Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yan Hikaye: Mutfakta Bir Gece Yarısı
“Hadi Lefi, bunu yapmak zorundasın! Bugün kutsal sevgi
günü!” dedi coşkulu bir şekilde şikayet eden Illuna.
“Bahsettiğin şu “kutsal sevgi günü” tam olarak nedir?” dedi
ejder kız. Her zamanki gibi hiçbir şey yapmıyordu.
“Bu, herkesin bildiği gerçekten çok özel bir gün!”
Illuna’nın bahsettiği kutsal aşk günü, tüm dünyada en çok
kutlanan günlerden birisiydi. Kimsenin çalışmadığı, herkesin aileleriyle vakit
geçirdiği bir gündü. Bugün de kızlar ve kadınlar, hayatlarındaki erkeklere
tatlı hediyeler verirdi. Tatlı yiyecekler zor bulunabilen şeylerdi ve herkesin
onlara erişimi olamayabiliyordu. Bunları dışarıdan edinemeyenler, normalde
kullanılan malzemelerden daha süslü şeyleri kullandıkları evde pişirilmiş
şeyleri verirler. Ve sonra, bütün günlerini birlikte, mutlu bir şekilde
geçirirler. Eğer biri Yuki’den bugünü anlatmasını isteseydi, muhtemelen Noel ve
Sevgililer Günü’nün karışımı olduğunu söylerdi.
“Yuki kalenin etrafındaki işlerini hallederken, herkesi
toplamalı ve birlikte çalışarak ona bir sürü tatlı yapmalıyız! Ve böylece eve
geldiğinde hepsini yiyebilir!”
“Sanıyorum size katılmamı istiyorsun?”
“Evet evet! Kesinlikle katılmalısın! Çünkü, kutsal sevgi
gününün amacı, sevdiğin ya da teşekkür etmek istediğin kişilere tatlı bir
şeyler vermek! Ve senin Yuki’yi çok sevdiğini de biliyorum!”
“S-sevmiyorum!” Lefi, bu iddiayı panikle karşılamıştı ama
soğukkanlılığını kaybetmesinin bunu ima ettiğini fark edince öksürerek boğazını
temizledi ve hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına devam etti. “P-Pekala. Eğer
katılmam için bu kadar ısrar ediyorsan sen bilirsin, katılacağım. Buna cesaret
etmişsin ve davetini reddedecek bir sebep de göremiyorum. Ben de kendi
ellerimle bir atıştırmalık yapmayı denemeliyim.”
Bugün hakkında hiçbir fikri olmayan Lefi, kendi kendine
düşündü. Eğer kutsal sevgi günü gibi bir gün gerçekten varsa, ben de kendi
eğlencem için ona tatlı bir şey yapabilirim. Sanki kendim yapma... Ejder kız
düşüncelerini tamamlamadan önce yarıda kesmek zorunda kalmıştı ve önündeki kıza
baktı. Katılmasının tek sebebinin Illuna’nın ısrarları olduğunu özellikle
belirtmesine rağmen küçük kızın umurunda olmamıştı. Hatta, ablası olarak
gördüğü kıza en büyük gülüşlerinden biriyle başını sallamıştı.
“Hıhı! Hadi elimizden gelenin en iyisini yapalım!” dedi.
***
Zaman geçti. Illuna, Lefi’den katılmasını istediğinde tepede
olan güneş, çoktan ufuk çizgisinin altına batmıştı.
Kimse uyanık değildi. Lefi yanına baktı ve hem Yuki hem de
ebeveynlerinin arasında uyuyan bir çocuk gibi aralarına yatmış Illuna’nın hala
uyuduğunu doğrulamıştı. Emin olmak için tekrar kontrol ettikten sonra, yüce
ejderha sonunda yataktan sıvışabilmiş ve bir yan kapıya, mutfağa gidebilmişti.
“Tekrar başarısız olmayacağım.” Önlüğünü giyip arkasından
iplerini bağlarken kendini cesaretlendirdi. İhtiyacı olan bütün aletler
önündeydi. Bütün malzemeler hazırdı. Ve en önemlisi, iş için giyinmişti. İşe
koyulma zamanıydı.
Mutfakta o kadar geç bir saatte bulunuyordu ki, kafalarda
beliren bir dizi soru hep aynı kelimeyle başlıyordu: neden? Neden bu kadar geç
saatte ayaktaydı, neden gizli gizli dolanıyordu ve hepsinden daha da önemlisi
neden bir şeyler pişiriyordu? Bu üç sorunun cevabı bir hatalar zinciriyle
alakalıydı.
Gün içinde yaptığı hiçbir şey yenilebilir bile olmamıştı.
Felaket üstüne felaket, başarısızlık üstüne başarısızlıktan başka bir şey
olmamıştı. Hiçbir denemesi başarılı olmamıştı, hem de Leila ve Lyuu yardıma gelmesine
rağmen. Diğer herkes istedikleri sonuca ulaşmıştı. Hatta Illuna ve Shii basit
bile olsa bir şeyler yapabilmişti. Ama Lefi yapamamıştı.
İblis Lordu’nun, onun kabiliyetsiz olduğunu düşünmesini
istemiyordu, bu yüzden başarısızlığını kabullenmek yerine başka bir şey
denemeye karar verdi. Ona bir şey yapmakla uğraşmak için bir sebep görmediğini
söylemiş ve başından beri doğru düzgün uğraşmamış numarası yapmıştı. Lefi,
kenarda tek başına oturup, diğer herkesin Yuki’ye, çabalarının meyvelerini
yedirdiğini izlemek zorunda kalmıştı.
Ve bu yüzden, gecenin bir yarısı kalkmış ve
başarısızlıklarını telafi etmek istemişti. Gümüş saçlı kız, açıkçası doğuştan
tembeldi. Tembellik yapmaktan keyif alıyordu. Ama başarısızlıktan almıyordu. O
başarısızlıktan gerçekten nefret eden bir kızdı. Ve her şeyi düzeltmek için
fazladan çaba harcamaya bu yüzden karar vermişti. Kutsal sevgi günü geçmişti.
Ama onun pes etmeye niyeti yoktu. Yarın, diye düşündü. Yarın, ona öyle lezzetli
bir atıştırmalık vereceğim ki, yüzü şaşırmış bir şekilde buruşacaktı.
Bu gece mücadele edeceği titan, kurabiye ismiyle bilinen
korkunç canavardı. Dünyası, fazla tatlının bulunmadığı, ama buna rağmen
kurabiyenin her yerde bilindiği bir dünyaydı. Diğer şekerlemelere göre daha
yaygın olan kurabiyeler, mutfak sanatına yatırım yapanların bir iki tarif
bileceği kadar yaygındı. Ve mükemmel bir aşçı olan Leila’nın elinde de bir tane
vardı. Boynuzlu iblis kız Lefi’ye, önündeki bu dev görevi halledebilmesi için
gerek duyduğu her şeyi detaylıca anlatan bir not bile bırakmıştı.
Hazırdı. Her şey yerli yerindeydi. Zamanı gelmişti.
Yüce ejderhanın suratındaki ifade, en büyük rakibiyle
karşılaşmak üzere olan bir savaşçının yüzüne benziyordu.
Hal böyleyken, her ne kadar kararlı olsa da sonunda yine
başarısız olmuştu.
“Khh...” yüzüne bulaşmış olan hamuru elinin tersiyle
silerken canının sıkkınlığını gösteren bir ses çıkarmış, istemsiz bir ah çekmiş
ve kendi kendine mırıldanmaya başlamıştı “Görünüşe göre beklediğim kadar iyi
gitmemiş. Bu kadarından şüpheliydim.”
Ejderhanın yemek yapmada bu kadar başarısız olmasının sebebi
aslında çok basitti. Çok güçlüydü. Dış görünüşü olarak bir sıkıntısı yoktu.
Konu görünüş olduğunda Lefi, nazik, şirin küçük bir bakireydi. Öyle güzel ve zarifti ki, en güzel çiçekleri
bile kıskandırırdı. Ama aslında gerçek bu değildi. O bir ejderhaydı. Hem de
yüce ejderhaydı. Bu dünyadaki her bir canlının korktuğu bir yaratıktı.
Yeni insansı vücudunda gücünü, asıl formundaki kadar verimli
kullanamıyordu, ama yine de, onun gücü, sözle tarif edeceksek “kesinlikle
saçmalık” denebilecek seviyenin bile birçok kat üzerindeydi. Zarif kız formunda
bile inanılmaz fazla seviyede güç saklıydı.
Basit bir örnek olarak Yuki ve her gün yaptığı görevlere
bakarak çıkarım yapılabilirdi. Sıradan birisine göre, kullandığı güç miktarı,
kabaca bakacak olursak, üç kategoriyle sınıflandırılabilirdi: düşük, orta ve
yüksek. Lefi’nin yaşadığı problemse, Yuki’nin hem düşük hem de orta seviye güç
kullanımı, ona göre en düşük seviyenin bile altında kalıyordu. Uyguladığı en
ufak güç bile Lefi’ye, kendinden birkaç kat kalın ağaçları bile tamamen
parçalayacak kadar kaba kuvvet sağlıyordu. Her ne kadar bu, kulağa, günlük hayatını
olumsuz etkileyen bir şeymiş gibi gelse de öyle değildi. Ejderin mükemmel
dokunma duyusu, gücünü neredeyse her görev için ayarlamasını sağlıyordu.
“Neredeyse”.
Yemek yapmak bu sınıflandırmanın dışında kalıyordu. Alışık
olduğundan daha hassas seviyede kontrollü olması gerekiyordu. Kurabiye
pişirmek, ona son derece zor gelen birkaç adımı içinde barındırıyordu. Bir
örnek olarak, yumurta kırmak. Ne zaman bir yumurtayı ikiye kırmayı denese,
bütün yumurtayı tamamen ezmiş oluyordu. Malzemeleri karıştırmakta da kötüydü.
Her zaman çok fazla kuvvetle karıştırmış oluyor ve kasenin içindeki her şeyin
her yere saçılmasına neden oluyordu. Bir de bu yetmezmiş gibi, yanlışlıkla
fazla miktarda güç kullanması sebebiyle, kullandığı aletler yamuluyor ve
tasarlandığı hallerden bambaşka hallere dönüşüyorlardı. Ve hepsi de bu değildi.
Asıl en kötü kısımsa, Lefi’nin mutfağa hiçbir zaman bir şey
yapmak isteğiyle adımını atmamış olmasıydı. Bin yaşından fazla yaşamış olmasına
rağmen, bir şey pişirmek için ilk defa bu öğleden sonra mutfağa girmişti.
Tembel kişiliği de yardımcı olmuyordu, hatta onun sakarlık yapmasına neden
oluyordu.
Dünya çok büyük bir yer. Üzerinde yaşayan türlü türlü insan vardı
ve aslında, bir şeye diğerlerine göre hiç yatkın olmayan birisi her
zamanolacaktı. Ve konu yemek pişirmekse, bu kişi Lefi olurdu.
Tekrar denemişti. Ve tekrar. Ve tekrar. Sonunda, bir anlamda
başarılı denebilecek bir şey yapmayı başarana kadar denemeye devam etmişti.
“Hah...” ama yine de emeklerinin karşılığını gördüğünde,
yine iç çekmişti. “Bu seferkine, başka bir başarısızlık demekte aceleci olamam.
Ama yine de, demek zorundayım. Bunlar, ona yedirmek istediğim herhangi bir
şeyden çok daha kötü.”
Kurabiyeler çirkin, topak topak ve şekilsizdi. Ve bir
tanesini denediğinde de varabildiği tek sonuç, berbat olduklarıydı. Kararının
bir kısmı taraflıydı. Lefi’nin damak tadı, Yuki’nin ona her gün sunduğu tatlı
atıştırmalıklar yüzünden bozulmuştu. Onları dünya dışından gelmiş bir şey
olarak görüyordu, ki aslında öylelerdi de. Gerçekten de başka bir dünyadan
gelmişlerdi. Ama iyi bir kurabiyenin tadının nasıl olduğunu bildiği için, kendi
yaptıklarının ne kadar berbat olduğunu anlayabiliyordu.
“Sanırım, bırakmaktan başka çarem yok.” Çalışmaya devam
etmek istiyordu. Ejder kız, iblis lordunu şaşkına çevirmek istiyordu. Ama
yapamıyordu. Bu gerçekten imkansızdı. Bir tepsi daha yapmasına yetecek kadar
malzeme kalmamıştı. Ve olsa bile, denemek istemiyordu. Çoktan bir sürü yiyeceği
boşa harcamıştı.
Tek seçeneği pes etmekti. Yapmak istediği harika
kurabiyeler, onun ulaşabileceği gerçeklikten çok uzaktaydı.
Bu yüzden iç çekti.
“Demek sonunda işin bitti.”
Tanıdık bir ses duyan Lefi, panikle arkasını döndü. Tam
arkasındaki kişi Yuki’ydi. Yüzünden uyku akan bir şekilde duvara yaslanmıştı.
Lefi ona baktığında bir de esniyordu.
Lefi şok olmuştu. Normal şartlarda onu çoktan fark etmiş
olması gerekirdi, ama tatlı yapmaya kendini öyle kaptırmıştı ki, arkasından
sinsice ona birinin yaklaştığını fark edememişti.
“N-ne kadar süredir oradasın!?” diye kekeledi.
“Açıkçası, yataktan çıktığından beri.”
Bunca zamandır beni mi izliyordu. Yüzü birden kıpkırmızı
olmuştu. Berbat, rezil olduğu bir şeyi yaparken onun izlemesine izin vermişti.
Gerçi o, Lefi’nin zarar görmüş gururunu pek umursuyor gibi gözükmüyordu. Onun
kızgınlığını görmezden gelmiş, doğrudan tezgaha gidip Lefi’nin yaptığı deforme
olmuş kurabiyelerden birini ağzına attı.
“O-onlardan yemeni tavsi--”
“Aynen, ben de etmem. Bunlar gerçekten rezalet.” Lafı
dolandırmadan, dürüst bir tepki vermişti.
“Farkındayım.” diye homurdandı. “Onları keyfine yaptığım
için kendini yemeye zorlamana gerek yok. Şimdi onları bana ver de hemen ortadan
kaldırayım.”
Lefi olabildiğince normal ses tonuyla konuşmaya çalışmıştı
ve bunu başarmıştı da, ama bu iyi hissettiği anlamına gelmiyordu. Aslında,
Yuki’nin verdiği tepki yüzünden keskin bir acı hissetmişti, sanki ciğerlerinden
bıçaklanmış gibi bir acı.
Ama, Lefi karşı çıkmasına rağmen, Yuki onun söylediklerini
yapmıyordu.
“Yoo, gerek yok. Hepsini yemeyi planlıyorum.”
“Ne...?” İyice aptallaşmıştı. Ve ona bakmak için yüzünü
kaldırdığında, onu kocaman sırıtırken bulmuştu.
“Illuna’dan duydum. Benim için bunları yapmaya çok emek
harcamışsın,” dedi kendini beğenmiş bir sırıtışla. “Ve bu yüzden hepsini
yiyeceğim. Onları atmak, hem harcadığın emeğe he de yiyeceğe yazık ederdi.
Özellikle sevgiyle dolu olduklarını hesaba katarsak...”
“K-kesinlikle öyle değil!” Lefi birden iblis lorduna
öfkelenmişti ama o geri kalan bütün kurabiyeleri hızlıca yiyip kahkaha atmıştı.
Onu tekrar tekrar durdurmaya çalışmıştı ama kendisi berbat
olduğunu söylemesine rağmen, hepsini yemişti. İşi bittiğinde, bir elini Lefi’nin
başının üzerine koymuştu ve olabildiğince kaygısız bir şekilde gülümsemişti.
“Çok lezzetliydi Lefi. Teşekkür ederim.” dedi ve
parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi.
Yüzündeki ifade, Lefi’nin göğsünü ısıtmıştı. Ve şöyle
düşündü, yüzümdeki ifadeyi biliyorum, ama bu yüz ifadesini başkalarına
göstermemem gerektiğini biliyorum.
“Bir çocuk bile bu aptal numaranı anlardı.” dedi. “Ve bana
böyle davranmanı istemiyorum.”
Şikayet etmesine rağmen, Yuki’nin elini başından çekmesi
için bir şey yapmamıştı. Aksine, yüzünü onun göğsüne yaslamayı tercih etmişti.