Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kabul Salonu - Kısım 2
“Şu asileri derhal tutuklayın!” Yüksek bir platformun
tepesinde duran prensin bağırarak bir sürü saçmaladığını duymuştum. Bu pek
mantıklı gelmemişti. Gerçekten ölü olmasına rağmen konuşuyordu ve bunun mümkün
olmamalıydı. Birinin stat sayfasını değiştirebilmek yapılabilir bir şey olsa da
sadece bir noktaya kadar yapılabilirdi. Hiç HP’nin kalmamış olması gibi abartı
yalanların imkanı yoktu. Ve prensin stat sayfası da tam olarak bunu
gösteriyordu. Canı sıfırdı.
Kafayı yemediğimden emin olmak için büyülü gözümü de
kullanmıştım. İşe bakın ki bu herif, yaşlı başkanın şehrinde karşılaştığım
zombilerden pek de farklı değildi. Baştan ayağa büyü enerjisiyle bağlanmıştı.
Ona ne kadar bakarsam, yaşayan bir insana bakmadığımı o
kadar fark ediyordum. Bir “şeye” bakıyordum, kendi başına düşünemeyen sadece
bir kuklaydı bu. Bir yetenek ya da büyüyle kontrol edilip edilmediğini
bilmiyordum ama her iki türlü de kuklacının en azından önceki herif kadar
yetenekli olduğunu biliyordum. Bir plaga tarafından ele geçirilmiş falan
olabilir mi acaba? Yok ya, sanmıyorum. Plagalar sadece parazittirler. İçinde
plaga olan insanlar aslında ölü falan değiller. [1]
Pekala, bu kadar oyalanmak yeter. İşleri tekrar rayına
oturtalım. Ona daha dikkatli baktıktan sonra, prensin merkezi sinir sisteminin
büyüyle bağlandığını ve bağların içinden aktif bir şekilde mananın geçtiğini
fark ettim. Beyni, omurgası ve sinirleri tamamen manipülatörün kontrolündeydi.
Bu özellik, önceden gördüğüm hiçbir zombininkine benzemiyordu ve muhtemelen
hayat enerjisini kaybetmiş olmasına rağmen cesedinin bu kadar hareketli ve
canlı olmasının sebebi buydu.
Gerçi, bütün bunlar akla bir soruyu getiriyordu, neden kimse
bunu fark etmedi? Birinin düşmanını kontrol etme gibi bir tekniği varsa,
birinin bir başkasının kontrol edilip edilmediğini tespit edebilmesi gibi, buna
karşı alınabilecek önlemlerin ve metotların, olmamasının bir sebebi yok
sonuçta. Bu mutlaka vardır. Ve o kadar insan içinde, bir ülkeyi yöneten bir
ailenin bunu başarabilen bir şeye ya da birine erişiminin olması gayet beklenen
bir şey. Eğer yoksa, böyle durumlara karşı hiç hazırlıklı olmadıklarını
söylemekten başka bir şey diyemem.
Kralla yaptığım konuşmayı düşündüğümde, bütün senaryo daha
da saçma gelmeye başlamıştı. Kendisi, oğluyla ilgili birtakım şeylerin yanlış
olduğunu ve hareketlerinin giderek daha da şüphe uyandıran bir hale geldiğini
söylemişti. Kralın yapacağı tek mantıklı şey prensi kontrol ettirmekti. Ve
oğluyla etkileşimde bulunan tek kişi de o değildi. Tam olarak prensin ne zaman
zombi olduğu hakkında bir fikrim olmasa da insanların, onunla ilgili tuhaf bir
şeylerin döndüğüne dair bazı belirtiler gördüğünü biliyordum.
Bir dakika... Gözlerim, aptal prensin parmağına taktığı,
aşırı derecede fazla büyü enerjisi içeren yüzüklerden birine takılmıştı. Onu
analiz ettiğimde, isminin Doğruluk ve Yanlışlık Yüzüğü olduğunu öğrendim. Bu
eşya, onu kullanan kişinin stat sayfasına bakanları aldatabilen bir eşyaydı.
Kalitesi inanılmaz yüksekti, hayvani S- seviyesindeydi. Sanırım, kimsenin bunu
fark etmemesinin sebebi buydu. S- neredeyse en üst kalite eşya demekti.
Prensin statlarını görebilmiş olmamın sebebi, muhtemelen
Analiz yeteneğimin anormal bir seviyeye yükselmiş olmasındandı. Hala Lefi’nin
statlarını ucundan bile göremiyor olduğum için bana pek yükselmiş gelmese de,
onu normların o kadar üstüne çıkarmıştım ki, S- seviyesindeki bir eşya bile onu
kandıramıyordu. Yuh be Lefi, o kadar mı güçlüsün ya!?
Garip bir şekilde sırıtmıştım ama tekrar dikkatimi, onu
dağıtan şeylerden uzaklaştırdım ve asıl konumuza geri çevirdim. Bakışlarım
tekrardan odaya çevrilmişti. Prens sadece bir kuklaydı ve ipleri bir başkası
tarafından çekiliyordu. Ceset, manipülatörün çok uzak olamayacağı kadar
gerçekçi hareket ediyordu.
Bundan her kim sorumluysa, aptal beyinsiz şeyin konuşmasını
da sağlıyordu. Ve kuklanın sözlerinin garip gelmemesinin tek yolu, kuklacının
durumdan haberdar olmasıyla mümkündü. Odadaki herkesin neler söylediğini
biliyor olmalıydı. Tam olarak neyin döndüğünü detaylı bir şekilde anlayıp
dinlemeden bir şeyler uydurmak pek uygun olmazdı.
Benim Kem Gözlerime ya da Kem Kulaklarıma benzeyen bir şey
kullanıyor olması tabii ki her zaman bir olasılık ama bunu düşünür düşünmez
üzerini çizmiştim. Büyülü Gözüm hiçbir şey bulamamıştı.
Bu eşsiz yeteneğimi basit bir şekidle, ısı yerine büyüyü
algılayan termal kamera gibi bir şey olarak tanımlayabilirdim. Yakaladığı her
mana dikkat çekiyordu. Bariz olarak görebiliyordum yani. Çalışabilmesi için
büyü enerjisi kullandığı sürece, Gizlilik ve ona benzer yetenekleri kullanan
insanları bile görebiliyordum.
Bunu tabii ki seviye 10 gizliliğe sahip birinde kullanamadım
ama seviye 10 yetenekler zaten pek de gerçekçi değildi. Lefi bile bunun nadir
olduğunu söylemişti. Yüce Ejderha bana, bir cephanelik kadar yeteneğe sahip
olmasına rağmen sadece ufak bir kısmının son seviyeye ulaştığını söylemişti.
Ve bu yüzden, bahsettiğim sonuçtan dolayı, karşılaştığım
düşmanları tam olarak incelemek için hem Büyülü Gözümü hem de Analizi birlikte
kullanmaya başlamıştım.
Suçluyu bulmam çok uzun sürmemişti. Bir tür bakana benziyor
gibiydi. Odanın bir köşesine konuşlanmıştı ve görülmemek için yüzünü ve
vücudunu kapatan bir örtü örtmüştü. Ne yazık ki, boynuna taktığı kolye, bir tür
sinyal bozucu bir şey yayıyordu. Ona Analizi kullanamıyordum. Ama bana göre,
bütün bunlar onun bir şeyler sakladığı anlamına geliyordu.
Gerçi, en nihai faktör, ne kadar şüpheli göründüğü değildi.
Manasıydı. Büyü enerjisinin dalga boyu, kişiye has olurdu ve Büyülü Gözüm bu
farklılıkları algılayabildiği için, prensi kontrol eden manayla onun manasının
eşleştiğini anlayabilmiştim.
Perdenin arkasında, ipleri çeken ve kuklayı oynatan kişi bu
herifti. Heh. Ne rezil bir herif. Başkalarını kullanıp, onları birbirleriyle
dövüştürürken, arkadan her şeyi izleyip eğleniyordu.
Ama prensin davranışlarının arkasındaki manipülatör, tek
olduğu şey değildi. Adam benim düşmanımdı. Uğursuz Orman’a bir ordu yollayan
piç buydu. Beni dinle beyinsiz, ödemen gereken bir hesap var. Hem de büyük bir
hesap.
Bir giriş noktası ararken düşmanımın yerini aklımda tuttum.
Ve bir süre sonra istediğim gibi bir yer bulabilmiştim. Hızımı artırmak için
biraz geri gittim, vücudumu ileri bakacak şekilde çevirdim ve kanatlarımı tek
seferlik güçlü bir şekilde çırptım.
Rüzgar bana doğru hücum etti. İçinde süzülürken bana
uyguladığı baskıyı hissedebiliyordum. Tam cama çarpmak üzereyken kanatlarımı
gizledim ve çarpma için kendimi hazırladım.
Yüksek bir kırılma sesi oldu. Kırılan cam her yere
saçılırken, kabul salonunun içinde bulunan insanların şaşkınlıkla bağırmasına
ve aniden içeriye dalan davetsiz misafirin kim olduğunu anlamak için
dağılmalarına neden olmuştu. Ama durmadım. Sonraki hareketimi yapmadan, ne
olduğunu anlamalarına imkan vermemiştim.
İçeri girerken kullandığım gücü, birden belirmemden dolayı
şaşırıp kalmış manipülatöre doğru hücum etmeye kullandım. Ve kime bağlı olduğumu
sorgulayamadan kılıcımı savurdum.
[1] Resident Evil adlı oyun serisinde, insanların içine girip onları
kontrol edebilen, parazitik canlılar.