boğaç hemen 16 gümüşü masaya saydı.
Kadın da parayı aldıktan sonra tezgahın arkasından merdivenlere yöneldi. Boğaç
ve diğerleri de onu takip etti.
“Burası, burası burası ve şurası size ait.” Kadın bunları
söyledikten sonra tek kelime bile etmeden geri döndü.
“Biraz kaba mı davrandın sanki?” diye sordu Kama istemsizce.
“Ne? Onlar Tanya’ya o şekilde davrandıkları için…”
“Biliyorum ama o kadının başından geçenleri bilmesine imkan
yok değil m?”
“Bu…” Boğaç kısa bir süre düşündükten sonra iç çekti.
“Haklısın. Yarın ayrılmadan önce özür dilerim ama şimdi odalara dağılalım.”
“Üçümüz aynı odada kalabiliriz.” Diye teklif etti Alaz.
Fakat Boğaç, Rima’nın şaşırmış bakışlarını görünce hemen
araya girdi. “Şu nasıl olur? Sen, Alperenle birlikte bir odada kalabilirsin.
Rima bir odayı alacak. Kama ve ben bir odayı, Rene ile Tanya da diğer bir
odayı.”
“Ben Rene’nin yanından ayrılmam.” Dedi Kama kesin bir
şekilde.
“O zaman Tanya ile ben bir odada kalırız, sen de Rene ile
bir odada. Bu uygun mudur?” Ortam kısa bir süre sessizliğe büründüğünde
şaşırmış bir şekilde sordu. “Ne oldu? Niye hepiniz garip gözlerle beni
süzüyorsunuz?”
“Hiiiiç… Yani, herkesin zevki farklıdır ama bu biraz…” Alaz
bir şeyi ima etmek ister gibi lafı ağzında geveliyordu.
“Ne zevki?”
“Alaz senin çocuklardan hoşlanıyor olmanın iğrenç bir şey
olduğunu nazik bir şekilde dile getirmeye çalışıyor.” Diye bir çırpıda söyledi
Rima.
“Ne?!? Ço-ço-çocuklardan hoşlanmak da neymiş?! Ben evliyim
ulan!”
“Boğaç abi… Benden nefret mi ediyorsun yoksa?” Tanya
ağlayacakmış gibi kendisine bakarken sordu.
“Öyle değil ama…”
“Beni bırakmayacaksınız değil miiii?!” Tanya birden ağlamaya
başladı ve Boğaç’ın beline kollarını doladı.
“Tamam! Tamam! Seni bırakmayacağım! Biraz uzaklaş!!!” Tanya
bırakmak bir yana dursun daha da sıkmaya başlayınca herkes gülmeye başladı.
Boğaç da iç çekerek Kama’ya baktı. “Sanırım karar verildi. Tanya ile
kalıyorum...”
Boğaç, Tanya kendisini bıraktıktan sonra kapısı açık olan
odalardan birine girdi ve arkasından kapattı. Aynı şekilde Rima da onun hemen
yanındaki odayı almıştı. Kama da Boğaç’ın girdiği odanın karşısındakini seçti
ve sırtında Rene ile birlikte içeri girip kapıyı kapadı. Yanında getirmiş
olduğu boyutsal sandık ile bohçasını yere bıraktı ve yaklaşık yarım saattir
mışıl mışıl uyuyan Rene’yi dikkatlice yatağa yatırdı. Yüzünde saf bir gülümseme
vardı ve ağzının kenarından salyası akıyordu. Kama iç çekerek bohçasından
yorganı çıkardı ve hem Rene’nin ağzını hem de kendi üstünü sildi. Yolculuğun
tamamı boyunca üstünü tükürükle kaplamış olsa da Kama dahil hiç kimse sesini
çıkarmamıştı. “Bu şekildeyken değil birisini öldürmek karıncayı bile
incitemeyecekmiş gibi görünüyor.” Dedi Kama kendi kendine.
“Kamaaaaa…” Rene ellerini rasgele havaya doğru savurdu. Daha
sonra da yanındaki yastığa sarılıp kıkırdamaya başladı.
Kama da uyumak istiyordu fakat ufak bir sıkıntı vardı. Odada
tek bir yatak vardı. ‘Aslında şu anda uyuyor ve karşı çıkabilecek
bir durumda değil. Ayrıca adadayken de Rene benim yanıma yatmıştı. Tam tersi de
bir sorun olmamalı. Yani, bu tam olarak onun şu anki durumundan faydalanmak
olmuyor, değil mi? Ayrıca…’ Aklına pek hoş olmayan fikirlerin gelmeye
başladığını fark ettiği anda Kama kendi kendine engel olmaya çalıştı. ‘Kama!
Sakin ol oğlum! Eğer şimdi kendine hâkim olmazsan yalnızca uyandığında Rene’yi
delirtmekle kalmayacak muhtemelen canından da olacaksın!’ Geriye
çekilip birkaç kez derin nefes aldıktan sonra kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Burada olmasının sebebinin Rene’yi kendinde değilken koruması olduğunu onlarca
kez içinden tekrarladı ve sonunda sakinleşmeyi başardı.
‘Yine de en azından biraz uyumam gerek.’ Ejderhaya dönüşüp
Rene’yi takip ettiğinden beri bir gram bile uyumamıştı ve o zamandan beri hem
bedenen hem zihnen çok yorulmuştu. Bu yüzden sağlam bir uyku çekmesi
gerekiyordu. Odanın köşesine geçtikten sonra sırtını duvara yasladı. Derken
aniden dayanılmaz bir uykunun bastırdığını hissetti. Bu yalnızca yorgunluk
kaynaklı değildi. Birisi onu zihnindeki dünyaya çekmeye çalışıyordu. Birisi
derken de İlk taşıyıcı’yı değil, Güneş’i kastediyordu. Nasıl açıklayacağını
bilmese de bunu yapanın o olduğunu anlamıştı ve istediğini yapmasına izin
vermeyecekti. Kendini şu anda kaybederse ne Rene ne de Boğaç onu
durdurabilirdi. Bu yüzden hızla ayağa kalktı ve uyumamak için dikkatini bir
şeye vermeye çalıştı. Lakin uyku etkisini giderek daha baskın hissettiriyor,
Kama’yı tatlı kollarına çağırıyordu.
‘Sanki buna izin veririm de!!!’ Kama, daha bu sabah dönüşmüş
olduğu yarı kedi bedenini zihninde canlandırdı ve olabildiğince hızlı bir
dönüşüm geçirdi. Elini yumruk haline getirdiğinde pençeleri aniden fırlamıştı.
Acı, şu anda kendine gelmesini sağlayabileceğini düşündüğü tek şeydi.
‘Bekle, bekle, bekle!!!’ Güneş’in sesi başını ağrıtırcasına
zihnine girdiğinde Kama neredeyse bacağını deşmek üzereydi. ‘Salak
mısın?! Ne yapıyorsun?!’ Kama cevap vermeden yalnızca öylece bekledi.
İlk taşıyıcı gibi Güneş’in de onun gördüklerini görebildiğini tahmin ediyordu. ‘Kendi
bacağını mı koparacaksın?!’ diye sordu Güneş.
Belki yalnızca Kama’ya öyle gelmiş olabilirdi ama Güneş’in,
onun yaralanmasını istemediğini düşünüyordu. Bu yüzden Kama da bunun üstüne
oynayabileceğine karar verdi. ‘Evet. Bunu yapmayı kesmezsen tam olarak
dediğini yapacağım.’
‘Sırf seninle konuşmak istiyorum diye mi?!’
‘Şunu yapmayı kes…’ Kama tekrardan söyledikten sonra pençesini
ilerleterek bacağına birazcık değdirdi. Yani en azından amacı buydu. Fakat bu
hafif dokunuş bile resmen jilet gibi kesmiş ve bir miktar kan sızmasını
sağlamıştı. Tahmininin aksine bu, çok ama çok canını yakmıştı. Eğer bütün
bacağını koparacak olursa muhtemelen acıdan bayılırdı. Güneş de onun böyle bir
şey yapmasına gerek kalmadan hemen Kama’ya baskı yapmayı bırakmıştı.
‘Sen… Kas kafalı aptalın tekisin…’ Güneş bunu söyledikten sonra
varlığı tamamen yok oldu.
‘Söyleyene bak…’ Kama bunu duyamayacağını bile bile karşılık
verdi. Güneş birden gelip öylece istediğini yapabileceğini sanıyorsa çok
yanılıyordu.
Derin bir iç çektikten sonra ne yapacağına karar vermeye
çalıştı. ‘Acaba şimdi uyursam yine de Güneş’in istediğini yapmış olur muyum?
Hayır, eğer bu o şekilde işliyor olsaydı beni zorla uyutmaya çalışmazdı.
Sonuçta o bir şey yapmasa bile zaten uyuyacaktım…’ Bu düşünceyle birlikte az
önceki pozisyonuna geri döndü ve tekrardan gözlerini kapadı. Birkaç dakika
sonra, Güneş’in araya girmesine gerek kalmadan, uykuya dalmıştı.
X X X X X X
“Efendim! O şekilde davranmak istememiştim, lütfen beni
bırakmayın! Bundan sonra başkalarının yanında öyle şeyler söylemeyeceğim! Size
yararlı olmaya çalışacağım! Bu yüzden lütfen…”
Boğaç, bir süredir ağlamakta olan Tanya’ya cevap
veremiyordu. Bu, ona bir çeşit ders vermek istediği için değil gerçekten
yapamadığı içindi. Çünkü kız bir an bile susmadan sürekli bir şeyler söyleyerek
kendini affettirmeye çalışıyordu. Boğaç da en sonunda dayanamayarak Tanya’nın
ağzını kapadı ve öylece kendine baktı. Ama kız hala konuşmaya çalışıyordu.
“Susacak mısın?” Boğaç bezmiş bir şekilde sorduğunda Tanya
sonunda sustu ve başını hafifçe salladı. Fakat Boğaç elini çektiği gibi
tekrardan konuşmaya başlamıştı.
“Efendim? Beni affediyor musunuz? Söz veriyorum bir daha…”
Boğaç tekrardan ağzını kapadığında Tanya’nın sesi
boğulmuştu.
“Lütfen artık konuşmayı bırak ve biraz dinle.” Dedi en
sonunda. Tanya tekrardan susunca bu sefer elini çekmeden önce sordu.
“Dinleyecek misin?” kız başıyla onayladığında tekrar sordu. “Söz mü?” Tanya
tekrar başını sallayınca elini çekti ve devam etti. “Orada olanlar…”
“İçin çok özür dilerim!!!” Tanya daha az önce verdiği sözü
unutarak Boğaç’ın önünde diz çökerek yerlere kadar eğilmişti.
Boğaç ise sözünü tekrardan kesmesini görmezden gelerek
“Sorun değil.” Dedi.
“Hı?!”
“Sorun değil dedim.”
“Ama… Sizin itibarınızı zedeledim. Bu… Sorun değil mi?”
Tanya başını kaldırdıktan sonra sordu.
“Orada yalnızca benimle uğraşabilmek için bir şeyler attılar
ortaya. Şaka gibi düşünebilirsin.” Dedi Boğaç.
“Haaa… Şaka…”
“Evet. Bu yüzden bunu dert etmene gerek yok.” Tanya
muhtemelen Boğaç’ın önceden söylediği sözler yüzünden bu şekilde davranıyordu.
Ona iyi görünmesinin ve iyi beslenmesinin Boğaç’ın itibarı için de iyi bir şey
olduğunu söylemişti. Aslında o zaman bunu yalnızca Tanya’nın kendine iyi bakmasını
sağlamak için söylemişti ama o zamanki sözleri şu anda yolunu kesmişti. “Ayrıca
bana efendim demeyi de bırakman gerektiğini unutma.”
“Üzgünüm Boğaç abi…” Tanya dudaklarını büzerek bakışlarını
yere indirdi.
‘Lanet olsun, bu kadar tatlıyken ona kızamıyorum ki!’
“Her neyse, diğerleri gibi senin de uyuman iyi olur.”
“Boğaç abi… Yanınızda uyuyabilir miyim?”
“Hayır.” Boğaç böyle söyleyince Tanya hiçbir şey söylemeden
yere yattı ve kıvrıldı. “Ne yapıyorsun?”
“Şey… Um… Uyumamız gerektiğiniz söylediniz.”
“Yatağa geç.” Dedi Boğaç yalnızca. Sonuçta kendisinin
uyumasına gerek yoktu. Bunun yerine yanında getirdiği kitaplardan birini
çıkardı ve mum ışığında okumaya başladı.
“Iıı… Boğaç abi, siz uyumayacak mısınız?” diye sordu Tanya.
“Şeytanların uykuya ihtiyacı yoktur.”
“Haaa… Tamam o zaman… İyi geceler…” Tanya battaniyeyi üstüne
çektikten birkaç dakika sonra uyuya kalmıştı…