Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Evim Güzel Evim
“Sonunda eve geldim...” güneşin tadını çıkarırken kendi
kendime birkaç kelime mırıldandım. Öğleni henüz geçmişti, yıldızın en parlak
olduğu zamandı. Önümdeki iyi bildiğim mağaraya bakarken, yaydığı ışınların
sıcaklığının tadını çıkarmaktan kendimi alamadım.
Nell’in olmaması, Rir’in yavaşlamak zorunda kalmadığı
anlamına geliyordu. Eve son hızla koşabilmişti. Yolculuk yine de beklediğimden
daha uzun sürmüştü--ve o koşarken arkasında kestirmeye karar vermemle de
alakası yoktu. Geç kalmamızın nedeni, birden karşılaştığımız yapılması gereken
birkaç göreve bağlanabilirdi. Hepsi bir grup eşkıyayla karşılaşmamızla
alakalıydı.
Bizi görür görmez saldırdıkları için bu iyiliklerini onları
yok ederek karşılık vermiştim. Temizliğin ardından üslerine saldırdım,
ganimetlerini cebe indirdim ve bütün her şeylerini yakıp kül ettim. Hıh.
Geçmişe baktığımda, yaptıklarımın onlarınki kadar iğrenç ve suç olduğunu
hissediyordum. Ama hey hey, ne olur ne olmaz diye unvanlarına baktım tamam mı?
Sonuç mu? Yani, onun gibiler merhameti hak etmiyor diyelim. Ve sonuçta ben
Adaletli İblis Lordu’yum. Günahkarların suçlarını yargılamak ve onları
suçlarına göre cezalandırmak aslen benim işim, en azından unvana göre öyle.
Aman, her neyse, siktir et. Benim problemim değil. Karma diyelim ve devam
edelim.
Her ne kadar gerçek hayatımda bunun gibi bir şeyi ilk defa
yapsam da, bu aktiviteden biraz hoşlanmıştım. Eşkıya kamplarına baskın yapmak
eğlenceliydi, muhtemelen üslerinin terk edilmiş bir kale olmasından
kaynaklıydı. Kaleyi temizlemek bana biraz eski RPG’leri hatırlatmıştı.
Eşkıyaları pataklamak kesinlikle zamanıma değmişti. 10/10 şans bulduğumda
yeniden yapacağım. Para kasmak için de güzel bir yoldu. Parayı da
kullanacağımdan değil ama işte.
Oh, bir dakika. Tekrar düşününce, kullanırım tabii, onu
kesinlikle zindana yedirebilirim. Dostum, onu sürekli cesetle beslediğimden,
tamamen unutmuşum. En azından bunu yapmayı bir deneyebilirim sanırım. Şanslıysam
belki de bir sürü DP yapabilirdim.
Rir ve ben, çoktan yollarımızı ayırdığımızdan, mağaraya
doğru ilerlerken düşüncelerimde kaybolmuştum. Düzlüklerde yürümek
istemediğimden kapıyı açıp içinden geçmeden önce, açılacağı yeri asıl taht
odasına çevirdim.
“Eve geldim.” İçeri girdiğimde ilk yaptığım şey geldiğimi
belirtmek olmuştu.
“Eve hoş geldin Yuki!” Illuna beni fark eder etmez bana
doğru koşmuş ve tüm hızıyla uçup yere devirerek beni karşılamıştı.
"Hoş geldiniz sahip.” Shii onun bir adım arkasındaydı.
O da patır patır bana koşmuştu ama bana zıplamak yerine yavaşlamayı seçmiş ve
kollarını belime sarmıştı.
“Teşekkürler. İyi olduğunuza sevindim.”
İki kızın da başını okşadım. Dostum, bu ikisini görünce
enerjiyle doluyorum. Gülümsemeleri, yorgun bir ruhun için en iyi ilaçtı.
“Merhaba patron, eve hoş geldin!”
"Hoş geldiniz efendim.”
“Merhaba Lyuu. Sağ ol Leila.” Hizmetçilerin karşılamalarına
karşılık verdikten sonra sonunda zindandaki son kişiye doğru dönmüştüm. “Hey
Lefi. Döndüm.”
Doğrudan bana baktığı için, bakışlarımı onunkine
çevirdiğimde gözlerimiz karşılaştı. Nedendir bilinmez, yanakları birden
kıpkırmızı olmuştu. Bir şey söylemek istercesine ağzını birkaç kez açıp kapadı
ama ağzındaki baklayı bir türlü çıkaramadı. Birkaç denemeden sonra vaz geçti ve
yüzü her zamanki ifadelerinden birine döndü. Hmm. Bu garip. Ona ne oldu acaba?
“G-gerçekten de gelmişsin. Şunu söylemeliyim ki, daha erken
gelmeni tercih ederdim.” Lefi bana yaklaştı ve iki küçük kız yüzünden aşağı
yukarı ihlal edilmiş kişisel alanıma girdi ve tişörtümün bir yerinden yakalayıp
sıkılgan bir ses tonuyla konuşmasına devam etti. “B-beni bıraktığın boşluk
sadece yalnızlıkla doluydu. S-seni özledim.”
Ben. Ne? Kim? Nasıl? Ejderin sözleri beni tamamen
hazırlıksız yakalamıştı.
“İ-içine ne kaçtı senin? İyi misin? Hasta falan değilsin
değil mi?”
“T-tabii ki de değilim.” diye kekeledi Lefi. “Sadece
yokluğunun bu kadar acı çekmeme neden olacağını beklemediğimi söylüyorum.”
“Höeyt!?” Lefi’nin ağzından çıkan sözler öyle hoştu ki saçma
sapan bir şekilde bağırmama sebep olmuştu. İ-içine ne kaçtı senin Lefi!?
Cidden!
Ejder kızın davranışı öyle şirindi ki, onu kollarımla
kaldırıp, eve götürüp, beslememe izin verirler mi diye sorasım gelmişti. Ama
her ne kadar tatlı olsa da, bu biraz... garip hissettirmişti. Bir şeyler doğru
değildi. Bildiğim Lefi’den öyle farklı davranıyordu ki, neredeyse aynı kişi
olduklarını düşünmek istemiyordum. Büyük bir felaketten hemen önce hayvanların
nasıl garip davrandığını falan bilirsiniz. Gerçi bizim durumumuzda, Lefi malum
felakete kolaylıkla sebep olabilirdi.
Bir şeylerin yanlış olduğunu hisseden tek kişinin ben olup
olmadığımı kontrol etmek için odaya şöyle bir baktım. Ve görünüşe göre cevap
evetti. Lyuu bir yumruğunu bize doğru kaldırmışken, Leila ise normalden daha
büyük bir sırıtışla bize bakıyordu. Bir
dakika. Kafasına saçma sapan fikirler falan mı soktular bunlar? Çünkü tam
olarak öyle gözüküyor.
İki şüpheliyi sorgulamak için ağzımı açmıştım ama Lefi ben
konuşamadan araya girdi.
“Yuki...” beni koklarken burnu hareket etmişti.
“N-ne oldu?”
“Anlat bakalım. Üzerinde bir kadının kokusu var. Bu ne demek
oluyor!?”
Hassiktir! Biliyor! Kesinlikle biliyor!
“B-bir şey demeden önce beni dinle. Ben tamamen masumum!”
Hayali suçlu değilim tuşuna olabildiğince sert bir şekilde abanıp, kekeleyerek
açıklamamı yapmıştım. “Bir çocuk bana çok bağlandığı için onunla biraz oynadım.
Hepsi bu! Ve ciddiyim, sadece bir çocuktu! Neredeyse Illuna yaşında falandı! Ve
bu kadar genç birine kadın diyemezsin!”
“Anladım.” Lefi gözlerini kısmıştı. “Yani, sapkın arzularını
yatıştırabilmek için yine bir çocuğa dokundun demek”
“Demek istediğim şey kesinlikle bu değildi!”
Yüce Ejderha’nın yüzündeki gülümseme, korkunç, dehşet verici
bir gülümsemeydi. Korkudan tir tir titrerken alnımda biriken soğuk terlerin
kaşlarımı sırılsıklam yaptığını hissedebiliyordum. Neyse ki siniri geldiği
hızla geri gitmişti.
“... Öyle olsun. Önemli değil.” Sakinleşmişti, başını
sallayarak konuşmasına devam etti. “Yolculuk seni yormuş olmalı. Öğlen yemeği
yedin mi?”
“Ben şey... yok. Henüz değil.”
“Şahane. O zaman bize katılmalısın. Biz de tam sofraya
oturmak üzereydik.” gülümsedikten sonra bana yapışmış olan iki küçük kıza
döndü. “Sanırım şimdilik bu kadar sarılmak yeter. İkinizin yeterince
sarıldığınızdan eminim, o yüzden masayı hazırlamada bize yardımcı olun.”
“Tamam!”
Hem Illuna hem de Shii beni nihayet bıraktıktan sonra mutlu
bir şekilde karşılık vermişlerdi.
“Otur bakalım Yuki. Öğle yemeği yakında gelecek.”
“Iııı, peki. Tamam.”
Lefi beni masaya kadar götürdü ve beni oturttu. Bundan sonra
yaptığı şey neredeyse eşi benzeri görülmemiş bir hareketti. Mutfağa girdi ve
masayı kurmaya yardım etmek için birkaç tabak aldı.
“Cidden...” bu tuhaf durumu kafamda toparlamaya çalışırken
mırıldanmıştım. “Ne oluyor lan burada...?”