Beyazın Karanlığı

30 Nisan 2021
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1252 Görüntülenme
Bu bölümü 0 Kişi beğendi.
Cilt 2

Güneş'in İsteği

Kama, Gündüz’ün taşıyıcısı, karşısındaki mermer kapılara ve önündeki küçük çocuğa bakarken kendini şu soruyu sorarken bulmuştu: “Neden yine buraya geldim?”

Güneş, sanki dünyadaki en bariz şey buymuş gibi “Bu açık değil mi? Ben öyle istediğim için.” dedi.

“Hayır! Yani, madem her türlü buraya gelecektim, neden beni uyutmak için o kadar uğraştın!?”

“Çünkü ne zaman uyuyacağını bilmiyordum.” Diye cevapladı Güneş. “Ve seninle olabildiğince erken konuşmaya ihtiyacım vardı. Yoksa her şey için çok geç olacak.”

Kama bıkkınlıkla iç geçirdi. Karşısındaki kızın Dünya’daki bütün yaşamı bitirmek isteyen kötücül bir varlık olduğunu bilmiyor olsa belki söylediklerini dinleyebilirdi, lakin bunu bildiği şu durumda onu dinleyemezdi. “Beni buraya boşu boşuna getirdin.” Dedi sakince. “Konuşma falan olmayacak.”

“Bekle! Neden söyleyeceklerimi dinlemeden hemen karar veriyorsun?” Güneş bariz bir şekilde Kama’nın geri döneceği korkusu ile paniklemişti.

“Çünkü sen kötüsün.” Dedi Kama basitçe. “Başka bir sebebe ihtiyacım yok.”

“Dinlemediğin takdirde Rene’nin yok olacağını bilsen bile dinlemeyecek misin?”

‘Ne!?’ Kama bu tepkinin ağzına yansımasına zar zor engel oldu. ‘Hayır, bekle… Onun da istediği şey senin dikkatini çekerek aklını karıştırmak. Söyleyeceği her şeye doğrudan inanmak çok saçma olur.’ İlk düşüncesi bu olsa bile Kama biliyordu ki Güneş’in yalan söyleme gibi bir yetisi yoktu. İlk taşıyıcı’nın anılarından öğrenmişti bunu. Ve eğer Rene yok olacak diyorsa muhtemelen yok olacaktı. Yada en azından Güneş’in bu şekilde düşündüğü anlamına geliyordu. Fakat düşündüğü şeylerin yalnızca bir kısmını söyleyerek onu kandırmaya çalışabilirdi. Kısa bir beyin fırtınasının ardından en azından dediklerini dinlemeye karar verdi. Yalnızca dikkatli olması gerekiyordu. “Ne zırvalıyorsun?”

“Olacakları söyledim yalnızca.” Dedi Güneş ellerini iki yana kaldırarak. “Şimdi… Beni dinleyecek misin yoksa tatlı uykuna geri mi dönmek istersin?”

Kama kısa bir süre düşündükten sonra yalnızca dinlemenin sorun olmayacağına karar verdi. “Konuş.”

“Seni…” Güneş, Kama’nın tavrı karşısında öfkelenerek yumruklarını sıksa da hemen ardından derin bir nefes alarak sakinleşti. “Neyse, şimdilik bu tavrını bir kenara bırakacağım. Geçen sefer sizi kurtarmaya çalıştığım sırada…”

“Bedenimi ele geçirdiğinde.” Diye düzeltti Kama. Bir şekilde bahsettiği zamanın o zaman olduğunu biliyordu.

“Hayır, sizi kurtarmaya çalışıyordum orada!” diye itiraz etti Güneş. “Her neyse, sizi kurtarmaya çalıştığım sırada neden öyle davrandığımı sormuştun. O zamanlar sana bunu anlatmama gerek olmadığını düşünmüştüm. Sonuçta…”

“Sonuçta bedenimi ele geçirmiştin ve istediğini yapabiliyordun.” Dedi Kama. “Fakat şimdi avcumun içindesin ve hiçbir şey yapamıyorsun.”

“Yeteeeeerrr!!!” Güneş öfke krizi geçirerek Kama’nın üstüne atladı ve onu yumruklamaya başladı. Fakat yumrukları acıtmaktan ziyade gıdıklıyordu. Geçen sefer Kama’yı rahatlıkla sırt üstü çarpan birine ait değil gibiydiler. Böyle kızarmış bir yüze sahip olduğunda ve Kama’ya zarar veremediğinde yaptığı şeyler sevimli bile sayılabilirdi. “Sözümü kesmeyi bırak da beni dinle!!!”

‘Fazla çabuk öfkeleniyor… Çocuk mu bu? Ayrıca neden şu anda bu kadar güçsüz?’ Kama, Güneş’in kafasından itip kendinden uzaklaştırırken zorlanmamıştı bile. “Tamam, tamam. Dinleyeceğim.”

“Ooooff. Böyle davrandığın zaman beni ciddiye almadığını düşünüyorum!” Güneş yumruk atmayı bırakarak kollarını göğsünde bağladı ve somurttu.

‘Üzgünüm, seni ciddiye almakta gerçekten zorlanıyorum.’ Kama, düşüncelerini seslendirmese de gülümsemesi aklındakileri belli ediyor olmalıydı.

“Eğer bir daha sözümü kesersen sana hiçbir şey söylemem.”

“Söylemek zorunda değilsin.” Diye karşılık verdi Kama. “Sonuçta anlatmak için beni zorlayan kişi sensin.”

“Ama…” Güneş bir öfke krizine daha yakalanacakmış gibi dursa da derin bir nefes daha aldı ve sakince konuşmaya devam etti. “Anlıyorum… Ama lütfen sözümü kesme.” Kama başıyla devam etmesini işaret edince Güneş de devam etti. “Geçen sefer sana neden o şekilde davrandığımı anlatmamıştım çünkü beni anlasan bile karşımda durmaya devam edeceğini düşünmüştüm.” Güneş bir süre bekledikten sonra “Neyin değiştiğini sormayacak mısın?” diye sordu.

“Ne değişti?”

“Hıh hıh hııı... Bunu sormana sevindim.” Dedi Güneş kibirli bir gülümseme ile. “Değişen şey, Senin Rene’yi sevdiğini öğrenmemdi… Önceden senin, tıpkı İlk taşıyıcı gibi Dünya’daki bütün canlıları korumakla ilgilendiğini düşünüyordum, fakat sonradan fark ettim ki Dünya’ya ne olduğundan ziyade sen Rene’ye ne olduğuyla ilgileniyordun.”

“Ve?”

“Eğer bu şekilde düşünüyorsan seninle amaçlarımız aynı demektir. Senle ben aynıyız. Sen de Rene’yi kurtarmak istiyorsun, ben de…”

“Ha? Sen neyden bahsediyorsun?”

“Sana anlatmak yerine göstermem daha hızlı olur.” Dedi Güneş. Daha sonra siyah bir sıvı şekline büründü ve süzülerek mermer kapıların arkasına geçti. Kısa bir süre bekledikten sonra da tekrardan kapının altından geri çıktı ve eski haline dönerek “Niye takip etmiyorsun?” diye sordu.

“Gerçekten de bedenimi ele geçirebilme şansının en yüksek olduğu yere öylece geleceğimi mi düşündün?” diye karşılık verdi Kama da.

“Hey, öyle bir şey yapmayacaktım!”

“Hmm… Bunu çoktan birkaç kez denediğinden veya sana güvenmediğimden değil ama yine de oraya gitmeyeceğim.”

“Ama…” Güneş üzgün bir şekilde başını eğdikten sonra sordu. “Sana yalan söylemeyeceğimi biliyorsun, değil mi?”

“Evet.”

“O zaman oraya gittiğimizde bedenini ele geçirmeye çalışmayacağımı söylediğimde doğruyu söylediğimi de biliyorsundur.”

“Bu, başka şeyler yapmana engel değil.” Dedi Kama. Garip bir şekilde o küçük kızı üzgün görmek Kama’yı da üzüyordu. Fakat sırf kendi üzüntüsünü bastırmak ve onun mutlu olmasını sağlamak için Rene’yi tehlikeye atmayacaktı.

“O zaman… Beni takip edersen yalnızca seninle konuşacak ve sana birkaç şey göstereceğim… Böyle söylediğim zaman olur mu?” Güneş, Kama’nın cevap vermediğini görünce bağırarak karşılık verdi. “Rene’nin hayatı tehlikede diyorum! Neden düşünüyorsun ki?!”

Kama, böyle zamanlarda İlk taşıyıcıya danışabileceğini düşünürdü fakat şu anda ona sorsa cevabı muhtemelen gitmemesi olacaktı. O, Güneş’in dediği gibi Rene’den ziyade Dünya’nın kaderini önemsiyordu. Bu yüzden derin bir iç çekti ve kapılara doğru yürümeye başladı. “Umarım bana bir oyun oynamaya çalışmıyorsundur…”

“Hayır, hayır. Kesinlikle oyun oynamıyorum!”

Kapılardan geçerken bambaşka bir dünyaya adım atacağını düşünmüştü. Sonuçta kapılar aralık olduğunda bile içerisindeki karanlıktan başka bir şey görünmüyordu. Fakat tahminlerinin aksine sanki hiç yer değiştirmemiş gibi, başka beyaz bir boşluğa geçmişti. Ve yine tahminlerinin aksine burada kendini daha güçsüz hissetmiyordu. Aksine, gücünün tavan yaptığını fark etmişti. Sanki yalnızca elini savurması bile bütün bir şehri yıkacak kadar güçlenmişti. Tabii ki etrafta bir şehir olmadığından bunu deneyemeyecekti ama…

“Niye öyle şaşırmış bir şekilde bakıyorsun.” Diye sordu Güneş.

“Şey… Buraya gelirken beni bir tuzağa çektiğinden neredeyse emindim.” Diye itiraf etti Kama.

“Aslında çekiyorum.” Diye karşılık verdi Güneş de hınzır bir şekilde gülerek. “Sana söylediklerimden sonra kesinlikle benim tarafımı tutmanın daha iyi olduğunu anlayacaksın.”

“Tuzak dediğin şey bu şekilde işlemez, biliyorsun değil mi?”

“Bu, tuzağı ne olarak gördüğüne göre değişir.” Diye cevapladı Güneş. “Her neyse, sadede gelelim… Yakında Dünya’yı bir felaket vuracak.”

Güneş’in sözleriyle Kama, İlk taşıyıcı’nın anılarını ayırma sebebini hatırlamıştı. Bir felaketi önlemek için güçlenmesi gerektiğini ve bunun için bir büyü yaptığını söylemişti. Tabii bu büyüde bir şeyler yanlış gittiğinden işin sonunda anılarını bedeninden ayırmak zorunda kalmıştı. Belki de bu felaket hala gerçekleşmemişti ve Güneş de aynı felaketten söz ediyordu.

Güneş, Kama’nın düşüncelerini anlamış gibi başını hafifçe salladı. “Evet, o felaketten bahsediyorum. Bu olduğunda Rene veya İlk taşıyıcı onu durdurmak için kendi anılarını feda edecek…”

‘Rene’nin yok olacağını söylerken bunu kastediyordu demek. Yine de…’ “Bundan çok emin gibisin.”

“Öyleyim.” Diye karşılık verdi Güneş. “Çünkü ne Gece ne de Gündüz bu felaketi durdurabilecek kadar güçlü değil...” Kama’nın ikna olmadığını fark edince de gözlerini yavaşça kapadı ve elini ona doğru kaldırdı. “Sana, şu anki duruma benzer bir hikaye anlatayım…” Güneş kolunu ağır bir hareketle savurduğunda etraftaki gerçeklik değişmeye başladı. Bu, Rene’nin onunla ilk karşılaştığında yaptığı şeye benziyordu.

Bembeyaz boşluk birkaç saniye içerisinde değişerek renklenmiş ve yerini harap olmuş bir şehre bırakmıştı. Etrafta insanların, ejderhaların ve sayısız farklı ırktan kişilerin cesetleri yatıyordu. Bütün o cesetlerin arasında ise Kama, kendisini ve Rene’yi rahatlıkla ayırabilmişti. Kendisi ayakta ve nefes nefeseyken, Rene kanlarla kaplı bir şekilde yerde yatıyordu. “Bunların gerçek olmadığını biliyorum.” Dedi Kama sakince. Yine de Rene’yi o halde görmek sinirini bozmamış değildi. Belki de Güneş’in yapmaya çalıştığı şey buydu.

“Bir zamanlar gerçekti… Bu, Gece’nin taşıyıcısı’nın bile tamamen hatırlamadığı zamanlardan bir anı. Zamanın kendisinden bile eski olanların hatırladığı bir olay.” Daha sonra elini tekrardan savurdu ve görüntü uzaklaşmaya başladı. O zaman Kama, Rene ve kendisinin bir adanın üstünde olduğunu fark etmişti. Üstelik normal bir ada da değil, uçan bir adanın üstündeydiler…

İlk başta bunun, ejderhalarla savaştığı sırada gördüğü ada olduğunu sansa da görüntü uzaklaşmaya devam edince fark etti ki yalnızca o değil bütün adalar uçuyordu. Burası bildiği dünyadan tamamen farklıydı. Ortasında devasa bir su balonu vardı ve bütün adalar, o devasa su balonunun çevresinde süzülüyordu. “Bu, zamanın başlangıcından bir anı.” dedi Güneş, işaret ederek. Kendisi ve Rene’nin önünde duran garip şekilli dağı gösteriyordu. Şekli garip derken Kama burada abartı yapmıyordu. Belki de hayal gücünden öyle düşünüyor olabilirdi ama sanki dağın bir kafası, kolları ve bacakları vardı. “Ve bu da, Cennet…”

“Cennet mi?”

“Evet. Ya da en azından onun sureti.” Güneş parmağını şıklattığında her şey hareket etmeye başladı. Dağ zannettiği o koca kayalar gerçekten de ilerliyordu. Çok uzakta olduklarından hareketleri oldukça yavaş gibi görünse de, kendi kopyasının hareketleri ile kıyasladığında aşırı hızlı olduğu aşikârdı.

“Bu da ne?” diye sordu Kama.

“Söyledim ya.”

“Hayır, yani, ne? Bu şeyin bir ırkı var, değil mi?”

“Hayır. Bu, Cennet. Efsanelerden bildiğiniz, üzerinde bütün ırklardan canlıların yaşadığı varlık. Hatta yalnızca bu değil etrafta gördüğün uçan bütün adalar Cennet’in bedeninin bir parçası. Fakat gerçek anlamda bir şeyler yapmak istiyorsa bedenini daha küçük ve yönetimi kolay bir forma sokmak zorunda. O yüzden şu anda bu şekilde görünüyor…”

“Daha küçük mü?! Bunun neresi küçük?!” Kama farkında olmadan bağırmıştı.

“Gerçek bedeni ile kıyasladığında küçük.” Diye cevapladı Gece sakince. “Tıpkı bizimki gibi…” daha sonra tekrardan elini kaldırdı ve yavaşça sola doğru hareket ettirdi. Böyle yaptığında zamanın akışı hızlanmıştı.

“Bekle, bizimki derken ne demek istedin?”

“Buradan ayrılmadan önce bütün soruların cevap bulmuş olacak… O zamana kadar yalnızca izle ve dinle…”

Her ne kadar bundan şüphe duyuyor olsa da Kama, Güneş’in kendisine söylediğini yaptı…

X                     X                     X                     X                     X                     X

“Zamanın başlangıcından beri Gündüz ve Gece kendini, yaşamı korumaya adadı. Gerektiğinde çoğu kurtarabilmek için azı yok ettiler. Gerektiğinde ise kendilerini feda ettiler…” Kama’nın önündeki dağ hareket ederek geçmişteki Kama’ya saldırdı ve onu resmen yerin dibine gömdü. Öylesine şiddetli bir saldırıdan sonra Kama, onu temsil eden kopyanın bilincini kaybettiğinden emindi. Fakat tam o sırada Rene’nin kopyası kendine gelip hemen ayağa fırladı. Saçları beyazın en parlak tonuna bürünmüştü. Suratı, alnından akan kanla kaplıydı ve elbisesi yer yer parçalanmıştı. Yine de yüzündeki savaşma azmi bugünkü tanıdığı Rene’ninkinden az değildi.

‘Bekle bir saniye. Rene’nin bütün saldırıları emebilmesi gerekmiyor muydu?’ diye düşündü Kama istemsizce. Gerçi bu durumun bir istisnası vardı fakat şu anda Rene’nin kanlar içerisinde olmasının sebebinin bu olmadığından neredeyse emindi. Bu asla yanılmayan bir tür 6. his gibi bir şeydi. Ve Kama’nın bu hisse güveni tamdı. ‘Öyleyse neden böylesine ağır yaralar almış?’

Kama’nın sorularından habersiz Güneş anlatmaya devam etti. “Bazıları, eninde sonunda yok olmamızın kaderimizde olduğunu söyledi. Bazıları ise bencilce hareketlerimiz yüzünden kendi sonumuzu getirdiğimizi.” Güneş anlatmaya devam ederken Rene şok olmuş bir ifade ile bakakalmıştı. Etrafındaki katliamın yeni farkına varıyordu sanki. Bir an sonra ise acı bir feryat koydu. Hissettiği fiziksel acıdan ötürü değil, duygularından ötürüydü bu feryat…

“Ruhumuzun içindeki ateşin bizi tükettiğini söyleyenler de oldu, karanlığın bize hükmettiğini de…” Güneş bunu söylediği anda Rene’nin yüzündeki acı dolu ifade birkaç saniye içerisinde yerini öfkeye bıraktı. Ağır adımlarla kendisine yaklaşan Cennet’e meydan okuyan bakışlar atıyordu. Saçları alev alev yanan bir kızıl tonuna dönüştüğünde Rene, Kama’nın bilmediği bir dilde bir şeyler söylemiş ve elinde garip bir büyü oluşturmuştu. Normalde oluşturduğu enerji toplarının aksine bu, küçük bir topun etrafında sürekli dönen alev hortumlarını andırıyordu.

Rene aniden Cennet’e doğru koşmaya başladı ve elindeki büyüyü Cennet’e fırlattı. Hemen ardından da top daha ona çarpmadan elini yumruk atacakmış gibi geriye çekip sıktığında büyü aniden genişleyerek hayal edilemeyecek kadar büyük bir alanı alev ile kaplamıştı. Fakat alevler birkaç kilometrelik bir alandan sonra genişlemeyi aniden bıraktı. Sanki bir çeşit sınırlayıcıları vardı ve onu geçemiyorlardı.

“Bu muazzam…” dedi Kama istemsizce. Her ne kadar ısısını hissedemiyor olsa da bu saldırının bir şehri rahatlıkla haritadan silebileceğini biliyordu. Lakin belli ki böylesine bir saldırı bile Cennet’i yok etmek için yeterli değildi. Alev fırtınasının içerisinden bir kükreme geldi ve Rene’nin üzerine doğru, öncekinden çok daha hızlı bir şekilde ilerlemekte olan Cennet’in sureti göründü. Az önceki saldırı canını yakmakla kalmamış, ayrıca onu fena halde kızdırmıştı…

Rene ise onun hızlandığını görünce birden kaçmaya başlamıştı. Bu, korkudan kaynaklı bir refleks değil, daha çok planlanmış bir hareketti. Lakin ne kadar hızlı koşarsa koşsun Cennet arayı hızla kapamış ve devasa ayaklarından birini ona doğru savurmuştu.

Tam darbe Rene’ye çarpacağı sırada ise Kama, kendi kopyasının araya atlayarak Rene’yi kanatlarıyla sardığını göz ucuyla yakalayabilmişti. Bir an sonra ise ikisi de kilometrelerce uzağa sürüklenmişti.

Rene, Kama’nın kopyasının kanatlarını açarak kendini kurtardıktan sonra hemen kopyasının üstüne eğilerek hızlıca yaralarına baktı. Yüzündeki ifadeden Kama anlayabiliyordu ki durum pek iç açıcı değildi. İki kanadı da kırılmış, bacaklarından biri tamamen ters dönmüştü ve diğeri de ondan daha iyi bir durumda görünmüyordu. Bunun yanı sıra kopyasının araya girmesi sayesinde Rene’nin burnu bile kanamamıştı.

İşte o zaman Kama, Rene’nin kopyasının ilk kez anlayabildiği bir şekilde konuştuğunu duydu. “Üzgünüm…” demişti yalnızca. Hemen ardından da birkaç metre sıçrayarak Kama’nın kopyasından uzaklaşmıştı.

Kama bu tek kelimenin anlamını kavrayamamıştı olsa da belli ki bu durum kopyası için geçerli değildi. Çünkü Rene bunu dediği anda kopyası onu yakalayabilmek için elini uzatmış fakat yeterince hızlı davranamamıştı. Hemen ardından da ayağa kalkmayı denemişti fakat bedeni öylesine harap bir haldeydi ki dizlerinin üzerinde doğrulmaktan bile acizdi.

Bu sırada Rene gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Kızıl tonda parlamakta olan saçları birkaç kez hızla yanıp söndü. Hemen ardından da tamamen karardılar… Bu, Rene’nin gücünden kaynaklı bir karanlık değildi. Her zamankinin aksine enerjiyi emmiyor, onu yayıyordu… Etraftaki hava ağırlaşmış bir şekilde Rene’nin çevresinde girdaplanıyordu. Birkaç saniye içerisinde Rene’nin yaraları kapanmakla kalmamış, parçalanan giysileri bile yenilenmişti. Onun bu halini gören Cennet ise aniden olduğu yerde kalakaldı. Önündeki şey yalnızca bir illüzyon olmasına rağmen Kama, onun korkusunu hissedebiliyordu. Fakat Rene, yüzünde acımasız bir ifade ile elini Cennet’e doğru kaldırdı ve gözlerini açtı. Bedenini saran karanlığın aksine gözleri güç ile parıldıyordu. “Buna bizi sen zorladın.” Dedi Rene. “Yaşam için ölüm getirmeye…” Rene bunu dedikten sonra Cennet bir anda parçalanmıştı. Ne bir ışık, ne enerji topları ne de büyünün gerçekleştiğine dair bir işaret… Hiçbir şey olmadan Cennet’in devasa bedeni dağılarak yere düşmüştü.

“Kazandı mı?” dedi Kama.

“Evet… Ama ne pahasına?” Güneş sorarak Rene’yi gösterdi. Çünkü birkaç saniye önce enerji ile dolu olan Rene hafif bir sendelemenin ardından yüz üstü düştü.

“Bütün büyü gücü mü bitti?”

“Yine evet… Ama yalnızca büyü gücü bitmedi… Sahip olduğu bütün anılar da bu saldırı ile birlikte gitti…” Güneş bunları söylerken Kama’nın kopyası amansızca kendini, Rene’ye doğru sürüklemeye çalışıyordu. Gözlerinden yaşlar akarken Kama onun ne kadar acı içerisinde olduğunu görebiliyordu. “Bizim bile kolayca başa çıkamayacağımız rakipler olabilir, Kama… Böyle zamanlarda her şeyimizi ortaya koymamız gerekir. Dünya’da yaşayan bütün ırkları korumak bu anlama geliyor.”

Güneş konuşmayı sürdürürken havada uçmakta olan adalar bir bir denizin üzerine düşmeye başladı. Her bir çarpma o kadar şiddetliydi ki adaların alt kısımları sürtünmeden kaynaklanan ısıdan kızarmıştı.

“Bu savaş; Dünya’yı oluşturdu, Zaman’ı başlattı ve Gece’yi parçaladı…” dedi Güneş. Yüzündeki ifadeden kendisinin de üzgün olduğu belliydi. “Bazıları bu savaşın ve yok oluşumuzun kaderimiz olduğundan emindi. Engelleyemeyeceğimiz sonlarla karşılaştığımız zaman kendimizi feda etmemizin bile kaderimizde var olduğunu söylediler… Fakat ben böyle bir kadere inanmıyorum…” Güneş elini tekrar savurduğunda zaman o kadar hızlı bir şekilde akmaya başladı ki gözle takip edilemiyordu. Fakat bir anlığına da olsa Kama, kendisi ile Rene’nin savaştığı anı yakalayabilmişti. Geçmişten başka bir anıyı…

Zaman akmaya devam ederken Kama, Güneş’e döndü. “Sanırım demek istediğin şey, tekrar böyle bir son ile karşı karşıyayız.” Rene’nin veya Kama’nın kendini tekrar feda etmesini gerektirecek kadar kötü bir son ile…

“Evet. Dünya’yı vuracak felaket…” Güneş bunu dediğinde illüzyon uzaklaşmaya başladı. illüzyon uzaklaşmaya devam ettikçe Dünya daha da ufalıyordu. Birkaç saniye içerisinde o kadar ufalmıştı ki ancak bir kulübe boyutundaydı. Fakat Dünya’nın bu kadar ufalması, görüşlerine başka şeylerin girmesine de sebep olmuştu. Dünya’nın yarısı boyutunda bir göktaşı gibi… “Bu, Dünya üzerindeki bütün yaşamı sonlandıracak şey.” dedi Güneş sakince. “Bu, sizin sonunuz…”

Göktaşı öylesine büyüktü ki değil Dünya üzerindeki bütün yaşamı yok etmek, Dünya’nın kendisini bile yok edebilirdi. “Ve sanırım senin, bunu durdurmak için bir planın var…” diye tahmin etti Kama. Başka türlü onu buraya çağırması hiç mantıklı değildi.

“Oldukça zekisin.” Diye karşılık verdi Güneş. “Planım basit. Hiçbir şey yapmamak…”

‘Hı?’ Kama, ne kadar düşünürse düşünsün bunun arkasında yatan mantığı anlayamamıştı. Güneş de bunu fark ederek açıkladı.

“Eğer hiçbir şey yapmazsak Dünya üzerindeki bütün yaşam yok olacak. Bu sayede ne Gece’nin taşıyıcısı, ne de siz bir daha kendinizi başkaları için tehlikeye atmak zorunda kalmayacaksınız. Tabi göktaşı Dünya’ya çarpana kadar Rene’nin onu durdurmasına da engel olmalıyız. Bu kısım oldukça önemli…”

“Ufak bir meseleyi atlamıyor musun?” diye sordu Kama. “Biz de yok olacak o Dünya’nın içerisindeyiz…”

“Merak etme, böylesi bir şey bizim bütün hayatımızı sonlandırmaz.” Diye karşılık verdi Güneş. “Göktaşı Dünya’yı vurduktan sonra Dünya parçalanacak ve kendi etrafında bir yörünge oluşturarak bir süre sonra tekrar birleşecek.”

“Peki bu tam olarak ne kadar sürecek?” diye sordu Kama.

“Tam olarak ben de hesaplamamış olsam da yarım milyar yıl süreceğini tahmin ediyorum.” Diye cevapladı Güneş.

“Tamam, planın oldukça mantıklı.” Diye itiraf etti Kama. Sonuçta sonsuza kadar yaşayabiliyorken yarım milyar yıl hiçbir şey idi.

“Gerçekten mi?” diye şaşkınlıkla karışık bir heyecanla sordu Güneş. “O zaman…”

“Fakat, oldukça önemli bir noktayı unutuyorsun.” Diye araya girdi Kama. “Benim sevdiğim herkes ve her şey bu Dünya’nın içerisinde. Babam, kardeşim… Dostum…”

“Onların da ölmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde kendinize zarar veremeyeceğiniz bir ortam oluşturulabilir…”

Güneş’in planını sonunda anlayan Kama aynı zamanda İlk taşıyıcı’nın neden Güneş ile savaştığını da anlamıştı. İki taraf da bir şeyleri korumak istiyordu. Fakat korudukları şeyler birbiri ile çakıştığından savaşmaları kaçınılmaz olmuştu.

‘Bu benim için de geçerli. Güneş’in planını gerçekleştirmesine izin veremem. Rene’nin ölmesine de…’ Gerekirse kendi hayatını bile feda edebilirdi fakat Rene’nin kendini öldürmesine izin vermezdi. Tabi ki ailesinin veya Boğaç’ın ölmesine de…

“Şu anda ne düşündüğünü biliyorum.” Dedi Güneş sakince. “Kendini…” fakat daha sözünün devamını getiremeden aniden mermer kapılar çarparak açılmış ve İlk taşıyıcı içeriye dalmıştı…

“Bunu yapmamalıydın.” Dedi İlk taşıyıcı, içeriye girdiği anda.

“Senin olduğundan daha çok onun kararı.” Diye karşılık verdi Güneş de. İkisi de birbirine saldıracakmış gibi bir daire şeklinde hareket ediyor ve karşısındakinin açıklarını kolluyordu.

“Seçim imkânı vereceğimi nereden çıkardın?” İlk taşıyıcı bunu söyledikten hemen sonra Güneş’in üzerine atıldı. Güneş ise savuşturarak Kama’nın arkasına saklandı.

“Yani sen Kama’nın düşüncelerinin hiçbir önemi olmadığını mı söylüyorsun?” Güneş’in bunu söylerken ki yüz ifadesi bir kaybettiği oyunda aniden kazanan tarafa geçmiş bir çocuğunkine benziyordu.

“Hayır, benim söylediğim şeyi zaten kabul edeceğini söylüyorum!” İlk taşıyıcı tam Güneş’i yakalamıştı ki Kama, onun kolundan tutarak bunu engelledi.

“Benim fikrimin önemli olmadığı kısmı tekrarlayabilir misiniz?” dedi Kama sakince. Hem Güneş, hem de İlk taşıyıcı birbirleri ile sürekli savaştıkları için bitkin durumdaydı. Şu anda Kama, ikisinden de çok daha güçlü bir konumdaydı. “Yani, yanlış anlamanızı istemem ama ikinizin arasındaki güç dengesini oluşturan tek kişinin kim olduğunu düşünecek olursanız bence fikirlerimin önemi oldukça fazla.”

“Bunu yalnızken konuşalım.” İlk taşıyıcı elini kurtardıktan sonra geri çekildi.

“Hayır.” Karşılık aynı anda hem Güneş’ten hem de Kama’dan gelmişti.

İlk taşıyıcı birkaç saniye boyunca ciddi bir şekilde Kama’yı süzmeye devam etti. Sanki onu ikna etmesinin bir yolunu keşfetmeye çalışıyor gibiydi. Daha sonra ise pes etmiş gibi iç çekti. “Peki, sana onunkine karşılık kendi planımı açıklayacağım. En azından bunu bilmeyi hak ediyorsun…”

“Yalnızca bilmeyi hak etmekle kalmıyor onu engelleyecek kişi hal…”

“Yeter.” Kama, Güneş’in sözünü kestiğinde Güneş karşılık vermeden bekledi. “Aklından neler geçiyor?”

İlk taşıyıcı kısa bir duraksamanın ardından tek bir cümlede planını açıkladı. “Göktaşını durdurmak için anılarımı ayrıştıracağım.”

“Tamam.” Kama hemen kabul etti.

“Bekle, ne?!” Güneş ve İlk taşıyıcı aynı anda şaşkınlıkla sordu.

“Planın oldukça mantıklı.” Dedikten sonra Kama açıkladı. “Yanlış anlamadıysam sen göktaşını durduracaksın, Rene, ben ve Dünya’daki geri kalan herkes yaşamaya devam edecek, değil mi?”

“Ve bunun için kendini feda etmiş olacak!” Diye araya girdi Güneş.

“Bence gayet makul.” Diye karşılık verdi Kama. “Tanıdığım kişileri önem sırasına koyacak olsam ilk sırada Rene ve ailem gelirdi. Daha sonra Boğaç ve ardından da kendi hayatım... Yani önem sırasına göre onun kendini feda etmesi, benim veya Rene’nin etmesinden daha mantıklı görünüyor. En azından benim için.”

“O zaten sensin!” diye bağırdı Güneş. “İkiniz aynı kişisiniz!”

“Anılarımız birleştiğinde benim yok olacağımı söylemişti. Kendini feda etmesinin benim için iyi olacağına dair bir neden daha… Bunu neden yapacağını bilmesem de benim açımdan hiçbir eksi yönü yokmuş gibi görünüyor.”

“Bu…”

“Güzel.” İlk taşıyıcı, Güneş daha fazla konuşamadan araya girdi ve Güneş’i işaret etti. “Öyleyse, sen tatlı uykuna ben de onunla ilgilenmeye dönsem?”

“Bu da gayet makul bir teklif.” Kama ağır adımlarla kapıya doğru ilerlerken cevapladı.

“Bekle!” Güneş, Kama’yı durdurmaya çalışsa da İlk taşıyıcı araya girerek engelledi. “Sana ettiği onca yardımdan sonra nasıl bunu yapmasına izin veriyorsun! Hiç mi vicdanın yok?!”

Kama tam kapılardan dışarıya çıkacakken geri dönüp Güneş’in öfke dolu bakışlarına karşılık verdi. “Ben kendimi çok iyi tanıyorum. Ve eğer sen de bizi birazcık tanıyor olsaydın onun yapacağı şeyi yalnızca zorunda olduğu için değil, gerçekten arzuladığı için yaptığını anlardın. Aksi halde son ana kadar başka bir yolunu bulmak için çabalardı…”

“Öyleyse ne olmuş?!”

“O ölmeyi arzuluyor. Bunu bakışlarından anlayabilirsin…” Kama, İlk taşıyıcıyı başıyla işaret ederek devam etti. “Bu Dünya’da ölümü arzulamasını sağlayacak şeyler yaşadığı için ben de üzülüyorum fakat onu engelleyecek değilim…” Kama bunları söyledikten sonra kapıdan geçti. “Yapabileceğim tek şey aynısını yaşamamak için dua etmek…”

“Sen…” Güneş’in sözleri tamamlanmadan beyaz kapılar suratına kapanmıştı. Arkasından nasıl lanetler okumuş olduğunu duyamayacak olsa da tahmin edebiliyordu.

Aslında İlk taşıyıcıyı bir arkadaş olarak seviyordu. Her ne kadar o da kendisi olsa da… Ama Güneş’e söylediklerinde de samimiydi. Ölümü arzulayan birisini hayatta kalmaya zorlayamazdı…

“Neyse, kaderde yok olmamız varsa eninde sonunda yok olacağız.” Dedi kendi kendine. Güneş’in onlara gösterdiği gelecekti bu. “Fakat en azından onun ölümünün, gelecekteki ölümümün bir anlamı olmalı…” Etraf kararmaya başlarken Kama, gerçek anlamda derin bir uykuya gireceğini anladı ve kendini rahatlık denizine bıraktı.

Çevirmen Notu

Bu zamana kadar okuyan herkese teşekkür ederim. Umarım zevk alıyorsunuzdur ^^

Pek çok kişiye göre yavaş yazdığımın farkındayım lakin elimden gelenin en iyisi bu. 5-10 sayfalık bir yazıyı bile sayısız kes okuyor ve elimden geldiğince yazının imla hatalarını ve anlatımını düzeltmeye çalışıyorum. Böylece en azından vasatın biraz üzerinde bir iş çıkarabileceğimi umuyorum.    :)

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar