Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Güçlü Bir Rakip - Kısım 1
Aile arabası büyüklüğünde, vücudunun iki yanında duran
tırpanıyla, bir peygamber devesi canavarının önünde duruyordum. Bir ani saldırı
serisi yapmak için dört silahını da kullanmıştı. Çoğunu sağa sola eğilerek
savuştururken, savuşturamadıklarımı da Zaien ile savuşturdum. Düşmanımın
saldırılarından korunmayı, başkentte dövüştüğüm maceracıdan öğrenmiştim.
Yeteneklerim, en iyi ihtimalle vasattı. Aşırı büyümüş böceğin saldırılarını
uzaklaştırmak için attığım adımlar, karşılaştığım adamın kötü bir imitasyonuydu
sadece. Öyle bile olsa, bir şekilde peygamber devesinin ölümcül saldırılarını
başarılı bir şekilde, yerimi koruyarak savunabilmiştim. Her ne kadar savaş
delisi sapık herifle olan savaşım bana çok fazla bilgi sağlamış olsa da, bir
daha ona yakın bir şeyle savaşmayı asla istemiyordum.
Gelen saldırıları bertaraf edebilme kabiliyetim, ona
karşılık verme fırsatı sağlamıştı. Düşmanımınki kadar ağır ve keskin bir
saldırı yaptım, ama aptal böcek kanatlarını çırptı ve Zaien’in kenarı ona
dokunamadan geriye sıçradı.
Ve bunu yaparak, kendi sonunu hazırladı.
“Rir!”
Komutumla birlikte kurt, eşsiz yeteneklerinden biri olan
Yüksek Hız’ını aktifleştirdi ve göz açıp kapayıncaya kadar peygamber devesinin
yanına yaklaştı. Kurt momentumunu kullanarak böceğin sağ uzuvlarını
yuvalarından sökecek kadar ağır bir darbe vurabilmişti. Peygamber devesi çığlık
attı. Öyle gürültülüydü ki, kulaklarım çınlamaya ve sızlamaya başladı.
Yaralarından, sırf rengi yüzünden asla dokunmak istemeyeceğim garip bir sıvı
akmaya başladı. Rir’in bana yarattığı fırsatı kullanarak yaratığın önüne
atladım ve Zaien’i, böceğin savunmasız bıraktığı vücuduna savurdum.
Aşırı gelişmiş bir böcek olması dışında bir numarası
olmamasına rağmen, şerefsiz piçin petek gözleri, kılıcımın geldiğini fark
ettiği anda bir büyü oluşturmuştu. Büyüyü sadece ateşi engellemek için
hazırlamıştı. Ama mana akışını gördüğüm için, büyüyü aktifleştirmeden önce, onu
yarıda kesip engelledim. Büyü Defetme, Zombi diyarında kullandığım büyü,
böceğin kendini kurtarma çabalarını etkisiz kılmıştı.
Zaien, canavarın kabuğunun ince bir kısmından, başıyla
gövdesinin birleştiği yerden, yararak ilerledi ve vücudun beyinle olan
bağlantısını kesti. Koca peygamber devesi, ölmekte olan böceklere benzer bir
şekilde kıvrılıp durdu ve sonunda yığılıp hareket etmeyi kesti.
“Ohh. İşte bu kadar. İyi işti Rir.”
Silahımı omzuma dayadım ve peygamber devesinin cesedine
baktım. İki seçeneğim vardı. İlki onu Rir’in öğle yemeği yapmaktı, ama evcil
hayvanıma böyle yapış yapış ve iğrenç bir şeyi yedirecek, acımasız bir sahip
değilim, bu yüzden böceği DP’ye çevirmeye karar verdim. Onu eşya kutusunda
saklayıp, daha sonra yararlı bir şeylere çevirme fikrini düşünmekle bile
uğraşmadım.
Zindana onu tüketmesi için izin verir vermez ceset çözünmeye
başlayınca, bakışlarımı cesetten, yanıma yatan Rir’e çevirdim. Dostum, bu
biraz... kolaydı. Yani, bayağı kolaydı.
Peygamber devesi canavarı kesinlikle zayıf değildi. Büyü ve
Dex statları bir yana, diğer bütün statları da benimkinden yüksekti ve yüksek
derken 200 falanı kastediyorum. Ama statları yüksek olmasına rağmen, Rir’le
birlikte, sayısal üstünlüğümüzü ona karşı kolaylıkla uygulayabilmiştik.
Rir, başarımda büyük bir rol oynamıştı. Sadece burada olması
bile beni rahatlatıyordu. Onun burada olması, statları benden yüksek olan bir
şeyle savaşsak bile, bütün endişeli düşünceleri kafamdan atmamı sağlıyordu. Ve
sonra, sunduğu farklı seçenekler de vardı. Onun yardımı, fırsatların ve
olanakların sayısını çok artırıyordu.
İkimizin arasındaki daha tecrübeli ve savaşa odaklı olan
Rir, sürekli, beni desteklemek için olabilecek en iyi yolu seçiyor ve emir
beklemeksizin kendi kendine çıkarsama yaparak yardımcı oluyordu. Örneğin,
saldırırken batırdığım düşmanları kilitlemek için sık sık Devinimli Zincirler’i
kullanıyor ve eğer avımızı tek seferde indiremeyeceğini fark ediyorsa, onları
sakatlama yolunu seçiyordu. Kararları sayesinde ikimiz tamamen rakipsizdik. Ne
o ne de ben, bir çizik bile almamıştık. Gerçekten, Rir her şeyi acayip kolaylaştırıyordu.
Eğer Rir benimle başkentte olmuş olsaydı, maceracı sapığın canına fena okurduk.
Peygamber devesi, Uğursuz Orman’ın batı kısmında, en güçlü
canavarların yaşadığı yerde yaşıyordu. Aslında o, bölgede bulunabilecek en
zayıf yaratıklardan biriydi, ama hala diğer üç ana bölgede yaşayan çoğu
canavardan çok daha güçlüydü. Yine de Rir ve bana karşı hiç şansı olmamıştı
gerçi. Bastır takım!
Falan. Bunun bir alıştırma olarak pek de işlemediğini
hissetmeye başlamıştım. Bütün dövüşü, kıçımı kimse kollamadan, tek başıma
yapmam gerekirdi. Ama bu benim gibi barış yanlısı biri için bayağı zor bir
görevdi. Ve açıkçası, bayağı da korkunçtu. Yapmamayı tercih ederim.
Rir’le birlikte olunca, normalden çok daha yüksek
seviyelerle savaşabiliyordum ama yine de batı bölgesinin derinlerine girmeye
pek niyetim yoktu. İçinde dolaşan hilkat garibelerini görmek için daha
derinlerine gitmeme gerek yoktu. Tek bir bakış, ikna olmam için gayet
yeterliydi. O yer, “Evlat, burayla baş etmek için henüz hazır değilsin.” diye
bağırıyordu.
Geri dönmeme neden olan yaratıklardan biri, gerçek anlamda
bir dinozor, en azından yedi katlı bir bina kadar uzun olan bir kertenkeleydi.
Böyle bir şeyi nasıl yeneyim anasını satayım? O şeyin lanet boynu öyle kalındı
ki, Zaien’in atacağı en derin kesik bile onun için muhtemelen sadece küçücük
bir sıyrık falan olurdu.
Bir dakika... Tabii ya! Zaien’in iki büyü yuvası daha vardı!
Bunlardan birini kılıcın uzaması için falan kullanabilirdim. Hatta daha da
iyisi. Ona bir kılıç ışını attırabilir ve bunu kullanarak o hayvani dinozorun
kafasını uçurabilirdim. Gerçi bunu, savunmasını yarıp geçeceğini düşünerek
söylemiştim ama her neyse.
İkinci bir hücuma yönelik büyü halkası ekleyip eklememenin
pratik olup olmayacağı hakkında bile bir fikrim yoktu. İkinci halkanın araya
girip Kızıl Alaz’ın üzerindeki halkayla çakışma ve ikisini aynı anda çalıştırma
olasılığı vardı. Bir saniye, büyü halkaları öyle çalışıyor mu acaba? Sanırım
Zaien’e başka bir şey eklemeden önce bunu bir denesem fena olmaz ha? Aynen,
geri döndüğümde Leila’nın bana yardım edip edemeyeceğine de bir bakarım.
Yeteneklerimden biri alarma geçince düşüncelerimden uyandım.
Düşman Saptama, beynimin içinde alarmlar çaldıyordu. Ayaklanıp başını o şeyin
olduğu yöne çevirip hırıldamaya başlayan Rir de bir düşmanın varlığını
farketmiş gibiydi. Aynı şekilde, ben de Zaien’i çekip savaş pozisyonuna
geçmiştim.
Ormanın derinliklerinden çıkan o şey, hayvana benzeyen
yaratık, neredeyse Rir’le aynı boyutlardaydı. Ağzına dizili dişleri kayaları un
ufak edebilecek kadar güçlü görünüyor ve kaslı bacaklarının ucundan hançer gibi
keskin pençeler fırlamıştı.
Bir çift iğrenç gri, kemikli kanat, vücudunun orta kısmından
uzayan yüzlerce farklı bölümden oluşmuş ve bir çift, akrebe benzeyen kuyruk da
vücudunun arkasından çıkmıştı. Hırçın, yılan gibi bakışlarla, sanki yeni bir
oyuncak bulmuş bir avcı gibi, bize bakmıştı.
Ve onu analiz ettiğimde tam olarak şu ortaya çıkmıştı.
***
Irk: Mantikor [1]
Sınıf: Sadist Hayvan
Seviye: 96
***
Hay sikeyim ya. Büyük büyük konuşup her şeyin çok kolay
olmasından yakınmak zorundaydım değil mi?
[1] Mantikor: Bir insanın kafasına, bir aslanın gövdesine ve
bazı tasvirlerde kirpi tüylerine benzer bir zehirli dikenli bir kuyruğa, bazı tasvirlerde
bir akrep kuyruğuna sahip olduğu söylenen, Mısır’ın sfenksine benzeyen, Pers
efsanelerine ait bir yaratık.