Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

30 Nisan 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1398 Görüntülenme
Bu bölümü 35 Kişi beğendi.
Cilt 10

Kaleye Doğru

Çatıdan çatıya atlayan röntgenciyi takip ettim. Bir aksiyon filminden kaçmış gibi hareket ediyordu ama garip bir sebepten, zıplamaları bana bir tavşanı anımsatmıştı. Onu takip ederken kafamdan sinirli düşünceler akıyordu. Onu takip etmek tam bir eziyetti. Onu yakalayacaktım. Ve yakaladığımda, bunu ona ödetecektim.

 

Hareket ederken, rastgele bir fikir aklıma geldi. Bilirsiniz, bu benim beklediğim şans olabilirdi.

 

Kendimi kahraman ve ilişiği olduğu birlikten şüphe çekmeyecek kadar uzaklaştırmıştım... Onlarla kalmış olsaydım, kilisenin ekiplerinden birinin parçası olarak kalmak zorunda kalacaktım ve bu da işime gelmezdi. Kendi başıma hareket etme fırsatını kaçırmış olurdum. Zaten, fırsat bulduğumda onlardan ayrılmayı düşünüyordum. Ama şimdi bunu yapmama gerek yoktu.

 

Tavşan çocuk, dahi ninjamız, doğrudan kralın kalesine doğru ilerliyordu. Onu takip edersem, eninde sonunda düşman kalesine girmeyi başarabilirdim. Tuttuğu yol, tam olarak gitmem gereken yere gidiyordu. Yol boyunca ilerlerken, yaşadığımız ufak olay, gereğinden fazla karmaşaya neden olmuştu. Prens ve adamları, kilisenin onu tahttan indirmek istediğini yakında anlayacaktı. Bu an meselesiydi. Ve gözlemciyi yakalamak da pek vakit kazandırmayacaktı. Ama bu ondan bilgi almamı engelleyecek değildi. O da diğer ajanlar gibiydi. Hiçbir bir şey bilmediğini sanmıyorum.

 

Yapabileceğim en iyi şey, onu gölge gibi takip etmekti. Ve böylece, onu bayıltana kadar dövmenin yollarını düşünmeyi bıraktım ve belirli bir mesafeden onu takip etmeye devam ettim. Gizlilik yeteneğim yol boyunca aktifti tabii ki.

 

Onu sadece takip etmek kendini tekrar eden bir işti. Çatıdan zıplıyordum, havada süzülüp, bir başka çatıya iniyordum ve böyle devam ediyordu. Beni başta biraz zorlamıştı. Sürekli takılıp duruyordum ve neredeyse yere yapışacak gibi oluyordum. Biraz sürse de, zamanla alışmıştım.

 

Bunun yerine kanatlarımı kullanmayı da düşünmüştüm. Parkurda ustalaşmakla pek ilgilenmiyordum. Ama ne yazık ki bunu seçtim. Onlarla görünme riskini göze alamazdım, her ne kadar düşük bir risk olsa bile. Kanatlarım olmadan da birinin beni görme ihtimali vardı tabii ki, ama bu haldeyken görülmekle görülmemek pek fark etmezdi.  Ama diğer yandan, kanatlarım dışarıda görülürsem, insanmış gibi davranmak için harcadığım onca emeğin boşa gitmesine neden olurdum. Ve harcadığım paraları boş yere çöpe atmaya niyetim yoktu.

 

Bir dakika. İblis Lordları gerçekten iblisler mi? Yoksa ikisi teknik açıdan başka şeyler mi? Evrim geçirirken, ırkım da değişime falan uğramıştı ve iblislere lordluk yapabilmek için iblis olmak zorunda olduğunu sanmıyorum. Gerçi bir iblis lordu ne ki zaten?

 

Irkların çoğu gayet güzel tanımlanmıştı. İnsanlar... insan işte, bildiğiniz insan. Hayvansılar, hayvana benzeyen özellikler taşırdı. Cüceler ve elfler gibi, arı insanlar da doğası gereği insana benzeyen yaratıklardı. Ama iblisler, doğru dürüst tanımlanmamıştı. Kelimenin tam anlamıyla, bunlar dışında diğer her şey olarak tanımlanıyorlardı. Uzaktan insana benzeyen, insan, yarı insan ya da hayvansı olmayan şeylerin hepsine iblis deniyordu. Bu tanımdan ilerlersek, teknik olarak ben bir iblis oluyordum.

 

Bahsettiğim tanımlamalardaki sorunlar çok muğlaktı. Hatta yarı insanla iblis arasında belirgin bir çizgi yoktu. Yarı insanlara yarı insan denmesinin sebebi, insanların büyük çoğunluğunun böyle kabul etmesi nedeniyleydi--doğaları gereği biraz insana benzemeleri sebebiyle böyle söyleniyordu. Buna karşın iblisler, genel olarak daha hiddetli ve dövüşe yönelik olarak görülüyordu.

 

Ama yine de terimler belirsiz ve bir kişinin şahsi görüşüne göre belirlenmişti.

 

Her ne kadar baş iblis olarak doğmuş olsam da iblisler hakkında pek fazla bir şey bilmiyordum. Onlarla ilgili duyduğum az şeyden biri, tanımlanma şekillerine bakarsak gayet mantıklı gelen birlik olamamalarıydı.

 

Şeytaniler çatısı altına bir sürü farklı grup tıkılmıştı. Doğaları gereği farklı olmaları gerekirdi. Lefi’ye göre iblis klanlarının paylaştıkları tek benzerlik, çoğunun kas kafalı tipler olduğuydu. İblis dendiğinde çoğu kişinin aklında canavar ruhlu ya da kanatlı olanlar gelirdi. Bu yüzden bu iki ırk ve diğerleri, iblis dendiğinde gösterilen örnekler olarak bilinmeye başladılar. Sadece bir sorun vardı. Hem canavar ruhlu olanlar hem de kanatlılar bunun doğru olduğunu desteklemişlerdi. Her iki klan da güçlü olanın yönetmesi gerektiğine inanıyordu. Ve bu yüzden, diğer klanların çoğu onların liderliğini kabul ettiklerinden, örnek olarak onlar gösteriliyordu; iblislerin büyük çoğunluğunun iyi niyetli et beyinlere dönüşmesi çok uzun sürmemişti.

 

Gerçi, her bir şeytani ırkın her bir üyesinin sadece güçlü olmaya odaklandığını söyleyemeyiz. Aralarında dövüşmeyenler de vardı. Örneğin: Leila Zindanımızda takılan bu iblis kız, kas kafalı tanımının tam tersiydi. Gerçi biraz tuhaftı ama kendi gibi davranıyordu sonuçta. Ah tabii, Leila demişken...

 

Boynuzlu iblis kız, dünyanın bulunduğu durum hakkında sağlam bilgiler vermişti. Ona göre, iblis türünün şu anki liderleri, insanları tek başlarına yeneceklerine inanmıyorlardı. Yakın zamanda, hayvansı ve yarı insanlarla aralarındaki sorunları bir kenara itmişler ve insan tehdidini bir birlik halinde sona erdirmek için ortak çalışmaya başlamışlardı. Dahası, gelecek için daha iyi bir yol haritası çizebilmek için daha bilgili iblisleri toplamaya çalışıyorlardı. Bu son kısım, ırklar ve klan üyeleri arasındaki farklılıkların bulunduğunu aslında ortaya koyuyordu. İblislerin yönettiği ülkenin nasıl bir yer olduğunu merak etmiştim. Bir ara orayı ziyaret etmem gerekiyor sanırım.

 

Düşünceden düşünceye atlarken, adamı takip etmeye devam etmiştim. Bayağı bir zaman geçmişti ve sonunda başkentin merkezinde bulunan, boş koşuşturmacamızın başlangıcından beri uzaktan görebildiğim kaleye ulaşmıştık.

 

Bembeyaz taştan yapılma, harika bir yapıydı. Cilalı, gösterişli ve düzgün bir kaleden beklenecek her şeyi sunuyordu. Ama tek yapabildiği buydu. Heh. Benimki çok daha iyiydi.

 

Üstünlük hissinin verdiği tatminle doldum ama bu fazla uzun sürmedi. Tavşan çocuk sonunda çatıdan çatıya zıplamayı kesmişti. Varacağı yere ulaşmıştı. Bir binadan kendini bırakıp yere düştükten sonra, kalenin etrafından dolaşıp, ön kapıdan girmek yerine, dış surlarda yer alan bir arka kapıdan giriş yapmıştı.

 

Tek başına dikilen bir muhafız, tavşan çocuğun kapüşonlu pelerininden çıkardığı kimliği istemişti. Sonra tekrar harekete geçti ve bu sefer, kalenin içine giden bir kapıya doğru yöneldi.

 

Onu takip etmeye devam ettim. Olabildiğince az ses çıkarmaya gayret ederek, dikkatlice duvarın üstünden atlayıp kapıya doğru yöneldim. Doğrusu, biraz gerilmiştim, sinirlerimi yatıştırmak için derin bir nefes aldım ve kapının koluna doğru uzandım.

 

Ama dönmemişti.

 

Bir tıkırtı sesi geliyordu ama hepsi bu. Kapı kolu oynamıyordu ve kapı da açılmamıştı. Kilitliydi. Sıçayım. Bunun olacağını bilmeliydim. İnsanlar kapıları arkalarından tabii ki de kilitler. Neden kilitlemesinler?

 

Ve hareketlerim adamı harekete geçirmiş ve bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmesine sebep olmuştu, galiba şanslıydım.

 

“Kim var orada?” Her ne kadar şüphelenmiş olsa da öylece kapıyı açmış ve kafasını dışarı çıkarmıştı. Sanırım benim muhafız olduğumu ve onunla bir işim olduğunu falan düşünmüştü ama yanılmıştı.

 

Adamın yüzünü görür görmez yaptığım ilk şey vücudumu döndürüp, bugünün üçüncü döner tekmesini atmaktı. Kafası duvara çarpınca inleyip kapıya doğru yığıldı ve kapıyı ardına kadar açtı. Ama hepsi bu kadardı. Ses çıkarmak için çabuk davranamamıştı.

 

Hemen kapıdan içeri sızdım ve etrafta kimsenin olmadığını kontrol ettikten sonra, röntgenci tavşanı içeri çekip kapıyı kapattım.

 

“Vay arkadaş.” Derin bir oh çektim. “Az daha yakalanıyordum.”

 

Elimden geldiğince gizli bir şekilde sızmaya çalıştım. Hiç ses çıkarmamaya ve hiç görülmemeye çalıştım. Olay, düşmanlarımın alarmı çalmaması için işleri mümkün olduğunca basit tutup, çimenin içindeki bir yılan kadar gizli ilerlemekti. Ne kadar az şüphe çekersem, o kadar az tetikte olurlardı. Ve ne kadar az tetikte olurlarsa, durumun kontrolünü ele almam o kadar kolay olurdu.

 

Ama görünüşe göre, bunu başarabilecek yetenek bende yoktu. Kilidin kitli olup olmadığını kontrol etmem gerektiğini bile düşünememiştim. Kimsenin evde denememesi gereken, sadece sıkı eğitim almış profesyonellerin yapması gereken bir şeyi yapan bir amatördüm,

 

Ve sakallı yılanımsı abinin aksine, ben özel kuvvetlerin bir adamı değildim. Ve onun gibi biri asla olamazdım. İşler o kadar kolay olmazdı. Bizim yaşlı Snake ve sakallarından bahsetmişken, herif hayvan gibi havalıydı. Meydanda fark edilmeden ilerleyebilir ve yanı başında olsa bile, genom askerler onu neredeyse hiç göremezlerdi.

 

Bir görevi görünmeden tamamlamanın bile ne kadar zor olduğunu şimdi anlamıştım ve bunu onun yapabiliyor olması, onun ne kadar özel biri olduğunu gösteriyordu. Benim gibi amatörler dakikalar içinde yakalanırdı. Aynen. Bu doğru. Bu bahane falan değil. O hayvan gibi yetenekliydi. Muhtemelen yüksek seviye Gizlilik yeteneği falan vardı. [1]

 

“Pekala, şimdi sırada ne var?”

 

Seçeneklerimi düşünürken bir elimi çeneme koymuştum. Binaya başarıyla girerek ilk görevlerimin hepsini tamamlamıştım. Her ne kadar hepsini kapsayan hedeflerim varsa da buraya gelirken detaylı plan yapmakla uğraşmamıştım. Tam bir liberal ruhu.

 

Plansız ilerlemeyi ne kadar sevsem de iyi bir fikir olmadığını bildiğimden görevlerimi gözden geçirmeye karar verdim. İlki Prens Beyinsiz’in canına okumaktı. İkincisi, eski kralı hak ettiği yere, tahta geri oturtmaktı.

 

Görevlerimi ve şövalyelerin dün söylediklerini düşününce, kralı kurtarmanın, diğerinden muhtemelen daha önemli olduğunu anladım. Biraz baş başa vakit geçirmek istiyordum ve öldürülmeden ona ulaşmak zorundaydım. Kralın ölmesi, prensin tarafının yönetme hakkını ele geçireceği ve bütün operasyonun sona ereceği anlamına geliyordu. Bir dakika. Neden başından beri onu öldürmediler ki zaten? Eğer prensin yerinde olsaydım, muhtemelen tahtın sahibi yaşlı herifin işini bitirmek yapacağım ilk şey olurdu. Aslında karşıt tarafın lideri sayılırdı. Onun kurtulması bana ve yandaşlarıma büyük bela olurdu. Peki, neden öldürmediler? Yoksa propaganda amacıyla meydanda infaz etmeyi falan mı planlıyorlar?

 

Saçma sapan şeyler düşünmeye başladığımı fark edince silkelenip görevime odaklanmaya çalıştım. Kralı kurtarmam gerekiyordu. Acilen. Sanırım onu yer altında bir yerde tuttuklarını söylemişlerdi.

 

“Şimdi, eğer kendime bir kale yapıyor olsaydım, yer altı zindanımı nereye koyardım...?” Mırıldanırken etrafımı taradığımda, bir geçit olduğunu fark ettim. Önümde bir kapıdan başka bir şey yoktu.

 

Bayılttığım adamı sorguya çekme özgürlüğüne sahip değildim. Onda bütünüyle aptal bir gizli ajan havası vardı. Çenesi sıkı olduğu belliydi; kolay kolay dilinin bağlarını çözmeyecekti. İşkence hakkında da pek bir bilgim yoktu. Eğer denersem, büyük ihtimalle onu yanlışlıkla öldürürdüm. Ve vahşetten hoşlanmayan birisi olarak, adamdan mantıklı bilgi çıkarmak yerine büyük ihtimal kendime zarar verirdim.

 

Devam etmek dışında pek fazla seçeneğim yoktu. Haritayı doldurmak istiyorsam, gizli kalmalı ve kalenin içinde dolaşmalıydım. Sanırım buna başlamışken etrafa birkaç tane Kem Göz kursam iyi olacak.

 

Pahalı olsalar da, elimde zindanın dışında çalışabilenlerden sadece birkaç tane kalmıştı. Ama en azından, hiç yoktan iyidir.

 

Kafamda bir sonraki hamlem, koridor boyunca ilerledim ve bir başka kapı koluna uzandım.

Çevirmen Notu

[1] Koca bir paragraf Metal Gear göndermesi.

 

Oynamayan, merak eden varsa düşünmeden dalabilir ^^

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Yaoi'den_nefret_ederim (137 puan) Üye
2023-03-22 21:42:08
Bölüm için teşekkürler
İners (132 puan) Üye
2021-07-14 00:19:31
Çeviri ve edit için teşekkürler
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-27 00:25:08
Bölüm için teşekkürler
Ulaş (1600 puan) Üye
2020-06-24 00:17:55
Mgs niceee
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-05-03 05:55:07
James bond zamanı
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-05-01 18:36:40
Çeviri için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-05-01 16:43:23
Çeviri için teşekkürler