Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

02 Mart 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
2148 Görüntülenme
Bu bölümü 42 Kişi beğendi.
Cilt 1

Şımarık, İşe Yaramaz Ejderha

“Eee? Kendini nasıl savunacaksın?”

 

Bir elim yüzüme dayanmış bir şekilde tahtta oturuyordum. Uzun kolçaklar öne eğilsem de duruşumu normal hissettiriyordu. Rahat gözüken Shii kucağıma tünemişti. Bu yarı saydam mavi yaratık boş boş duruyordu. Öylece oturup dostluğumun tadını çıkarıyordu.

 

“B-Ben masumum, yemin ederim başka bir seçeneğim yoktu! Durumum korkunçtu ve ne gerekiyorsa onu yaptım!”

 

Yüce Ejderha, Leficios, müdafaacı olarak önümde duruyordu. Dizlerinin ve bileklerinin üzerine oturmuştu ve sırtı da baston yutmuş gibi dimdikti. Ortam gergindi, ortama yansıyan hava ejderhanın içerlemiş ve paniklemiş sesinden geliyordu--suçunu inkâr eden birinde görebileceğiniz bir şekilde...

 

“Bahsettiğin bu korkunç durumlar, tam olarak nelerdi acaba?” Gözlerimi devirmek istemiştim ama uyumlu davrandım ve ejderhaya kendini savunması için bir şans verdim.

 

Beklendiği gibi sorgum sessizlikle cevaplanmıştı. Lefi, kendini aklamaya çalışmak bir yere nefes bile almamıştı. Yaptığı tek şey, ona dik dik bakan gözlerimden inatçı bir biçimde gözlerini kaçırmasıydı.

 

“Yemin ederim...”

 

Derin bir iç çekerken ejder kız, ceza bekleyen bir çocuk gibi irkildi. Onu ilk gördüğümdeki saygınlığı tamamen yok olmuştu. Rüzgâr gibi geçip gitmişti.

 

“Artık lanet olası bir şey söyle.” Yeniden iç çektim. “Bak, adil olacağım. Eğer gerçekten ortada zor bir durum varsa seni bırakacağım.” İnandığımdan değil tabii, ama bunu ona söylemedim. Konuşması için teşvik etmek ve şüphelerimin pek de yardımcı olmayacağını göstermek için öyle söylemiştim.

“Tamam...” diye konuşmaya başlamıştı Lefi ama sonra tekrar susup gözlerini benden kaçırmaya başlamıştı.

“Devam et.”

“K-Kendimi durdurmayı başaramadım! Hepsi aşırı derecede lezzetlilerdi!” Kısa süren bu sessizlikten sonra gelen şeyi sadece dargın bir çığlıktı.

 

Tabii ki, muhtemelen böyle olduğu belliydi.

 

“Bak...” diye iç çektim. “Sabırlı olmak hakkında gerçekten bir şeyler öğrenmen gerekli. Ve sana bunu ben öğretmemeliyim. Bin yıldan fazladır yaşamıyor musun? Buna rağmen bir gün bile bekleyemedin mi?”

“Gerçekten kendime engel olamadım!”

“Kendime engel olamadımmış, yersen! Lanet olası işe yaramaz, şımarık ejderha!”

“Ne!? Bu ne cüret! Asla ‘işe yaramaz’ biri olmadığımı bilmiş ol!”

“Saçmalık! Sabrın kırıntısı bile sende yok! Bu nasıl olabilir!? Kaç yaşında olduğunu bir düşün, lanet olsun! Aslında biliyor musun, haklısın! Sen işe yaramaz değilsin, işe yaramazdan daha da kötüsün! Yüce Ejderha? Ha! Daha çok Yüce Otlakçı!”

“Aklına ne gelirse onu söylüyorsun!” Lefi yine içerlemiş bir şekilde bağırmıştı. “Ve Yüce Ejderha unvanımı daha da haklı çıkarıyorsun! Tüm yırtıcıların tepesinde olan sadece benim! Bu yüzden de istediğim gibi yaşamak benim doğal hakkım!”

 

Ooo şimdi de bana utanmadan karşı koyuyor.

 

“Vazgeç. Efsanelere konu olmuş, yaşayan musibet, ben Yüce Ejderha, bu saatten sonra tabiatımı değiştiremem! Bunu, bu dünyanın doğal kuralı, olması gereken şey olduğunu kalbine kazı!”

“Böyle yapmaya devam et de seni bir daha beslemeyeyim.”

“Kötü davranışlarım için özür dilerim. Lütfen beni affedin.”

 

Ejderha bembeyaz kesilmişti. Davranışları 180 derece değişmiş ve önümde olabildiğince fazla eğilip özür diliyordu.

 

Peki, bu duruma nasıl geldik? Uzun lafın kısası, her şey olayın olduğu günün sabahı başlamıştı.

 

***

 

“Pekâlâ. Kısa süreliğine dışarı gideceğim, bu yüzden benim yerime zindana göz kulak olun, tamam mı?” Gitmeye hazırlanırken hem Lefi’ye hem Shii’ye böyle söyledim.

“Peki...”

“Etrafa biraz yiyecek bir şeyler bıraktım. Acıkırsanız yiyebilirsiniz ama çok fazla yememeye çalışın.”

“Pekâlâ...”

 

Shii ise sanki anlamış ve kabul etmiş gibi havada taklalar attı. Ama Lefi, basit bir elektronik oyuncağa dalmış gitmiş bir haldeyken, öylesine cevap vermişti. Kendime almış olsam da Tamagotchi [1] benim zevkime göre biraz geçmişte kalmıştı. Ondan keyif alamayacak kadar modern oyunlarla haşır neşir olmuştum. Ama benim aksime Lefi, daha önce böyle bir şey görmediğinden, hemen bağımlısı olmuştu.

 

Tamagotchi, zindanın kataloğundaki en ucuz oyun cihazıydı. Onu almamın tek sebebi çok ilgili olmaktan ziyade fiyatının çok düşük olmasıydı. Diğer basit elektronik aletlerden neden ucuz olduğunu anlayamamıştım ama tahmin etmem gerekirse, diğerlerine göre daha küçük ebatlara sahip olması diyebilirdim. Ama ne yazık ki katalog çok da tutarlı değildi. Fiyatlar astronomikti. Ve ucuz dememe rağmen Tamagotchi, diğer elektronik olmayan çoğu şeyden daha pahalıydı.

 

Lefi’ye göre şu an yaşadığım dünya, geldiğim yere göre teknolojide çok ileri değildi, bu yüzden bu oyuncak onun için hem yeni hem de büyüleyiciydi. Aslında, teknolojinin eski dünyamda olduğu kadar gelişmiş olmadığını duyunca sevinmiştim. Öyle olsaydı, benim için hayal kırıklığı olurdu.

 

Lefi, Tamagochi’yi ona gösterdiğimde felaket şaşırmıştı. O kadar şaşırmıştı ki, iblis lordunun yeteneklerini sorgularken, gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Aslında düşününce, bunu yapabilecek tek iblis lordunun ben olduğumu söylemem gerekirdi.

 

Lefi demişken, Shii ile artık tamamen arkadaş olmuşlardı. Farklı türler olmalarına ve güç skalasında zıt kutuplarda olmalarına rağmen, çok iyi anlaşmışlardı. Düşününce, bu bayağı mantıklıydı. İnsan olmamasına rağmen, Lefi sonuçta bir kızdı ve diğer kızlar gibi, şirin şeylere düşkündü. Ve Shii de olabilecek en tatlı evcil hayvan olduğundan, ejderin ona tamamen hayran olmuş olması çok mantıklıydı. Hatta o kadar sevmişti ki, Shii’yi türünün en güçlü üyesi yapacağını söylerken yakalamıştım.

 

Ama diğer yandan Shii, Lefi’den başta korkuyordu. Zavallı yapışkan, onu, yani ejderi görür görmez titremeye ve büzülmeye başlıyordu. Onunla etkileşime girdiğimi görünce Shii, Lefi’nin bir tehdit olmadığını anlamış ve böylece ona sırnaşıp, onunla oyun oynama başlamıştı.

 

Ben de Shii gibi Lefi’yi bir tehdit olarak görmemiştim. 14 yaşında bir kız halinde koridorlarda pineklediğini gördükçe, onu bin yaşında bir ejderha gibi göremiyordum ve Tamagotchi’ye bu kadar bağlanmış olması da pek yardımcı olmuyordu. İzlenimlerimden anladığım kadarıyla, Lefi göründüğü kadar gençti. Hepsi buydu.

 

Omuz silkip gülümsemeye çalışarak arkamı dönüp taht odasından dışarıya doğru ilerledim.

 

Peki, neden dışarı gittiğimi soracaksınız? Bu sorunun cevabı, şaşırtıcı derecede basitti: Ek gelir sağlamam gerekiyordu. Ya da ek DP. Çoğu iblis lordu, DP gelirini istilacılardan sağlıyordu. Zindanlarına giren istilacıları öldürüp, cesetlerini DP ile takas ediyordu.

 

Ama ben, hiç istilacıyla karşılaşmadım. Karşılaştığım tek istilacı, Shii’yi çağırır çağırmaz saldırmış, üç başlı aptal köpekti. Tabii ki istilacı olmamasın sebepsiz değildi. Zindanım, Lefi’nin, Yüce Ejderha’nın bölgesindeydi. Yakın çevremizdeki hiçbir canlı zindana girmek bir yana, bölgeye yaklaşmaya bile korkuyordu. Bu mantık, kendilerinden daha güçlü yaratıklara karşı çok hassas oldukları için, normal yaratıklardan daha çok canavarlara işliyordu. Lefi’nin burada olduğunu bildiklerinden bu lanet bölgeden uzakta duruyorlardı. Aynı şekilde diğer ırklar da buraya yaklaşmaktan imtina ediyorlardı. Lefi’nin bölgesi kimsenin girmeye cesaret edemediği tehlikeli ve keşfedilmemiş bir bölge olarak görülüyordu.

 

Bu canımı bayağı sıkmıştı. Eğer zindanımın yakınlarına hiçbir şey gelmezse nasıl DP biriktirebilirdim ki? İşte tam o anda anladım. Ben ya da zindan onlara giderse, onların bana gelmelerini beklemek için bir sebebimiz olmayacaktı. Bir başka deyişle, yapmam gereken tek şey zindanı, onları çevreleyecek kadar büyütmekti. Neyse ki etrafa sadece bakarak zindanın haritasını doldurabiliyordum ve Yüce Ejderha’nın varlığı iyi miktarlarda DP kazanmamı sağlıyordu, böylece planı yürütecek her şey elimin altındaydı.

 

Normalde, DP zindanı güçlendirmek için kullanılırdı. İblis lortları kat eklemeye, tuzak kurmaya ve ordularını güçlendirmeye yatırım yaparlardı. Ama ben, zindanımın çekirdeğini koruyacak en kuvvetli koruyucuya sahiptim. Halının üzerinde dönüp duran bir ejderhayı hoş görmek, SECOM’u [2] tutmaktan daha etkili ve verimliydi. Zaten potansiyel istilacılara az ya da çok üzüldüğümden, fazladan adam tutmak cidden DP israfıydı.

 

Bunun yanında zindanı tamamen ihmal etmeyi planlamıyordum. Taht odasının doğrudan dışarıyla bağlı olması fikrinden hiç hoşnut değildim. Araya bir yere bir iki kat alan eklemek istiyordum. Ama bunu hemen yapmayacaktım. Her şeyden önce ekonomimi düzeltmeye odaklanmayı planlıyordum.

 

Zindanın en ilginç özelliklerinden biri, alanların çok fazla özelleştirilebiliyor olmasıydı. Neredeyse istediğim her seçeneği değiştirebilirdim. Küçük ya da büyük, bu alanları nasıl istersem öyle yapabilir ve hatta gündüzleri gece, geceleri de gündüzmüş gibi gösterebilirdim. [3]

 

Bundaki potansiyeli fark ettiğimde, yeterince para biriktirdikten sonra içinde eşek kadar büyük bir kalenin bulunduğu bir alan yapmaya karar verdim... Hatta özellikle, JRPG’lerdeki final bosslarının olduğu tipik korkutucu ve otoriter gözüken türden bir kale yapmak istiyordum.

 

Aklıma ilk gelen kale, saçma derecede zor olan Dark Whatchamacallit isimli oyundaki malum kaleydi: Anor Londa. [4] Aslında bu kadar saçma büyüklükte bir kaleye ihtiyacım yoktu ama yine de istiyordum.

 

Onun hayali bile tüylerimi diken diken ediyordu. Potansiyel istilacının ilk göreceği şey, sonsuz gecenin karanlığıyla örtülmüş, devasa, insana korkunç bir şeyler olacakmış hissi verecek kadar siyah renkli bir yapıydı.

 

İçeriden bakanın göremeyeceği şekilde saklanmış ay ise ortadaki başyapıtı aydınlatacak ve ona kapkara, dehşete düşürecek bir gölge verecekti.

 

Kafamda canlandırdığım görüntü tüyler ürperiyordu ama ayrıca heybetli ve muhteşemdi.

 

Mükemmeldi.

 

Hayali bile ruhumun tutkuyla yanıp tutuşmasına neden olmuştu. Ona sahip olmam gerekiyordu. Adam gibi bir adam olarak ben kalenin fantastik cazibesine karşı koyamıyordum.

 

Ah, evet. Sanırım işe geri dönsem iyi olur.

 

Kurduğum hayallerden sıyrılıp yapmam gerek şeye odaklandım. Günü bir şeyleri gözlemlemekle geçirmeyi planlamıştım, bu yüzden, haritamı açıp etrafta sinsi sinsi gezerken, Gizlilik ve Düşman Saptama yeteneklerimi etkinleştirdim.

 

Yeteneklerden bahsetmişken, onları edinmenin iki yolu vardı. İlki, yetenekle alakalı bir eylemi gerçekleştirmekti. Örneğin, yumruk atmak ya da tekmelemek dövüş sanatları yeteneğini kazandıracaktır. Etkili olsa da bu ilk yol biraz can sıkıcı ve birinin belirli bir seviyede yapabiliyor olmasına bağlıydı. İkinci yol, yetenek parşömenleri, daha uygun bir yoldu. Bir yetenek parşömenine çizilmiş şekilleri zihnen çoğaltarak ve bu sırada büyü gücünü parşömene akıtarak yeni bir yetenek kazanmak mümkündü. Bu herkesin kullanabileceği kullanıcı dostu bir araçtı. Tek kötü yanı, aynı yetenek parşömenini tekrar tekrar kullanamıyor oluşundu ama sağladığı yardım hep kalıyordu. Buna rağmen, yeni bir yeteneği öğrenebilmek için en kolay yol buydu.

 

Zindanın kataloğunu karıştırırken bu yetenek parşömenlerini görmüştüm. Tabii ki, kullanışlı olabileceğini düşündüklerimi görür görmez hemen aldım. Kendi kendime Gizlilik yeteneğini kazanabileceğimi büyük ihtimalle kazanabilecek olsam da etkili ve verimli yapabileceğimden emin olmadığım için satın aldım. Bir diğer yandan, Düşman Saptama’yı, kendi kendime kazanabileceğimden pek emin değildim.

 

İstatistik sayfam değişmişti. Artık şöyle gözüküyordu:

 

***

 

Genel Bilgiler

İsim: Yuki

Sınıf: Baş iblis

Sınıf: İblis Lordu

Seviye: 16

HP: 2350/2350

MP: 6960/6960

Kuvvet: 681

Dayanıklılık: 710

Çeviklik: 586

Büyü: 960

Maharet: 1290

Şans: 70

Yetenek Puanları: 0

 

Eşsiz Yetenekler

Büyülü Gözler

Tercümanlık

 

Yetenekler

Eşya Kutusu

Analiz VI

Dövüş Sanatları III

Kadim Büyü II

Gizlilik III

Düşman Saptama III

 

Unvanlar

Başka Dünyalı İblis Lordu

 

DP: 10220

 

***

 

Seviyem artmıştı ama bu başka bir canavarı öldürdüğüm için değildi. Topladığım tecrübeler yaptığım antrenmanlardan geliyordu... Bu kadar çok egzersiz yapmanın sonucunda Dövüş Sanatları yeteneğimin de seviyesi artmıştı. Ama diğer yandan, analiz yeteneğimin seviye atlamasının tek sebebi, kazandığım tüm yetenek puanlarımı ona gömmüş olmamdan dolayıydı. Ne de olsa çok işe yarayan bir yetenekti.

 

Yeni kazanmış olmama rağmen ne Gizlilik ne de Düşman Saptama birinci seviyeydi. Boş kaldıkça onları kullanıyordum, bu yüzden seviyeleri yükselmişti.

 

Gizlilik, Lefi üzerinde çalışmıyordu. Ne kadar iyi saklanırsam saklanayım beni görüyordu. Ama aynısı, küçük yapışkan dostumuz için söylenemezdi. Yeteneğimi etkinleştirdiğim anda Shii izimi kaybediyordu. Hemen etrafı aramaya ve beni bulmaya çalışıyor ve bulduğunda da mutluluktan sağda solda zıplayıp duruyordu. Bu doğaçlama saklambaç oyunlarına verdiği tepkiler inanılmaz derecede şirindi.

 

Her iki yetenek de etkin olduğu süre boyunca manamdan yiyordu. Onları sonsuza kadar açık tutamasam da birkaç saatte bir açıp kapayarak idare ediyordum. Lefi’ye göre bu tamamen saçmaydı. Normal bir iblisin aynı şeyi yapmasının imkânı yoktu, ki bu da benim bir iblis lordu olmamdan kaynaklanan, saçma derecedeki mana havuzuna sahip olmam nedeniyleydi.

 

“Ah... Tamam, sanırım şu tarafa gitmemeliyim.”

 

Bir kaplanla bir gergedan karışımına benzeyen bir canavar görünce tüm düşüncelerimden sıyrılıp hareket etmeyi kestim. Yeni öldürülmüş avını tüketmekte olan yaratığın dikkati başka yerde olsa da daha yakınına gidersem bana saldıracağından emindim. Yaratığı halledeceğimden şüphem yoktu ama bununla uğraşmak istememiştim bu yüzden geri çekilip yolumu değiştirdim.

 

Bir canavarla karşılaştığıma göre zindandan epey uzaklaşmıştım. Hatta o kadar uzaklaşmıştım ki etrafta hem hayvanlar hem de canavarlar dolaşıyordu.

 

Nihayet Lefi’nin bölgesinin dışına çıkmıştım.

 

Burası bayağı iyi bir yer gibiydi. Hadi burayı zindana ekleyelim.

 

Zindanın büyüsünü etrafımda hissedene kadar menüyle oynayıp haritaya birkaç kez tıkladım.

 

“Tamam, hepsi bu kadar.” Hoşnut bir biçimde başımı salladım. Bu genişleme tüm DP’mi sömürmüştü ama günlük kazancıma olacak etkisi için buna değerdi.

 

Peki, madem buraya kadar geldim, etrafı biraz daha gezip haritayı biraz daha genişleteyim ki sonraki gelişimde uzaklara gitmeme gerek kalmasın.

 

***

 

Eve vardığımda güneş çoktan batmıştı. Midem tamamen boştu, bu yüzden, geçen gün tam 2000 DP’ye aldığım mutfağa girdim ve buzdolabını açtım--beni tamamen boş bir buzdolabı karşılamıştı. Geçen gece bir haftalık yiyecekle doldurmama rağmen, yiyecek namına tek bir şey bile yoktu.

 

Özel kesilmiş almak yerine bütün et almak daha ucuzdu ve herhangi bir dezavantajı olmayacağını düşünerek bunu satın almıştım.

 

Görünüşe göre yanılmışım.

 

Yiyecekler kendi kendilerine kaybolamayacaklarından, muhtemel suçlunun dikkatini çekebilmek için sesimi yükseltip bağırdım.

 

“LEFIIIIIIIIIIIIIIIIIIII!!”

 

Ve her şey böyle başlamıştı.

 

***

 

Lanet obur. Yediği onca şeyden sonra yere yığılan ejder kıza bakarken sessiz sessiz söylendim.

 

Buzdolabında onun yiyebileceğinden daha fazla yiyecek vardı. Ya da bir ejderha olmasaydı, durumun öyle olduğunu düşünmüştüm. Gerçek formu insan formundan çok daha büyüktü, bu yüzden şu anki kilosundan kat kat fazla yiyebilme ihtimali vardı.

 

Aah, çok yediğini biliyordum ama, lanet olsun. Ona daha önce bu büyüklükte bir yemek vermemiştim. Bir dakika, bu onun daha önce hiç tıkabasa yemediği manasına mı geliyor? Benim için kendini mi tutuyordu? Dur, dur, yoyoyoyo. Kendine gel Yuki, seni kandırmasına izin verme. Şu an önemli olan normalde ne yaptığı değil. Tüm bu aşırı yeme olayı artık çığırından çıkmıştı.

 

Aynı gün içinde uyarmama rağmen gidip dolabı boşaltmasına, ben sebep olmuşum gibi hissetsem de göz yumamazdım. Tüm DP kaynağımın o olduğu doğruydu. Onsuz, bu kadar yiyeceği karşılayabilmemin imkânı yoktu ama bu durum ona tüm dolabı silip süpürme hakkını vermiyordu. Kalması için yaptığımız anlaşma sadece bir yatak ve günde üç öğün yemekten ibaretti. Gayet adil bir anlaşmaydı, tıkabasa dolana kadar yemese bile.

 

“O zaman...” diye mırıldandım. “Bu akşam bana yemek yok demektir.”

 

Başka seçeneğim yoktu. Bir şeyler toplamak için vakit çok geçti ve tüm paramı zindanı genişletmek için kullandığımdan hiç param kalmamıştı. Keşke eşya kutuma biraz yemek depolasaydım. Hepsini dolapta bırakmak berbat bir fikirdi. Böyle olacağını bilseydim asla yapmazdım. İşin iyi tarafı, uyanınca bir şeyler yiyebilecek kadar DP’ye sahip olacaktım.

 

“D-Dur, anlıyorum, bu kadar bu kadar karamsar olmamalısın.” Tepkisizce söylediğim şeye kekeleyerek cevap verdi.  Sesi suçlulukla doluydu. “Şu ‘poan’ denilen tuhaf para birimine ihtiyacın var, değil mi?” [5]

“Aynen öyle.”

“M-Merak etme, tam yarım saate döneceğim!”

“...Dur, ne?”

 

Tepkimi duymamıştı bile; Lefi, daha ben sesimi yükseltemeden taht odasından dışarı fırlamıştı.

 

***

 

Söz verdiği gibi Lefi, tam olarak yarım saat sonra dönmüştü. Hemen yanında hayvanlara ve canavarlara ait, saçma büyüklükte bir ceset yığını vardı.

 

“Bu bok gibi çok, manyak!”

“Uvaah!?” Başının tepesine çaktığım şaplaktan sonra ejder kız tuhaf bir ses çıkarmıştı. “Nrgh... Son birkaç yüzyıldır bunu bana yapan olmamıştı.”

 

Sitem eden gözlerle bana dik dik bakıyordu.

 

“Beni onurlandırdın diyebiliriz, sanırım.” Diyerek omuz silktim.

“Onurunla zerre ilgilenmiyorum. Bana şunun cevabını ver, neden bana vurdun? Daha çok ‘poan’ kazanman iyi bir şey değil mi? Yaratıkları öldürmeden önce kazancı en yükseğe çıkarmak için senin zindanına kadar güttüm!”

 

Güttüm mü dedi o az önce? Canavarlara koyun ya da sığır muamelesi yapmamak gerektiğinden eminim.

 

“Evet, tabii ama her şeyin de bir sınırı var ve sen onu aşalı çok olmuş. Bak, aptal ejderha, etraftaki kana iyi bak! Tam bir kan gölü oldu, hatta o kadar ki, yüzebilirim bile içinde! Eminim bu büyük ve kalıcı kırmızı bir iz bırakacak. Ayrıca bu kadar cesetle ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum1” Ve sonra anladım. “Aa bekle, aslında biliyorum. Hepsini DP’ye çevirebilirim.”

 

Şu aptal köpeğe yaptığım şey de tam olarak buydu.

 

“Bu hiçbir şeyi yanlış yapmadığım anlamına mı geliyor!?” diye bağırdı içerlemiş ejderha.

“Evet, aşağı yukarı öyle.”

“O zaman bana neden vurdun!?”

“Aslına bakarsan akışına bırakmıştım. Bir tür sinirli patron hissiyatına girmiştim, anlayacağın.”

“Bu ne saçma bir bahane böyle!? Az önce beni, sorumluluk almadığım için eleştirmiyor muydun? Bu sav, arkasında durmayacaksan, hiçbir şey ifade etmez.”

 

Lefi sinir ve şaşkınlıkla karışık bir bakış attı.

 

““Evet, evet, benim hatam. İyi hissetmen için başını okşayayım biraz.” Çocukluğumda sıkça duyduğum bir deyişi söylerken saçlarını okşadım. “Acı, acı, git buradan.”

“Hey! Çok... Mutsuzum.” Elime bir şaplak atarken gözlerini devirmişti. “Ahmaklığınla oynamayı reddediyorum.”

 

Evet, onu anladım.

 

Söylenen ve yapılan onca şeyden sonra zindanın menüsünü kurcaladım ve ceset yığınını DP’ye çevirdim. Bu yapay dağ, yavaş yavaş eriyerek yere batmaya başladı... Kan lekeleri bile kaybolmuş, yerinde boş, çıplak taş ve toz kalmıştı.

 

“Bu ne tuhaf bir görüntüydü.”

“Değil mi? Bir elimi çeneme götürdüm. “Neyse, bu akşam bir akşam yemeğinden daha fazla, o yüzden ödeştiğimizi sayıyorum. Ama bak. Gerçek vücudunun büyük olduğunu biliyorum ve büyük ihtimalle daha önce doyana kadar yiyemediğini de biliyorum, ama lütfen birazcık kendini zorlayıp sabredemez misin? Yapabileceğim yiyeceğin bir sınırı var ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki seni tamamen memnun edebilmem şu an mümkün değil.”

“Grrrh.” Diye homurdandı Lefi. ““Peki. Ama canım yiyecek istediğinde, sana “poan” için bir şeyler getirmeliyim değil mi?”

“Evet, ama biraz gerçekçi olalım. Sen de aşırı avlanmamalısın.”

 

Lütfen çevremizdeki hayatı yok etme. DP toplayabilmek için daha yeni zindanımı genişletmiştim...

 

“P-Peki. Bu olayın tekrarlanmaması için elimden geleni yapacağım.”

“Lütfen ve teşekkür ederim. Neyse, ben bir şeyler yiyeyim. Tatlı bir şeyler yemek ister misin?”

“Tabii ki isterim! Bir porsiyon kurabiye istiyorum!”

 

Ve böylece, Lefi ve ben, yol boyunca konuşa konuşa zindana geri döndük.

 

***

Çevirmen Notu

[1] Tamagotchi. Ülkemizde de özellikle 2000’li yılların başında ortalığı kasıp kavurmuş sanal evcil hayvanlar. Aynı zamanda bir adım sayar. Daha çok sanal bebek olarak bilinir.

 

[2] SECOM Ünü Japonya dışına kadar taşmış büyük bir Japon güvenlik şirketi.

 

[3] Buradaki olayı anlayabilmek için oyunlarla haşır neşir olmak gerek. Bazı oyunlarda kendi bölümlerinizi yapabildiğiniz mini programlar olur. Burada ondan bahsedilmiş.

 

[4] Anlayan anlamıştır zaten. Hem Dark Whatchamacallit hem de Anor Londo, Dark Souls oyunu ve o oyundaki devasa kaleye gönderme.

 

[5] Lefi aslında “point” yerine “poynt” diyor, ben de onu “puan-poan” şeklinde değiştirdim. Japoncada Katakana yerine Hiragana kullandığı için böyle telaffuz ediyor.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
FiLUcTuBaBy (98 puan) Üye
2022-02-11 12:58:57
Çatır çatır gidiyor seri
BloodSongs (29 puan) Üye
2021-06-21 17:11:54
Elinize sağlık
Bayoku (55 puan) Üye
2021-03-20 12:25:53
Elinize sağlık
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 10:28:29
Bölüm için teşekkürler.
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-05 17:27:50
Çeviri için teşekkürler
ByBx (12 puan) Üye
2020-09-14 12:39:06
"Hatta o kadar sevmişti ki, Shii’yi türünün en güçlü üyesi yapacağını söylerken yakalamıştım." Efsane ya :D
Wasterwarlok (24 puan) Üye
2020-08-10 12:30:16
Çeviri için teşekkürler
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-25 20:39:05
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-07 05:22:05
Çeviri için teşekkürler elinize sağlık
Farazgul (7 puan) Üye
2020-03-04 07:36:03
Çeviri için teşekkürler.
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-03-03 00:19:41
Ejder tam bir tsundere
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-03-02 22:53:12
Ceviri icin tesekkurler