Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Bir Başka Küçük Kızın Bir Günü
“Pekala kızlar, öğle yemeği zamanı!” Tanıdık bir sesin onu
çağırdığını duyan Enne, saklandığı uzun çimenlerin arasından dışarı çıktı. “Hey
Enne. Diğer herkes nerede?”
Avluda kendi halinde duran kapılardan biri açılmıştı. Doğal
olarak Enne, kapının öteki tarafında daha çok avlu görmeyi bekliyordu. Ama
bunun yerine gizemli kapı, herkesin yaşadığı odayı göstermişti. İçeriden,
kendisiyle aynı saç rengini taşıyan bir adam, tüm kalbiyle hayran olduğu
efendisi, sonsuza kadar yanında kalmak istediği kişi çıkmıştı.
“Saklambaç oynuyoruz.” dedi Enne.
“Sanırım bu neden herkesin kayıp olduğunu açıklıyor.” dedi.
“Ne kadar uzağa gidebiliyorsunuz? Sadece avlu mu?”
“Hıhı.”
Her ne kadar kılıcın efendisi küçük bir alan gibi bahsetmiş
olsa da, avlu pek de ufak sayılmazdı. Avluya çok emek harcamıştı ve saklambaç
oynayabilmek için biraz fazla büyük gibi görünüyordu. Ama kızlar enerjiyle
dolup taştıkları için, bunu bir sorun olarak görmemişlerdi.
Şu anki oyun seansının kuralları, olabildiğince adil
hazırlanmıştı. Efendisinin onlara verdiği oyuncak bebekleri kontrol eden
heyulalar, bu sayede ağaçların ya da duvarların içine saklanamayacaktı. Ve
özellikle avluyu seçmiş olmalarının sebebi de Enne’in, hareket mesafesini en
yükseğe çıkarmak için yakında bir banka konmuş asıl halinden yüz metre öteye
gidememesiydi. Enne’in kendisi kafasına takmamış olsa da diğer çocuklar bunu
büyük bir mesele olduğunu düşünmüş ve isteklerinin karşılanması için yerini
değiştirmişlerdi.
“Bu kulağa gerçekten eğlenceli geliyor.” dedi efendisi
gülümseyerek.
Bunu görür görmez Enne’in yüreği sıcaklıkla dolmuştu.
“Peki, ne diyorsun? Herkesle arkadaş olabilecek misin?” diye
sordu.
“Hıhı.” Enne başını salladı. “Herkes gerçekten çok nazik.”
Enne sessizdi. Hala pek konuşmuyordu. Ve buna rağmen diğer
kızlar onu çabucak kabul etmiş ve kendi oyunlarına dahil etmişlerdi.
Diğerlerinin onunla çok ilgili olması onu biraz utandırıyordu, ama yine de
mutluydu.
“Bunu duymak güzel.” dedi efendisi.
Diğerleriyle iyi geçindiğini duyunca mutlu olan efendisi,
kocaman, pürüzlü ve sıcak elleriyle başını okşamaya başladı. Bu his onu öyle
rahatlatmıştı ki, Enne, farkında olmadan kendi ellerini onunkinin üzerine
koymuştu. Hatta okşamaya devam ettiğinden emin olmak için elini başına doğru
bastırmaya bile çalıştı.
Ama sonra ne yaptığını fark etti. Hemen paniğe kapıldı ve
ellerini çekerken neden böyle yaptığını sorguladı. Kafası karışmıştı. Ne
yapacağını bilemedi. Afalladı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
Davranışlarının saygısızca olabileceğini ve efendisini mutsuz edebileceğini
düşündü. Enne hala yeni formuna alışamamıştı. İlgisini en iyi nasıl göstermesi
gerektiğini bilmiyordu.
Ama Yuki bunu kafasına takmamıştı. Hatta, ifadesiz kızın
paniğini, başını okşamaya devam ederken kıkırdadığı için, nispeten eğlenceli
bile bulmuş gibiydi. Yüzündeki gülümseme, yaptıklarının onu rahatsız etmediğini
Enne’e düşündürmüştü. Bunu fark eden Enne, gerginlik halinden kurtuldu ve ne yapacağını
bilemezken etrafta salladığı kollarını indirdi. Sakinleşti ve aynı bir ev
kedisi gibi başının okşanmasına izin verdi.
Yüzünün kızardığını biliyordu, ama, asla nahoş diyemeyeceği
efendisinin dokunuşunun sessizce tadını çıkartmaya devam ediyordu. Çok geçmeden
arkasından gelen bir ses duydu.
“İşte buradasın Enne! Sonunda seni buldum!” diye bağırdı
Illuna, zafer edasıyla. “Ah, merhaba Yuki.”
Yanında Shii ve heyulalar tarafından ele geçirilmiş üç
oyuncak bebek de vardı, ki bu Enne’in grubun içinde son bulunan kişi olduğunu
gösteriyordu. Üç heyula efendilerini görür görmez, etrafında mutlu bir şekilde
uçuştu ve onu ortalarına aldı.
“Siz kızlar gerçekten enerji dolusunuz.” diye güldü.
Sonra etrafında süzülen üçlüyle oynamak için elini Enne’in
başından çekti.
“Oh...” kılıcın ağzından üzgün bir ses çıktı. Bunun ağzından
çıkacağının farkına varmadığı için kendini zamanında durdurmayı başaramamıştı.
Enne, ağzını kapatabilmek için hemen ellerini kaldırdı, ama bunun için çok
geçti. Birden çıkan ses efendisinin ve etrafında süzülen üç heyulanın birden
ona bakmasına sebep oldu.
Rei, Rui ve Lowe birbirlerine baktılar ve gizli bir
anlaşmayla başlarını salladılar. Sonra birden Enne’in arkasına uçtular ve ele
geçirdikleri oyuncak bebekleri kullanarak onu efendisine doğru ittiler.
Bir şeyler demeye çalıştı ama ağzından sadece anlaşılamayan,
panik kekelemeleri çıkmıştı.
Efendisi, Enne’in isteği dışında kendine getirilmesini
izlerken sırıtmıştı. Yeterince yaklaşınca, bir koluyla bacağını sardı ve onu
havaya kaldırdı.
“Efendi...”
Bir süre panikledikten sonra sonunda kekeleyerek bir kelime
çıkarabilmişti, ama o buna aldırmamıştı.
““Pekala çocuklar, öğle yemeği zamanı. Yemeğinizi yedikten
sonra istediğiniz kadar oynayabilirsiniz.” dedi. “Rei, Rui ve Lowe siz de bizimle
gelebilirsiniz. Yemek falan yiyemediğinizi biliyorum, ama etrafta bizimle
takılırsanız daha eğlenceli olur, değil mi?”
Üç oyuncak bebek, başlarıyla onayladı. Aynı şekilde Illuna
ve Shii de öğle yemeğine gitme niyetlerini sesle dile getirmişlerdi.
Kız formu ellerinde olan Yuki, Enne’in gerçek vücudunu diğer
eliyle aldı ve asıl taht odasına açılan kapıya doğru ilerledi.
“Aferin sana Enne!” Efendisinin yanında yürüyen Illuna,
kafasını kaldırıp Enne’e baktı, kıkırdadı ve kocaman gülümsedi.
“Hıhı...”
Kılıç kız nedenini tam olarak bilmese de, şu halde
görünmekten çok fazla utandığını hissetmişti, bu yüzden Illuna’nın sözlerini
başıyla onayladıktan sonra efendisinin omzuna yüzünü gömmüştü.