Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zindanın İçinde
Adamı analiz ettiğimde, gerçekten de onun aradığım kral
olduğunu doğruladım. Tabii ki buna ihtiyacım yoktu. Koşullar göz önünde
bulundurulduğunda kim olduğu bariz olsa da sadece doğrulamak için yapmıştım.
“Ben kim miyim?” Kıza bir bakış atıp hala uykuda olduğunu
gördükten sonra sonraki hamlemi yaptım. “Şey, sanırım bu anlamına yardımcı
olur.”
Kanatlarımı cisimleştirdim ve kim olduğumu anlaması için
krala gösterdim.
“Yoksa bir iblis misin? Anladım. Yani, kaosla yoğrulmuş bu
zamanı kullanıp beni öldürmeyi mi planlıyorsun?” Kral kendini küçük gören bir
şekilde gülümsedi. “Üzgünüm ama bütün çabaların boşa gidecek. Ölmemden bir
kazanç sağlayamazsın.”
“Seni öldürmenin bir anlamı olmadığını biliyorum. Baştan
beri seni öldürmeyi planlamıyordum zaten. Seni öldürmek isteseydim, çoktan bunu
yapmıştım.” dedim. “Aslında bunun tersini yapmaya geldim. Seni kurtarmak için
buradayım, yani biraz minnettar olsan iyi olur anladın mı?”
“Bir iblis... beni kurtarmak mı istiyor?”
“Şey, bir iblis olduğum kesin tabii ama buraya birinin
emriyle gelmedim. Muhtemelen emir veren kişi de ben olurdum zaten. Ben sıradan
bir iblis değilim, kral. Ben bir iblis lorduyum, Uğursuz Orman’da yaşayan iblis
lorduyum.”
“Anladım. Demek Alfyro olayından sorumlu olan sensin...”
adamın gözleri keskinleşti ve kıvılcım saçmaya başladı. Yüz ifadesi, berbat
halde bile olsa, hala bir kral, ülkenin başında durabilecek kadar yüksek
kalibrede biri olduğunu göstermişti. “Ama bu benim kafamı daha da çok
karıştırıyor. Eğer o gerçekten sensen, o kadar yer varken, neden buradasın?”
Tepkim, abartılı bir şekilde omuz silkmek olmuştu. “Hey,
sanki burada olmak isteyen benmişim gibi söyleme.” dedim. “Görüyorsun, sorun,
son zamanlarda bölgeme izinsiz giren aptal insanların sayısındaki artış.
Bunlardan sorumlu ele başının bu ülkenin prensi olduğunu öğrendim, bu yüzden de
ona bir uğrayıp aptal herifi indirmeye karar verdim. Yani senin anlayacağın,
ortaya çıkıyorum ve her şeyin boka batmış olduğunu buluyorum...”
“Bu biraz talihsiz olmuş.” Kral keyifle güldükten sonra
hemen hüzünlü havasına geri dönmüştü. “Demek benim aptal oğlum gerçekten de
Uğursuz Orman’ı ele geçirmeye çalıştı.”
“Evet, aynen öyle. Hadi ama dostum, çocuklarına daha iyi
bakmaya başlaman gerek. Her neyse, uzun lafın kısası, Prens Beyinsiz’in küçük
iğrenç ellerini ülkenin tahtından çekmesini tercih ederim. Bana yollayacağı
askerlerle uğraşmam başıma bir sürü dert açacak,” dedim. “İşte sana antlaşma.
Eğer benim bölgemi istila etmek isteyen aptalları dizginlemeyi kabul edersen,
sana yardım ederim.”
“Demek teklifin bu... Şimdi neden benimle yüz yüze konuşmak
istediğini anladım ama dediğini yapabileceğimden şüpheliyim.”
Kral hücresinin parmaklıklarından uzaklaştı, yere oturdu ve
duvarlardan birine yaslandı. Yorgun, hatta tükenmiş gözüküyordu. Görkemli
havası tamamen kaybolmuştu.
“Ben aptal bir yöneticiyim, yetersiz bir kralım. Oğlumun bir
şeylerin peşinde olduğunu biliyordum. Hareketleri şüpheli geliyordu, ama
bunlara karşı çıkamamıştım.” Kral, kendinden nefret eder bir tonda konuşuyordu.
“Benim gibi bir sersemin bütün bir ülkenin kontrolünü sağlayabileceğine
gerçekten inanıyor musun?”
“Yani dostum, bunu yapmak zorundasın. Çünkü, eğer yapmazsan,
sayabileceğinden fazla vatandaşını öldürmek zorunda kalacağım. Senin aptal
oğlun benim bölgemi istiyor, ama onu altın tepside sunacak değilim. Huzurumdan
memnunum kral ve o bunu tehdit ediyor. Bu yüzden, onu ve bana gönderdiği herkesi,
kılımı bile kıpırdatmadan öldüreceğim.”
“...Yani diyorsun ki, zayıflıklarım hakkında homurdanıp
durmayıp, işin başına mı geçmeliyim?
“Aynen öyle. Ah ve şunu da söyleyeyim, şehirdeki insanlar da
senin tekrar tahta çıkmanı istiyor gibiydi. Hatta, kilise ve onların mutlu
küçük arkadaşları bu gece kaleyi basmayı planlıyorlar. Sadece seni kurtarmak
için.”
“Kilise mi? Gerçekten mi?”
Kral gözlerini şüphelenmiş bir şekilde kısmıştı.
“Hey, bana sorma. Tek bildiğim, prensin tarafındakilerle
aralarında anlaşmazlık olduğu ve çok kayıp verseler bile gücü tekrar ele almak
için direneceklerinden falan bahsettiler. Yani, kurtarma operasyonu.” dedim.
“Yani, emekliliğini falan planlıyor da olsan pek de far etmeyecek. Baraj çoktan
yıkıldı kral, ve bu seli gerçekten durdurabilecek çok az becerikli insan var.”
“Anladım...” kral, sanki memnun olmuş gibi kendi kendine
mırıldandı. “Sanırım, çocuklarının günahlarının kefaretini ödemek bir ebeveynin
görevidir.”
Biraz tereddüt ettikten sonra, uzun, dolu dolu bir iç çekti.
Sonra ayağa kalktı ve bana doğru döndü. Yüzündeki tüm yorgunluk silinmişti,
sanki başından beri hiç yokmuş gibi normal haline dönmüştü. Gözleri, güçlü,
görkemli bir ışıkla parıldadı.
“Pekala. Şartlarını kabul ediyorum. Lütfen bu hapishaneden
çıkmam için bana yardımcı ol.”
“Mükemmel.” Diye yarım bir gülüş attım. “Ah, ama uyarmam
gerek. Eğer bana karşı çıkacak olursanız, seni ve planında görev alan, yardım
eden herkesi kesinlikle öldürürüm. Eminim, şu zavallı küçük kızının senin için
kazılmış mezarının üzerinde ağlamasını istemezsin, değil mi?”
Garip bir sebepten kral, tehdidime gülümseyerek cevap
vermişti.
“Ne?”
“Sanırım, böyle bir durumda yapılacak ortalama bir tehdit
kızımı öldürmekle olurdu.”
Cevap vermedim. Kendi yüzümü göremiyordum--kral da
göremiyordu, ama yüzümdeki ifadenin şaşkın Pikachu’yla aşağı yukarı aynı
olduğundan emindim.
“Kızımın kahramanının bir iblis lordu olacağını asla
düşünmezdim. Ne beklenmedik bir an.” Kral sırıttı. “Pekala. Söylemem gereken
bir şey var.”
“Şimdi ne var?” Diye homurdandım.
Kral eğildi. Yaşlı sırtının izin verdiği kadar eğilmişti.
“Kızımı kurtardığın için teşekkür ederim.” Takındığı,
onurlu, krallara ait hava tamamen gitmişti. Yerine, sadece sevgi dolu, şefkatli
bir babaya ait olabilecek bir ifade gelmişti.
“Pft Önemli değil. Sapık herifin onu istismar ettiğini
görünce şalterlerimi attırmıştı zaten. Her şey bundan ibaret.” dedim. “Her
neyse, hadi buradan çıkalım. Destek kuvvetleri yakında burada olur, o yüzden
acele edip buradan hemen çıkmamız gerek.”
Hücrenin parmaklıklarını kavradım ve bükerek, kralın
geçebileceği kadar bir açıklık yarattım. Bir iblis efendisi olduğum için
kazandığım gelişmiş yeteneklerden biri olan duyma yeteneğim, üzerimizden gelen
boğuk bir patırtı yakalamıştı. Bayılttığım adamlardan birini bulmuşlardı
galiba.
Açığa çıkmıştım. Ama bunu dert etmedim. Kral ve kızı artık
güvendeydi. Fark edildiğim için öldürülme riskleri artık ortadan kalkmıştı.
Güzel. Görünüşe göre, son zamanlarda biriktirdiğim stresi atma şansını sonunda
bulmuştum.
Envanterimden Zaien’i çıkarırken yüzümde koca bir sırıtma
belirdi. Kılıcın keyifle karşılık verdiğini hissedebiliyordum. Zaien, dostum,
çalışmayı cidden seviyorsun. Senden şirket kölesi havası alıyorum.
Bir dakika. Hepsi bu değil. Sadece insanları kesebileceğin
için mutlusun değil mi? Lanet olsun. Lanetten kurtulduğumuzda boktan
kişiliğinin de değişmesi gerekmiyor muydu? Biraz daha düşününce, kılıç hala
yaraladıklarının kanlarını emse de, en azından artık onları lanetlemediğini
fark ettim. Bu da bir ilerlemedir en azından değil mi? Evet. Aynen, öyle
diyelim.
Gereksiz bir bilgi olarak, şu an taktığım maske, ağzının
etrafında delik olan değil yüzümü tamamen kapatan maskeydi. Kaleye ilk
girişimden hemen önce değiştirmiştim. Neden bilmiyorum ama bunu daha çok
seviyordum.
“Yürüyebilecek misin?”
“Evet.”
“O zaman kızını taşı. Sizin için yolu temizleyeceğim.”
Kral, ona açtığım deliği kullanarak hücresinden çıktı,
kızına doğru koştu ve onu kollarına aldı.
“Tüm yaraları kaybolmuş!” Diye bağırdı. “Ona verdiğin iksir,
tam sağlık iksiri miydi?”
“Tam sağlık iksiri mi? Yoo, sadece sıradan yüksek seviye bir
iksirdi.”
“Bu tam sağlık iksiri değil mi zaten? Bu şehirde satılıp
satılmadığını bilmiyorum. Ama sana aynısından alarak bunu geri ödeyeceğim. Ve
tekrardan teşekkür ederim, böyle değerli bir eşyayı kızım için kullandığından.”
Bir dakika. Gerçekten mi? Yüksek seviye iksirler o kadar
değerli mi? Pek değerli bir şey olduklarını hiç düşünmemiştim. İsimleri ve
Lefi’nin sürekli, herkesin yanında birkaç tane bulunması gerektiğini söylemesi,
onların çok da değerli olmadıklarını düşünmeme neden olmuştu. Ejder kızın
önerisine bakarsak, çoğu savaşçının zulasında bir iki tane bulundurduğunu
düşünmüştüm. Gerçi inanılmaz derecedeki güçlü etkisini düşününce, kısa sürede
hatalı olduğumu kabul etmeme neden olmuştu. Yani, işe yarıyor. Ve işe yarayan
şeyleri kullanmakta yanlış bir şey yok, biraz fazla pahalı olsalar bile.” Değil
mi? Tabii ki de hayır. Kimi kandırıyorum? Şu andan itibaren, onları Uğursuz
Orman’ın dışında kullanırken muhtemelen biraz daha dikkatli olmalıydım.
Arkamda kral ve kızıyla birlikte yüzeye ve karmaşasına doğru
ilerlerken kendi kendime garip bir şekilde sırıttım.