Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kalenin İçindeki Savaş - Kısım 1
“Hah hah hah! Gelin bakalım! Gelin de güçsüz götlerinizi bir
güzel pataklayayım!” Benimle yüzleşmeye cesaret eden her askeri ezici gücümle
etkisiz hale getirirken aşırı abartı bir şekilde gülüyordum--ya da en azından
olan biteni ben böyle görüyordum. Gerçeklik... bazı sebeplerden ötürü biraz
farklıydı. Askerler biraz tuhaf davranıyorlardı.
Onlardan çok fazla vardı. Tahminim büyük ihtimalle doğruydu.
Her ne kadar tahminimi destekleyecek bir kanıtım olmasa da, karşılaştığımız
tepkiden, sonunda birisinin, askerlerin onlardan “kaçınmak” için aktif
gizliliği kullandığımı fark etmiş olduğunu anlamıştım. Kral ve ben zindandan
dışarı adımımızı attığımız andan itibaren, durmaksızın süren bir şiddetli
hücuma maruz kalmıştık. Bize doğru gelen askerlerin ardı arkası kesilmiyor, her
fırsatta bizi kuşatmaya çalışıyorlardı.
Bu kısım normaldi. Ve eğer askerler gerçekten bizimle
savaşmaya çalışsaydı, o zaman her şey normal olurdu.
Ama çoğu bunu yapmadı.
“Graaaaaaahhhh! Ölüyorum! Gerçekten ölüyorum!”
“Oh, acıyor! Doktor! Doktor! Tedaviye ihtiyacım var!
Etrafımızdaki her bir asker, kılıcımı her savuruşumda
uçuyorlardı... onlara dokunsa da, dokunmasa da... Basitçe söylemek gerekirse,
rol yapıyorlardı. “Gerçekçi” bir şekilde kendilerini fırlatıyor ve hemen
ardından sahte yaralanmalarla savaştan kaçmaya çalışıyorlardı.
Ve adamlara baktığım her seferde, bakışlarıma karşılık
olarak beni onaylayan yüz ifadeleriyle başlarını sallıyorlardı. Her ne kadar emirlere karşı gelemeseler de,
kral için de savaşmışlardı. Prensin saflarında kendi istekleriyle
savaşmadıkları için, burada bulunan askerlerin ayaklanmak istemedikleri
belliydi. N’ apalım. Herkesi “atlatmak” zorunda kaldığım için biraz kötü
hissediyorum şimdi. Kusura bakmayın beyler. Şehirde karşılaştığım bok çuvalları
yüzünden hepinizin düşman olduğunu düşünmüştüm. Sonra size güzel etler vererek
bunu telafi edeceğim.
“Galiba herkes seni seviyor gibi.”
“...Öyle gözüküyor”
Kral başını salladı ama sonrasında biraz derin düşüncelere
dalmıştı. Önünde gelişen “savaş” kafasında bir düşünce oluşmasına neden
olmuştu.
Askerlerin yaptığı saçmalığa benim de gönüllü olarak katılmam
çok sürmemişti. Bu şekilde gülmüş olmamın sebebi işte buydu. Kendimi tutmak
için elimden geleni de yapıyordum. Zaien’in tersini kullanıyordum ve ne olur ne
olmaz diye, her zaman kullandığım kuvvetin sadece beşte birini kullanıyordum.
Müttefiklerimi gerçekten yaralamak istemiyordum sonuçta.
“Siz embesiller ne yapıyorsunuz!?” Adamlarının lobut gibi
yerlere düşmesini gören yetkili bir kişinin sabrı taşmıştı. Kılıcını,
rahatsızlığını belirgin bir şekilde çıkarırken, bağırmaya başlamıştı.
“Tembellik etmeyi bırakın da şunları yakalayın artık!”
Adamlarının aksine, komutanın bir ayağının prensin tarafında
olduğu çok belliydi. Sanırım onu öldüreceğim. Tek hamlede yerden havalandım.
Komutan ve benim aramızdaki bütün mesafeyi tek bir adımda almıştım.
“Ve acele edieeeeeaah?!” Biraz daha şikayet etmeye çalıştı
ama bu, kısa süre sonra abuk bir bağırtıya dönüşmüştü. Ağzını açar açmaz, kılıç
tutmayan elimde diyaframının olduğu yere bir yumruk geçirmiştim.
Yüksek bir çatlama sesi duyuldu. Yumruğum zırhını tamamen
yok etmekle kalmamış, ayrıca onu arkasındaki binaya uçurmuştu. Duvara çarpıp
yavaş yavaş aşağı süzülerek düşüşü, komik bir şeymiş gibi gelmişti.
“Hayır olamaz!!” Şövalyelerden biri hemen bu fırsatı, durumu
değiştirmek için kullandı. “Komutanı öldürdü! Geri çekilin! Ona denk değiliz!
Buradan kaçalım!”
Şövalyenin bağırışı öyle mutlu gelmişti ki, sanki kutlama
yapıyor gibiydi. O ve arkadaşları çabucak çakma umutsuz kaçışlarına, muhtemelen
en ıstıraplı savaş alanlarında görülebilecek tarzda bir çekilmeye başladı.
Nedendir bilinmez, hiç hasar almamış olması gereken askerler bile topallamaya
başlamıştı. Kimisi yanındakinin omuzlarına dayanmış, kimisi de “ağır yaralı”
arkadaşlarını koltuk altlarından yakalayıp, onları yavaş yavaş savaş alanından
uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Onların rollerini izlerken elimde olmadan gülümsemiştim.
Buna verilecek başka bir tepkim yoktu. Oh, bir dakika. Detaylar Yuki, detaylar.
Nasıl unutursun.
“Bunu siz askerlere söylemek istemezdim ama görünüşe göre
düşmanınız tarafından ele geçirildiniz.” Topallayan adamlardan birinin yanına
gittim ve bir elimi omzuna koydum. “Yani bu, bir savaş esiri olduğunuz anlamına
geliyor.”
“Evet efendim. Düşman güçleri tarafından yakalandım ve bu
yüzden doğal olarak savaş esiri sayılıyorum. Düşman beni sorguluyordu, bu
yüzden eğer ağzımdan önemli askeri bilgiler kaçırırsam benim hatam değil.”
Neyse ki, yakaladığım adam beni hemen anlamıştı. Ne demeye
çalıştığımı anlamış ve kesinlikle iş birliği yapacağını gösterecek şekilde
cevap vermişti.
“Peki, her şeyden önce, şu bok kafalı prens nerede yuvalı?”
“Majesteleri muhtemelen ya kitap okuyor ya da konferans
salonundadır. Tam olarak bu ikisinden hangisinde olduğundan emin değilim ama
ikisinden biri olmalı.”
“Pekâlâ. Ya ona sadık olan askerler? Onlar nerede?”
“Çoğu, muhtemelen şehirde, kalenin hemen dışında patlak
veren isyanla uğraşıyor olmalı. İçeride birkaç tanesi kalmış olmalı, ama onları
sizin için hareketsiz hale getirdik, bu yüzden onlar hakkında endişelenmenize
gerek yok.”
“Bir dakika? İsyan mı çıktı? Durumu anlatır mısın?”
“Görünüşe göre kilise vatandaşları kızdırmış ve büyük bir
karışıklık çıkarmış. Her zaman Majestelerinin tarafında olmuştuk, bu yüzden
bizi kalenin içinde tutup isyancıların tarafına geçmemizi ve Majestelerinin
askerlerini zor duruma düşürmememizi engellemeye çalıştılar.” dedi. “Ama senin
sayende harekete geçebildik. Ve bu yüzden, her birimiz adına sana teşekkür
ederim.”
“Lafını bile etmeyin. Ben de sadece, bilirsiniz, kendi
görevlerimi falan yapıyorum işte.” dedim. “Yapmam gerekeni yaptım. Hepsi bu.”
Konuşurken isyanı düşünmeye başladım. Yetimhanede yaşanan
olaylar yüzünden planları geriye çekmeye mi karar verdiler? Evet, bu doğru
olabilir. Muhtemelen Carlotta, beklerlerse ilk adımı atma fırsatını
kaçıracaklarını fark etmiş, bu yüzden bu olayı kullanarak vatandaşları
coşturmak için kullanmıştı.
Bir dakika. O bir paladin değil mi? Bir isyana sebep olmak
ve halkı galeyana getirip, onları dikkat dağıtmak için kullanmak olabilecek en
şövalyeliğe aykırı şey olabilirdi. Ve bir de kutsal şövalyelerin kurallar söz
konusu olduğunda daha sıkı olduklarını falan düşünürsek...
Ah, her neyse. Durumu göz önünde bulundurursak, kurtarma
ekibiyle buluşmam pek uzun süremeyecek gibi. Yakında onlara kralı teslim edip
prensin yüzünü yamultabilecektim.
Yaşlı adamı güvenli yere götürüp geri gelecek kadar vaktim
yoktu. Eğer geç kalırsak prens kaçabilirdi. Ve onun kaçmasını istemiyordum.
“Güzeel, istediğim her şeyi aldım.” dedim. “Peki şey,
kra--Majestelerini güvenli bir yere götüreceğim. Siz de gitseniz iyi olur. Yine
de kendinizi çok zorlamayın.”
“Evet efendim! Aynısı sizin için de geçerli ve size de iyi
şanslar!”
“Savaş esiri” bana selam verdi, krala eğildi ve geri çekilen
arkadaşlarının yanına gitti. O gittikten sonra, yaşlı adama doğru döndüm.
“Pekala kral kankam. Gerçek kurtarma ekibi yakında burada olacak. Kızını alıp,
sizi güvenli bir yere götürmeleri için hazırlansan iyi olur.”
“...Sana sormak istediğim bir şey var.”
“Nedir?”
“Niyetin oğlumu... öldürmek mi?
“Evet. Öyle.”
“Anladım...”
Başımı sallayınca, kral gözlerini kapatmıştı. Birkaç saniye
bekledikten sonra gözlerini yavaş yavaş açmıştı. Yüzündeki ifade, bir tür karar
aldığını gösteriyor gibiydi.
“Seninle birlikte gelmek isterim.”
“Bak dostum, üzgünüm ama gelsen de gelmesen de bir şey
değişmeyecek. Oğlunun hayatı sona erecek. Ve onu yapacak kişi de benim.
Söyleyeceğin hiçbir şey fikrimi değiştirmeyecek. Ne şimdi, ne de sonsuza
kadar.”
Yapacak bir şey yoktu. Prensin varlığı, benim huzuruma bir
tehditti.
“Oğlum büyük bir vatan hainliği yaptı. Ölümü kaçınılmaz. Onu
öldürmemeyi seçsen bile öldürülecek. Ama onun son anlarına tanık olmak, tam
olarak da kaçınılmaz olması sebebiyle zaten.”
Sözleri yüzünden bir süre duraksadım. Düşüncelerine karşı çıkamazdım...
Çünkü, bir ebeveyn olmanı ne demek olduğunu anlamıştım.
“Yoluma çıkma yeter, tamam mı?”
“Çıkmayacağıma yemin ederim.”
Yaşlı krala verebildiğim tek karşılık, ahlamak olmuştu.