Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Güçlü Bir Rakip - Kısım 3
Rir’in sırtında, ters oturup koştuğu yönün tersine
bakıyordum. Mantikorun saldırılarını savuşturmak için Zaien’i hazır
bekletiyordum.
“Hassiktir...!” Bu saldırılardan birini savuştururken
küfretmiştim. Canavar yakınlardaki bir ağacı zıplama tahtası olarak kullandı ve
zıplarken onu yok edip, bize, vücudunun tüm ağırlığını kullanarak, ağır bir
darbe vurmuştu. “Siktir git lan, koca götlü!”
Kollarım gıcırdadı. Asla çıkarmamaları gereken sesler
çıkararak şikayet ediyorlardı, ama dişlerimi sıktım ve bir kez daha Zaien’i
savurarak Bay Bok Çuvalına saldırdım. Kendini beğenmiş orospu çocuğu geriye
çekilip saldırımı kolaylıkla savuşturduktan sonra bir büyü yaptı ve bir grup
taş mızrağı bize doğru ateşledi.
Cıkladım. Bir tanesinin bile Rir’e vurmasına izin veremezdim.
Bir süredir devam eden kovalamaca, o darbe aldığı an sona ereceğinden
zorlayarak kollarımı döndürdüm ve Rir’i hedef alan bütün mızrakları yok edene
kadar Zaien’i savurdum. Ve bunu yaparken beni hedef alanları tamamen ihmal
etmiştim.
Birkaç tanesi beni delip geçmişti. Kanım Rir’in kürkünün
üzerine dökülüp her yerini kızıla boyarken, küfrettim, kaslarımı sıktım ve
direndim.
Fenrir, endişeli bir şekilde bana havladı ve beni kontrol
etmek için arkasına dönünce, kaygılarını gidermek için ona geri havlamıştım.
“Kapa çeneni, gözlerini önüne çevir ve koş!”
Envanterimi açıp bir iksir çıkarmak istedim ama zamanım
yoktu. Savunmayı bırakamazdım. Arkamızdaki ürkütücü piç dikkatimi ona vermeyi
kestiğim anda kesinlikle daha sert bir şekilde saldıracaktı. Ama bu bir sorun
değildi. Bir miktar hasar almış olabilirim ama bu beni yenmek için yeterli
değil. Vücudum, birkaç küçük yaralanmadan ve azıcık kan kaybından dolayı düşmek
için fazla dayanıklıydı.
Sadece hareketlerimi engelleyen mızrakları çıkardıktan
sonra, tekrar takipçimizin saldırılarını engellemeye odaklanmaya başladım.
Ama saldırmıyordu.
Kendini beğenmiş şerefsiz hala kıçımızın dibindeydi ama
saldırmak yerine dik dik bakıp kendinden emin bir şekilde gülümsüyordu.
Yüzündeki ifade, biraz önce dart oyununda bir iki tane sağlam atış yapmış
birinin yüzüne benziyordu. Siktiğimin salağı.
Rir’in varış noktasına ulaşmasına sadece birkaç dakika
kalmıştı. Ulaştığımızda, yüzündeki kendini beğenmiş sırıtışı sonsuza kadar
silaceğiz, ama bu benim için yeterli olmayacaktı. Onu oraya varmadan haklamak
istiyordum. Ondan bütün soğukkanlılığını söküp almak ve götüne sokmak
istiyordum. İblis lordlarını böyle aşağı göremezsin şerefsiz!
Ardı ardına saldırıya uğramak, beni eziklik hissiyle
doldurduğu için, belimde asılı, tamamen dolu olan büyülü silahımı çektim.
Zaien’i yüzüme doğru kaldırdım ve tek elle tutmaktan ağızla tutmaya geçtim.
Biraz ağır olduğundan çenemi ağrıtıyordu ama bunu yapmak zorundaydım. Artık boş
olan elimle envanterime uzandım ve boş zamanımda pratik yapmak amacıyla
ürettiğim, bir sürü başarısızlığımdan biri olan rastgele boktan bir silahı
aldım. Bütün gücümü toplayarak silahı
bok çuvalına doğru fırlattım, ki bunun sonunda yaralarımdan kan fışkırmıştı ama
umursamamıştım. Benim için, yüzündeki ifadeyi düzeltmek, biraz kan kaybetmemden
daha önemliydi.
Orospu çocuğu bunu kolaylıkla savuşturdu ve aptal görünen
bir maymunu andıran bir şekilde, çabucak yakınlardaki ağaçlardan birine
atlayarak, karşı saldırı için kendini hazırladı. Ve tam o anda saldırımı
yaptım. Tabancamı ağacın dibine nişanladım ve tetiği çektim.
Mermi, bir topçu taburu kadar gümbürtü çıkararak namludan
fırladı. Tamı tamına üç bin mana içeren mermi, ağacın köklerini parçaladı ve
lanet ağacı yerle bir etti. Varacak bir yeri kalmayan aptal hayvan, pozisyonunu
düzeltemeyecek kadar hızlı gidiyordu. Sahile vurmuş bir balina zarafetiyle yere
inerken yüzü şok içinde buruş buruş olmuştu.
“Hah! Al bunu, puşt!” Silahımı yerine koydum ve kocaman, pis
gülümsememle hava atarken ona orta parmak çıkarmıştım.
Bay Bok Çuvalı’nın yüzü, onu düpedüz kışkırttığımı fark
edince, öfkeyle değişti. Bacaklarına öncekinden de fazla güç vererek
kovalamacaya yeni bir soluk katmıştı.
“Hahah, orospu! Şimdi kim gülüyor ha!? Kendi silahınla
vurulmak nasıl boktan bir his, değil mi?”
Şaşırtıcı bir şekilde, ikinci kışkırtmama gelen cevap bir
başka öfkeli kükreme olmamıştı. Bunun yerine, azarlayan bir havlama
şeklindeydi. Rir aşağı yukarı, neden düşmanı kışkırtacak kadar aptal bir şeyi
yaptığımı soruyordu.
“Üzgünüm Rir. Yani, ikimiz de benim gerçekten barışçıl biri
olduğumu biliyoruz ama bu savaşı çıkaran oydu!” Kendimi açıklarken kıçımla
gülüyordum. “Ve benimle her kim uğraşırsa, kendi silahının yüz misliyle karşı
karşıya kalır.”
Tam olarak sağlıklı bir ruh hali içinde olmadığımı
söyleyebilirdim. Çok fazla kan kaybetmiştim ve kafama yeterince kan gitmiyordu.
Gerçi, karşılık verme, barış halini sürdürmenin bir anahtarı olarak, her zaman
benim öğretimin bir parçası olmuştur.
Ancak şu an bunu çok fazla umursamıyordum ve pire torbasının
öfkeden kudurmuş yüzünü gördükçe çok eğleniyordum. Ona bakmak bana enerji
veriyordu. Hızlanmış olması istediğimiz bir şey değildi tabii ki, ama bu önemli
değildi. Varış noktamız görünmüştü. Sadece birkaç yüz metre ötemizdeydi.
Doğrudan, günün erken saatlerinde kurduğum tuzaklardan
birine doğru ilerliyorduk. Rir ve benim yaptığımız büyülerin aksine, tuzaklar
büyü enerjisi kullanmıyordu ya da genellikle büyülü olaylar yaratmıyorlardı.
Bunun yerine, insana büyülü bir şeymiş gibi gelen, DP olarak bilinen gizemli
maddeyi kullanarak, fiziksel olaylar yaratıyordu. Ne aralarındaki benzerlik ya
da ayrımı görebiliyordum ne de planımın işe yarayacağından tam olarak emindim,
ama bütün kanıtlar, sadist mantikorun otomatik MT Alanına benzeyen bariyerin
sadece büyüye tepki verdiğini gösteriyordu ve tuzakların büyü yapmadığı,
fiziksel hasar verdiği gayet belliydi.
Bir başka deyişle, peşimizdeki manyak, muhtemelen tuzaklara
duyarlıydı.
En endişelenmem gereken şey, zamanlamayı doğru yapmayı
başarmaktı. Onun fark etmesini riske atmamak için erkenden çalıştıramazdım. Ve
onu kaçırmamak için çok geç de çalıştıramazdım. Her şey, doğru anda doğru tuşa
basmama bağlıydı.
“Bayağı çaresiz gözüküyorsun ha! Senden çok daha zayıf
birisi tarafından kıçının tekmelenmesi bayağı boktan olmalı değil mi? Geber
orospu!”
Saldırısını savuşturduktan sonra, kararlarını
bulanıklaştırmak için ona küfretmeye devam ettim. Bu arada Rir, önüne çıkan
ağaçlardan kaçarken deli gibi koşuyor ve arkasında devasa toz bulutları
bırakıyordu. Neredeyse vardık. Biraz daha.
Tekrar bize doğru sıçradı ve bir kez daha beni hedeflemişti
ama vücudumu çevirerek ısırığından kurtulduktan sonra aptal suratına yumruğumu
indirdim. Neredeyse! Hadiii, hadiiiii!
Rir hedefin üstünden atlarken, canavar benden yediği
yumruğun etkisiyle bir anlığına geri çekilmişti.
Her şey mükemmeldi. Tuzak tam aramızdaydı. Bize daha da
büyük bir öfkeyle baktı ve düz bir çizgi şeklinde bize doğru hücum etti. Şimdi!
Tuzağı, tam o şerefsiz üzerinden geçerken aktive ettim.
Ayağının altında ne olduğuna dikkat etmediği için, kendini beğenmiş piç tam
üzerine bastı ve tuzak çalıştı.
Önümdeki manzara koyu bir kırmızı tonuna bulanırken,
kulakları sağır eden bir ses kulaklarıma hücum etti.
Bir yaşayan bir şeyi yaşamaktan çok uzak bir hale çevirecek
kadar güçlü bir patlama olmuştu. Ve buna rağmen, bunun aptal mantikoru
öldürebileceğinden emin değildim. Herifin seviyesi 96’ydı. Sanki o piçin bundan
kurtulabileceğini ve izin verirsek ayağa kalkabileceğini hissetmiştim. Ve
önsezilerimin doğru olduğunu öylece oturarak beklemeyecektim.
Eğer savaşı bitirmek istiyorsam, şu an yapmam gerektiğini
biliyordum. Rir’in sırtından atladım, yüzümü korumak için kollarımı kaldırdım
ve kılıcım hazır bir şekilde doğrudan cehennemin içine daldım.
Acı hücum etmişti. Devasa patlamanın beni yaktığını ve
şarapnelin etimi deldiğini hissedebiliyordum. Ama yürümeye devam ettim.
Öleceğimi düşündürecek kadar çok canımı yakıyordu. Ama tek yaptığı buydu. Tek
yapabildiği buydu.
“Öl!”
Patlamanın etkisiyle oluşan rüzgara karşı savaşırken,
kararlı bir çığlık atmıştım. Bacaklarımdaki tüm güçle ilerlemeye devam ettim ve
patlamanın merkezine doğru milim milim ilerledim. Ve ulaştığımda, oynadığım
kumarı kazandığımı gördüm. MT Alanı çalışmamıştı.
Patlamaya dalmış olmanın karşılığını, yaralı mantikor
manzarasıyla almıştım. Her yeri yanmış tı ve bazı kısımları kömürleşmişti. Daha
da önemlisi, gözleri yuvalarının içine dönmüştü. Ani patlama onu hemen
öldürmüştü. Neyse ki, yemlediğimiz tek tuzak, onu durdurmaya yetmişti. B
planıma başvurmak zorunda kalmamıştım: Uğursuz ormanın içinde koşturup, yeni
yerleştirdiğim zindanın tam teşekküllü ziyafet sofrasını ona göstermek.
Önüne doğru atıldım ve Zaien’i savurdum.
Bunu yaparken canavar kendine geldi. Gözleri tekrar öne
döndü ve çabucak bana odaklandı.
Kriz Saptama çılgına dönmüştü. Beni, inanılmaz fazla tehlike
ve koru hissiyle doldurmuştu.
Zaman yavaşladı.
Ayağı yavaş yavaş yüzüme doğru yaklaştı ve başımı gövdemden
ayırmak için ilerledi.
Ama durmadım.
Çünkü bu sefer yalnız değildim.
Benimle birlikte cehennemin içine dalmış, bazı yerleri yanık
gibi gözüken Rir, dişlerini mantikorun omzuna geçirdi ve saldırısını anında
durdurdu.
Onun sayesinde savuruşumu tamamlayabildim.
Zaien pire torbasının yüzüne battı.
Kılıcın, yaratığın kemiklerini kırma ve etini yırtma hissini
algılayabiliyordum. Kan her yere sıçradı. Mantikorun kafası havada uçarken, tam
anlamıyla bir kan banyosunun altındaydık. Bundan da fazla kırmızı sıvı, başsız
kütüğün içinden, boynundan fışkırıyordu.
Ve sonra, bir anlık gecikmenin ardından sonunda yere
yığılmıştı.
Bir daha hareket etmemek üzere.
“Görünüşe göre biz kazandık.”