Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Özel Bir Odada Görüşme
“Hadi artık Iryll. Onunla arkadaşlık etmekten çok
hoşlandığını biliyorum ama şu an bunun için hiç de iyi bir zaman değil.”
Kızıyla olan konuşmalarımızı mutlu bir şekilde gülümseyerek bir süre izleyen
kral, uyarır bir ses tonuyla konuşmuştu. “İkimizin konuşması gereken işler var.
Lütfen başka bir odada bekler misin?”
“Tabii ki babacığım.” Iryll, bir prensesten bekleneceği
üzere nazik bir şekilde karşılık verdikten sonra bana doğru dönüp “Sanırım
artık gitmem gerekiyor! Görüşmek üzere Bay İblis Lordu!”
Daha nazik ve resmi olmayan hallerinin arasında gidip
gelmeye devam etmişti. Iryll zarifçe bir
reverans yaptı, pıtır pıtır kapıya gitti, enerjik bir şekilde el salladı ve
kapıyı arkasından kapadı.
Sözlerinden anlaşılacağı üzere, sonunda bana “Bay İblis
Lordu” adını takmaya karar vermişti. Başka adaylar da mevcuttu, çoğunun içinde
kahraman kelimesi de vardı ama sonunda onlardan vazgeçip olduğum şekilde
çağırmaya karar vermişti.
Kızının gidişini izlerken sessiz bir şekilde, “Neşesinin
yerinde olduğunu görmek beni de neşelendiriyor.” dedi kral.
“Evet. Açıkçası, böyle olduğunu görmek beni biraz şaşırttı.”
dedim. “Yaşadığı onca şeyden sonra böyle davranabilmek gerçekten dayanıklılık
gerektiriyor.”
Prenses sapık bir sadistin işkencelerine maruz kalmıştı.
Normal bir çocuğun, bir pedofilinin eziyetlerinden sonra tekrar
gülebileceğinden bayağı şüpheliydim. Hal böyleyken, yaşadığı onca şeye rağmen
Iryll, hala neşe doluydu. Ne sağlam bir ruhsal dayanıklılık ama.
“Sana tekrar şükranlarımı sunarım.” dedi kral, sesi duygu
doluydu. “Kızımın gülüşünün elinden alınmamasının tek sebebi sensin. Ve bunun
için sana minnettarım.”.
“Lafı bile olmaz. Dediğim gibi, yardım etmek istediğim için
orada değildim.” Diyerek omuz silktim. “Sadece işleri hallediyordum.”
“Bu, konu hakkındaki düşüncelerimi değiştirmeyecek.” Kral
soğukluğumu kafasına takmamıştı. “Ülkemi kurtardın. Sanırım minnettarlığımı
gösteren bir şey sunmam gerek. İstediğin bir şey var mı? Yapabildiğim sürece,
istediklerini ayarlamaya çalışacağım.”
“Hmmm. Bilmem.”
Kralı, özellikle bir şey istediğim için kurtarmamıştım.
Amacım, prensi öldürmek, tamamlanmıştı. Ve açıkçası tek umursadığım şey de
buydu. Kral bana bayağı borçluydu. O başta olduğu sürece bu ülkedekiler
tarafından rahatsız edilmeyeceğimi söylemek sanırım yerinde olur. Zaten Uğursuz
Orman’a saldırmak için bir sebepleri yoktu. Lefi’den korkuyorlardı ve oranın
onun yuvası olduğunu biliyorlardı. Başka komplolar olmadığı sürece güzel, uzun
bir huzurun tadını çıkarabilirdik. Bir şey diyeyim. Kendime biraz sağlama
alabilirim aslında.
“Pekâlâ. Tek istediğim, istilacıların bölgemden uzak
durması. Neden halkına Uğursuz Orman’ın derinliklerinin yasak bölge olduğunu
söylemiyorsun? Derinlerine girmedikleri sürece girmelerini kafama takmam.”
Maceracılar ormanın kenarındaki bir bölgeye birkaç kez girmişlerdi.
Ve bununla bir sorunum yoktu. Sorun yaşadığım tek insan grubu, maceracıların
koyduğu görünmez sınırları umursamayıp Uğursuz Orman’ın derinliklerine dalan
tiplerdi.
“Olmuş bil.” dedi kral. “Açıkçası isteğin, ufak bir
değişiklik gerektiriyor. Uğursuz Orman, her zaman insan elinin
erişebileceğinden daha uzak görülmüştür. Yine de, isteğini yerine getirmek
için, eğer ölmek istemiyorlarsa, oraya izinsiz girip bölgeni ihlal etmemeleri
gerektiğini belirten belgelerin hazırlanmasını sağlayacağım.”
"Yani, benim için sorun değil ama bunu resmiyete dökmek
istediğinden emin misin? İyi bir fikir olduğunu söyleyemem.” Şüphemi belirtir
bir şekilde konuşmuştum.
Bunu yazıya dökmek, kralla benim resmi sorun çıkarması
muhtemel bir antlaşma yaptığımız anlamına gelecekti. Tabii ki, ikimiz de bu
antlaşmanın şartlarını ihlal etme niyetinde değildik. Sıkıntı, benim bir iblis
lordu, sadece insanlara değil, diğer birçok ırka da düşmanca davranan bir ırkın
mensubu olmamdı. Eğer kararı herkes tarafından öğrenilirse, saygınlığına gölge
düşebilirdi.
“Bu bir sorun değil. Bu belge çok yüksek gizlilikle
saklanacak ve sadece kraliyet kanına sahip olanlar ona erişebilecek.” dedi kral.
“Bilakis, emin olup olmadığını sorması gereken kişi benim. Uğursuz Orman’ın
büyük bir kısmının Yüce Ejderha’nın hükmü altında olduğunu sanıyorum. Yabana
atılamayacak biri olduğunun farkındayım, ama eğer onun yuvasını istila edersen
seni de saf dışı bırakacağını düşünüyorum.”
“Yok, bir şey olmaz. Ben ve Yüce Ejderha birbirimizi
tanıyoruz. Çoktan bunu konuştuk ve sorunları çözdük.”
Çünkü bütün gün evimde yatıp yuvarlanıyor falan. Aslında bu
konuyu Lef ile önceden konuşmuştuk ve aslında bir zamanlar bir yuvası olduğunu
söylemişti ama orayı fiili olarak terk etmiş ve bütün bölgeyi bana vermişti.
Kralın yeni yasası ile birlikte, Uğursuz Orman’ın iç bölgesi gerçekten benim olmuştu
hem yasal hem de fiili olarak.
Gerçi zindan henüz Lefi’nin bölgesinin tamamını ele
geçirememişti. Orda burada hala benim kontrol alanımda olmayan birkaç yer
kalmıştı. Sanırım geri dönünce Rir’le birlikte dolaşıp, uzun süre sonra ilk
defa zindana daha çok bölge kazandırabilirdik. Şey, birkaç level atladıktan
sonra tabii.
“Yüce Ejderha ile tanıştın mı...?” Kral çok şaşırmıştı.
“Eğer bunu söyleyen sen olmasaydın, sözlerinin şaka olduğunu düşünürdüm. Ama
kaldığın yeri düşününce, sanırım bunu yeterince inandırıcı kabul edebilirim.
Pekala, eğer bir endişen ya da bir şikayetin yoksa, benim için de bir sorun
yok. Kısa süre içinde bütün belgeleri hazırlatacağım. Bu kadar mı?”
“Şeyyy bir düşüneyim... seyahat izni gibi bir şeyiniz var
mı? Gezmeyi sevdiğim için, ülkede neresi olursa gezip ziyaret etmemi sağlayacak
bir tür belge fena olmazdı. Bilirsin, tatil için falan.” dedim. Paso gibi bir
şey yani. Bayağı iyi olurdu.
Kimliğim olmadığından falan değil. Maceracı olarak kayıt
olduğumdan bir belge almıştım ama kralın bana vereceği herhangi bir şeyin uzun
vadede daha çok işime yarayabileceğini düşünmüştüm. Eğer üzerinde kraliyet
mührü gibi bir şey olan bir belgeye sahip olsam zindandakileri şehre getirmek
benim için daha kolay olurdu.
“Bu gerçekten çok ilginç bir istek.” dedi kral. “Sana böyle
bir şey sağlamakta bir sakınca görmüyorum, ama tam olarak umduğun şekilde
çalışacağından emin değilim. İnsanlar ve iblisler çok uzun zamandır savaştalar.
Karşılıklı hoşnutsuzluk, yetiştirilme şeklimize bile işlemiş durumda ve bu
ülkenin kralı olsam bile, kim olduğun ortaya çıkarsa saldırıya uğramayacağını
garanti edemem.”
“Evet, biliyorum. Sanırım bu bir sorun olmaz. Kendi metotlarım
var.” dedim. “Sorun çıkarmayacağım.”
Boş laf etmiyordum. Örneğin kilise. Adamlarının yanında onca
zaman geçirmiş olmama rağmen, kilise henüz benim bir iblis olduğumu
anlamamıştı. Yöntemlerim işe yaramıştı. Kendimi kolaylıkla bir insan olarak
gizleyebiliyordum. Ama aynısı Illuna, Shii ya da hizmetçiler için geçerli
değildi. Tecrübelerimden anladığım kadarıyla, insanlar etraflarındakilerin
ırklarını öğrenmek için aktif olarak büyülü eşyalar taşıyorlardı. Sanırım bunun
etrafından dolaşabilecek bir şeyler bulmam gerekiyordu.
Amaç herkesi bir araya getirip toplu bir tatilin tadını
çıkarmaktı. Özellikle Illuna ve Shii için. İkisine dünyayı görme şansı vermek
istiyordum. Gerçi off... Shii’ye yardımcı olabileceğimden pek emin değildim. O
biraz, şey, mavi. Ah, her neyse. Zamanla bir şeyler bulurum nasılsa.
“Öyle diyorsan öyle olsun.” dedi kral. “Sanırım bunu da kısa
süre içinde hazırlatmam gerekiyor.”
“Güzel. Teşekkürler. Sence ne kadar sürer?”
“Sanırım, aşağı yukarı bir saat kadar hazır olmuş olur.”
Kral, bir anlık duraksadı ve belirgin bir hayal kırıklığıyla devam etti. “Hemen
ayrılmayı mı planlıyorsun? En azından akşam yemeğine kadar kalmanı isterdim.”
“Düşüncen için teşekkür ederim ama açıkçası, şehrin
duvarlarının dışında beni bekleyen birisi var ve onu dışarıda öylece
bekletemem.”
“Bu davete arkadaşının da katılmasında bir sakınca
görmüyorum.”
“Yani şeyyy... yani, öyle diyorsun ama... o benim evcil
kurdum sayılır.” dedim. “Yani sayılır. Aslında bir kurt değil. O bir fenrir, ve
eminim kalenizde bir fenririn dolaşmasını istemezsiniz. Bilirsiniz. Bu biraz
sizi zorlamak olurdu.”
“Yani... Bir efsanevi canavarı sıradan bir şeymiş gibi bir
evcil hayvan olarak sahiplendiğini söylemen bir tarafa, sanırım bu bir sorun
olmayacaktır. Çoğu maceracı ve canavar terbiyecisine, önceden kayıt
ettirdikleri sürece hayvanlarını şehre sokmak için izin veriliyor.”
“Hmmm... Gayet makul.”
Bir an evvel zindana dönmek istiyordum ama açıkçası,
yiyeceklerin tadına da bir bakmak istiyordum. Yani, yemekleri her kim
yapıyorsa, krallara layık şeyler yapıyor olmalı değil mi? Yiyeceklerin nasıl
olduğunu merak eden birini suçlayamazsınız değil mi?
Kral hemen bu fikri değerlendirdiğimi fark etmiş ve
saldırısına ek olarak, sahaya bir kart daha sürdü ve son darbeyi vurdu.
“Eğer ülkenin kurtarıcısını resmi bir kutlama olmadan evine
yollarsam çoğu insan benim itibarımı sorgulayacaktır. Ve bu, benim yönetim
hakkımı sorgulamalarına neden olacaktır. Bunun olmamasını tercih edeceğinden
eminim.” dedi kral. “Ve daha da önemlisi, Iryll bunu dört gözle bekliyordu.
Katılmamayı seçersen onu üzeceğinden eminim.”
“Cidden bana ülkenin kurtarıcısı mı dedin? Amma abartıyorsun...”
diye iç çektim. “Dur tahmin edeyim... Beni burada sadece kızının hatırına
tutmaya çalışıyorsun değil mi?”
“Bunu daha önce fark etmemene şaşırdım.” diye güldü kral.
“Merak etme. Bir ziyafet olsa da, sadece seçilmiş birkaç kişinin davet edildiği
küçük bir şey olacak.”
“Pekâlâ. Tamam. Sanırım akşam yemeğine kalacağım.” Başımla
onaylarken yarım gülümsememi takınmıştım.