Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

03 Mart 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
2092 Görüntülenme
Bu bölümü 43 Kişi beğendi.
Cilt 1

Ormandaki Olay

Kendini ileriye doğru atarken nefes nefese kalmıştı. Nefesi kesilmişti. Bacakları kurşun gibi ağırlaşmıştı ve istediği gibi hareket etmiyorlardı. Etrafındaki çalılardan her geçişinde, derisinde birkaç sıyrık daha oluşuyordu.

 

Buna rağmen, kalbini dolduran hüzün ve korku devam etmesine neden oluyordu. Kaçmaya öyle odaklanmıştı ki arkasındaki her şeyi geride bırakabilirdi.

 

Varacağı yer bacakları nereye götürebilirse orasıydı. Nereye gitmesi gerektiğini ya da gideceği yere nasıl varacağı hakkında bir fikri yoktu. Bildiği tek şey yakalanmasına izin vermemesi, arkasından sokulan çaresizlikten kaçmak zorunda olduğuydu.

 

“Hassiktir.” Onu kovalayan sert görünümlü adam ormanın kenarına durmuştu. Sert bir şekilde küfür savurdu ama peşinden gitmeye cesaret edemedi. “Bu hiç iyi değil. Aptal velet gidip Uğursuz Orman’a daldı!”

 

“Senin sorunun ne lan!? Neden onu ormana doğru kovaladın!?” Aynı şekilde sert görünen ama daha kısa olan bir başka adam, ortağına ellerini kaldırarak sitem ediyordu. “Hay sikeyim, eğer malların gitmesine izin verirsek bizi eşek sudan gelene kadar döverler!”

 

“Dostum, o boktan malları geri alamayız. Uğursuz Orman’a gireceğimi mi düşünüyorsun? Bok girerim. Girersem burada daha çok dayak yerim. Hayatta girmem, ben yokum. Şu lanet Antik Ejderha’ya daha fazla ganimet vermeyeceğim. Duydum ki o orospu kıçı, nedendir bilinmez, daha da gezinmeye başlamış. Hay sıçayım.”

 

“Cık.” Kısa olan adam dilini şaklatıp gürlemeye başladı. “Götlek velet başımızı derde sokuyor.”

 

Bahsedilen çocuk adamları duymuş olsa da, ne dediklerini anlamamıştı. Düşündüğü tek şey kaçışına doğru ilerlemekti.

 

***

 

“Hah! Raaa! Aaaaahhh!”

 

Bir grup canavarı pataklarken etrafa bir şeyler sıçrıyordu. Kılıcımı her savuruşumda bağırıyordum--tüm kalbimle pişman olduğum bir karardı. Üçüncü ve son yaratık, kafası vücudundan ayrılarak bir kan gölünün ortasına yığıldı Bana dönük olduğundan, fışkıran kan yüzümü kızıla boyamış, ağzımı da iğrenç, demirsi bir tatla doldurmuştu.

 

“Ah tanrım! İğrenç! Ağzıma girdi!”

 

Et ve iç organla kaplı kılıcı sallayıp temizlemeden önce ağzımdaki kanı tamamen atmak için birkaç kere tükürdüm. Sadece kafasını uçurmak istediğim bu yaratık tanınmaz hale gelmişti. Artık ne sınıfını ne de türünü anlayabiliyordum.

 

Açıkçası istatistiklerim çok saçmaydı. Özelliklerim öyle orantısızdı ki düşmanlarımın akılları başlarından gidiyordu. Kelimenin tam manasıyla. Kılıç kullanıyor olmama rağmen, neredeyse vurduğum tüm canavarlar uyguladığım kuvvetten dolayı patlıyorlardı. Saldırılarım düşmanı ezmiş ve onları tanımlanamayacak cesetlere dönüştürmüştü.

 

Ah... Neden bu kadar dehşet olmak zorundaydı ki? Akıl sağlığı özelliğimin, her öldürdüğüm şeyden sonra bir tık arttığını hissediyordum.

 

Boş sızlanmalarım, gerçekten boştu. O çok istediğim, düzgün kesikleri neden yapamadığımı tam olarak biliyordum. Birkaç faktörün bir araya gelmesinden dolayıydı. İlki kılıçtaki yeteneğimdi, ya da daha doğrusu yeteneksizliğim. Daha önce hiç gerçek kılıç kullanmamıştım. Kendo öğrettikleri lisenin beden eğitimi dersinden bu yana kılıca benzeyen herhangi bir şeye dokunmamıştım. Kullandığım kılıç da pek işe yarıyor gibi de değildi. Zindanın kataloğunda bulunan en ucuz silahlardan biriydi. Ne zanaatkarlık açısından ne de etkinlik açısından pek bir şey söylenemezdi.

 

Etrafta kılıçla oynamış olmam bana, Kılıç Sanatları yeteneğini kazandırmıştı. Yardımı olduğunu hissediyordum ama sadece çok ufak bir yardım. Seviyesi sadece birdi, bu yüzden etkisini görmezden bile gelebilirdik. Daha önemlisi, tam bir amatördüm. Yaptığım şey hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Kılıç yeteneğim o kadar berbattı ki, düşük seviyedeki yeteneğin bile faydası oluyordu. Hatta Lefi, beni etrafta kılıç sallarken görünce, bana bir tür oyun falan oynayıp oynamadığımı sormuştu. En kötüsüyse, bu soruyu herhangi bir dalga geçme amaçlı sormamış olmasıydı. Gerçekten merak etmişti. Her şey o kadar rezaletti ki, bir top gibi kıvrılıp ağlamak istemiştim.

 

Dövüş sırasında sonunda doğuştan gelen yeteneğim olan Büyülü Göz’ümün neye yaradığını öğrenmiştim. Başka birinin büyü enerjisinin akışını görmenin ne anlama geldiğini, daha önceden bir büyü saldırısına maruz kalmadığım için anlamamıştım. Ancak o zaman bu yeteneğin, canavarların büyü yapmaya hazırlandığını fark etmemi sağladığını anladım. Büyü enerjilerinin nasıl aktığını, nerede toplandığını ve büyü bombardımanının nereye hedeflendiğini tamamen görebiliyordum.

 

Aslında az önce bu yeteneği çok güçlü bir büyüden kurtulmak için kullanmıştım. Düşmanın ayaklarının altına onu sakatlamak ve hemen öldürmek için yapılan, toprak tabanlı bir büyüden hemen kaçmamı sağlamıştı. Eğer Büyülü Gözler’e sahip olmasaydım kesin tahtalı köyü boylamıştım. Başka türlü bir büyü yapıldığının farkına varamazdım.

 

Doğuştan gelen bu yeteneğimin etkinliği ve vahşeti sevmediğimden büyü sanatında ustalaşmış bir iblis lordu olmaya karar vermekten başka seçeneğim yoktu. Gözlerim, düşmanlarıma uzak menzilli büyüler yapmamı sağlarken, onlarınkinden de kaçabilmeme yarıyordu. Böyle bir durumda sahip olduğum avantaj tamamen adaletsizdi.

 

Ve evet, kılıcımla bir şeylere vurmayı da pek sevmemiştim. Kılıçla ete vurmanın verdiği his çok rahatsız ediciydi ve bütün kan elbiselerimi baştan aşağı ıslatıyordu. Yakın dövüş, hem vahşet dolu hem de akıl sağlığımı kötü etkileyen bir şeydi. Sadece... Öğhhk... Kusasım geliyordu.

 

Büyü demişken, ateş büyüsünde beceriksizleşmiştim. İlk başladığımda çakmak alevi gibi alevler çıkarabilirken ama artık titrek, zayıf, bir kibrit alevi kadar alev çıkarabiliyordum. Sanırım geçen seferki olay yüzünden ateş büyüsünün tehlikeli olduğunu düşünmeye başladım. Beynim, kendime daha fazla zarar vermemek için onu bilinçsiz bir şekilde bastırıyordu ve buna yapabileceğim pek bir şey yoktu.

 

Potansiyelimin olduğu şeylerden biri çöpe gitmişti ama bunu pek kafaya takmamaya çalıştım. Takmama gerek yoktu. Su ve toprağa hala yeteneğim vardı ve ikisinde de gelişmeye başlamıştım. Çoktan yarattığım suyun sıcaklığını kontrol edebilmeye başlamıştım. Her şeye rağmen büyüm hala biraz zayıftı. Dövüşte pek işe yaramıyordu ama bu bir sorun değildi. Zamanla daha da iyi olacaktım.

 

“Pekala. Görünüşe göre haritanın bu kısmını tamamen doldurabildim.” Yürümeye başlarken menüyle oynamaya devam ettim.

 

Daha önceden de olduğu gibi, günlerimi, bölgemi daha fazla genişletebilmek için, keşifle ve incelemeyle geçiriyordum. Özellikle canavar avına çıkmıyordum. Sadece yoluma çıkanlarla savaşıyordum. Tüm genişlemeler zindanın girişinden başlıyordu; dağın mağaramın altında yer alan tüm kısımlarını yavaş yavaş kontrolüm altına alıyordum. Şu anki gelirim, üç Lefi değerindeki günlük DP’ye eşitti.

 

Yani, neredeyse tamamen fakirdim. Kazandığım tüm DP’yi zindan genişlemelerine harcıyordum. Yakınımda bulunan tüm bölgeyi ele geçirdiğimde nasıl olacağını görmek için sabırsızlanıyordum.

 

“Dur, şu da ne?”

 

Göz ucumla bir şey görmüştüm, bu yüzden bakışlarımı o tarafa çevirip haritayı açtım ve etrafımı incelemeye başladım. Soluma doğru, dikkatimi çeken şeyi buldum. Başta ne olduğunu anlayamamıştım. Söyleyebildiğim tek şey bir tür yaratığın bir çalılığa düşmesiydi.

 

Yapışkan, kırmızı bir sıvı vücudunu kaplamıştı. Ağır bir şekilde yaralı olduğu belliydi. O kadar kana bulanmış bir haldeydi ki, onu bir ceset sanmıştım. Bu çevreyi zindanımın bir parçası haline getirdiğimden, haritaya bakıp onun bir istilacı olarak işaretli olduğunu gördüm--hem de hayatta olan bir istilacıydı.

 

Merakıma yenik düştüm ve gardımı düşürmeden ona yaklaşmaya başladım. Yeterince yaklaştığımda onun genç bir kız olduğunu fark ettim. Baştan aşağı kanla kaplıydı ve yere ilk yüzünü çarpmıştı.

 

Hemen yanına koştum ve hızlıca durumunu kontrol ettim. Nabzı vardı ama baygındı. Sırtındaki derin pençeye benzer yara, bir canavar tarafından saldırıya uğradığını gösteriyordu. Kesikler çok derindi, birkaç dakikadan fazla yaşayacak gibi durmuyordu.

 

Ama onun şansına, yanımda bir iksir vardı. Eşya kutumu açıp onu aldım. Hayat kurtaran sıvı küçük bir şişe içindeydi; içinde çok da fazla yoktu yani. Ahh... Sanırım üzerine dökmem gerekiyor, değil mi?

 

Şişe herhangi bir kılavuzla gelmemişti ama Lefi bana nasıl kullanılması gerektiğini daha önceden anlatmıştı, bu yüzden ne yapmam gerektiğini biliyordum. Tıpasını çıkarıp içindekini yaralarına doğru dökmeye başladım. Bir damla bile ziyan etmemek için aşırı dikkatli davrandım. Derin bir yara olmasına rağmen, sıvı dokunur dokunmaz hızlıca kapanmaya başlamıştı. O kadar hızlı iyileşiyordu ki neredeyse midem kalkmıştı.

 

“Mmh...” şişenin yarısına geldiğimde kız hareketlenmeye başlamıştı. Kesikler tamamen gitmişti ve cildi, bir çocukta görebileceğiniz şekilde tekrar yumuşak, parlak haline geri dönmüştü. Kısa ve zorlanarak aldığı nefes yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı.

 

Oh... Tehlikeyi atlatmış gibiydi. Kızın tehlikeyi atlattığını anlayınca, başından beri tuttuğum nefesimi bir rahatlama hissiyle, bıraktım. İyileşme süreci hem yorucu hem de sinir yıpratıcı olduğundan alnımda biriken soğuk terleri titreyen ellerimle sildim.

 

Küçük kızda görüldüğü üzere, kullandığım bu yüksek seviye iksir son derece etkiliydi. Kullanan kişinin yaralarını, Piccolo gibi hemen iyileştiriyordu. Birinin karnında bulunan ve normalde ölümcül olabilecek dev bir yarayı bile çok kolay bir biçimde iyileştiriyordu.

 

Vay be. Ne kadar hasar alırsan al, bu iksiri kullanarak, başka bir şeyle uğraşmadan her şeyi hızlıca halledebilirsin. Hatta bu şeyi sürekli kullanarak bir askeri, bir tür zombiye bile dönüştürebilirsin... Bu biraz korkutucuydu.

 

Bu iksire sahip olmamın tek nedeni Lefi’ydi. Özelliklerim her na kadar yüksek olursa olsun, etrafta benden daha güçlü yaratıklar bulunabileceğinden elimin altında bir tane bulunmasını söylemişti. Uyarısı yerindeydi, bu yüzden iksir pahalı olsa da hemen bir tane almıştım. Gerçi onu bu şekilde kullanacağımı düşünmemiştim. Sanırım Lefi, zaman zaman iyi öğütlerde bulunabiliyor. Eve gittiğimde ona bir iki parça çikolata versem iyi olur.

 

Ama yine de bu kız hala kötü durumdaydı. Kıyafetleri parça pinçik olmuş ve güzel sarı saçları karman çorman olmuştu. Çok fazla yarası vardı ve çoğu yeni oluşmuş yaralar değillerdi.

 

Bu sarışın genç kızın çektiği tüm çileyi tek bir bakışla bile görebiliyordum.

 

“Her ne olursa olsun, onu eve götürmem gerekiyor. Onu burada öylece bırakamam.”

 

***

 

* * * * * * * * * * * * *

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Kumpir (44 puan) Üye
2023-10-18 17:13:28
Oleyy canım kızım da geldi
Bayoku (55 puan) Üye
2021-03-20 23:29:15
Elinize sağlık
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 10:28:40
Bölüm için teşekkürler.
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-05 18:29:09
Çeviri için teşekkürler
ByBx (12 puan) Üye
2020-09-14 12:52:05
Niye kız çocuklarına bu kadar çok düşkün bu japonlar anlayamadım gitti
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-05 18:28:22
@ByBx, pedofili :)
Wasterwarlok (24 puan) Üye
2020-08-10 12:41:53
Çeviri için teşekkürler
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-25 20:49:16
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-07 05:49:14
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık.
Oburcuk (733 puan) Üye
2020-06-29 14:18:12
sarisin waifu metaryalide tamamdir
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-05 18:28:43
@Oburcuk, Tek eksik esmer
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-03-04 23:08:00
Japonlar hep ayni
Farazgul (7 puan) Üye
2020-03-04 08:13:08
Çeviri için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-03-04 01:04:53
çeviri için teşekkürler
YE Qui (70 puan) Üye
2020-03-03 15:41:25
çeviri için teşekkürler,elinize sağlık.