Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kalenin İçindeki Savaş - Kısım 2
Oğlunu öldürmekle ilgili olan konuşmamız bittikten sonra,
kralla yaptığımız ilk şey yola çıkmak olmuştu. Küçük prensesi güvenli bir yere
götürmemiz gerekiyordu. Müttefiklerimizin ön tarafta bir yerlerde olduğunu
biliyorduk, bu yüzden kalenin içinden kestirme geçip ön tarafa ilerledik. İşte
karşımızda kurtarma ekibi, bizi bekliyordu. Tempoları öyle canlıydı ki, onları
izlemek biraz heyecan vericiydi.
“Majesteleri! Güvendesiniz!” Ekibin önünde bulunan Carlotta
kralı gördüğü anda onu selamlamış, ardından bana şüpheli bakışlarla bakmıştı.
“Onu kurtaranın sen olduğunu mu kabul etmeliyim...?
Carlotta, bu operasyonun baş komutanıydı. Yine de bir
şekilde burada olmasını bekliyordum. Ön saflara geçen ve savaşa hücum ederken
askerlerine onu takip etmesini emreden tipte biri gelmişti bana. Ve tek tanıdık
yüz onunki değildi.
“Ah, merhaba Nell. Seni buralarda görmek güzel.”
“Bir dakika, Yu-Neden buradasın sen!?” diye sordu Nell.
Kahramanın da burada olduğunu görünce, kilisenin onu
gerçekten önemli bir değer olarak gördüğünden emin olmuştum. Başka türlü
düşünüyor olsalardı, böyle önemli bir operasyonda onu görevlendirmelerinin
imkanı yoktu.
“Açıklamak benim için çok can sıkıcı olacağı için
açıklamayacağım.”
Nell, şikayet etmeye başlamak üzereymiş gibi görünüyordu, ama
o konuşamadan araya patronu girdi.
“Bekle Nell. Ben de ona bir sürü sormak istiyorum, ama şimdi
bunun sırası değil. Majestelerinin önündeyiz ve onun zamanını boşa harcamak
istemeyiz. Sorularını sonraya sakla.” Adamına öğütlerini veren şövalye dizinin
üzerine çöktü. kısa süre sonra bütün ekip onu takip etti. “Majesteleri, hem
sizi hem de kızınızı sağlıklı bir şekilde görmekten dolayı çok mutluyuz. Sizin
güvenliğiniz dışında hiçbir şey bizim için önemli değil.”
“Yeter,” dedi Kral. “Başlarınızı kaldırın. Hoş sözler
söylemek zorunda değilsiniz. Bu acil bir durum ve buna uygun şekilde
davranmanın mantıklı olduğunu düşünüyorum.”
“Anlaşıldı Majesteleri.”
Carlotta ayağa kalktı ve adamlarına dönüp, onlara da bunu
yapmalarını emretti. Bu bir anlık dikkat dağınıklığını kullanarak kralın
kulağına fısıldadım.
“Ben onları tanıyorum, onlar da beni tanıyor. Ama aslında
kim olduğumu hiçbiri bilmiyor, bu yüzden sırrımı açık etme.”
Kral, olabildiğince ufak bir şekilde başıyla onayladı. O da
benim gibi gizli davranmaya çalışmıştı.
Yaşlı herife bütün gerçeği söylememiştim. Nell benim kim
olduğumu biliyordu, ama ona bunu söylemenin daha iyi olacağını düşünmüştüm.
“Vaziyet göz önüne alındığında Majesteleri, derhal geri
çekilmeyi önerebilir miyim? Bu ekibin bir kısmı, güvenli bir yere gidene kadar
size eşlik edecektir.”
“Lütfen sadece kızımı buradan götürün.” dedi kral, kararlı
bir şekilde. “Üzgünüm ama kalmak zorundayım.”
“Efendim...?” Carlotta’nın yüzünde şaşkın bir ifade vardı,
sanki reddedileceğini hiç beklemiyor gibiydi.
“Sanıyorum, biraz sonra benim aptal oğluma doğru
ilerleyeceksiniz. Onun ölümünü görmek için size katılmak istiyorum.”
“A-ama Majesteleri...” Carlotta, dertli bir şekilde yüzünü
buruşturmuştu. Kralın beklenmedik önerisi karşısında nasıl davranacağını
bilememişti.
“Ciddi bir iyilik istediğimin farkındayım. Ama ısrar
ediyorum. Beni onun yanına götürmelisiniz.”
Ve inatçı, yaşlı bir adam olarak, muhtemelen bize yardımcı
da olmayacaktı.
Kısa süre içinde, konuşmaları beklenmedik, ani bir şekilde
sona ermişti. Yeteneklerim, beynimin içinde alarmlar çalıyordu. Bir düşman
gelmiş ve kriz kapıdaydı. Kriz Saptama’nın verdiği tepkilerin gücü, tehditin
ciddiyetine göre değişiyordu. Örneğin, Illuna sinirlendiğinde bana vurmayı
severdi. Yumruklarının iç tarafıyla göğsüme doğru vururdu. Bir saldırı olduğu
kesindi, ama yetenek, bu saldırıyı öyle önemsiz görürdü ki, tamamen görmezden
gelirdi. Ama, yetenek, aynı tatlı şeyi Lefi yapmaya kalktığında, alarmlar
çalmaya başlıyordu. Krizin ezici hissiyatı vücudumun her bir zerresine
işliyordu.
Şu anda duyduğum his, kızgın bir Lefi’nin tehdidinin
yakınından bile geçmezdi, ama yeteneğin aniden belirmesine yetmişti. Uğursuz Orman’da
tecrübe ettiklerime dayanarak, bu hissiyatın, bana doğru gelen bu saldırıya
yeterince çabuk tepki vermezsem bana ciddi derecede hasar verebileceğini
anlamıştım. Ve böylece, neredeyse refleks denebilecek şekilde harekete
geçmiştim. Omzuma dayadığım kılıcımı kaldırdım ve onu gelen saldırıyı
engellemek için başımın üzerine kaldırdım.
Yüksek bir çınlama kulaklarımı deldi ve ağır bir şok,
kollarımdan geçti. Saldırı ağırdı. Hatta öyle ağırdı ki, elimde olmadan,
saldırganın bu kuvveti verebilmesi için kalenin üstünden atlamış olabileceğini
düşünmüştüm.
“Bunu gerçekten engelleyebildin mi? Fena değil! Hiç fena
değil!”
Arkamı dönünce bana saldıran iri yarı, silahını çekmiş ve
saldırmaya hazır adamı gördüm.
Suratındaki ifade... garipti. Öyle mutlu ve kendinden geçmiş gibiydi ki,
bir tehlike hissetmekten kendimi alamamıştım. Namusum için.
“Yok ya! Kıçımdan uzak dur!”
Arkamı dönüp döner tekmeyi yapıştırmaya çalışırken, sözler
ağzımdan dökülmüştü. Ama bugün dövüştüğüm diğer herkesin aksine, bu herif
saldırımı savuşturmuş ve kılıcıyla bir duruşunu hazırlamıştı. Yine, içgüdüsel
bir tiksinti hissiyle doldum.
O bir sapıktı.
Bunu söyleyebiliyordum.
“Hahaha!” Adam güldü. “Bu işi kabul etmemin tek sebebi,
kilisenin meşhur kadın şövalyesiyle ya da kahramanla bile dövüşebilme imkanı
bulabileceğimi duymamdı. Ama şuna bakar mısınız! Kendime daha iyi bir şey
buldum! Bugün çok şanslıyım! Eğer senin gibi birinin geleceğini biliyor
olsaydım, kıçımı daha erkenden kaldırırdım!”
Adam bir insanın sırıtabileceği kadar geniş bir şekilde
sırıtmış, gözleri keskin bir pırıltıyla parlamaya başlamıştı. İğrenç. Bu çok
iğrenç. Tanrım bana yardım et. Bu pezevenk, şu savaşla kafayı bozmuş
manyaklardan biri. Ve içlerinde en boktan halde olanlarından bir de.
Ekipmanları, sıradan bir asker olduğunu gösteriyordu Sadece
paçavralar giyiyor olsaydı daha mutlu olurdum, ama ne yazık ki, tam tersiydi.
Analiz bana, teçhizatının sıradan erlerin karşılayabileceğinden çok daha yüksek
seviye olduğunu söylemişti. Bir iş olduğunu falan söylemişti, değil mi? Sanırım
bunlardan, onun bir paralı asker ya da bir maceracı olduğu anlaşılıyor.
Kaba sapığın girişi, kralı ve şövalyeleri germişti.
“İ-iyi misin!?” diye sordu paniklermiş Nell.
“İyiyim. Beni merak etmeyin. Yapmanız gerekeni yapım.”
Savaşla kafayı bozmuş sapık herif, beni değerli bir rakip
olarak falan görmüştü. Başka kimseyi umursuyor gibi görünmüyordu. Diğerleri
odağından çıkmıştı. Kılıcı sadece ve sadece bana doğrultulmuştu. Ben burada
olduğum sürece, kralı ve şövalyeleri kovalayacak gibi değildi. Oooooooooff.
Lanet olsun. Bir huzur verin be. Bak dostum, ben barış yanlısı birisiyim.
Tamam, dövüşüyoruz falan ama sadece gerçekten gerekli olduğu zamanlarda. Sadece
yapmak zorunda olduğum kadar yapıyorum, fazlasını değil. Çünkü bu yozlaşmış
herifin aksine ben, kendimi öldürme fikrinden hiç hoşlanmıyorum.
Kurtarma ekibinden birisi, adama saldırmaya kalktı. Ninjaya
benzer hareketlerle yaklaştı, sapığa arkadan yaklaştı ve kör noktalarından
birine vurmaya çalıştı.
Ama işe yaramamıştı.
“Kaybol buradan ufaklık. Bu özel bir parti. Sadece
davetliler girebilir.”
Bir an bir şey görülüp kayboldu. Saldıran müttefiğim, ikiye
ayrılmıştı. Ölümünü gören Carlotta, sinir bozulmuş bir şekilde cıkladı.
“Yardıma ihtiyacın var mı?”
“Yok, ben iyiyim. Bir şey yapmak istiyorsanız, yoluma
çıkmayın yeterli.”
Eğer Zaien’i tek kelimeyle anlatacak olsaydım, bu devasa
olurdu. Etkili olduğu menzil o kadar büyüktü ki, benim tarafımdan birinin
menzilin içinde olup olmadığına dikkat etmekle uğraşmam gerekiyordu. İmkansız
değildi, ama uğraşmak istemiyordum. İyi bir kılıç kullanıcısı değildim.
Muhtemelen işi berbat edip, yanlışlıkla bana yardıma gelen birini biçerdim.
“Olga! Duo!”
“Buyurun hanımım.”
“İkiniz kralın kızını alın ve derhal geri çekilin. Geri
kalanlar, benimle gelin. Majestelerine eşlik edeceğiz.”
“Peki hanımım!”
“Majesteleri, lütfen bizim yanımızdan ayrılmamak için
elinizden geleni yapın.”
“Tabii ki,” dedi Kral.
“Onu halletme işini sana bırakıyorum Wye, ama ölme,” dedi
şövalye. “Sana soracak daha bir sürü sorum var.”
“D-dikkatli ol.” diye ekledi Nell.
“Tamam, tamam, anladım. Acele edin ve gidin artık.”
Konuşurken gözlerimi önümde, düşmanımın üzerinde tutmuştum.
İki kız başlarıyla onaylayıp görevlerini tamamlamak için
uzaklaştılar.
Sonunda, ortamda sadece ben ve savaşla kafayı bozmuş sapık
herif kalmıştık.
“Kralın arkasından gitmek istemediğinden emin misin?” Diye
sordum. “Görevin onu öldürmek değil miydi?”
“O sorun değil. Sözleşmemde sadece güçlü biriyle dövüşmekle
görevli olduğum yazıyor.” dedi. “Ve grubun içindeki en güçlü kişinin sen
olduğundan eminim.”
Adamın kızaran yüzündeki ifade utanmış bir bakirenin buruşuk
yüzüne dönüşmüştü. “Ne şanslı bir adamım. Böyle güçlü bir rakiple
karşılaşacağıma inanamıyorum. Bu karma olmalı. Her gün iyi şeyler yapıyorum ve
bütün iyilikler bana geri geldi.
Sikeyim. Sikeyim. Sikeyim. İğrenç. Ah tanrım. Bu, hayatımda
gördüğüm en iğrenç yüz ifadesiydi. Biri bana çamaşır suyu getirsin. Gözlerim
için. Şimdi! Önümdeki adamdan daha iğrenç bir şey hayal edemiyordum.
“İyilik mi? Sana bakınca, bunun tamamen palavra olduğunu
düşünüyorum,” diye laf soktum. Sapık herifin etrafımda olması her ne kadar
tadımı kaçırmış olsa da havaya sıçrayarak dövüşü başlattım.
Hareketlerim öyle hızlıydı ki, savaşı sanki ışınlanmayla
başlatmış gibiydim.