Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Akşam Yemeği
Şehrin kapılarının dışına çıkarken kralla konuşuyordum.
Amacım, tabii ki Rir’i alıp bu akşamki partiye birlikte katılmaktı. Onu
bulduğumda, küçülüp normal bir kurt boyuna dönmesini istedikten sonra başkente
geri döndük. Ve her ne kadar girme denememiz biraz soruna neden olsa da,
beklediğimden daha sorunsuz hallolmuştu. Kral uşaklarından birini göndermişti
ve kır saçlı hizmet sektörünün emektarı bu abimiz, büyük bir sorun
yaratmayacağımızdan emin olmaları adına bize kefil olmuştu. Sonra bize üçümüzü
de kaleye taşıyacak bir araba ayarlamıştı.
“Demek fenrir böyle bir şey. Beklediğimden daha küçükmüş.”
“Ne küçük şirin bir kurt!”
Baba-kız, ortağım hakkındaki düşüncelerini sırayla dile
getirmişlerdi. Gerçekten kaşınıyorlardı, bu yüzden Rir’e normal haline
dönmesini söyledim. Gözlerinin önünde vücudu büyüdü ve bacakları uzadı.
Orijinal halini sergilemesi birkaç saniyesini almıştı. Yakındaki askerler
korkmuştu ve hızla silahlarını kaldırmışlardı, ama ona verdiğim kendi kendini
ayarlayan büyülü kayıt tasmasını gördüklerinde rahatlayıp silahlarını
indirdiler. Pardooon. Benim hatan muhafız kardeşler.
“Ne korkutucu!” Rir’in tüm haşmetine bakan kral birkaç kez
gözlerini kırpıştırmıştı. Sesinde şaşkınlık, hayret ve bir miktar da dehşet
vardı. “Kabul etmeliyim ki şu anda benim beklentilerime daha çok benziyor.”
“Vay canına! Kurt çok sevimliydi! Ve şimdi bir de çok havalı
oldu!”
Prensesin tepkisi, babasınınkinin tam tersi diyebiliriz. Hiç
korkmamıştı. Hatta, hemen koca kurda koşup ön bacaklarından birine sarıldı ve
yüzünü kürkünün içine gömdü. Ya neden çocuklar Rir’den korkmuyorlar? Illuna da
onu ilk gördüğünde benzer şekilde davranmıştı. Yani dostum, aniden bu kadar
büyük bir kurtla karşılaşsam korkudan çıldırırdım.
Ve böylece zaman geçti ve akşam üzerimize çöktü.
Kalenin içinde, başkentin her yerini tepeden gören bir odaya
davet edildik.
“Vay be. İşte manzara diye buna derim ben.” dedim.
“Hıhı. Kesinlikle öyle.” dedi kahraman.
Pencerelerden birinin kenarında durup altımızda serili
harika manzarayı seyrettik. Dışarısı karanlıktı ama şehrin manzarası, güneşin
batmasıyla göze daha da güzel gelmeye başlamış gibiydi. Sokakların ateşlerin
ışıklarıyla aydınlanması öyle nefes kesiciydi ki, neredeyse sahte olduğunu
söyleyecektim.
Benim kalemin etrafındaki manzara, resmedilemeyecek kadar
kasvetliydi. Demek istediğim, O KADAR DA kötü değildi. Yani bilirsiniz,
birazcık daha kötüydü. Azcıcık. Yani, sonuçta zindanın olduğu yerde bir şehir
falan olmadığından bunun için yapılacak bir şey yoktu ama boş boş oturup
kaybetmeye niyetim yoktu. Eve gittiğimde bir iki düzeltme yapıp yapamayacağıma
bir bakacağım.
Söz verdiği gibi, kral bu akşamki partiyi küçük çaplı
tutmuştu. Davetliler sadece ben, kral, kızı, Nell ve Carlotta’ydı. Teknik
olarak Rir de listedeydi ama o bizimle kutlamaya katılmamıştı. Bunun yerine
balkona yayılmayı tercih etmişti. Bunun düşünceli olmasından kaynaklandığından
eminim. Eğlencemize engel olmamak için kendini izole etmeyi tercih etmişti.
Dostum, gerçekten harika bir nezaketi var. Eğer insan olsaydı, muhtemelen
kızların hasta olacağı türden biri olurdu.
Bir başka deyişle, hizmetçiler ve garsonlar dışında, partide
bulunanlar ya kraliyet ailesinin bir üyesi ya da onların kurtulmalarında büyük
rol oynayan kişilerdi. Operasyona katılan diğer kişiler, görünüşe göre yakında
yapılacak daha büyük bir ziyafetle ödüllendirileceklerdi. Bu kadar büyük çaplı
bir şey kendi başına bayağı eğlenceli olurdu.
“Düşünceniz ve nazik davetiniz için çok teşekkür ederiz
Majesteleri. Bu harika akşamda size katılma fırsatı büyük bir şereftir.”
Carlotta krala yaklaşıp yetişkinlik yapmıştı.
“Benim için de öyle.” dedi kral. “Ama bu kadar formalite
yeterli. Sen ve arkadaşların benim kurtarıcılarımsınız ve bu ziyafeti sizin
başarılarınızı kutlamak için hazırlattım. Biraz rahatlayıp keyfini çıkarın.
Rahatladığınızda bu akşamki yemekten daha çok keyif alacağınızdan eminim.”
“Evet efendim. Nezaketiniz ve düşünceniz için tekrar
teşekkür ederim.”
“Buradan Bay İblis Lordu! Sen de Nell!” Prenses, babası
Carlotta’yla konuşmaya dalmışken, beni ve kahramanı elimizden yakalayıp
yerlerimize götürdü.
“Teşekkür ederim Prenses Iryll.” Kahraman küçük hanıma
şükranlarını dile getirdikten sonra bana dönüp sessiz bir tonda konuşmaya
başladı. “Hey ah... Yuki?”
“Ne oldu?” Aynı şekilde karşılık vermiş, onun dışında
herkesin duyamayacağı bir tonda konuşmuştum.
“Sana İblis Lordu diyor. Bu, onun anladığı anlamına mı
geliyor?”
“Aşağı yukarı, evet. Ama merak etme. Sadece bir çocuk olduğu
için kafaya takacaklarını sanmam.” dedim. “Ve bana mı öyle geliyor yoksa siz
ikiniz birbirinizi tanıyor musunuz?”
“Hıhı. Tanışıyoruz.” dedi Nell. “Öyle gözükmediğimi ya da
görevlerimi yerine getiremediğimi biliyorum ama ben hala bir kahramanım.
Aslında onunla birkaç kez karşılaştık.”
Herkes oturunca, hizmetçiler işe koyuldu. Hazırlanan bütün
yiyecekleri getirdiler ve önümüze serdiler.
“Şu... Gerçekten çok iyi görünüyor.” dedim.
“G-gerçekten de öyle.” diye katıldı Nell. “S-sanırım daha
önce böyle güzel bir şey yememiştim.”
Hissettiklerimizi söylerken ağzımız açık kalakalmıştık. Ve
bu sadece yemeklerin ne kadar güzel gözüktüğüyle alakalı değildi. Kokuları da
ağız sulandırıyordu. Kokusunu azıcık bile olsa duymak, bende yüzümü yiyeceklere
gömme isteği uyandırıyordu. Neyse ki, resmi akşam yemekleriyle birlikte gelen
formalitelerle uğraşmak zorunda değildik. Olay daha çok bir açık büfeye
benziyordu. Rahatlık en iyisiydi.
“Bu akşam yiyeceğimiz her şey, en iyi aşçılarımız tarafından
hazrılandı.” Prenses övgülerimize, kıkırdayarak ve bir yandan övünürken gururla
göğsünü kabartmıştı. “Ve onlarla gerçekten gurur duyuyoruz!”
Hizmetçiler çekilince, kral masaya bakıp her şeyin yerli yerinde
olduğundan emin oldu. Konuşmaya başlamadan önce, üzüm suyu verilen prenses
dışında herkesin yanında bir bardak şarap olduğunu kontrol etmişti.
“Beni ve kızımı bulunduğumuz zor durumdan kurtardığınız için
hepinize teşekkür etmeliyim. Her ne kadar mütevazı bir ikram olsa da,
şükranlarımın bir göstergesi olan bu ziyafetin tadını çıkarın. Lütfen buyurun.
İstediğiniz kadar yiyin. Şimdi lafı daha fazla uzatmadan, bardaklarımızı sizin
inanılmaz başarılarınıza kaldıralım. Şerefe!”
“Şerefe!” Odadaki herkes kralın son sözünü tekrar etmişti.
Bardaklar birbirine çarptı ve sonra hepimiz içmeye başladık.
Alkol boğazımdan akmaya başladığı anda vücudumun her yerine bir sıcaklık
yayıldı. Ahhh! Bu çok iyi geldi!
İki benzer şarabın arasındaki ince farklılıkları anlayacak
kadar bir şarap uzmanı değildim. Çok fazla alkol içen birisi de olmamıştım
zaten. Ama yine de aldığım tek bir yudum bile, kralın bize ne kadar yüksek
kaliteli şeyler sunduğunu anlamama neden olmuştu. Üzümden yapılma bu içki,
boğazımdan öyle yumuşak geçiyordu ki, kendim bırakana kadar sorunsuz içebilirim
diye düşünmüştüm.
Aynı şekilde yanımda oturan kahraman da aldığı tek bir
yudumla mest olmuştu. Bir dakika. Yirmi yaşında olmasının imkanı yok. Kimseyi
umursamadan nasıl içki içebiliyor ki? Ah, bir dakika, doğru ya. Burası Japonya
değil ki. Hatta tamamen bambaşka bir dünya. Alkol kullanma için yaş sınırlaması
bile olmayabilir burada.
“Bu gerçekten iyi bir şarap.” dedi Carlotta. “Bu
Thunderjew’dan geliyor olabilir mi?”
İçkiyi, sadece bir tadımda değerlendirmiş ve kralla
detaylarını konuşmak için bir konuşma başlatmıştı. Yani, pek de kilisenin üst
düzey yöneticilerinden biri gibi görünmüyordu. Bu tarz işlerden bayağı anlıyor
olması beni çok şaşırtmamıştı.
Kral içkilerimizi beğendiğimizi fark edince, hemen eve
birkaç şişe götürebileceğimizi söylemişti. Memnuniyetle kabul edeceğim bir
teklifti. Eve döndüğümde, Lefi’ye ve hizmetçilere bu şeyi tattırmayı dört gözle
bekliyordum. Özellikle Lefi’ye. Körkütük sarhoş halini görmek için
sabırsızlanıyorum.
Krala bu cömertliğine karşılık teşekkür ettikten sonra
önceden bizi coşturan yemeklere yumulmaya başladık.
Gece gayet eğlenceli geçmişti. Ve öyle de devam edeceğe
benziyordu. Konuştuk, alkolün tadını çıkardık ve istediğimiz her şeyi yedik.
Çok eğlenceliydi. Çok eğlenmiştim. Ama sonra bir şey oldu.
Herkes, cidden, herkes, gereğinden fazla sarhoş olmaya
başlamıştı.
***
“Heeey Yuki. Neğ kadaağr içtiğn? Bvu doğğğru! Yeğterince
değğil!” Kahraman kıkırdayarak kollarımdan birine yapıştı ve yakınlardaki bir
şişeden bardağımı doldurmaya başladı. “Meğrak eğtmeeee. Bağrdağını fağzla
faağzla doğldruyorm kiğ rağat rağat iğçmeye değam edeeğbil. Fondiiiiiiiip!”
“Sağ ol ama almayayım. Bu kadar yeterli! Lanet olsun Nell,
dur! Her yere dökeceksin!”
Bardağın içinde, normalde koyulacak miktardan daha fazla
sıvı olmasına rağmen, şişenin içindekileri bardağıma dökmeye devam etmişti..
Hatta, silme dolu olmasına rağmen durmaya niyetinin de olmadığını anlayınca
şişeyi elinden zorla almak zorunda kalmıştım.
“Tmam Yuki, heeeğpsini iğçeceyinden eğmin olağcağm. Aaaaaaaa
de.” Dediğini yapmayınca, yanaklarını şişirmişti. “Ööff, çoğk beğncilsn. Sanğrm
booğaaazından zoğrla keeendm geğçirmeğk zooğrunndaaym.”
“Yavaş yavaş, sakin ol! Çok fazla yaklaşıyorsun!” Kahramanın
dudakları hızla benimkine doğru yaklaşmaya başlayınca bardağı elinden alıp
aramıza sıkıştırdım. “Tamam tamam anladım. İçmeye devam edeceğim, sal o yüzden
artık!”
Başka bir seçenek verilmediği için bütün bir bardağı tek
dikişte mideye indirdim. Off... Midem yanıyor.
“Haaaağrikaaağ!” diye kıkırdadı kahraman. “Şinnndi iğçkinden
içtiğğğğine göğre biğr şeeeeyler yeğmeliğsn.” Bir çatalla bir şey aldı ve
ağzıma tıkıştırmaya çalıştı. “Aaaaaa de!”
“Dur! Bek-! Le! Ağzıma bile sokamıyorsun artık lanet olsun!”
Kahraman çatalı yüzümün kenarına sokmaya başlayınca,
isteksiz bir şekilde başımı çevirip ağzımı açtım ve beni beslemesine izin
verdim.
“İyiiiiii değğiil mii? Biğr taaane dahhaaa! Aaaaaa de!”
“Hay. Böyle. İşi. Kes şunu artık! Gereğinden fazla içtiğin
çok belli! Seni lanet sarhoş!”
Şarabın kalitesi kahramanı alıp götürmüş ve kısa zamanda çok
fazla içmesine neden olmuştu. Hatta öyle dağılmıştı ki, normal bir insan gibi
konuşma yetisini kaybetmişti. Görünüşe göre, etraflarındakine yapışıp, onları
“şımartan” türde bir sarhoştu. Açıkçası, yapış şeklinin bir tür cazibesi vardı.
Bayağı seksiydi. Kendini koluma tamamen dolamıştı. Ancak cazibesinin kurbanı
olmamıştım. Hatta bunun tam tersiydi. Dibine kadar uyuz olmuştum.
Ben de şahsen bayağı bir şarap içmiştim. Ya da çok fazla
şarap içmeye zorlanmıştım demek daha doğru bir ifade olurdu. Ama sonuç olarak,
dayanmayı başarmış ve en azından çakırkeyf kalabilmiştim. Gerçi, eğer kahraman
bana zorla içirmeye devam ederse bu şekilde kalabileceğimden emin değildim.
Tekrar söylemek gerekirse, herkes sarhoştu. Aklını kaçırmış
tek kişi kahraman değildi. Prenses bile uçmuştu.
“Çok güzel kokuyorsunuz Bay İblis Lordu! Çok, çok güzel!
Çok, çok, çok, çok güzel!” Kendini kucağıma oturtmuş ve yüzünü tanrı bilir kaç
saattir göğsüme sürtüp duruyordu. Beni işaretlemeye falan mı çalışıyor? Bir
dakika, ne ara sarhoş oldu lan bu!?
Prenses gerçekten sarhoş olmuştu. Her ne kadar ona meyve
suyu verildiğini düşünmüş olsam da, yanıldığım ortaya çıkmıştı. Buram buram
alkol kokuyordu.
Bütün olan biteni pis pis sırıtarak izleyen krala
baktığımda, bunu sorun etmediği gayet açıktı. Adamdan çıkan horultuları duyunca
sadece iç çekebilmiştim. Ne ara sızdı lan bu!? Yemin ederim bir saniye önce
çatlarcasına gülüyordu.
Yani, anladık dostum. Yoruldun ve son zamanlarda bir sürü
şey yaşadın. Ama yani, şunu diyorum, ev sahibinin, bilirsiniz, partinin
ortasında sızmaması gerekmiyor mu? Kralı ihtişamlı görme yetimi kaybetmiştim.
Bana göre artık, çalışmaktan yorulmuş, herhangi bir orta yaşlı adamdan farkı
yoktu. İyi şanslar kardeşim.
Etrafıma baktığımda bir kişi eksik olduğumuzu görünce, kayıp
şövalyenin balkonda takılan Rir’e katıldığını fark ettim.
“Ahhhh... çok yumuşaksın... çok çok yumuşak... Nasıl
diyorlardı? Benim oğlum olmak ister misin? İstediğin kadar başını okşarım... o
kadar yumuşak ve rahatsın ki...”
Kurtulamayacak kadar sarhoş olmasını beklemediğim tek kişi
Carlotta’ydı. Ama yine de, o da zaman ve mekan kavramlarını unutmuş gibiydi.
Yüzü Rir’in yanına gömülüydü ve dünyada başka derdi yokmuşcasına parmaklarını
kürkünün içinde gezdiriyordu.
Fluffnir bakışlarımı fark etmiş ve yardım diler bir şekilde
bana bakmıştı. Bakışlarımı hemen başka bir yana çevirerek, hiçbir şey görmemiş
gibi davranmıştım. Üzgünüm dostum... Benim de ellerim dolu şu an.
“Mmrph! Neeeğ oğluğyoaar!” Kahraman yanaklarını şişirip
somurtmuştu. “Yemeeeğn oğrtaaasığnda bağşka yeğrleğre bağkamağzsn. Şiğmdi ağç
ağzını daa seğni ceğzağlaaanıraym!”
“Bay İblis Lordu, Bay İblis Lordu! Çok güzel kokuyorsun! Çok
çok güzel!”
Hay. Sıçayım. Böyle. İşe. Neden bu aptal parti katıksız bir
kaosa dönüştü böyle be!?