Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Zaien’deki Değişimler
“Öff... zahmetli.” Pire torbasının cesedini DP’ye çevirirken
homurdanmıştım.
Rir’le az önce tecrübe ettiğimiz şeyi sadece bu şekilde
açıklayabilirdim. Savaş yapmaktan keyif alan kişi ve yaratıklarla uğraşmak hiç
bana göre bir şey değil. Ooofffff Çok yoruldum.
“Cidden dostum... Eğer bu kadar savaşmak istiyorsan, gidip
savaşmayı seven başka birini seçemez misin? Manyak mısın, değil mi Rir?”
Kurt, bana, sessiz ve sitemli bir şekilde bakarak karşılık
vermişti..
“Hadi ama... Bana öyle bakma. Ben savaşmayı sevmiyorum. Ben
katı bir barışçılım ve bunu sen de biliyorsun.”
Kurt bana yine, sessiz ve sitemli bir şekilde bakarak
karşılık vermişti.. Sebebi belliydi. Bana kızgındı, çünkü sevgili dostumuz
sosyopat mantikoru daha da kızdırarak her şeyi daha da zorlaştırmıştım.
“Tamam, tamam, peki. Özür dilerim. Beynime kan sıçramasına
izin vermemeliydim.” dedim. “Gel buraya. Kürkünü tarayayım da barışalım, olur
mu?”
Onu sinirinden uzaklaştırmak için konuyu değiştirdim, sonra
bir iksir aldım ve kürkünün üzerine serptim. Patlama yüzünden kürkünün kızarmış
ve yanmış yerleri, kısa sürede normale dönmüş ve parlaklığını geri kazanmıştı.
Estetik ve benzeri kaygılar tabii ki önceliğimiz değildi.
Daha derin yaralarımızı çoktan iyileştirmişti tabii ki. İyileşmenin
gerçekleştiği o an aklıma gelince yüzüm ekşimişti. Daha önce bu kadar iyi vakit
geçirdiğimi hatırlamıyorum. İçime saplanmış taş mızrakları çıkartmak zaten
yeterince kötüydü. Ama bu, şarapneli çıkarmanın verdiği acınını yanına bile
yaklaşamazdı. Her bir parçayı etimden tek tek oyarak çıkarabilmek için bıçak
kullanmak zorunda kalmıştım. İşlem öyle acı vericiydi ki, aptal mantikora
avazım çıktığı kadar sövüp küfretmiştim. Mantikorların ben ta... Yemin
ediyorum, birini kolaylıkla dövebilecek seviyeye geldiğimde, lanet bir soykırım
yapmak için buraya geri döneceğim. Sikmişim vahşi yaşamı koruma yasasını.
Yasalar İblis Lord’larına işlemez. Kim ne derse desin umurumda değil, o piçleri
kökleri kuruyana kadar avlayacağım.
Bugünkü yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey, iksirler ne
kadar tesirli ve güçlü olursa olsun, kaybedilen kanın geri kazanılması için pek
de bir şey yapmıyorlardı. Rir o kadar yaralanmadığı için, bu konuda bir sorunu
yoktu. Diğer yandan ben, bu önemli sıvıdan o kadar çok kaybetmiştim ki, Rir’in
sırtı kızıla boyanmıştı. Dostum. Başım dönüyor. Geri dönünce enerjimi
yükseltecek bir şeyler yesem iyi olacak. Et gibi. Ya da et. Ya da daha fazla
et. Yaşasın et. Ama şu anda, Rir’in artık kürkü her zamanki kabarık, yumuşak
haline dönen tüylerini sanırım bir yastık olarak kullanacağım.
Kafamda bunları düşünürken evcil hayvanıma yaklaştım ve ona
bir emir verdim.
“Hadi eve dönelim.”
***
Eve döndükten sonra, Lefi’nin asıl taht odasındaki tek kişi
olduğunu gördüm, ki bu, Illuna ve
Shii’nin muhtemelen çimenliklere çıktığı ve hizmetçilerin de bazı ev işlerini
halletmeye gittiği anlamına geliyordu.
“Döndüm.” Odanın köşesindeki çekmecelerden birine doğru
ilerlerken ejder kızı selamlamıştım.
“Döndüğüne memnun oldum. Eve hoş geldin Yuki.” dedi Lefi.
“Kıyafetlerin yırtılmış ve kokunda kül seziyorum.”
“Evet bir sürü şey oldu. Bir mantikor tarafından
kovalandım.” çekmeceden yeni kıyafetler alırken ona cevap verdim. Az önce
giydiğim her şeyi tekmeledim ve çöpe attım. Patlamaya eşlik eden cehennem,
onları bayağı bir eskitmişti. Değiştikten sonra tahta yaklaştım, üzerine
oturdum, bağdaş kurdum, arkama yaslandım ve derin bir nefes aldım. “Ooffff...
Lanet olsun çok yorulmuşum...”
Nedendir bilmem, tahta oturmak bana bir rahatlık hissi
vermişti. Sanki koltuk bir şekilde beni içten dışa ısıtıyor gibiydi. Görünüşe
göre bunu hisseden tek kişi bendim. Zindanın rahatlatıcı etkilerinin
ulaşabildiği tek zindan sakini bendim. İblis Lordu olmamla bir alakası olmalı.
“Mantikorları bayağı iğrenç bulduğumu söylemeliyim. Hem
inatçılıklarını hem de avıyla oynama eğilimlerini sevmiyorum.” dedi Lefi
kaşlarını çatarak. “Ve bir çoğuyla karşılaşmış olmama rağmen, hiç ateş
kullanabilen birine bile rastlamadım.”
“Ah, şey, benim savaştığım mantikor da ateş falan
kullanmıyordu. Böyle yanık yanık gezmemin sebebi, onu zindanın tuzaklarından
biriyle öldürmüş olmamdan kaynaklı. Patlama falan yaratan türden bir tuzaktı ve
yanlışlıkla ben de ona yakalandım. Sadece ben de değildim tabii. Rir de
yakalandı. Tüylerini kızartmıştı falan. Lyuu’nun bir ara yaktığı spagettiyi
hatırlıyor musun? Nasıl kıvır kıvır ve yanıktı?”
“Hatırlıyorum. Epey ilginç bir olaydı.”diye kıkırdadı Lefi.
“Aynen, Rir’in kürkü de aynen ona benziyordu.”
“Ne yazık.” Ejderha, tekrar gülmüştü.
Zaien’i envanterimden çıkarırken ben de kıs kıs gülmüştüm.
Son karşılaşmamız kılıca bayağı bir eziyet olduğundan, zarar
görüp görmediğini kontrol etmek için dikkatlice onu inceleyecektim. Eğer
yamulmuş ya da bir yeri kırılmışsa, başka nasıl tamir edeceğimden tam olarak
emin olmadığım için, muhtemelen onu bir insan demirciye götürmem gerekecekti.
“Hım...” dikkatlice kılıca baktarken, şaşkınlıktan kafamı
yana çevirmiştim. “Sende bir şeyler biraz farklı görünüyor.”
Kusursuz ağız kısmını süsleyen kırmızı renk, daha da
koyulaşmıştı. Ve nedense, hasar almanın tam tersi bir izlenim alıyordum
aslında. Zaien her zamankinden daha keskin gibi gözüküyordu. Belki de gidip bir
şeyler kesip onu denemeliyim. Hayal gördüğümü falan hiç sanmıyorum.
“Gerçekten mi?” Kılıç, iradesini sapından bana doğru aktarak
cevap verdi.
…
Bir dakika.
“Seni her zaman bu kadar kolay duyabiliyor muydum...?” Diye
sordum. Daha önce kılıcın bana belli belirsiz duygular dışında bir şey
hissettirmediğine yemin edebilirdim. Zaman zaman mutlu, sinirli ya da gücenmiş
bile hissettiğini hatırlıyordum ama hepsi buydu. Ancak bu, artık bir problem
değildi. Konuşamıyor olsa bile, Rir ya da Shii’nin yapışkan halinde
söylediklerini anladığım kadar onu anlayabildiğimi hissetmiştim. Düşüncelerini
kelimeler kullanmadan ama ona benzer bir şekilde bana iletiyordu.
“Sanırım öyle...” dedi kılıç. Ahh... Böyle cevap verirsen bu
tamamen hayır anlamına gelir ama.
Şöyle bir düşününce, Zaien’in stat sayfasının
büyüyebilmesiyle ilgili bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. Sanırım demek
istediği şey buydu. Evet şey, beklediğim şey tam olarak bu değildi.
“Yuki...” Lefi bana şüpheli gözlerle baktı. “Silahının
bilinç sahibi olduğunun farkındayım. Ama onunla, sadece tek başına kaldığın
zamanlar konuşman gerektiğini söylemek durumundayım. Sanırım bu, çoğu kişi
tarafından deliliğin kanıtı olarak görülüyor.”
“Evet, doğru. İyi bir noktaya değindin.” dedim. “Bunu
aklımda tutacağım.”
Envanter kutumu açtım ve Zaien’i geri koymak istedim, ama
kılıç hemen şikayet etmeye başladı.
“Seninle kalmama izin ver... biraz daha.” dedi. Düşünceleri
sanki bir yalnızlık çığlığına benziyordu.
“K-kısa süre sonra seni tekrar kullanacağım, tamam mı?”
“Peki...” nedense, kılıcın düşünceleri bana, yıkıcı bir
yalnızlığa dayanmak için elinden geleni yapan bir çocuk hissiyatı vermişti.
“...”
Neredeyse onun dilediğini yerine getirecektim ama, kılıcın
açıkta durması güvenlik açısından pek de sağlıklı olmayabilirdi. Ona bir kın
bile yapmamıştım.
“Sorun yok. Sen benim ana silahımsın. Yakın zamanda seni
tekrar kullanacağıma söz veriyorum, o yüzden üzülme, tamam mı?” Şimdilik onu
kenara kaldırmam gerektiğine karar verince, kılıcı sakinleştirmeye çalıştım.
“Sonra görüşürüz...” dedi Zaien.
Kılıcı envanterime koyduktan sonra bir oh çektim. Beni
yanlış anlamayın. Kendi yaptığım kılıcın bu kadar gelişmiş olmasından mutluyum.
Ama... nasıl desem... Dostum, bu gerçekten zor. Şu an kendimi çok suçlu
hissediyorum....