Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Küçük Kızın Bir Günü - Kısım 1
“Dün gece gözüme uyku girmedi ve hepsi senin suçun!” diye
bağırdı Lefi. “Sana inanamıyorum! Uyuduktan sonra bile kanatlarımı okşamaya
devam ettin!”
“Ne diyebilirim ki, öyle güzeller ki kendimi
durduramamışım.” dedi Yuki. “Bunu bir iltifat olarak algılamalısın. Demek ki
kanatların o kadar iyi hissettiriyor.”
“S-sanırım.” dedi Lefi kızararak. “Bir dakika...! O tuzağa
düşmeyeceğim!”
“Yuki! Lefi!” Illuna ikilinin dikkatini çekmek için
bağırmıştı, ama tartışmaya öyle kaptırmışlardı ki onu fark etmemişlerdi.
“Hmm... beni duymuyorlar.”
Küçük kız suratını asıp üvey kardeşlerinden birine döndü.
“Leila! Dışarıya, oyun oynamaya çıkıyorum!”
“Ben de!” dedi Shii.
“Hadi Enne, gidip biraz eğlenelim!” dedi Illuna.
“Tamam. Geliyorum.” dedi Enne.
“Dışarıda iyi eğlenceler.” dedi Leila. Üçünün mutlu bir
şekilde dışarı doğru koşturmasını gören boynuzlu iblisin yüzünde her zamanki
gülümsemesi oluşmuştu. “Dikkatli olun ve düzlüklerin ötesine gitmeyin, tamam
mı?”
“Tamam!” kapıdan dışarı çıkan kızlardan ikisi sesli şekilde
cevap verirken üçüncüsü hafifçe başını salladı.
***
“Vay be...” her zamanki ifadesiz hali olsa da kaleye bakan
Enne’in yüzü neredeyse bir merak hissi uyanmış gibi gözüküyordu.
Çevresindekilerin arasından göze çarpan kale, sadece heybetli olarak tasvir
edilebilirdi.
Yeni kızın davranış şekli, gurura çalan bir tonda konuşmaya
başlamadan önce, Illuna’nın kıkırdamasına sebep olmuştu. “Yuki’nin kalesi
cidden havalı, değil mi?”
Bugünkü gezintinin amacı, Enne’e kalenin etrafını
göstermekti. Ve bu yüzden de ilk durakları, her şeyi bir bakışta
görebilecekleri düzlükler olmuştu. Enne sık sık Yuki’yle dışarı çıkıyordu ama
her zaman sadece bir silah halinde bulunuyordu ve kını da olmadığından, bu
zamana kadar etrafa iyice bakamadan Yuki’nin envanterine tıkılıp kalmıştı.
Zindanın içinin nasıl göründüğünü de çok az biliyordu.
Yakın zamanda bir kına sahip olduğundan, artık taşıma
sırasında Yuki’nin eşya kutusunun içinde kalmasına gerek yoktu, ama hala öyle
taşındığı için gezmek için hiç şansı olmamıştı.
Ama şimdi, bir vücudu vardı. Nereye isterse oraya
gidebilirdi. Yuki’nin, yeni kıza etrafı göstermesi için Illuna’dan yardım
istemesinin sebebi de buydu. Illuna hemen kabul etmişti. Ona göre o herkesin ablasıydı
ve ona verilmiş görevleri işinin sadece bir parçası olduğunu düşünüyordu. Yuki
vampir kıza bugün dışarıya gitmeyi planlamadığını söylediği için, Illuna bu fırsatı
kullanarak sonunda ona verilen görevi yerine getirmeye karar vermişti.
Vampir kız yanına baktığında Enne’in manzaradan büyülenmiş
olduğunu gördü. Etkileyici kalenin tepesini görmek için Illuna’nın başını
olabildiğince geriye atması gerekiyordu. Yukarı bakınca, kalenin hepsini yapan
kişiyi, abisini düşünmüştü. O harikaydı. Kale bir peri masalından çıkmış gibi görünüyordu
ve buna rağmen o, kaleyi gözlerinin önünde, çabucak yapmıştı.
Ve ona yardım eden ablası da aynı şekilde harikaydı. Üçünün
içinde Lefi, Illuna’nın en bağlandığı kişiydi. Genç olmasına ve ikisini de
sevmesine rağmen, Illuna bile onların normal denebilecek seviyede olmadıklarını
kolaylıkla söyleyebilirdi. Diğer kişilerden farklılardı. İkisi de biraz
garipti. Ve garip olsalar da, aynı şekilde gariplerdi. Her zaman birbirlerine
çok benzediklerini düşünmüştü.
Garip olaylardan biri, aslında tam da bu sabah
gerçekleşmişti. Yuki ve Lefi aynı yatakta yatmış ve çok geç uyumuşlardı. Öyle
iyi anlaşıyorlardı ki, Illuna onlara çocuksu bir kıskançlıkla bakmak zorunda
kalmıştı. Onlara katılabilmek istemişti. Gerçi, nedendir bilinmez,
uyandıklarında kavga etmeye başlamışlardı. Bu olay Illuna’yı, neden o ikisinin,
ebeveynleri gibi mutlu mutlu gülümseyerek aynı yatağı paylaşamadığını
düşündürmüştü. Ebeveynlerinin her sabah uyandıklarında birbirlerinin gözlerinin
içine baktığını hatırlıyordu, bu yüzden kafası çok karışıyordu.
Bunu, hem zeki ama kaygısız ablası Leila’ya, hem de kafası
dağınık, nazik ve eğlenceli ablası Lyuu’ya sormuştu ama ikisi de anlayabildiği
cevaplar vermemişti.
Leila’nın tepkisi, “ikisi gayet iyi anlaşıyor, sadece kendi
tarzları var.” derken Lyuu ise,” çünkü sevginin binbir türlü hali vardır.”
olmuştu.
Illuna, bunların anlamlarını uzun uzun düşünmüştü, ama pek
anlayamamıştı. Yine de en azından Yuki ve Lefi’nin, birbirlerinin yanındayken
davranışlarına bakarak, az çok anlaştıklarını söyleyebildiği için kafa
karışıklığını kafasına takmayıp her şeyi olduğu gibi kabul etti.
“Bak! Şurada!” Illuna gibi, Enne’in yanında duran Shii,
birden arkasını döndü. “Bunlar Rei, Rui ve Lowe!”
Vampir, yapışkanın başını izledi ve bakışlarını üç yarı
saydam arkadaşına çevirdi. Ondan biraz daha küçüklerdi ve yürümek yerine
etrafta süzülüyorlardı. Shii gibi, onlar da Yuki’nin gizemli güçleri sayesinde
doğmuşlardı. Yuki’ye göre, onlar heyulalardı.
Aslında Illuna onları ilk gördüğünde çok korkmuştu. Onların
hayalet olduğunu sanmış ve paniklemişti. Ama aslında üçünün gerçekten nazik ve
takılması eğlenceli olduğunu görmüştü, bu yüzden onlara duyduğu hoşnutsuzluk
kısa sürede kaybolmuştu. Her zaman birlikte oynarlardı. Ve her ne kadar iyi
arkadaş olsalar da Illuna onların yanında dikkati elden bırakmaması gerektiğini
biliyordu. Üç kız da eşek şakalarına bayıldığı için, sık sık Illuna ve Shii’yi
gafil avlayıp korkutmaya çalışıyordu. Bu olayların çoğu, kısa sürede
ebelemeceye dönüşüyordu. Heyula kızlar şakalarının ardından kaçmaya başlıyor ve
Illuna ve Shii de onları kovalıyordu.
Kız kardeş oldukları için, üç hayalet kız birbirine bayağı
benziyordu, ama kişilikleri birbirinden çok farklı olduğu için yine de
kolaylıkla ayırt edilebiliyordu.
En yaşlıları olan Rei, bir ablanın davranması gerektiği gibi
davranıyordu. Akıllıydı ve genellikle her şeyi kafasında çözerdi. Gerekli
olduğu zaman iki küçük kardeşi arasında arabuluculuk yapardı. Ancak eşek
şakasını seviyordu ve sık sık karmaşık şakalar hazırladığı için, bu şakalara
yardım etmeleri için kız kardeşlerini ikna ediyordu.
Rui, ortanca kız kardeş, daha inatçı bir doğaya sahipti.
Aralarındaki en gururlu ve en dürüst olandı. Kardeşlerinin hileli oyunları onu
sık sık panikletirdi.
Ve bir de aralarında en küçük olan Lowe vardı. Enne gibi,
onun da sessiz ve kendi halinde bir havası vardı. Ama aynı zamanda aralarındaki
en yaramaz olanı da oydu. Yaptığı şakalar diğer iki heyulanın şaşkınlıktan dona
kalmasına sebep oluyordu.
Illuna ne üçünün tamamen farklı kişiliklere sahip olmasını
garip bulmuştu, ne de neden kardeş olduklarını ve aynı anda çağrılmış olsalar
da neden kimin en büyük olduğuna neden belirttiklerini sorgulamıştı. Ama abisi,
bu soruları bayağı kafa karıştırıcı bulmuştu. Bu tarz sorular geceleri
uykularını kaçıran türden sorulardı.
“Enne, bunlar Rei, Rui ve Lowe! Heyula kızlar, bu Enne! Hadi
hep beraber iyi geçinelim!” dedi Illuna.
Üç hayalet canavarın hiç biri konuşamıyordu ama aralarına
yeni katılan kızın etrafında süzülürken yüzlerinde bulunan sıcak ve mutlu
gülümsemelerden ne demek istedikleri anlaşılabiliyordu.
“Tanıştığımıza memnun oldum.” dedi Enne. Sıcak bir şekilde
karşılandığını anlamış gibiydi. İfadesinde bir değişim olmamıştı ama yine de
mutlu görünüyor gibiydi.
“Biz de tam Enne’e kaleyi gezdiriyorduk! Bize katılmak ister
misiniz? Diye sordu Illuna.
Her ne kadar vampir kız kalenin içini çok fazla gezmiş olsa
da, içeriyi heyula kızlar kadar bildiğinden şüpheliydi. Illuna’nın aksine
onlar, asıl taht odasında yaşamıyorlardı. Bütün kale onların eviydi. Illuna
şablonu ezberlememiş değildi. Sorun, Illuna’nın hatırladığı şablonun eski
olmasından kaynaklanıyordu.
Çok sevdiği abisi, neredeyse her gün kaleyi yeniliyordu.
Duvarlar aniden koridorlara dönüşüyordu. Birden yeni odalar peydah oluveriyor
ve bazen tamamen yeni binalar bile bulabiliyordu. Değişen sadece iç kısımlar da
değildi. Düz avlular güzel bahçelere dönüşüyordu. Önceden hiçbir şey olmayan
yerlerde küçük çiçek bahçeleri ve göletler ortaya çıkıyordu. Yön bulmak için
kullandığı şeyler güvenilmezdi ve sürekli değişime uğruyordu. Kale tam bir
labirent gibiydi. Zindanı temizlemeye gelenler değişiklikleri zahmetli
bulacakken, kızlar için bu değişiklikler, işleri kızıştırmak ve daha eğlenceli
hale getirmek için faydalıydı.
Üç heyula Illuna’nın sorusuna havada fırıl fırıl dönerek
karşılık verdi. Kesinlikle katılıyorlardı.
Buna karar verildikten sonra, kız kardeşler de gruba
katıldılar ve arkadaşlarına kaleyi gezdirmeye başladılar. Ancak asıl
görevlerini unutmaları çok sürmemişti. Aralarındaki en küçük olan kısa süre
sonra sırıtmaya başlamıştı.
Illuna, Lowe’nin yüzündeki değişimi fark eder etmez harekete
geçmişti. Heyula birden arkasına döndü ve yüzünü ve ellerini kılıç kızın
vücudunun içinden geçirerek şakasına başladı. Kızın suratına “Böö!” diye
bağıran bir ifadeyle baktı.
Bir çift tepki gelmişti; bir çığlık ve monoton bir şaşkınlık
sesi. Çığlık, bir şeyler olacağını bilse de, yine de hazırlıksız yakalanmış
Illuna’dan gelmişti. Şaşkınlık sesi, karnından çıkan vücutsuz başı korkutucudan
çok ilginç bulan Enne’den gelmişti.
Her ne kadar şaka istenen hedefi korkutmamış olsa da Lowe
buna aldırış etmemişti. Kalenin en uzun koridorlarından birinin içinde
süzülmeden önce, Enne’in vücudu boyunca içinden geçmişti. Yüzünde mutlu bir
gülümseme vardı. Eğlendiği çok belliydi.
Heyulanın neden kaçtığını sorabilirsiniz? Bu sorunun cevabı
çok basitti; çünkü kovalanacağını biliyordu.
“Öööf, bu beni korkuttu!” Lowe ve her nedense küçük
kardeşlerinin yanına çekilen diğer kardeşlerinin arkasından koşan Illuna
bağırmıştı. “Bekleyin! Geri gelin!”
Heyulaların vücutları hayalet gibiydi. Kovalansalar bile
gerçekten yakalanmazlardı, ama iki taraf da bunu umursamıyordu. Umurlarındaki
tek şey ne de olsa eğlenmekti.
“Onları biz de kovalamalıyız Enne!” Henüz koşmaya başlamamış
Shii, olayların ilerleyişini sessiz bir şekilde izleyen kıza konuşup, onu
ebelemeceye davet etmişti.
“Nasıl...?” Enne başını bir yana eğmişti.
“Yapman gereken tek şey arkalarından koşmak! Gerçekten çok
eğlenceli olacak!”
“Tamam.”
İkisi bacaklarını harekete geçirdi ve diğer dört kızı
kalenin derinliklerine doğru kovalamaya başladılar. Ve bunu yaparak, asıl
amaçları olan Enne’e etrafı gösterme görevini unutmuş, bunun yerine tamamen
ebelemece oynamaya başlamışlardı.