Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Sonuç
“Bu... ne demek oluyor?”
İblisin uçtuğu yöne doğru bakmayı kestim ve bu beklenmedik
duruma eşlik eden sessizliği bozan kralı duyunca arkamı dönüp odaya baktım.
Prensi manipüle eden ve tamamen prensin kontrolünü eline
geçirmiş adam bölgeyi terk ettiği için büyüsü de yok olmuştu. Kontrolünü
sağlayan biri olmayınca, prensin cesedi yığılmış, hareketsiz bir şekilde yere
düşmüştü. Yan tarafında hala saplı kılıçlar vardı. Ama bir ceset olduğu için,
yaralarından çok az kan akıyordu.
Kafası karışmış ve kederle dolmuş kral, oğlunun cesedinin
yanına çömelmişti. Prens artık bir zamanlar tanıdığı, sevdiği oğlu değildi, ama
yine de onu kollarına almış ve ona şok olmuş bir şekilde bakakalmıştı. Oğlu
ölmüştü, hem de tam gözlerinin önünde.
Aynı şekilde, prense sadık olan askerler de şaşırmıştı. Kral
gibi, onlar da liderlerinin yığılmasına sebep olan olayları anlayamamışlardı.
Kurtarma birimi bile şaşkına dönmüştü, ama kısa sürede kendilerine gelip
işlerinin başına döndüler. Prensin bütün askerlerinin silahlarına el koydular
ve hepsini bir yere topladılar. Adamlar sessiz bir şekilde onlara itaat etti ve
daha fazla direniş göstermediler. Liderleri, onları savaşabilecekleri tek bir
bayrak altında toplayan adam olmadan karşı saldırıya geçmenin imkansız olduğunu
biliyorlardı.
“Pekala kral.” Konuşurken ülkenin hükümdarına döndüm.
“Görünüşe göre oğlunun iplerini birisinin elindeymiş. Kelimenin tam anlamıyla.”
“Bunca zaman mı...?” Bakışlarını, bir zamanlar veliahtı olan
adamdan yavaşça kaldırıp bana doğru çevirirken sesi titremişti. Gözlerinden,
olan her şeyden kendini suçladığı için kalbinin kederle dolduğunu
görebiliyordum.
“Muhtemelen.” Ama yine de ona her zamanki ses tonumla cevap
vermiştim.
“Kendimi bir baba olarak görmeyi hak etmiyorum.” Gözlerini
kapattı. “Değiştiğini fark etmiştim. Belirtileri görmüştüm. Yanlış bir şeylerin
olduğunu biliyordum, ama buna rağmen bir şey yapmadım. Oğlumun tam olarak neyle
zehirlendiğini anlamayı başaramadım. Gözlerimin önünde düşüşünü görene kadar.”
“Majesteleri...” Nell kralı sakinleştirmeye çalıştı. Sesi,
niyetini gösteren, anlayışlı bir kederle doluydu, ama doğru kelimeleri
bulamıyor gibiydi.
“Özür dilerim Riutt...” kral bakışlarını oğluna çevirdi,
gözlerini kapadı ve elini oğlunun saçlarında gezdirdi. “Acı çektiğini
bilmeliydim. Dayanmak zorunda bırakıldığın onca zorluğa karşı seni, baban
olarak ben korumalıydım. Ve buna rağmen, seni yüz üstü bıraktım. Üzgünüm Riutt.
Çok üzgünüm...”
Geri kalan herkes sessiz bir şekilde kralı, oğlunun cesedini
göğsüne dayayan ve kaybına sessizce ağlayarak anan babayı izledi.
***
İki taraf arasındaki bütün iç savaş sorunsuz bir şekilde
sona ermişti. Prensin tarafının lideri, yani prensin kendisi, her şeyin sona
erdiğinde cansız bir cesete dönüşmüştü. Onu destekleyen soylular, liderleri
ölünce, bir şaşkınlık ve kargaşaya haline girmişlerdi. Başkentte bulunanların
toplanıp adalete teslim edilmeleri pek sürmemişti. Gerçi, prensin
destekçilerinin hepsi başından beri orada bulunmuyordu. Kimi kendi bölgelerinde
saklanmıştı, ama her ne olursa olsun, yakın gelecekte başları omuzlarından kesinlikle
uçacaktı. Kelimenin tam manasıyla. Geçmiş olsun. RIP.
Hapisten kurtulduktan sonra kral, tekrar ülkenin hükümdarı
olarak eski makamını geri aldı ve yöneticisi oldu. Açıkçası, bir yanım bunu
kabul ettiğine hala şaşırıyordu. Öyle depresif görünüyordu ki, gidip kendini
öldürmek üzere olduğunu düşünmüştüm. Ama, kısa süre içinde kararını vermişti.
Kral kendini öldürüp ülkeyi yöneticisiz bırakmanın sorumsuzluk olacağını
biliyordu ve ülkede istikrarın sağlandığından emin olana kadar oğlunun mezarını
ziyaret etmeye hakkı olmadığını düşünüyor gibiydi. Ancak görevini tamamladıktan
sonra, tacı devretmeyi düşünebilirdi.
Olay bir sürü başın uçurulmasına sebep olduğundan,
parlamentoda bir sürü sandalye boşa çıkmış, nihayetinde kilisenin üyeleri
tarafından doldurulmuştu. Bu ayrıcalık, kralın kurtarılmasında oynadıkları
büyük rolün bir sonucuydu. Kilisenin daha büyük bir politik alana sahip olması,
her şeyin plana göre işlediği anlamına geliyordu. Yeni kazandıkları politik
nüfuz, kiliseyi genel olarak daha dikkate değer bir kuvvet yapacaktı. Vay
anasını. Bir avuç rahip için fazla hırslılar. Din adamlarının mütevazı olması
gerek laflarına falan ne oldu?
Ve işte olaylar böyle sonlanmıştı. Gerçi şahsen, çabalarımın
çoğunun boşa gittiğini hissediyordum.
Hiçbir şey kazanmamış değildim tabii ki, ama yine de işlerin bu şekilde
sonuçlanmasından pek de memnun değildim. Prensin, endişelenmem gereken tek şey olmadığını
anlamak, özellikle tam da her şeyi sona erdirdiğimi düşündüğümde, canımı
sıkmıştı. Yani dostum bir salın beni ya. Ne bu? Her ark bitişinde daha güçlü
yeni bir düşmanın çıktığı bir genç mangası falan mı? Yok, ben almayayım. Bundan
daha boktan bir durum olamazdı.
İşin iyi tarafı, sözde yeni düşmanımın muhtemelen kim
olduğumu bilmiyor olmasıydı. Irkım hala insandı ve başından beri maske
takıyordum. Onun ya da başka birilerinin, benim gerçekten kim olduğumu
öğrenmesi pek mümkün değildi. Zindanın tehlikeden uzak, emniyette olduğu ve
böylece bir süre huzur içinde yaşayabileceğime emindim. Dostum, bunu takmakta
ısrar ettiğimi falan biliyorum ama cidden, bu kadar işe yarayabileceğini
düşünmemiştim.
Ve olayları kızıştıran iblis hakkında da hiçbir şey
öğrenmemiş değildim. Onun bir tür kötü ruhlu biri olduğunu öğrenmiştim. Analiz
bana ırkının tam ismini söylemişti ama üzerinden çok geçtiği için tam olarak ne
olduğunu unutmuştum. Ama iki türlü de, onun kötü ruhlu olması, onun gerçekten
de bir iblis olduğu anlamına geliyordu.
Yeteneklerinin arasında Beyin Yıkama ve Ölü Diriltme vardı.
Ayrıca, onu bayağı etkili bir casus yapan bir sürü başka şey de vardı. Hatta,
sadece yetenek sayfasından, onun hileli oyunlara kalkışabilecek tipte biri
olduğu anlaşılabilirdi.
Anlaşılan iblisin bir bakan olarak prensin hizmetine girmesi
birkaç sene olmuştu ve o zamandan beridir de ikisi sık sık birlikte çalışırken
görülmüştü. Ki bu da onun prensi zamanla yavaş yavaş beynini yıkadığı ve
zamanının geldiğini düşündüğünde ise ölü diriltme yeteneklerini kullanarak onu tam
bir kukla haline getirdiği anlamına geliyordu.
Bir başka deyişle, aç gözlü ve hırslı olduğu için askerleri
bize yollayan muhtemelen prens değildi. Muhtemelen iblis, insanların Lefi’yi
rahatsız etmesini ve onun karşılık olarak ülkeyi tamamen yakıp yıkmasını
istemişti. İki taraflı iç savaş çıkarmaya çalışmasına bakarsak, ülkeyi içten
yıkma planlarının bununla bayağı uyduğunu söyleyebilirdik ama bu benim
onaylayabileceğim türde bir plan değildi. E yani. Lefi bir araç değil. Onu
insanları öldürsün diye öylece kullanamazsınız. Bunu unutmayacağım iblis.
Yaptığın her şeyi hatırlayacağım ve misliyle geri ödeyeceğim. Sadece bekle.
Kukla prens meselesinde beni rahatsız eden bir şey vardı.
Şehrin dışında karşılaştığımız olayla o kadar çok benzerlik gösteriyordu ki.
Ama sahte yardımcının aksine, yakaladığın aşırı şüpheli gözüken çete lideri
insandı. Yöntemleri kadar güçleri de aynıydı. Aralarındaki tek fark,
ırklarıydı. Tesadüf olamayacak kadar fazla benzerlikler vardı.
Bir düşününce, adam bana, benim gibi bir iblisin neden
planına karıştığını sormuştu. Bir iblis olarak bir insan şehrini neden
kurtardığımı merak ettiği için sorduğunu düşünmüştüm ama bu olaydan kazandığım
yeni bakış açısı, nedeninin bu olmadığını düşündürmüştü. Belki de muhtemel
müttefikinin ona neden engel olduğunu sormak istemişti.
Sanki, benzer düşüncelere sahip bir iblis grubuyla
bağlantısı olan bir grup insan var gibiydi. Tabii, bir tesadüften çok fazla şey
çıkarmış olmam her zaman ihtimal dahilinde ama bence öyle değildi. Bir şeyler
dönüyordu. Bunu biliyordum. Öfff... İğrenç be. Neden yine komplo teorileri
düşünüp durmaya başladım? Biliyor musun? Siktir et, benden bu kadar. Oyunlarda
falan bunun gibi kötücül planları ortaya çıkarmayı seviyordum ama bunu gerçek
hayatta yapmak çok can sıkıcı bir şey. O yüzden artık yeter. Bu günlük paydos
diyeceğim.
Hemen zindana dönmek, arkama yaslanmak ve rahatlamak
istiyordum. Ev gibisi yok. Evim güzel evim. Burada kalışımı sonlandırma fikrini
düşünürken bir şey belimden beni yakalamıştı.
“Bay Kahraman!”
Aşağı baktığımda, prensesin gülümseyen yüzüyle karşılaşınca
hemen bakışlarımı babasına doğru çevirdim.
“Daha iyi olmasına sevindim.”
“Ben de öyle.” diye onayladı kral. “Çabaların sayesinde
böyle sağlıklı ve mutlu. Şükranlarımı sunuyorum.”
Üçümüz şu an hiçbir muhafız ya da hizmetçinin bulunmadığı
bir odadaydık. Sadece ben, kral ve kızı vardı. Şu an böyle bir durumda
olmamızın sebebi, kralın beni düşünmüş olmasıydı. Etrafta başkaları olduğunda
konuşamayacağımı biliyordu. Sanırım bu, bana ne kadar güvendiğini gösteriyor.
Tamam anladım. Seni cidden kurtardım, ama biraz fazla dikkatsiz davranmıyor
musun? Hayatımı kolaylaştırdığı için umurumda değildi ama anladınız işte.
“Bay Kahraman, Bay Kahraman!” Prenses beni çağırırken
heyecanlı bir şekilde yukarı bakıyordu.
“Ne oldu?”
“Neden o maskeyi takıyorsun?”
“Şöyle ki prenses...”
“İsmimle çağırsan olmaz mı?”
“Şeyyy... olur sanırım? Adın ne peki?”
“Iryll!”
“Iııı. Pekala Iryll. Her neyse, anlayacağın şu ki ben
aslında bir kahraman değilim. Ben boğazına kadar kötülük niyeti taşıyan bir
iblis lorduyum. Bu maskeyi de kim olduğum anlaşılmasın diye takıyorum. Bu
kanatları görüyor musun? Korkunçlar değil mi?” Onu korkutmak için kötü biri
gibi konuşurken bir taraftan da kanatlarımı cisimleştirmiştim. Bana bağlanmaya
başladığını görebiliyordum ve garip bir nedenden, altıncı hissim çıldırmış
durumdaydı. Tüylerimin diken diken olduğunu hissedebiliyordum. Bunun olmasına
izin vermenin kötü bir fikir olduğunu söylüyordu, o yüzden ne olursa olsun
bundan kaçınmalıydım.
Ama nedense planım tamamen geri tepmişti.
“Vay canına!” Kızın gözleri şeytani kanatlarımı görünce ışıl
ışıl parlamıştı. “Harikalar! Gerçekten çok havalısınız Bay Kahraman İblis
Lordu!”
N’ apalım. Kusura bakma altıncı hissim. Sanırım batırdım.
“Peki, bir İblis Lordu’ysan, bu, beni kaçıracağın anlamına
mı geliyor?”
“Hmm? Ne? Neden bunu yapayım?”
“Çünkü hikayelerdeki iblis lordları her zaman bunu yapar!”
dedi prenses keyifli bir şekilde.
“Anladım...”
“O yüzden lütfen beni kaçırın!”
“Iıı... Şeyyy... Tabiiii, canım isterse kaçırırım, sanırım.”
“Yaşasın! Sabırsızlanıyorum!”
Garip bir şekilde sırıttıktan sonra krala döndüm.
“Peki şeyyy, aptal gibi sırımayı kesip kızınla ilgili bir
şeyler yapman gerek. Bir iblis lordu tarafından kaçırılma riski altında.”
“Olamaz bu çok kötü.” Kral aşırı abartılı bir şekilde
gülmüştü. “Sanırım onu zorla elinden tutup kaçırmanı izlerken akacak göz
yaşlarımı silmek için bir peçete hazırlamalıyım.”
Dostum, noluyor lan!?