Beyazın Karanlığı
Güneş'in İsteği
Kama, Gündüz’ün taşıyıcısı, karşısındaki mermer kapılara ve
önündeki küçük çocuğa bakarken kendini şu soruyu sorarken bulmuştu: “Neden yine
buraya geldim?”
Güneş, sanki dünyadaki en bariz şey buymuş gibi “Bu açık
değil mi? Ben öyle istediğim için.” dedi.
“Hayır! Yani, madem her türlü buraya gelecektim, neden beni
uyutmak için o kadar uğraştın!?”
“Çünkü ne zaman uyuyacağını bilmiyordum.” Diye cevapladı
Güneş. “Ve seninle olabildiğince erken konuşmaya ihtiyacım vardı. Yoksa her şey
için çok geç olacak.”
Kama bıkkınlıkla iç geçirdi. Karşısındaki kızın Dünya’daki
bütün yaşamı bitirmek isteyen kötücül bir varlık olduğunu bilmiyor olsa belki
söylediklerini dinleyebilirdi, lakin bunu bildiği şu durumda onu dinleyemezdi.
“Beni buraya boşu boşuna getirdin.” Dedi sakince. “Konuşma falan olmayacak.”
“Bekle! Neden söyleyeceklerimi dinlemeden hemen karar
veriyorsun?” Güneş bariz bir şekilde Kama’nın geri döneceği korkusu ile
paniklemişti.
“Çünkü sen kötüsün.” Dedi Kama basitçe. “Başka bir sebebe
ihtiyacım yok.”
“Dinlemediğin takdirde Rene’nin yok olacağını bilsen bile dinlemeyecek
misin?”
‘Ne!?’ Kama bu tepkinin ağzına yansımasına zar zor engel oldu. ‘Hayır,
bekle… Onun da istediği şey senin dikkatini çekerek aklını karıştırmak.
Söyleyeceği her şeye doğrudan inanmak çok saçma olur.’ İlk düşüncesi bu
olsa bile Kama biliyordu ki Güneş’in yalan söyleme gibi bir yetisi yoktu. İlk
taşıyıcı’nın anılarından öğrenmişti bunu. Ve eğer Rene yok olacak diyorsa
muhtemelen yok olacaktı. Yada en azından Güneş’in bu şekilde düşündüğü anlamına
geliyordu. Fakat düşündüğü şeylerin yalnızca bir kısmını söyleyerek onu
kandırmaya çalışabilirdi. Kısa bir beyin fırtınasının ardından en azından
dediklerini dinlemeye karar verdi. Yalnızca dikkatli olması gerekiyordu. “Ne zırvalıyorsun?”
“Olacakları söyledim yalnızca.” Dedi Güneş ellerini iki yana
kaldırarak. “Şimdi… Beni dinleyecek misin yoksa tatlı uykuna geri mi dönmek
istersin?”
Kama kısa bir süre düşündükten sonra yalnızca dinlemenin
sorun olmayacağına karar verdi. “Konuş.”
“Seni…” Güneş, Kama’nın tavrı karşısında öfkelenerek
yumruklarını sıksa da hemen ardından derin bir nefes alarak sakinleşti. “Neyse,
şimdilik bu tavrını bir kenara bırakacağım. Geçen sefer sizi kurtarmaya
çalıştığım sırada…”
“Bedenimi ele geçirdiğinde.” Diye düzeltti Kama. Bir şekilde
bahsettiği zamanın o zaman olduğunu biliyordu.
“Hayır, sizi kurtarmaya çalışıyordum orada!” diye itiraz
etti Güneş. “Her neyse, sizi kurtarmaya çalıştığım sırada neden öyle
davrandığımı sormuştun. O zamanlar sana bunu anlatmama gerek olmadığını
düşünmüştüm. Sonuçta…”
“Sonuçta bedenimi ele geçirmiştin ve istediğini
yapabiliyordun.” Dedi Kama. “Fakat şimdi avcumun içindesin ve hiçbir şey
yapamıyorsun.”
“Yeteeeeerrr!!!” Güneş öfke krizi geçirerek Kama’nın üstüne
atladı ve onu yumruklamaya başladı. Fakat yumrukları acıtmaktan ziyade
gıdıklıyordu. Geçen sefer Kama’yı rahatlıkla sırt üstü çarpan birine ait değil
gibiydiler. Böyle kızarmış bir yüze sahip olduğunda ve Kama’ya zarar
veremediğinde yaptığı şeyler sevimli bile sayılabilirdi. “Sözümü kesmeyi bırak
da beni dinle!!!”
‘Fazla çabuk öfkeleniyor… Çocuk mu bu? Ayrıca neden şu anda bu kadar
güçsüz?’ Kama, Güneş’in kafasından itip kendinden uzaklaştırırken
zorlanmamıştı bile. “Tamam, tamam. Dinleyeceğim.”
“Ooooff. Böyle davrandığın zaman beni ciddiye almadığını
düşünüyorum!” Güneş yumruk atmayı bırakarak kollarını göğsünde bağladı ve
somurttu.
‘Üzgünüm, seni ciddiye almakta gerçekten zorlanıyorum.’ Kama,
düşüncelerini seslendirmese de gülümsemesi aklındakileri belli ediyor
olmalıydı.
“Eğer bir daha sözümü kesersen sana hiçbir şey söylemem.”
“Söylemek zorunda değilsin.” Diye karşılık verdi Kama.
“Sonuçta anlatmak için beni zorlayan kişi sensin.”
“Ama…” Güneş bir öfke krizine daha yakalanacakmış gibi dursa
da derin bir nefes daha aldı ve sakince konuşmaya devam etti. “Anlıyorum… Ama
lütfen sözümü kesme.” Kama başıyla devam etmesini işaret edince Güneş de devam
etti. “Geçen sefer sana neden o şekilde davrandığımı anlatmamıştım çünkü beni
anlasan bile karşımda durmaya devam edeceğini düşünmüştüm.” Güneş bir süre
bekledikten sonra “Neyin değiştiğini sormayacak mısın?” diye sordu.
“Ne değişti?”
“Hıh hıh hııı... Bunu sormana sevindim.” Dedi Güneş kibirli
bir gülümseme ile. “Değişen şey, Senin Rene’yi sevdiğini öğrenmemdi… Önceden
senin, tıpkı İlk taşıyıcı gibi Dünya’daki bütün canlıları korumakla
ilgilendiğini düşünüyordum, fakat sonradan fark ettim ki Dünya’ya ne olduğundan
ziyade sen Rene’ye ne olduğuyla ilgileniyordun.”
“Ve?”
“Eğer bu şekilde düşünüyorsan seninle amaçlarımız aynı
demektir. Senle ben aynıyız. Sen de Rene’yi kurtarmak istiyorsun, ben de…”
“Ha? Sen neyden bahsediyorsun?”
“Sana anlatmak yerine göstermem daha hızlı olur.” Dedi
Güneş. Daha sonra siyah bir sıvı şekline büründü ve süzülerek mermer kapıların
arkasına geçti. Kısa bir süre bekledikten sonra da tekrardan kapının altından
geri çıktı ve eski haline dönerek “Niye takip etmiyorsun?” diye sordu.
“Gerçekten de bedenimi ele geçirebilme şansının en yüksek
olduğu yere öylece geleceğimi mi düşündün?” diye karşılık verdi Kama da.
“Hey, öyle bir şey yapmayacaktım!”
“Hmm… Bunu çoktan birkaç kez denediğinden veya sana
güvenmediğimden değil ama yine de oraya gitmeyeceğim.”
“Ama…” Güneş üzgün bir şekilde başını eğdikten sonra sordu.
“Sana yalan söylemeyeceğimi biliyorsun, değil mi?”
“Evet.”
“O zaman oraya gittiğimizde bedenini ele geçirmeye
çalışmayacağımı söylediğimde doğruyu söylediğimi de biliyorsundur.”
“Bu, başka şeyler yapmana engel değil.” Dedi Kama. Garip bir
şekilde o küçük kızı üzgün görmek Kama’yı da üzüyordu. Fakat sırf kendi
üzüntüsünü bastırmak ve onun mutlu olmasını sağlamak için Rene’yi tehlikeye
atmayacaktı.
“O zaman… Beni takip edersen yalnızca seninle konuşacak ve
sana birkaç şey göstereceğim… Böyle söylediğim zaman olur mu?” Güneş, Kama’nın
cevap vermediğini görünce bağırarak karşılık verdi. “Rene’nin hayatı tehlikede
diyorum! Neden düşünüyorsun ki?!”
Kama, böyle zamanlarda İlk taşıyıcıya danışabileceğini
düşünürdü fakat şu anda ona sorsa cevabı muhtemelen gitmemesi olacaktı. O,
Güneş’in dediği gibi Rene’den ziyade Dünya’nın kaderini önemsiyordu. Bu yüzden
derin bir iç çekti ve kapılara doğru yürümeye başladı. “Umarım bana bir oyun
oynamaya çalışmıyorsundur…”
“Hayır, hayır. Kesinlikle oyun oynamıyorum!”
Kapılardan geçerken bambaşka bir dünyaya adım atacağını
düşünmüştü. Sonuçta kapılar aralık olduğunda bile içerisindeki karanlıktan
başka bir şey görünmüyordu. Fakat tahminlerinin aksine sanki hiç yer
değiştirmemiş gibi, başka beyaz bir boşluğa geçmişti. Ve yine tahminlerinin
aksine burada kendini daha güçsüz hissetmiyordu. Aksine, gücünün tavan
yaptığını fark etmişti. Sanki yalnızca elini savurması bile bütün bir şehri
yıkacak kadar güçlenmişti. Tabii ki etrafta bir şehir olmadığından bunu
deneyemeyecekti ama…
“Niye öyle şaşırmış bir şekilde bakıyorsun.” Diye sordu
Güneş.
“Şey… Buraya gelirken beni bir tuzağa çektiğinden neredeyse
emindim.” Diye itiraf etti Kama.
“Aslında çekiyorum.” Diye karşılık verdi Güneş de hınzır bir
şekilde gülerek. “Sana söylediklerimden sonra kesinlikle benim tarafımı
tutmanın daha iyi olduğunu anlayacaksın.”
“Tuzak dediğin şey bu şekilde işlemez, biliyorsun değil mi?”
“Bu, tuzağı ne olarak gördüğüne göre değişir.” Diye
cevapladı Güneş. “Her neyse, sadede gelelim… Yakında Dünya’yı bir felaket
vuracak.”
Güneş’in sözleriyle Kama, İlk taşıyıcı’nın anılarını ayırma
sebebini hatırlamıştı. Bir felaketi önlemek için güçlenmesi gerektiğini ve
bunun için bir büyü yaptığını söylemişti. Tabii bu büyüde bir şeyler yanlış
gittiğinden işin sonunda anılarını bedeninden ayırmak zorunda kalmıştı. Belki
de bu felaket hala gerçekleşmemişti ve Güneş de aynı felaketten söz ediyordu.
Güneş, Kama’nın düşüncelerini anlamış gibi başını hafifçe
salladı. “Evet, o felaketten bahsediyorum. Bu olduğunda Rene veya İlk taşıyıcı
onu durdurmak için kendi anılarını feda edecek…”
‘Rene’nin yok olacağını söylerken bunu kastediyordu demek. Yine de…’
“Bundan çok emin gibisin.”
“Öyleyim.” Diye karşılık verdi Güneş. “Çünkü ne Gece ne de
Gündüz bu felaketi durdurabilecek kadar güçlü değil...” Kama’nın ikna
olmadığını fark edince de gözlerini yavaşça kapadı ve elini ona doğru kaldırdı.
“Sana, şu anki duruma benzer bir hikaye anlatayım…” Güneş kolunu ağır bir
hareketle savurduğunda etraftaki gerçeklik değişmeye başladı. Bu, Rene’nin
onunla ilk karşılaştığında yaptığı şeye benziyordu.
Bembeyaz boşluk birkaç saniye içerisinde değişerek
renklenmiş ve yerini harap olmuş bir şehre bırakmıştı. Etrafta insanların,
ejderhaların ve sayısız farklı ırktan kişilerin cesetleri yatıyordu. Bütün o
cesetlerin arasında ise Kama, kendisini ve Rene’yi rahatlıkla ayırabilmişti.
Kendisi ayakta ve nefes nefeseyken, Rene kanlarla kaplı bir şekilde yerde
yatıyordu. “Bunların gerçek olmadığını biliyorum.” Dedi Kama sakince. Yine de
Rene’yi o halde görmek sinirini bozmamış değildi. Belki de Güneş’in yapmaya
çalıştığı şey buydu.
“Bir zamanlar gerçekti… Bu, Gece’nin taşıyıcısı’nın bile tamamen
hatırlamadığı zamanlardan bir anı. Zamanın kendisinden bile eski olanların
hatırladığı bir olay.” Daha sonra elini tekrardan savurdu ve görüntü
uzaklaşmaya başladı. O zaman Kama, Rene ve kendisinin bir adanın üstünde
olduğunu fark etmişti. Üstelik normal bir ada da değil, uçan bir adanın
üstündeydiler…
İlk başta bunun, ejderhalarla savaştığı sırada gördüğü ada
olduğunu sansa da görüntü uzaklaşmaya devam edince fark etti ki yalnızca o
değil bütün adalar uçuyordu. Burası bildiği dünyadan tamamen farklıydı.
Ortasında devasa bir su balonu vardı ve bütün adalar, o devasa su balonunun çevresinde
süzülüyordu. “Bu, zamanın başlangıcından bir anı.” dedi Güneş, işaret ederek.
Kendisi ve Rene’nin önünde duran garip şekilli dağı gösteriyordu. Şekli garip
derken Kama burada abartı yapmıyordu. Belki de hayal gücünden öyle düşünüyor
olabilirdi ama sanki dağın bir kafası, kolları ve bacakları vardı. “Ve bu da,
Cennet…”
“Cennet mi?”
“Evet. Ya da en azından onun sureti.” Güneş parmağını
şıklattığında her şey hareket etmeye başladı. Dağ zannettiği o koca kayalar
gerçekten de ilerliyordu. Çok uzakta olduklarından hareketleri oldukça yavaş
gibi görünse de, kendi kopyasının hareketleri ile kıyasladığında aşırı hızlı
olduğu aşikârdı.
“Bu da ne?” diye sordu Kama.
“Söyledim ya.”
“Hayır, yani, ne? Bu şeyin bir ırkı var, değil mi?”
“Hayır. Bu, Cennet. Efsanelerden bildiğiniz, üzerinde bütün
ırklardan canlıların yaşadığı varlık. Hatta yalnızca bu değil etrafta gördüğün
uçan bütün adalar Cennet’in bedeninin bir parçası. Fakat gerçek anlamda bir
şeyler yapmak istiyorsa bedenini daha küçük ve yönetimi kolay bir forma sokmak
zorunda. O yüzden şu anda bu şekilde görünüyor…”
“Daha küçük mü?! Bunun neresi küçük?!” Kama farkında olmadan
bağırmıştı.
“Gerçek bedeni ile kıyasladığında küçük.” Diye cevapladı
Gece sakince. “Tıpkı bizimki gibi…” daha sonra tekrardan elini kaldırdı ve
yavaşça sola doğru hareket ettirdi. Böyle yaptığında zamanın akışı hızlanmıştı.
“Bekle, bizimki derken ne demek istedin?”
“Buradan ayrılmadan önce bütün soruların cevap bulmuş
olacak… O zamana kadar yalnızca izle ve dinle…”
Her ne kadar bundan şüphe duyuyor olsa da Kama, Güneş’in
kendisine söylediğini yaptı…
X X X X X X
“Zamanın başlangıcından beri Gündüz ve Gece kendini, yaşamı
korumaya adadı. Gerektiğinde çoğu kurtarabilmek için azı yok ettiler.
Gerektiğinde ise kendilerini feda ettiler…” Kama’nın önündeki dağ hareket
ederek geçmişteki Kama’ya saldırdı ve onu resmen yerin dibine gömdü. Öylesine
şiddetli bir saldırıdan sonra Kama, onu temsil eden kopyanın bilincini
kaybettiğinden emindi. Fakat tam o sırada Rene’nin kopyası kendine gelip hemen ayağa
fırladı. Saçları beyazın en parlak tonuna bürünmüştü. Suratı, alnından akan
kanla kaplıydı ve elbisesi yer yer parçalanmıştı. Yine de yüzündeki savaşma
azmi bugünkü tanıdığı Rene’ninkinden az değildi.
‘Bekle bir saniye. Rene’nin bütün saldırıları emebilmesi gerekmiyor
muydu?’ diye düşündü Kama istemsizce. Gerçi bu durumun bir istisnası
vardı fakat şu anda Rene’nin kanlar içerisinde olmasının sebebinin bu
olmadığından neredeyse emindi. Bu asla yanılmayan bir tür 6. his gibi bir
şeydi. Ve Kama’nın bu hisse güveni tamdı. ‘Öyleyse neden böylesine ağır yaralar
almış?’
Kama’nın sorularından habersiz Güneş anlatmaya devam etti.
“Bazıları, eninde sonunda yok olmamızın kaderimizde olduğunu söyledi. Bazıları
ise bencilce hareketlerimiz yüzünden kendi sonumuzu getirdiğimizi.” Güneş
anlatmaya devam ederken Rene şok olmuş bir ifade ile bakakalmıştı. Etrafındaki
katliamın yeni farkına varıyordu sanki. Bir an sonra ise acı bir feryat koydu.
Hissettiği fiziksel acıdan ötürü değil, duygularından ötürüydü bu feryat…
“Ruhumuzun içindeki ateşin bizi tükettiğini söyleyenler de
oldu, karanlığın bize hükmettiğini de…” Güneş bunu söylediği anda Rene’nin yüzündeki
acı dolu ifade birkaç saniye içerisinde yerini öfkeye bıraktı. Ağır adımlarla
kendisine yaklaşan Cennet’e meydan okuyan bakışlar atıyordu. Saçları alev alev
yanan bir kızıl tonuna dönüştüğünde Rene, Kama’nın bilmediği bir dilde bir
şeyler söylemiş ve elinde garip bir büyü oluşturmuştu. Normalde oluşturduğu
enerji toplarının aksine bu, küçük bir topun etrafında sürekli dönen alev
hortumlarını andırıyordu.
Rene aniden Cennet’e doğru koşmaya başladı ve elindeki
büyüyü Cennet’e fırlattı. Hemen ardından da top daha ona çarpmadan elini yumruk
atacakmış gibi geriye çekip sıktığında büyü aniden genişleyerek hayal
edilemeyecek kadar büyük bir alanı alev ile kaplamıştı. Fakat alevler birkaç
kilometrelik bir alandan sonra genişlemeyi aniden bıraktı. Sanki bir çeşit
sınırlayıcıları vardı ve onu geçemiyorlardı.
“Bu muazzam…” dedi Kama istemsizce. Her ne kadar ısısını
hissedemiyor olsa da bu saldırının bir şehri rahatlıkla haritadan
silebileceğini biliyordu. Lakin belli ki böylesine bir saldırı bile Cennet’i
yok etmek için yeterli değildi. Alev fırtınasının içerisinden bir kükreme geldi
ve Rene’nin üzerine doğru, öncekinden çok daha hızlı bir şekilde ilerlemekte
olan Cennet’in sureti göründü. Az önceki saldırı canını yakmakla kalmamış,
ayrıca onu fena halde kızdırmıştı…
Rene ise onun hızlandığını görünce birden kaçmaya
başlamıştı. Bu, korkudan kaynaklı bir refleks değil, daha çok planlanmış bir
hareketti. Lakin ne kadar hızlı koşarsa koşsun Cennet arayı hızla kapamış ve
devasa ayaklarından birini ona doğru savurmuştu.
Tam darbe Rene’ye çarpacağı sırada ise Kama, kendi
kopyasının araya atlayarak Rene’yi kanatlarıyla sardığını göz ucuyla
yakalayabilmişti. Bir an sonra ise ikisi de kilometrelerce uzağa sürüklenmişti.
Rene, Kama’nın kopyasının kanatlarını açarak kendini kurtardıktan
sonra hemen kopyasının üstüne eğilerek hızlıca yaralarına baktı. Yüzündeki
ifadeden Kama anlayabiliyordu ki durum pek iç açıcı değildi. İki kanadı da
kırılmış, bacaklarından biri tamamen ters dönmüştü ve diğeri de ondan daha iyi
bir durumda görünmüyordu. Bunun yanı sıra kopyasının araya girmesi sayesinde
Rene’nin burnu bile kanamamıştı.
İşte o zaman Kama, Rene’nin kopyasının ilk kez anlayabildiği
bir şekilde konuştuğunu duydu. “Üzgünüm…” demişti yalnızca. Hemen ardından da
birkaç metre sıçrayarak Kama’nın kopyasından uzaklaşmıştı.
Kama bu tek kelimenin anlamını kavrayamamıştı olsa da belli
ki bu durum kopyası için geçerli değildi. Çünkü Rene bunu dediği anda kopyası
onu yakalayabilmek için elini uzatmış fakat yeterince hızlı davranamamıştı.
Hemen ardından da ayağa kalkmayı denemişti fakat bedeni öylesine harap bir
haldeydi ki dizlerinin üzerinde doğrulmaktan bile acizdi.
Bu sırada Rene gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı.
Kızıl tonda parlamakta olan saçları birkaç kez hızla yanıp söndü. Hemen ardından
da tamamen karardılar… Bu, Rene’nin gücünden kaynaklı bir karanlık değildi. Her
zamankinin aksine enerjiyi emmiyor, onu yayıyordu… Etraftaki hava ağırlaşmış
bir şekilde Rene’nin çevresinde girdaplanıyordu. Birkaç saniye içerisinde
Rene’nin yaraları kapanmakla kalmamış, parçalanan giysileri bile yenilenmişti.
Onun bu halini gören Cennet ise aniden olduğu yerde kalakaldı. Önündeki şey
yalnızca bir illüzyon olmasına rağmen Kama, onun korkusunu hissedebiliyordu.
Fakat Rene, yüzünde acımasız bir ifade ile elini Cennet’e doğru kaldırdı ve
gözlerini açtı. Bedenini saran karanlığın aksine gözleri güç ile parıldıyordu.
“Buna bizi sen zorladın.” Dedi Rene. “Yaşam için ölüm getirmeye…” Rene bunu
dedikten sonra Cennet bir anda parçalanmıştı. Ne bir ışık, ne enerji topları ne
de büyünün gerçekleştiğine dair bir işaret… Hiçbir şey olmadan Cennet’in devasa
bedeni dağılarak yere düşmüştü.
“Kazandı mı?” dedi Kama.
“Evet… Ama ne pahasına?” Güneş sorarak Rene’yi gösterdi.
Çünkü birkaç saniye önce enerji ile dolu olan Rene hafif bir sendelemenin
ardından yüz üstü düştü.
“Bütün büyü gücü mü bitti?”
“Yine evet… Ama yalnızca büyü gücü bitmedi… Sahip olduğu
bütün anılar da bu saldırı ile birlikte gitti…” Güneş bunları söylerken
Kama’nın kopyası amansızca kendini, Rene’ye doğru sürüklemeye çalışıyordu.
Gözlerinden yaşlar akarken Kama onun ne kadar acı içerisinde olduğunu
görebiliyordu. “Bizim bile kolayca başa çıkamayacağımız rakipler olabilir,
Kama… Böyle zamanlarda her şeyimizi ortaya koymamız gerekir. Dünya’da yaşayan
bütün ırkları korumak bu anlama geliyor.”
Güneş konuşmayı sürdürürken havada uçmakta olan adalar bir
bir denizin üzerine düşmeye başladı. Her bir çarpma o kadar şiddetliydi ki
adaların alt kısımları sürtünmeden kaynaklanan ısıdan kızarmıştı.
“Bu savaş; Dünya’yı oluşturdu, Zaman’ı başlattı ve Gece’yi
parçaladı…” dedi Güneş. Yüzündeki ifadeden kendisinin de üzgün olduğu belliydi.
“Bazıları bu savaşın ve yok oluşumuzun kaderimiz olduğundan emindi.
Engelleyemeyeceğimiz sonlarla karşılaştığımız zaman kendimizi feda etmemizin bile
kaderimizde var olduğunu söylediler… Fakat ben böyle bir kadere inanmıyorum…”
Güneş elini tekrar savurduğunda zaman o kadar hızlı bir şekilde akmaya başladı
ki gözle takip edilemiyordu. Fakat bir anlığına da olsa Kama, kendisi ile
Rene’nin savaştığı anı yakalayabilmişti. Geçmişten başka bir anıyı…
Zaman akmaya devam ederken Kama, Güneş’e döndü. “Sanırım
demek istediğin şey, tekrar böyle bir son ile karşı karşıyayız.” Rene’nin veya
Kama’nın kendini tekrar feda etmesini gerektirecek kadar kötü bir son ile…
“Evet. Dünya’yı vuracak felaket…” Güneş bunu dediğinde illüzyon
uzaklaşmaya başladı. illüzyon uzaklaşmaya devam ettikçe Dünya daha da
ufalıyordu. Birkaç saniye içerisinde o kadar ufalmıştı ki ancak bir kulübe boyutundaydı.
Fakat Dünya’nın bu kadar ufalması, görüşlerine başka şeylerin girmesine de
sebep olmuştu. Dünya’nın yarısı boyutunda bir göktaşı gibi… “Bu, Dünya
üzerindeki bütün yaşamı sonlandıracak şey.” dedi Güneş sakince. “Bu, sizin
sonunuz…”
Göktaşı öylesine büyüktü ki değil Dünya üzerindeki bütün
yaşamı yok etmek, Dünya’nın kendisini bile yok edebilirdi. “Ve sanırım senin,
bunu durdurmak için bir planın var…” diye tahmin etti Kama. Başka türlü onu
buraya çağırması hiç mantıklı değildi.
“Oldukça zekisin.” Diye karşılık verdi Güneş. “Planım basit.
Hiçbir şey yapmamak…”
‘Hı?’ Kama, ne kadar düşünürse düşünsün bunun arkasında yatan
mantığı anlayamamıştı. Güneş de bunu fark ederek açıkladı.
“Eğer hiçbir şey yapmazsak Dünya üzerindeki bütün yaşam yok
olacak. Bu sayede ne Gece’nin taşıyıcısı, ne de siz bir daha kendinizi başkaları
için tehlikeye atmak zorunda kalmayacaksınız. Tabi göktaşı Dünya’ya çarpana
kadar Rene’nin onu durdurmasına da engel olmalıyız. Bu kısım oldukça önemli…”
“Ufak bir meseleyi atlamıyor musun?” diye sordu Kama. “Biz
de yok olacak o Dünya’nın içerisindeyiz…”
“Merak etme, böylesi bir şey bizim bütün hayatımızı
sonlandırmaz.” Diye karşılık verdi Güneş. “Göktaşı Dünya’yı vurduktan sonra
Dünya parçalanacak ve kendi etrafında bir yörünge oluşturarak bir süre sonra
tekrar birleşecek.”
“Peki bu tam olarak ne kadar sürecek?” diye sordu Kama.
“Tam olarak ben de hesaplamamış olsam da yarım milyar yıl
süreceğini tahmin ediyorum.” Diye cevapladı Güneş.
“Tamam, planın oldukça mantıklı.” Diye itiraf etti Kama.
Sonuçta sonsuza kadar yaşayabiliyorken yarım milyar yıl hiçbir şey idi.
“Gerçekten mi?” diye şaşkınlıkla karışık bir heyecanla sordu
Güneş. “O zaman…”
“Fakat, oldukça önemli bir noktayı unutuyorsun.” Diye araya
girdi Kama. “Benim sevdiğim herkes ve her şey bu Dünya’nın içerisinde. Babam,
kardeşim… Dostum…”
“Onların da ölmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde kendinize
zarar veremeyeceğiniz bir ortam oluşturulabilir…”
Güneş’in planını sonunda anlayan Kama aynı zamanda İlk
taşıyıcı’nın neden Güneş ile savaştığını da anlamıştı. İki taraf da bir şeyleri
korumak istiyordu. Fakat korudukları şeyler birbiri ile çakıştığından
savaşmaları kaçınılmaz olmuştu.
‘Bu benim için de geçerli. Güneş’in planını gerçekleştirmesine izin
veremem. Rene’nin ölmesine de…’ Gerekirse kendi hayatını bile feda
edebilirdi fakat Rene’nin kendini öldürmesine izin vermezdi. Tabi ki ailesinin
veya Boğaç’ın ölmesine de…
“Şu anda ne düşündüğünü biliyorum.” Dedi Güneş sakince.
“Kendini…” fakat daha sözünün devamını getiremeden aniden mermer kapılar
çarparak açılmış ve İlk taşıyıcı içeriye dalmıştı…
“Bunu yapmamalıydın.” Dedi İlk taşıyıcı, içeriye girdiği
anda.
“Senin olduğundan daha çok onun kararı.” Diye karşılık verdi
Güneş de. İkisi de birbirine saldıracakmış gibi bir daire şeklinde hareket
ediyor ve karşısındakinin açıklarını kolluyordu.
“Seçim imkânı vereceğimi nereden çıkardın?” İlk taşıyıcı
bunu söyledikten hemen sonra Güneş’in üzerine atıldı. Güneş ise savuşturarak
Kama’nın arkasına saklandı.
“Yani sen Kama’nın düşüncelerinin hiçbir önemi olmadığını mı
söylüyorsun?” Güneş’in bunu söylerken ki yüz ifadesi bir kaybettiği oyunda
aniden kazanan tarafa geçmiş bir çocuğunkine benziyordu.
“Hayır, benim söylediğim şeyi zaten kabul edeceğini
söylüyorum!” İlk taşıyıcı tam Güneş’i yakalamıştı ki Kama, onun kolundan
tutarak bunu engelledi.
“Benim fikrimin önemli olmadığı kısmı tekrarlayabilir misiniz?”
dedi Kama sakince. Hem Güneş, hem de İlk taşıyıcı birbirleri ile sürekli
savaştıkları için bitkin durumdaydı. Şu anda Kama, ikisinden de çok daha güçlü
bir konumdaydı. “Yani, yanlış anlamanızı istemem ama ikinizin arasındaki güç
dengesini oluşturan tek kişinin kim olduğunu düşünecek olursanız bence
fikirlerimin önemi oldukça fazla.”
“Bunu yalnızken konuşalım.” İlk taşıyıcı elini kurtardıktan
sonra geri çekildi.
“Hayır.” Karşılık aynı anda hem Güneş’ten hem de Kama’dan
gelmişti.
İlk taşıyıcı birkaç saniye boyunca ciddi bir şekilde Kama’yı
süzmeye devam etti. Sanki onu ikna etmesinin bir yolunu keşfetmeye çalışıyor
gibiydi. Daha sonra ise pes etmiş gibi iç çekti. “Peki, sana onunkine karşılık
kendi planımı açıklayacağım. En azından bunu bilmeyi hak ediyorsun…”
“Yalnızca bilmeyi hak etmekle kalmıyor onu engelleyecek kişi
hal…”
“Yeter.” Kama, Güneş’in sözünü kestiğinde Güneş karşılık
vermeden bekledi. “Aklından neler geçiyor?”
İlk taşıyıcı kısa bir duraksamanın ardından tek bir cümlede
planını açıkladı. “Göktaşını durdurmak için anılarımı ayrıştıracağım.”
“Tamam.” Kama hemen kabul etti.
“Bekle, ne?!” Güneş ve İlk taşıyıcı aynı anda şaşkınlıkla
sordu.
“Planın oldukça mantıklı.” Dedikten sonra Kama açıkladı.
“Yanlış anlamadıysam sen göktaşını durduracaksın, Rene, ben ve Dünya’daki geri
kalan herkes yaşamaya devam edecek, değil mi?”
“Ve bunun için kendini feda etmiş olacak!” Diye araya girdi
Güneş.
“Bence gayet makul.” Diye karşılık verdi Kama. “Tanıdığım
kişileri önem sırasına koyacak olsam ilk sırada Rene ve ailem gelirdi. Daha
sonra Boğaç ve ardından da kendi hayatım... Yani önem sırasına göre onun
kendini feda etmesi, benim veya Rene’nin etmesinden daha mantıklı görünüyor. En
azından benim için.”
“O zaten sensin!” diye bağırdı Güneş. “İkiniz aynı
kişisiniz!”
“Anılarımız birleştiğinde benim yok olacağımı söylemişti.
Kendini feda etmesinin benim için iyi olacağına dair bir neden daha… Bunu neden
yapacağını bilmesem de benim açımdan hiçbir eksi yönü yokmuş gibi görünüyor.”
“Bu…”
“Güzel.” İlk taşıyıcı, Güneş daha fazla konuşamadan araya
girdi ve Güneş’i işaret etti. “Öyleyse, sen tatlı uykuna ben de onunla
ilgilenmeye dönsem?”
“Bu da gayet makul bir teklif.” Kama ağır adımlarla kapıya
doğru ilerlerken cevapladı.
“Bekle!” Güneş, Kama’yı durdurmaya çalışsa da İlk taşıyıcı
araya girerek engelledi. “Sana ettiği onca yardımdan sonra nasıl bunu yapmasına
izin veriyorsun! Hiç mi vicdanın yok?!”
Kama tam kapılardan dışarıya çıkacakken geri dönüp Güneş’in
öfke dolu bakışlarına karşılık verdi. “Ben kendimi çok iyi tanıyorum. Ve eğer
sen de bizi birazcık tanıyor olsaydın onun yapacağı şeyi yalnızca zorunda
olduğu için değil, gerçekten arzuladığı için yaptığını anlardın. Aksi halde son
ana kadar başka bir yolunu bulmak için çabalardı…”
“Öyleyse ne olmuş?!”
“O ölmeyi arzuluyor. Bunu bakışlarından anlayabilirsin…”
Kama, İlk taşıyıcıyı başıyla işaret ederek devam etti. “Bu Dünya’da ölümü
arzulamasını sağlayacak şeyler yaşadığı için ben de üzülüyorum fakat onu
engelleyecek değilim…” Kama bunları söyledikten sonra kapıdan geçti. “Yapabileceğim
tek şey aynısını yaşamamak için dua etmek…”
“Sen…” Güneş’in sözleri tamamlanmadan beyaz kapılar suratına
kapanmıştı. Arkasından nasıl lanetler okumuş olduğunu duyamayacak olsa da
tahmin edebiliyordu.
Aslında İlk taşıyıcıyı bir arkadaş olarak seviyordu. Her ne
kadar o da kendisi olsa da… Ama Güneş’e söylediklerinde de samimiydi. Ölümü
arzulayan birisini hayatta kalmaya zorlayamazdı…
“Neyse, kaderde yok olmamız varsa eninde sonunda yok
olacağız.” Dedi kendi kendine. Güneş’in onlara gösterdiği gelecekti bu. “Fakat en
azından onun ölümünün, gelecekteki ölümümün bir anlamı olmalı…” Etraf kararmaya
başlarken Kama, gerçek anlamda derin bir uykuya gireceğini anladı ve kendini
rahatlık denizine bıraktı.
Bu zamana kadar okuyan herkese teşekkür ederim. Umarım zevk alıyorsunuzdur ^^
Pek çok kişiye göre yavaş yazdığımın farkındayım lakin elimden gelenin en iyisi bu. 5-10 sayfalık bir yazıyı bile sayısız kes okuyor ve elimden geldiğince yazının imla hatalarını ve anlatımını düzeltmeye çalışıyorum. Böylece en azından vasatın biraz üzerinde bir iş çıkarabileceğimi umuyorum. :)