Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yan Hikaye: Hatıralar
Tam olarak ne zaman benlik kazandığını bilmiyordu. Dürtüye
benzeyen hiçbir şeyi de hatırlamıyordu. Bildiği tek şey, bir gün benlik
algısıyla uyandığıydı. Bilinci öylece var olmaya başlamıştı ve çevresini
algılayabilme yeteneği kazanmıştı.
Bir yanı, doğumundan ışığı görememesinden kaynaklanıyordu.
İlk hissettiği şey, bir öfke ve kin fırtınasıydı. Zihni, şiddeti, yıkıcı
duyguları betimleyen çığlıklarla dolmuştu. Öyle gürültülü, öyle dehşetliydi ki,
onu çıldırtmaya çalışıyorlarmış gibi hissetmişti.
Şiddet akıntısından ona saldıran her bir ses, kin, nefret ve
tarif edilemeyecek kadar korkunç bir gazapla doluydu. Kötücül çığlıklar, yeni
oluşmuş iradesini ezip yutmakla tehdit ediyorlardı.
Sesini yükseltmeye çalıştı ve çılgınlığa karşı koymak
istedi, ama bulanık duygu akıntısı çok güçlüydü. Çok geçmeden, ona yenik
düşmüştü.
Akıntı onu yutmuştu.
Yardım aramanın bir işe yaramayacağını biliyordu. Çığlıklar,
daha önce hiç olmadığı kadar yüksek haykırdı. Umutsuz yardım ricaları bir yana,
kimse sesini bile duymuyordu.
Direnmeye imkanı yoktu.
Yardım eden olmadığı sürece, o da çığlık denizinin dibine
batacaktı. Bilinci, bir şer tabakasının altına gizlenmişti.
Efendisi olarak bildiği, onu kullanan kişi, zihninin içinde
yankılanan şiddetli çığlıkları duymuştu. Ama ona, bu öfke akıntısından
kurtuluşu bahşetmek yerine, tam tersini yapmıştı. Bunu keyifle kabul etmişti.
Doğduğu kılıcı daha çok nefretle, şiddetle ve umutsuzlukla kullandı--zaten
dibinde yatan durdurulamayan kasveti daha da yoğunlaştıran duygular.
Tuzağa düşmüştü. Büyüyen girdaptan kaçamıyordu. Bir anlık
bir avuntu hissini bile tadamamıştı.
Negatiflik, hatırlayabildiği kadar uzun süredir onu yemişti.
O ve çamurlu akıntının birleşmeye başladığı ana kadar.
Duyguları erimeye başlamış ve akıntıdan kaynaklanan hisleri
yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı.
***
Doğuşundan bu güne ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu.
Bilemezdi de. İradesi, zihninin derinliklerinde esip gürleyen kötücül fırtına
tarafından özümsenmişti ve benliği, bir gün aniden beliren benlik algısı,
yıkımın eşiğine ulaşmıştı.
Bildiği tek şey, bir kez daha el değiştirdiği, efendisinin
bilmem kaçıncı kez değişmiş olduğuydu. Ama bunun bir anlamı yoktu. Hiçbir şey
değişmeyecekti. Hiçbir şey farklı olmayacaktı. İçindeki çamurlu akıntı, yakıp
yıkmaya ve önüne gelen her şeyi tüketmeye devam edecekti.
Çünkü hep böyle olmuştu...
Girdabın efendisinin iradesini yutacağını ve zihninde
yankılanan şiddetli çığlıklardan biri haline getireceğini, efendisinin
bilincini kısa süre içinde çalacağını biliyordu.
Çünkü bu her zaman olan şeydi.
Tekrar tekrar, onu kullananlar fesatlığa düşüyordu. Sebep
oldukları çığlıklardan her zaman zevk alıyorlar ve yavaş yavaş, salt
hayvanlara, kurtuluştan uzak psikopatik canavarlara bozularak dönüşüyorlardı.
Sonra ölürlerdi. Ve bozulmuş zihinleri, girdaba karışırdı.
Bu kurala uymayan bazı istisnalar olmuştu.
Zihninde başından beri delilik bulunan kullanıcıların
beyinleri, içindeki keder ve umutsuzluk tarafından yıkanamamıştı. Ama durum ne
olursa olsun, koşullardan bağımsız bir şekilde, kullanıcıları tek bir ortak
özellik taşıyorlardı. Hiçbir efendisi iyi biri değildi.
Kimisi kendi gücünden zehirlenmiş, kendi kudretlerinden
sarhoş olmuştu. Daha fazla güç elde etme için onu isteyen olan aptallardı.
Diğerleri kan arzuluyor ve sadece onun akışını görmek
istiyorlardı. Ve aradıkları şey de, nerede olursa olsun bir çatışmaydı...
Hiçbir efendisi iyi biri değildi.
İşte bu yüzden, yeni efendisinin de farklı olmayacağını farz
etmişti.
Ve işte bu yüzden gözlerini hep yavaş yavaş kapamaya
çalışıyordu. Zihninin hiçbir zaman gerçekten itaat etmediği umutsuzluğa teslim
olmak istiyordu. Böylece bir daha hasla acı çekmeyecekti.
Ama sonra bir değişim meydana geldi. Son efendisi, önceki
kullanıcıların sahip olamadığı bir eğilimi olduğunu göstermişti. Zihnini
karartan çamurlu duygular tarafından yutulmamıştı. Ve o, girdabı boyun
eğdirmeye yetecek kadar büyük bir güce sahipti.
Hareketlerinin eşi benzeri görülmemişti.
Onun önündeki herkes seslere dönüşüyorlardı. Zihinleri
akıntıya karışıyor ve çıldırana kadar bozuluyorlardı. Ve sonra kaçınılmaz
sonlarıyla karşılaşıyorlardı.
Ama o şahsen yutulmuş olsa bile, yeni efendisi
etkilenmemişti.
Derinlerindeki öfke ve kinin bu kadar kolay bir şekilde
tutulabiliyor olduğunu görünce, hayatında ilk defa pozitif bir duygu
hissetmişti.
Bir tatmin duygusunun izleri.
O gün, asla unutmayacağı sözler söylemişti.
“Artık benimsiniz. Hepiniz. Diğer eşyalarımdan farklı
değilsiniz, o yüzden öyle davranın. Çenenizi kapayın ve sizi kullanmama izin
verin. Bunu yaparsanız sizi yeniden canlandırıp hepinizi boktan üzüntünüzden
kurtaracağım.”
Sözleri, sonsuza dek kalbine kazınmıştı.
***
Yeni kazandığı form sonucunda ilk tecrübe ettiği his kafa
karışıklığı olmuştu, hemen ardından bastırılamayan neşenin takip ettiği bir
kafa karışıklığı. Hissettiği keyif öyle güçlüydü ki, duygu, varlığının her bir
yapı taşında yankılanıyordu. Ve tüm bu mutluluğu tek bir olayın sonucunda
ortaya çıkmıştı: acı çekmesine neden olan akıntının, karşı koymakta zorlandığı
dayanılmaz kötülüğün kaybolması.
Tüm sesler kaybolmuştu. Formu değişince onlar da
kaybolmuştu. Böylece, sonunda serbest kaldılar ve öteki dünyaya olan
yolculuklarına çıktılar.
Ait oldukları yere.
Ya da en azından öyle olduğunu tahmin etmişti.
Efendisinin içine akıttığı güç öyle kudretli ve sıcaktı ki,
cennete gitmiş ve sıcaklığıyla sarmalanmış gibi hissediyordu. Sanki güçlü bir
rahatlık ve güvenlik hissiyle kuşatılmış gibi hissediyordu.
Bir kerecik bile olsa, bir silah olarak kullanılmayı
umursamayacakmış gibi hissediyordu. Yeni efendisinin elinde, artık görevini ve
varoluş nedenini reddetmek zorunda kalmayacaktı. Artık kendinden nefret etmek
zorunda değildi. Artık kendi varlığına ağlamayacaktı.
Bunları düşündükçe öyle mutlu olmuştu ki, neşe içinde
titremişti.
***
Bir gün, aklına bir fikir geldi. Efendisi acayip birisiydi.
Her ne kadar diğerlerinin hayatlarını almak için kullanılan
bir araçtan başka bir şey olmasa da, efendisi hala ona, normalde sadece yaşayan
şeylere davranılacak şekilde, haysiyetle yaklaşıyordu. Onunla konuşuyor ve ona
her zaman özenle bakıyordu.
Ve bu sadece bir başlangıçtı. Efendisinin yaptığı en önemli,
onu en çok mutlu eden şey, formu değiştikten kısa süre sonra yaptığı bir şeydi.
Ona bir isim vermişti.
Ona aldığı ilk şeyi vermişti, başkalarından çalmadığı ilk
şeydi bu.
Bunu fark edince kalbi asla kaybolmayacağını bildiği bir
neşeyle dolmuştu.
Ondan öncekilerin aksine, efendisi sadece kendini korumak
için onu savuruyordu. Ve böylece, şuna karar verdi. Efendisinin istekleri, onun
istekleriydi. Ve tamamlanana kadar görevlerini yapacaktı. Efendisinin
isteklerini gerçekleştirmek onu öyle güçlü bir keyifle dolduruyordu ki,
neredeyse tabiatı gereği şehvet duygusu gibiydi.
Efendisiyle tanışması, ona bir sürü yeni tecrübe etmesini
sağlamıştı. Ve duygular.
Umut.
Neşe.
Rahatlık.
Ve anlayamadığı, ona acı getiren ve karşılığında neşe veren,
güçlü bir duygu. Efendisinin elinden ayrıldığında yalnızlık hissetmesine sebep
olan bir duygu. Ve buna rağmen, yalnız bırakılmaktan dolayı korku hissetse
bile, efendisinin onu kullanacağı zamanlar arasındaki boşlukları dolduran
yalnızlık hissine bile minnettarlık duyuyordu.
“Sende bir şeyler biraz farklı görünüyor.”
“Gerçekten mi?” diye yanıtladı.
“Seni her zaman bu kadar kolay duyabiliyor muydum...?”
“Sanırım...”
Belirgin bir farklılık hissetmiyordu. Düşüncelerinin daha
açık olduğunu söyleyebilirdi, ama temel olarak baktığında, yeni formuna
kavuştuğundan bugüne bir kere bile değişmemişti.
Efendim. Seni koruyacağım. Sahip olduğum her şeyle. Diye
düşündü.
Bu zamana kadar bir sürü kişinin ölümüne sebep olmak için
kullanılmıştı. Bu yüzden, taşıdığı tek arzusunun çok fazla olabileceğini
biliyordu. Ama yine de elinde olmadan dileğinin kabul edileceğini ümit
ediyordu.
Çünkü tek istediği, sonsuza kadar efendisinin yanında
kalmaktı.