Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yetimhane - Kısım 3
Kulaklarım ateşe damlayan yağ damlarının cızlamalarıyla
doluyordu ve kızarmış etin leziz kokusu etrafımda dolaşıyordu Kalabalıkta
birkaç içki elden ele ilerlerken, hava kahkahalarla inliyordu. Alkolü, olaya
henüz dahil olmuş biri getirmişti. Ortamda bir ozan bile vardı ve en iyi
şarkılarından biri olduğunu iddia ettiği bir şarkıyı söylemeye başlamıştı.
Performansı, etrafındaki insanların alkış tutup sevinçle bağırmalarına neden
olmuştu. Her ne kadar çocukların hepsi yemeklerini bitirmemiş olsa da bitirmiş olanlar
kalkıp koşturmaya ve sevinçle ebelemece oynamaya başlamıştı.
Aynı zamanda ben de keyfime bakıyordum. Sarhoşlar ve
çocuklar arasında mekik dokuyordum. Sarhoşlarla yiyor, çocuklarla oyun
oynuyordum. Şu anki durumdan dolayı başı biraz belaya girmiş olan tek kişi
kahramandı. Tam olarak kimin hatası olduğunu bilemiyordum ya benim ya da
çocuklarındı ama, çocukları izleyip yaralanmamaları için elinden gelenin en
iyisini yapıyordu.
Carlotta ve müdür, kenarda bir yerde oturuyordu. Carlotta
Nell’i, yarım gülümsemesiyle izliyor, müdür ise bütün yüzüne yayılmış mutlu
ifadesiyle olan biteni seyrediyordu. Yetimhanesi mutluluğun sembolü olmuştu.
Yetimhanenin çevresindeki atmosfer öyle neşe doluydu ki, sanki başkent kötü
zamanlardan geçmiyor gibi hissettiriyordu.
Durumu izlerken, insanların, sadece temel ihtiyaçları
karşılandığında tamamen açık, sosyal ve mutlu olduğunu hatırlamıştım. Yemek bir
gereksinimdi. Bütün canlılar yaşamak için ona ihtiyaç duyardı. Yeterince
yiyecek bulamayanlar, en azından ölüm riskinden kurtulmak için, artıklar için
birbiriyle savaşır ya da sahip olanlara meydan okurlardı. Ve başkent sakinlerinin yaptıkları da buydu.
Aç karınla cömert olmak çok zor sonuçta.
“Ebe! Ebe sensin Bay Maske!” Yakınımdaki bir çocuk arkamdan
bana dokundu. Geldiği hızla da kaçmıştı.
“Hayır olamaz! Peki, madem öyle birini yakalasam iyi olur.”
Dedim. Çabucak kahramana yaklaştım ve omzuna dokundum. “Pekala Nell, ebe
sensin. Sıra sende.”
“Ne!? Bir dakika, ben de mi oynuyordum!?”
“Pekâlâ millet! Sizi yakalamasını istemiyorsanız Nell’den
kaçsanız iyi olur.”
Çocuklar neşeli bir şekilde çığlık attı ve yetimhanenin
bahçesine dağıldı. Her ne kadar başta dertli sırıtışını takınsa da kahraman bir
süre sonra rahatladı ve fikre ısınmaya başladı.” “Gel buraya da seni yakalayayım!”
Kısa süre sonra bahçedeki neşeli çığlıklara karışmıştı.
Bu, ne yazık ki, küçük atıştırmamızın engellendiği zamana
kadardı.
Dört kişilik bir asker grubu derme çatma yapılmış sahnenin
bir tarafından yaklaştı ve kalabalığı yararak ilerlemeye başladı.
“Neler oluyor burada!?” muhtemelen grubun lideri olan adam
bağırmıştı. “Ekstra yiyeceklerin ülkeye verileceği size söylenmedi mi!?”
Kalabalığın çıkardığı bütün sesler aniden kesildi, sanki hiç
başlamamış gibi. Hava birden kötüye dönmüştü. Herkesi bir kasvet havası
sarmıştı. Kalabalıktan çoğu insan gözlerini nefretle kıstıklarından,
bunalımlarını nefretle dizginliyorlardı.
Sayısız nefret dolu göz üzerlerine çevrilmiş olmalarına
rağmen, askerler umursamıyor gibiydi. Onları öylece görmezden geldiler ve şamatanın
döndüğü yerin merkezine doğru ilerlediler, yetimhaneye. Lanet olsun.
Umurlarında değil. Bir şey diyeyim mi, neredeyse etkilenecektim. Böyle
davranabilmek için bayağı cesur olmak gerekir. Yani, zihnen bayağı sağlam
olmalılar.
“Buna inanamıyorum. Bunu nasıl yaparsınız? Bu ülke için
elimizden geleni yapıyor, çabalıyoruz, sizin için, ama siz bütün bu güzel
yiyecekleri bizimle paylaşmıyorsunuz. Asker yüzünü buruşturmuş, olabildiğince
acınası görünmeye çalışmıştı. Ne yazık ki, kötü bir oyuncuydu, ve zaten
başından beri, kalabalıktan bir kişinin bile onunla empati kurmaya niyeti
yoktu. Bahçedeki herkes nefret dolu tavrını takınmıştı. “Pekala? Aranızdan
hanginiz bu kadar yiyeceği hükümdardan saklayan asi?”
Adamla yüzleşmek için bir adım öne atmıştım ki daha kendimi
tanıtamadan Carlotta benim önüme geçmişti.
“Asi mi? Bu bayağı ciddi bir suçlama. Bunlar kendi avladığım
etler. Onlarla istediğimi yapmakta özgürüm değil mi?”
Ona şüpheci gözlerle bakınca, bana karşılık olarak kısa bir
bakış attıktan sonra askerlere döndü. İşleri ona bırakmamı istiyor gibiydi.
Sakin ve rahat gözüken Carlotta’nın aksine, kahraman gardını
almıştı. Yüz ifadesi sertti ve refleks olarak her an silahını çekebilecek bir
duruş takınmıştı.
“Tabii ki de hayır.” diye alay etti asker. “Alshir, bizim
muhteşem başkentimiz, bir yiyecek kıtlığının tam ortasında. Yiyecek kıtlığı! Bu
bizim, bu şehrin halkının elbirliği ederek bunu aşması gerekir. Hepimiz aynı
gemideyiz. Herkes acı çekerken, sizin gibi insanların tıka basa yemesine izin
veremeyiz.”
“Hepimiz aynı gemideyiz, öyle mi?” Carlotta şaşırmıştı. “O
zaman neden ordunun yiyecekleri halka dağıtmasıyla ilgili bir kanıt göremedim?”
“Bana sorma, ben sadece bir askerim. Yiyeceğin
paylaştırılmasıyla ilgili bir şey bilmeme imkan yok. Size söyleyebileceğim tek
şey, hükümdardan aldığımız emirle ikmal olarak kullanabileceğimiz tüm fazla
yiyeceğe el koymak.” dedi asker, pis pis sırıtırken. “O zaman buradaki her şeyi
alıyoruz. Eminim çoktan tıka basa doymuşsunuzdur.”
Kalabalık hemen yuhalamaya başlamıştı. Etrafta “Dalga
geçiyor olmalısınız.” ve “Siktirin gidin sizi şerefsizler! Biz umurunuzda bile
değiliz!” gibi çığlıklar yankılandı ama bu pek de uzun sürmedi. Görevli asker
iğrenç bir bakışla herkesi susturdu.
“Hala doymadınız mı? Peki, buna ne dersiniz?” Carlotta’yı
tepeden tırnağa edepsiz bir şekilde süzdü, dudaklarını yaladı ve devam etti.
“Bir şövalye gibi giyinmiş olabilirsin, ama böyle bir vücutla, orospu olmaya
daha uygunsun. Buna ne dersin? Nazik olacağız. Bizimle gelmene izin veririz ve
hatta sana yiyecek de veririz. Beslediğimiz herkesle seni paylaşmamıza izin
verirsen tabii.”
Liderleri kahkaha atmaya başlayınca, hemen ardından adamları
da ona katılmıştı. Of süper. Artık bok gibi birileri olduklarını gizlemeye
çalışmıyorlardı bile.
Şövalye, bir anlığına kaşlarını ölüm bakışıyla birlikte
çatmıştı ama onların kışkırtmalarına kanmamıştı. Muhtemelen onu yemlemeye
çalıştıklarını ve karşılık vermenin işleri daha kötüye götürebileceğini
bildiğinden, kolları göğsünde birleşmiş bir şekilde duruyordu.
Dostum, bunların sorunu ne? Onlar asker değil mi? Yani,
ülkeyi korumaktan sorumlu kişiler değiller mi? Tek gördüğüm bir grup serseri.
Bir dakika, tabii ya! Tamamen unutmuşum. Kilise gözlem altında. Her hareketleri
izleniyor. Muhtemelen bütün bu olaylar düzmece. Bu iğrenç, disiplinsiz
moronları buraya yollayıp tüm ziyafeti engellemek için yollamış olmalılardı.
Olay çıkartmak için izledikleri yol muhtemelen buydu. Tam bu yüzden bu can
sıkıcı aptalları buraya yollamışlardı. Onları öldürmemizi ve bunu kendi siyasi
hamlelerine gerekçe olarak kullanmak istiyorlardı. Eğer durum buysa, yakınlarda
bir yerde tüm olayı izleyen ve genel merkeze bilgi verecek birileri
olmalıydı...
Bu tarife uyan birilerini aramak için hemen haritamı açtım.
Tam isabet. Arka sokaklardan birinde bir adam vardı. Sinsi takılmaya
çalışıyordu ama doğrudan bizi izliyordu.
Düşmanın tuzağını bulmuştum. Tabii çözümü de. Gözcüyü
önceden öldürdüğüm sürece, serserileri halletmekte özgürdüm. Bunu yapmamak için
hiçbir sebep yoktu. Kararımı vermiştim ve uygulamaya hazırdım.
Ama sonra bir şey oldu.
Askerlerden biri liderinin şakasına gülerken yanlışlıkla
küçük bir kıza çarpmıştı.
“Hayıııır! Yahnim!”
Bu çarpışma, kızın tabağını düşürmesine, içindekilerin de
adamın üzerine ve zırhına dökülmesine neden olmuştu.
“Cık.” Adam cıkladı. “Lanet olsun sana, aptal velet!”
Hepsi onun suçuydu. Ona çarpan kendisiydi. Ama umurunda
değildi. Bu asker müsveddesi, akıl almayacak şeyi yaptı. Kılıcını çekip başının
üzerine kaldırdı ve yemeği dökülmüş çocuğu öldürmek için ilerledi.
“N’ oluyor lan!?” Gözlerim ardına kadar açılmıştı. Ciddi
misin sen? Bu aptallar işi bu raddeye kadar götürecekler mi!?
Panikledim. Bacalarıma aşırı güç vererek yeri tekmelemeye
kullandım. Havaya öyle fazla güçle yükseldim ki, sanki ışınlanmış gibiydim.
Birden askerin önünde belirdim ve yumruğumu kılıcının düz tarafına geçirdim.
Bir çatlama sesi duyuldu. Kılıç vurduğum yerden kırıldı ve
daha yavaş hareket etmiş olsam küçük kızın canını alacak ucu yere yuvarlandı.
“Hı? Kılıcı-”
Başka bir şey düşünemeden reflekslerim harekete geçmişti.
Belimi çevirerek güçlü bir döner tekme atmıştım. Ayağım askerin boynunun içine
geçmiş ve onu, kimsenin bulunmadığı tarafa doğru uçurmuştu. Hemen yere düştü ve
ümitsiz, felçli bir yığına dönüştü. Hay sıçayım. Tamamen batırdım, değil mi?
Lanet olsun Yuki! Vurmadan önce bir düşün.
“İşte şimdi yandın seni küçük pislik!”
İki numaralı beyinsiz kılıcını çekip saldırmaya çalıştı. Bir
şeyler yapmaktan başka çarem olmadığından, vücudumu biraz kenara çevirdim ve
etrafında dönüp bir tane daha döner tekme çaktım. Başının arkasına vuran
tekmem, askeri anında bayıltmıştı.
Yanıma baktım ve açıkta kalmış arka tarafımdan saldırmaya
çalışan üç numaralı beyinsizi gördüm. Meydan okumasını kabul ettiğimi gösteren
bir duruş aldım ama ben daha hareket etme şansı bulamadan herif uçmuştu.
Onun yerinde dikilen Carlotta, yeni yumruk atmış birinin
duracağı şekilde duruyordu.
“Hmph.” Kol korumasının arkasına bulaşan kanı silkelerken
burnundan bir ses çıkardı. “Sizin gibilere kılıç kullanmak fazla gelir.”
“Şerefsizler! Buna nasıl cüret edersiniz!? Bunu ödeyece--”
lider bağırırken kılıcını çekmeye çalışmıştı, ama Nell’in kılıç kını kör noktasından
gelmiş ve lafını bitiremeden boynuna inmişti.
Saldırı beyinsizin kafasını sallamış ve onu bayıltmıştı.
Dizlerinin üstüne düştü ve ardından yere yığıldı.
“Öff...” diye söylendi. “Neden herkes bu kadar çabuk şiddete
başvuruyor?”
Dört askerin yenildiğini gören kalabalık kulakları sağır
edecek kadar bağırmıştı. Öyle güçlü bir şekilde bağırmışlardı ki havayı bile
titretmişlerdi.
Onlara katılıp zafer pozu vererek bağırasım gelmişti. Ama
şimdi sırası değildi. “Üzgünüm ama bir süreliğine buradaki adamlarla
ilgilenmeni isteyeceğim. Saldırdıkları kıza bir tabak daha yahni verildiğinden
emin ol.”
“Hı? Dur, nereye gidiyorsun?” Diye sordu kahraman.
“Durumu izleyen bir beşinci de yakınlarda bir yerlerdeydi,
ama çoktan topukladı. Olaylar kontrolden çıkmadan önce onunla ilgileneceğim.”
Gözetleyen adam, bir duvarın üzerinden yakınındaki bir
binanın çatısına çıkmış ve çatıdan çatıya atlayarak üstü olduğunu düşündüğüm
birine doğru koşturmaya başlamıştı. Bir dakika. Bu nasıl koşuyor lan böyle?
Ninja falan mı bu yoksa?
Yeterince açıklama yaptığımı düşünerek, başka bir şey
demeden, ninja özentisinin olduğu tarafa doğru harekete geçtim.