Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kilisenin Kudreti - Kısım 2
Birkaç dakika yürüdükten sonra varış noktamız görüş
alanımıza girdi. Geçidin sona eriyor oluşu çok belliydi. Tünelin arkasındaki
alanı dolduran parlak ışıklar, tüneldeki loş olanlarla tam bir zıtlık
içerisindeydi.
Şövalye ve kahramanı ışığın kaynağına doğru yavaşça takip
ettim.
Varmak üzereyken, kendimi, önceden girmiş olduğum harap
evden çoktan ayrılmış, başka bir binanın içinde bulmuştum. Burası bir
katedraldi. Bu büyük yer altı katedralinin, ona ulaşmak için yürüdüğümüz sıkıcı
yolu düşündüğümüzde, bu kadar büyük olacağını düşünmemiştim. Muhteşem sütunlar,
yerden, harika resimlerle bezeli yüksek tavana uzanıyordu--resimler, bir tür
dini mite benzeyen bir hikayeyi anlatıyor gibiydi. Göz kamaştıran parlak
avizeler tavandan sarkıyor ve binanın aydınlatmasını sağlıyordu.
Kilisenin yeri, beklenileceği üzere, bir dizi şekilden inşa
edilmiş ve üzerinde ahşaptan yapılmış, uzun oturaklar bulunuyordu. Ortadaki
koridoru takip eden gözlerim, bir süre sonra incelikle işlenmiş bir vitraya
takılmıştı. Tavan resimleri gibi, bunda da birtakım hikayeler tasvir edilmişti.
Katedralin ikinci ışık kaynağı olduğundan, onun büyüyle efsunlanmış bir eşya
olabileceğini düşündüm. Her ne kadar güneşin erişemeyeceği bir yerde olsa da
ışık huzmeleri camın içinden dökülüyor gibiydi.
Camın altında bir dizi heykel dikiliydi. İçlerinde en iyi
yapılmış olanı, bir tür tanrıçaya benzeyen bir varlığı tasvir ediyordu.
Oturaklara bakıyordu ve öyle zarif bir duruşu vardı ki kendimi düzeltme isteği
oluşturuyordu. Etrafında, her biri, kendini efendisini korumaya adamış bir grup
meleksi asker bulunuyordu.
Tanrıçayı aydınlatan ışığı görmek o kadar doğal bir
kutsallık havası veriyordu ki, beni bile, tüm ateistliğimle, gerçekten
yaşadığından şüphelendiriyordu. İçeriyi dolduran yoğun ilahi hava, sanki
içeriye hiçbir kötülüğün girmesine izin vermeyecek gibiydi. Gerçi, burada
bulunuyor olmam, zaten bu fikrin çöpe gitmesi anlamına geliyor.
Kilisenin balkonlarından geçerken altımdaki manzaraya
bakmadan duramamıştım. Az önce çıktığımıza benzer tünellerden arkamızda ve onun
tam karşısında da bulunuyordu. Yanımızdaki merdivenler katedrale, aklımı içine
çeken resmin bulunduğu diyara doğru iniyordu.
Oturaklar çoktan bir takım silahlı müdavimleri tarafından
doldurulmuştu. Yarısı, Nell ve Carlotta’nın zırhına benzer tasarımdaki
zırhlardan giymişti. Büyük ihtimalle onlar da insanlardan çok daha üzerinde
hüküm süren paladinler, ya da bir başka deyişle kutsal şövalyelerdi. Salonda
bulunanların diğer yarısı ise, muhtemelen prense karşıt olanlarla ilişkili olan
kişilerdi.
“Vay be...” hayretimi gizleyememiştim. Bu manzara beni çok
etkilemişti.
“Bu yer gerçekten çok büyüleyici, değil mi?” diye sordu
Nell, sırıtarak. “İlk defa gördüğümde ben de çok şaşırmıştım.”
“Doğrusu evet. Büyüleyici.”
“Burası, biz kilise şövalyelerinin her zaman, gizli
meseleleri görüşmek adına toplanmayı seçtiğimiz yer.” dedi Carlotta. “Kilisenin
üzerinde bir sürü göz var. Tüm binalarımıza gözlerini dikmiş durumdalar.
Meraklı gözlerle bizi gözetlemeye çalışanlardan gizli bir şekilde sorunları
görüşebildiğimiz tek yer burası.”
“Benim gibi hiç tanımadığınız birini bu kadar önemli bir
yere getirmenizde geçekten hiç sorun yok mu?”
“Bu önemli değil. Tekrar söyleyeyim, buraya girebilmiş
olman, bize kötü niyet beslemediğin anlamına gelir. Bunun yanında Nell de
seninle birlikteydi.” Carlotta Nell’in başını okşarken gülümsemişti. “Her ne
kadar dünyada işlerin nasıl yürüdüğü hakkında biraz cahil olsa da insanları
bakarak tartacak gözlere sahip.”
“K-kes şunu Carlotta. Beni utandırıyorsun!” Şikayet etse de
Nell diğer kıza sırıtarak cevap vermişti. Başka başka bir anlam çıkarmaya gerek
yok. Onlar kesinlikle kız kardeş kadar yakınlar.
“Bunun yanında ikiniz buraya tam zamanında geldiniz. Planı
açıklamak üzereydik. İkiniz için henüz planda bir görevimiz olmasa da
dinlemenizi öneririm.”
Ardından, üçümüz merdivenlerden inmeye başladık. Nell ve
ben, kendimize bir boş yer bulmuşken, Carlotta orta koridordan ilerleyip
kürsüdeki yerini aldı. Kürsüye varan Carlotta, yüzünü kalabalığa doğru döndü ve
konuşmasına başladı.
“Adamlarım, bugün size, Faldien Kutsal Şövalyeleri
Birliğinin Komutanı, Carlotte De Maya olarak sesleniyorum. Bu operasyonun baş
komutanlığını üstleneceğim.” Sesi gür, berrak ve karizmatikti. Kendi aralarında
konuşan askerler onu duyduğunda dikkat kesilmişti.
“Dur bir dakika... o kadar önemli biri miydi o?
“Hıhı. Mükemmel bir kılıç ustası, yetenekli bir büyücü ve
yaptığı her şeyde çok iyi olan birisidir. Gerçekten çok güçlüdür. Statlarım
onunkinden yüksek olsa da hala onu yenemiyorum.” dedi Nell enerjik bir şekilde.
Kendini övmekten çok, Carlotta’yı övmeyi daha çok seviyor gibiydi. “Kilise,
Faldien Şövalyeleri’nin operasyon için kilit rol oynayacağını düşünüyor ve o,
şövalyelerin en genç komutanı oldu.”
İkimiz, tabii ki de kısık seslerle konuşuyorduk; kendi
aramızda konuşurken etrafımızdakileri rahatsız etmemeye çalışıyorduk.
Komutanın, normların dışında olduğuna katılıyorum. Onu
analiz ettiğimde, statlarının ortalama bir insandan çok da ha fazla yüksek
olduğunu gördüm.
***
Genel Bilgiler
İsim: Carlotta De Maya
Irk: İnsan
Sınıf: Paladin
Seviye: 62
HP: 1312/1312
MP: 3400/3400
Kuvvet: 387
Can: 409
Çeviklik: 552
Büyü: 611
Maharet: 1192
Şans: 198
Yetenekler
Kutsal Büyü V
Ateş Büyüsü V
Kılıç Ustalığı VII
Düşman Saptama II
Kriz Saptama V
Hançer Ustalığı V
Balta Ustalığı III
Meç Ustalığı IV [1]
Kamçı Ustalığı IV
Unvanlar
Kılıç Prensesi
Savaşçı Kadın
***
Stat sayfasını gördüğümde ilk fark ettiğim şey, çok fazla
silah tabanlı yeteneğe sahip olduğuydu. Ve hepsi de gayet iyi seviyelerdeydi. En
iyi olduğu yetenek Kılıç Ustalığı’nda yedinci seviyedeydi. Her iki ünvanı da
savaşta hünerli olduğunu gösteriyordu. Ah tanrım, beni kurtarın! Bu kadın
korkunç!
Hem seviyesi hem maharet statı inanılmaz derecede yüksekti.
Bir dakika. Maharetle kılıç ustalığı arasında bir bağlantı var mı? Çünkü
Nell’in maharet statının da bayağı yüksek olduğunu biliyorum. Demek istediğim,
benim de maharetim güya bayağı yüksekti ama saçma bir nedenden, kılıçta pek de
iyi değildim. ...Yoksa bu, kılıç işine yeteneğim olmadığı anlamına mı geliyor?
Yok ya, ne alakası var değil mi? Sonuçta büyük kılıçları kullanabiliyorum. Ve
kılıç ustalığı yeteneğim yakın zamanda, kendiliğinden seviye atlamıştı. Ya, bir
şey diyeyim, bu benim sorunum değil. Bu kılıçların sorunu. Evet, güzel. Sanırım,
bugünlük bu kadar deyip bir sonraki, üzerine aşırı düşüneceğim konuya geçme
zamanım gelmişti. Pekala beyin, sonraki fikirler lütfen.
Karşılaştığım her insanı analiz ettiğimde, can ve mana
dışındaki her bir stat hakkında bir tür skala çıkarabilmiştim. Ortalama bir
çocuğun statları 10 ile 100 aralığındaydı, bunun yanında savaşçı olmayan,
ortalama bir yetişkinin statları 100 ile 150 arasındaydı. Sahada çalışan ve
silah kullanması gerekenlerin statları 150 ile 400 arasında değişiyordu, gerçi
ortalama birisinin statları, sınıfından bağımsız, 200 ve 300 arasında olması
gerekirdi. 400 ve 600 arasındakiler çok nadirdi ve işinde usta olarak görülen
kişiler oluyordu. 600’ün üzerinde stata sahip üç kişi görmüştüm ve üçü de
anormal derecede uç kişilerdi. Bunlar Nell, baltalı adam (ama sadece balta ile
statlarını güçlendirdiğinde) ve podyumda dikilen şövalye.
Katedrali dolduran şövalyelerin statları, genelde 300 ile
400 arasında değişiyordu. Elit birliklerdi. Ve buna karşın Carlotta, onların
hala çok üzerindeydi.
Bu sayılar sadece insanlar için geçerli. Analiz edebildiğim
tek iblis ve hayvansılar Leila ve Lyuu’ydu. Ortalamaları belirleyebilmem için
elimdeki örnek sayısı çok düşüktü, özellikle ikisinin, türdaşları arasında ne
kadar güçlü olduğunu bilmediğimi düşünürsek.
“Koşullar vahim. Ve hepinizin farkında olduğuna eminim,
adamlarım, Prens Riutt Glorio Allysia çıldırmış durumda. Başkenti bir kaosun
içine sürükledi ve karışıklıktan istifade ederek tahtı, meşru sahibinden zorla
aldı. Bizler, adaletin elçileri olarak, ona karşı gelip yapmak istediği tüm
yanlışları düzeltmek zorundayız!”
Katedraldeki her bir şövalye, onun buz gibi soğuk sesi
etrafta yankılanırken, ciddi bir sessizlik içinde onu dinliyordu.
“Birçoğunuz burada toplanmış bulunmaktasınız. Ve biliyorum
ki, bu sorun hakkındaki beklentileriniz, öngörüleriniz ve düşünceleriniz
farklılık gösterebilir, ama bu, her birimizin paylaştığı bir özellik. Amacımızı
sürdürmek için gerek duyduğumuz müttefiklere sahip değiliz. Biz, tek başımıza,
prensi tahttan ve haksız elde ettiği kazançlardan uzaklaştıracak güce sahip
değiliz. Ve tam olarak da bu yüzden hepiniz buradasınız. Unutmayın. Burada
birbirimizin elinden tutacak, birlikte çalışacak ve ortaklığımızın amacına
ulaşacağının teminatını vereceğiz. Bu düşünceye karşı olan varsa şimdi
konuşabilir.”
Hiç kimse karşı çıkmak için sesini yükseltmeye cesaret
edememişti. Bütün katedral, neredeyse sessiz bir coşku havasıyla dolup taşıyor
gibiydi.
“Mükemmel.” Paladin gülümsemişti. “O zaman size operasyon
ile ilgili bilgileri sunacağım.”
Carlotta büyük bir
tahta çıkardı ve onu, planının özetini anlatmak ve sorulan soruları cevaplamak
için kullandı. Operasyon iki farklı parçadan meydana geliyordu. İlk kısım,
şehrin dışında konuşlanmış bir grupla iletişimi yeniden sağlamak ve ardından,
hem bu grupla hem de katedralin içinde bulunan askerlerin yarısından biraz
fazlasının kapıya saldırmasıydı. Kapıya yeterince dikkat çekildikten sonra,
ikinci ve daha küçük bir grup kaleye sızacaktı. Bu grubun iki görevi vardı.
Öncelikli görevleri, yakın zamanda sapasağlam olduğunu öğrendikleri kralı,
kalenin altında bulunan zindandan kurtarmaktı. İkincil görevleri ise mümkünse,
prensi yakalamaktı. Hmm... Krala şahsen söylemek istediğim birkaç tehdit olduğu
için, kurtarma grubundan biraz önünden gidip, kralı onların eline teslim
edecektim.
“Operasyon yarın gece gerçekleşecek. Kilisenin çanını
duyduğunuz anda hücuma geçeceksiniz. Hepsi bu kadar. Sorusu olan?”
Bir duraklama olmuştu ama yine, kimse sesini yükseltmeye
cesaret edememişti.
“Yok mu? Mükemmel. Dağılabilirsiniz!” Carlotta bir kolunu
kaldırdı ve konuşmasını karizmatik bir tezahüratla bitirdi. “Zafer İçin!”
“Zafer İçin!” Şövalyeler, ayağa kalkıp dışarı çıkmadan önce
onu, gür, kulak sağır eden bir şekilde tekrar etmişti.
Aynı şekilde, Carlotta da podyumdan inmiş ve bize doğru
gelmişti. “Sanıyorum ikiniz henüz bugün geldiğiniz için kalacak bir yeriniz
yok.” dedi. “Bunu çözelim. Beni takip edin.”
[1] Meç 16. ve 17. yüzyıllarda, Batı Avrupa'da, çoğunlukla
düello için ya da askeriyede ikincil silah olarak kullanılan, ince, sivri uçlu,
çift taraflı bir kılıç türüdür.