Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zindan Savunmalarını Güçlendirme - Aşama Bir
“Hmmmmm...” yeni kurduğum tuzakların üzerine düşünürken
başımı salladım. “Aynen, sanırım bu kadarı yeterli, tuzaklar kadar oldular.”
Özellikle sevdiğim tuzaklardan biri, harekete geçmesi klasik
bir yönteme bağlı olandı; üzerine bastığında harekete geçenlerden. Bahtsız avı,
devasa patlamanın yanında bir de şarapnel fırtınasına maruz kalacaktı. Benzer
şekilde çalışan ikinci bir tuzak daha vardı. Etkinleşme bölgesine giren
istilacılara çok fazla kılıç fırlatıyordu. Sivri uçlu silahlar, aşırı derecede
hızlı tepki veren zehirle kaplıydı ve tek seferde olabilecek her bir yönde beliriyorlardı.
İlk tuzağın bulmak çok zor değildi. Dikkatli olduğu sürece
bir istilacının onu görmeyeceğinden şüpheliydim. İkincisini görmek biraz daha
dikkat ve yetenek gerektirse de, yine de görülebilirdi, özellikle yerleştirmeye
karar verdiğim üçüncü türdekiyle karşılaştırırsak. Bu üçüncü tuzağın, eğer
istilacının çok yüksek seviyede saptama yeteneği yoksa, fark edilmesine imkan
yoktu. Bir de bu yetmezmiş gibi, ya da benim açımdan gayet yeterli, üçüncü
tuzak diğer ikisinden daha ölümcüldü. Ona yaklaşıldığında, etrafına ölümcül bir
zehir sıkarak, yakınındaki herkesi kötü sonla tanıştırıyordu. Bu üç tuzağın
birbirine bitişik koymaya özen gösterdim. İlk ikisinin varlığı, sadece üçüncüyü
gizleme amaçlıydı. Bu üçlü belanın tek amacı, ölümü garantiye almaktı.
Tabii ki, bu üç tür tuzak dışında da tuzaklar
yerleştirmiştim. Çok fazla çeşitlilik vardı. Var olan ilginç örneklerden biri,
normalde dekoratif ev bitkisi gibi gözüken, bitki tabanlı tuzaklardı.
Tetiklendikleri anda devasa bir diken duvarına dönüşüyorlardı. Ayrıca, muhtemel
istilacı ne kadar yetenekli olursa olsun saptanamayacak bir tuzak da vardı.
Etrafına zayıf bir feromon yayarak, yanından geçenlerin yön duygularını
kaybetmelerine neden oluyordu. Buraya da tuzak, şuraya da tuzak, her yere
tuzak! Zindan tam bir devasa mayın tarlası olmuştu. Kelimenin tam manasıyla,
bazı bölgeleri gerçekten mayın tarlasıydı.
Tuzak yerleştirmeyi katı bir şablonla yaptım. Zindanın
dışına yerleştirilen tuzaklar, sayısı düşünülerek konulmuştu. Etrafta bir sürü
vardı ama dikkatli bir şekilde gizlenmemişlerdi. Ama diğer yandan, zindanın
çekirdeğine yakın yerlere yerleştirilen tuzaklar daha rastgele yerleştirilmişti
ve üçlü bela gibi şeyleri içeriyordu. Onlardan daha az vardı ama fark etmeleri
çok daha zordu. Böyle bir şablon kurmamın amacı düşmanlarımı hazırlıksız
yakalamaktı.
Zindanın güvenliği için çok fazla emek sarf etmiş olsam da,
işin aslı, onları yerleştirdiğim anda hepsini devre dışı bırakmıştım. Bu kararı
vermemin birkaç sebebi vardı. İlki, çok güçlü olmalarıydı. Tuzaklarım, onlara
rastlayan zavallı canavarların hepsinin ölmesine neden olacaktı, öldürmeye
gerek duymadığım ya da istemediklerim de dahil. Dahası, onları tamir etmek de
çok pahalıydı. Kazık miktarlarda DP’ye mal oluyordu ve onları ne idüğü belirsiz
zayıf yaratıklara harcamak, tamamen para israfıydı. Haritam, herhangi bir
istilacı bölgeme girdiğinde beni uyarıyordu. Ayrıca bana ne kadar güçlü
olduklarını da söylüyordu, bu yüzden onlara ihtiyacım olmadığında tuzakları
devre dışı tutmak sorun olmayacaktı.
Tuzakları devre dışı bırakmanın bir başka güzel yanı da
onları çocuk, evcil hayvan ve hizmetçi dostu yapmış olmasıydı.
“Şimdi tek ihtiyacım olan şey yeni evcil hayvanlarım.”
dedim. “Ama yeterince DP yok gibi görünüyor.”
DP’m bitmemişti. Seçtiğim dört canavardan ikisini çağırmaya
yetecek kadar vardı ama canım bunu yapmak istemiyordu. Bütün hepsini tek
seferde çağırmak istiyordum. Yarısını şimdi, diğer yarısını da biriktirdikten
sonra çağırmak pek eğlenceli gelmemişti. Demek istediğim, çağırmak için bir
sebebim yoktu, o yüzden bekleyebiliriz, değil mi?
Eşkıyalardan arakladığım hazine, beklenmedik bir nimet
oluvermişti. Beklediğimden daha çok DP sağlamıştı, ama yine de yeterli değildi.
Kendimi yanlışlıkla tuzak almaya kaptırdığım için, planladığımdan daha
fazlasını harcamıştım. Ups. Ne zaman eğleniyor olsam parama dikkat etmeme gibi
kötü bir alışkanlığım var galiba. Bu yanımı da düzeltsem iyi olur. Başka ne
yapmalıyım biliyor musunuz? Deneme sürüşü için yeni, pırıl pırıl tuzaklar
almalıyım.
“Rir.”
Rir, çağrıma havlayarak karşılık verdi. Kurt yakınlarda
gözükmüyordu ama zindanın uzakkonuş özelliği, onunla ve kontrolüm altında olan
diğer canavarlarla her koşul altında konuşabilmemi sağlıyordu. Uzakkonuşu çok
sık kullanıyordum. Onunla normalde bu şekilde iletişim kuruyor ve yanıma
çağırıyordum.
“Bana bir iyilik yapıp, bir şey için çabucak bana yardıma
gelmeni istiyorum.”
Ve böylece, birkaç şey konuştuktan sonra, birlikte ava
çıktık.
***
“Tam şurada olmalı!” Ormanın içinde fişek gibi koşan kurt
bineğimi kurduğum tuzaklardan birine doğru yönlendirdim. Kurt, sesime, hızlanıp
korkunç bir hız patlamasıyla birlikte sıçrayarak karşılık vermiş, ardından
etrafında dönmüştü.
Durduğuktan sonra kendimizi kocaman bir kaplumbağayla karşı
karşıya bulmuştuk. Devasa yaratık bize doğru yaklaşırken, Godzillamsı bir
filmden kaçmış bir yaratık gibi kükremişti. Önündeki sayısız ağacı devirmiş,
devasa kollarıyla un ufak etmişti. Dev Kaplumbağa olarak bilinen türe aitti. Ve
çok güçlü olmasa da, bunu savunmadaki başarısıyla fazlasıyla
kapatıyordu--kaplumbağaya benzeyen bir şeyden beklenildiği üzere. Zaien’in ağzı
bile kabuğunu kesemezdi.
Benim keskin kılıcım bile, yaratığın boynunu ve bacaklarını
kesebilirdi, ve onu da sadece sert kabuığun içinden dışarı çıktığı zaman
yapabilirdi. Dev Deniz Kaplumbağa’yla savaşmanın en sinir bozucu kısmı, tehdit
altında olduğunu anlayınca dışarı uzanan bütün vücut parçalarını hemen geri
çekmesi ve tehlike geçene kadar dışarı çıkarmamasıydı. Onu yenmek isteyen
birisi, bunu tek hamlede yapmalıydı. Bir dakika ya, Dev Kaplumbağa olmalı, Dev
Deniz Kaplumbağası değil. Aman, ha deniz kaplumbağası, ha kaplumbağa. Bana
ikisi de aynı.
Her ne kadar tehditkar gözükse de, canavarı kolaylıkla
ezebilirdim. İkinci çift kanadım çıktığından beri, onları kolaylıkla
avlayabilmeye başlamıştım. Havada yerimi ayarlayabilme ve hareket edebilme
yeteneğim, dev kaplumbağanın üzerine havadan dalmak ve boynunu, vücudunun geri
kalanından kolaylıkla ayırabilmem için yeterli kontrolü sağlıyordu. Aynı
şekilde Rir de tepki verene kadar kafasını kopartabilecek kadar hızlıydı.
Dev kaplumbağaların kolaylıkla halledebileceğimiz savunması
yüksek bir canavar olması, onu mükemmel bir canavar yaptığından bir tanesini
eve doğru çektik ve onu öldürecek tuzağa doğru yönlendirdik. Pekala, ne
düşündüğünüzü biliyorum. Her tehlikede saklanıp duran koca bir kaplumbağayı
nasıl yemliyorsunuz lan? Bu aslında gayet basitti. Yuvasından ayrıldığını fark
edince içeri koştuk, koca yumurtalarından biri arakladık ve topukladık.
Hepsini, gözleri üzerimizdeyken yapmıştık. Koca şerefsiz kızdı ve peşimizden
kovalamaya başladı. Hmm.. Acaba yumurtası yenir mi? Sanırım eve gidince bunu
Leila’ya vereceğim.
Bay Yumurtam Kayıp, Rir’le onunla karşılaşmak için
döndüğümüz anda bir tuzağın üzerine basmıştı. Küçük bir patlamanın ardından
yerden yüzlerce bıçak fırladı ve yaratığın bacaklarını sakatlamıştı. Baştan
umursamamış gibiydi, hemen ardından bir adım daha atmaya kalktı.
Sonucunda dengesini kaybetmiş ve yere düşmüştü. İleriye
attığı adımı bitmiş ve komutlarına cevap verememişti. Aşırı büyük kaplumbağa,
durumu kavrayamamıştı. Diğer bacakları da ilkinin hemen arkasından gücünü
yitirmiş, olduğu yerde yere yığılmasına neden olmuştu. Her ne kadar analiz
bana, hala biraz HP’sinin olduğunu söylese de hareket edemiyordu. Zehir onu
komaya sokmuştu.
“Tamam öyleyse. Bu bayağı işe yaramıştı.” Kaplumbağayı,
olduğumuz yere uçacak zehirli bıçaklardan korunmak için önceden yaptığım dev su
kalkanının arkasından kaplumbağaya bakarken birkaç kez gözlerimi kırptım. İşte.
Karşınızda, en pahalı tuzak. Vay anasını ya, şu şey kocaman olmasına rağmen
zehir bayağı hızlı yayılmıştı. Bu şey, insan boyutundaki şeylere karşı
gerçekten çok etkili olacaktı. Şifa büyüsü falan bu duruma nasıl etki eder bilemiyorum
ama bana kalırsa, büyük ihtimalle iksir kullanamadan kendinden geçeceklerdi en
azından.
Rir’den aşağı indim ve dev kaplumbağanın kafasını kesip
DP’ye çevirdikten sonra tekrar kurta döndüm. “Bu şeylere dikkat ettiğinden emin
ol tamam mı? Çoğu zaman devre dışı olacaklar ve bu zindanın canavarlarından
biri olduğun için her nerede olduğunu falan bildiğinden eminim ama yine de
bastığın yerlere dikkat etmelisin. Çalışır durumdayken, istilacı olmasan bile,
onlara dokunduğun anda harekete geçeceklerdir.
Kurt, onaylar şekilde başını salladı.
“Tabii ya, neredeyse sana söylemeyi unutuyordum. Yakında
birkaç canavar daha çağırmayı planlıyorum. Aramıza yeni katılacakları için,
onlarla ilgilenmeme yardımcı olur musun?”
Başını bir yana eğerken sorgulayan bir tonda inledi.
“Aşağı yukarı, evet.” diye cevap verdim. “Standartlarımıza
uygun olduklarından emin olmanı istiyorum. En güçlülerden de güçlü, hiçbir
canavarın yenemeyeceği kadar güçlü olmalılar, anladın mı?”
Rir bu sefer havlayıp başını sallayarak yanıt vermişti.
“Teşekkür ederim Rir. Sana güveniyorum.” Keyifle gülümsedim
ve her zaman güvenebileceğim köpüşün sırtını okşadım. “Pekâlâ! Hadi kendimize
birkaç tane daha canavar avlayalım. Deli gibi güçlenmişsin, benim de aynısını
yapmam gerek.”
Kurt dostum başını, şaşırmış bir şekilde tekrar bir yana
eğdi.
“Ah, doğru doğru. Sana söylemeyi unuttum ama başkentte
manyak gibi güçlü bir adamla kapıştım. Savaş bayağı bir zorlu geçtiği için
biraz daha güçlenmem gerektiğini düşünüyordum.”
Bunu anlattıktan sonra ikimiz tekrar avlanmaya koyulduk.