Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Gurur - Kısım 1
Aptal ejderhanın saldırılarından kaçınmak için uçtum,
zıpladım, yuvarlandım ve süründüm... Her savuşturmayı, toprak ufalanması ve
kaya parçalanması takip ediyordu. Her yıkım, dallamanın saldırılarının ardından
gerçekleşiyordu. Her bir vuruş, bir şekilde arazinin şeklini değiştiriyordu.
Boşa harcayacak bir an bile yoktu. Saldırılar birbirini kovalıyordu;
dinlenecek ya da nefes alacak zaman yoktu. Vuruşları öyle seriydi ki, gözlerimi
bile kırpamıyordum. Ama takip edebiliyordum. Bokların efendisi, despot unvanının
ima ettiği şeyin yakınına bile gelemezdi. Hareketleri basit, doğrudan ve
okuması kolaydı. Kas beyinli aptalın sahte saldırı yapmaktan haberi bile yok
gibiydi. Becerisinin olmamasının sebebi, aşırı şişmiş statlarıydı. Muhtemelen,
bu zamana kadar savaştığı her şeyden çok daha güçlü olduğu için, yeni bir
yöntem üretmeye, yeni bir dövüş stili geliştirmeye gerek duymamıştı.
Dayanabiliyor olmamın sebebi, bir iblis lordu olmam ve unvanıma
denk özelliklere sahip olmamdı. Bunu zaten düzinelerce kez söylemiş olduğumu
biliyorum, ama lanet olsun, gözlerim bir şeyleri takip etmede iyiydi.
Muhtemelen sebebi, Büyülü Göz yeteneğimdi. Lanet olsun, beni hayatta tutan tek
şey oydu. Onu güç bela da olsa takip edebilmemi sağlıyordu. Şey, aslında despot
unvanının da bunda rol oynadığına bahse girebilirim. Muhtemelen Hüküm Veren unvanımı
harekete geçiriyor ve statlarımı yükseltiyordu.
İşler şu an benim için nasıl gidiyor olursa olsun, dikkatimi
kaybetmeyi göze alamazdım. Dikkat vermeyi bıraktığım anda sağa sola saçılmış
bir kıyma topağı haline reenkarne olurdum.
“O gururlu tavırların nereye gitti böcek?”
Bok kafalı, benimle dalga geçerken hırıldayınca, sonraki
savuruşu elimden geldiğince güçle yaptım ve kendime, Zaien’i koluna savuracak
kadar boşluk yaratabildim. Kılıç hedefe isabet etmişti ve her ne kadar pullarla
karşılaşmış olsa da iz bırakmayı başarmıştı. Zaien için fazla sert olan
Lefi’nin pullarının aksine, aptal kara ejderhanınkiler sert değildi. Doğal
zırhının ince kısmından kolaylıkla ilerlemiş ve etini biçerken kan
fışkırtmıştı.
“Pardon, bir şey mi dedin?” Diye yarım bir gülüş attım. “Şu
böcek yarandan çıkan kanın sesi, seni duymamı engelledi de.”
Tam altımdan gelen ani bir büyü enerjisi akışı hissettim.
Beyinsizin büyüsünden kaçınmak için geri adım atmaya çalıştım, ama yeterince
hızlı değildim. Altımdaki toprak bir patlamayla yarıldı ve beni havaya
fırlattı. Güçlü bir şok dalgası vücudumda yankılandı ve ciğerlerimdeki tüm
havayı dışarı attı. Kendimi düzeltemiyordum ve büyük bir kayaya çarpmadan
duramamıştım.
Oksijen ihtiyacımı tazelemek için bir süre derin nefes
aldıktan sonra kendimi ayağa kalkmaya zorladım. Silahımı kaldırdığımda,
gözlerimin önünde ejderhanın dişlerini gördüm.
Kaçacak çok az bir zaman vardı, ama kendimi bir tarafa
yuvarlamayı başarmış, duruşumu düzeltmiş ve Zaien’i ensesine indirmeyi
başarmıştım. Ama bu sefer tetikteydi. Saldırıdan kaçmak için hemen başını
çevirdi, ardından etrafında dönüp kuyruğuyla saldırdı.
Çok yaşlı bir ağacın gövdesi kadar kalın olmasına rağmen,
kertenkelenin pullu uzantısı havada bir kırbaç gibi şakladı ve vücudumun
yanından bana isabet etti. Tam isabetti. Yeniden havalanmıştım ve sonunda
momentumu kaybedene kadar yerde birkaç kez sürüklenmiştim.
Vücudum yoğun ve can sıkan ağrı vücudumda sızladıkça,
gördüklerim tekrar tekrar kararıp, kendine geliyordu. Bilincimi kaybetmemek
için odaklanmam gerekiyordu. Kaybettiğim anda bayılacağımı biliyordum.
“İyi izle Leficios.” dedi otistik kertenkele. “Bu böcek
vızıldayıp dursa da, sinir bozan laflarını destekleyecek gücü yok. Senin eşin
olmaya sadece ben layığım.”
Lefi bok efendisine cevap bile vermemişti. Sadece kollarını
bağlamış bir şekilde bana bakıyordu. Bir adım ileri atmamış ya da ismimi
haykırmamıştı. Tek yaptığı, kolları ve bacakları katlanmış bir şekilde oturmaya
devam etmekti. Ve bunu yaparak bana güvendiğini, bir şekilde işin içinden
çıkabileceğime inandığını gösteriyordu.
“Kapa... lanet çeneni... seni aşırı gelişmiş kertenkele.”
Derin nefeslerimin arasında zor bela konuşabilmiştim. “Senin gibi... kafadan
sakat bir narsisist... birinin ona uygun... olduğunu mu söylüyorsun? Daha ne
kadar... kendini beğenmiş... olabilirsin...?”
Bacağımdaki kesede bulunan iksirlerin hepsini çoktan içtiğim
için, envanterimden başka bir tane alıp içtim.
Hala hayatta olmamın tek sebebi, kendi kendini cokkolayan
salağın iyileşmeme izin verip durmasıydı. Lefi’ye kötü yanlarımı gösterip
gücünü ön plana çıkarmak için beni itip kakmak istiyor gibiydi. Bende hiçe
saydığı çok belliydi. Beni bir tehdit olarak değil de Lefi’nin sevgisinin
kazanmak için bir araç olarak görüyordu. Hah. Vazgeç moron. Bu davranış seni
bir yere götürmez. Lefi beni tanıyor. Her yanımı biliyor. Günümüzün çoğunu
birlikte geçiriyoruz. Cidden böyle bir şeyin, ikimizi de ürküteceğini mi
sandın? Biz hayatlarımızı senin gibi, kendini düşünen ve kendimizi olduğumuzdan
daha büyük gören tipler değiliz.
“Sözlerin yerde köpek gibi sürünürken pek bir anlam ifade
etmiyor.” dedi ejderha. “Aslında, sözlerin bir böceğe daha çok uyuyor.”
“Ah, kapa... artık şu çeneni...” inlemeye devam ederken
gözlerimi devirdim. “Ve bilgin olsun... etrafta bayağı sağlam... böcekler
var...”
Özellikle karıncalar ve arılar. O ikisi kesinlikle bu
ormanın bir kısmının en güçlü canavarlardı.
Kendimi yerden kaldırmak için iki kolumu da kullandım, bok
beyinliyle tekrar yüzleşmek için Zaien’i hazırladım. Ama bu sefer her zamanki
gibi sabırlı davranmamıştı. Ayağa kalkmaya başladığım anda bir saldırı
geldiğini hissettim.
Başımı kaldırıp gelen saldırıya bakmama gerek yoktu. Buna
uğraşmadım. Sadece ileri doğru atıldım ve az önce vücudumun bulunduğu yere kapkara
bir mızrağın saplanırken çıkardığı gürlemeyi duydum. Bu ejderhanın büyüsüydü.
Her ne kadar ilk saldırısını atlatmayı başarmış olsam da,
henüz bitmediğini biliyordum. Kriz saptamanın alarm sistemi hala bangır bangır
çalıyordu. Ve bir süre sonra etrafım sarılmıştı... Sayısız kara mızrak
etrafımda peydah olmuştu. Kaçmanın imkanı yoktu. Tam anlamıyla her bir açıyı
kapıyorlardı.
Zihnim onları iyice idrak edince hareket etmeye başladı. Her
biri bana doğru uçmaya başladı.
Saldırılardan kaçınıp savuşturmak için yuvarlanıp, bükülüp
ve Zaien’i savururken cıkladım. Ama çok fazlalardı. Hepsinden kaçamazdım.
Birkaç düzinesi ucu ucuna beni kaçırmış, etimde sıyrıklar bırakmıştı. Kimi
isabet etmiş ve sırtıma kadar ilerleyip diğer taraftan dışarı çıkmışlardı.
Boğazımdan kanlı bir öksürük kaçmıştı. Ölümcül hasar
almaktan kaçınmayı başarmıştım, ama umutsuz savunmam başarıdan hala çok uzaktı.
Bacaklarımdan biri kötü durumdaydı. Bütün kuvveti birden çekildi ve dizimin
üzerine çökmeme neden oldu.
Bok kafalının kuyruğu bana doğru yaklaşmaya başladı. Çok
fazla hasar almıştım; bunu atlatamazdım. Tek seçeneğim Zaien’i kaldırmak ve
saldırıyla kafa kafaya çarpışmaktı. Ve böylece, tekrar havada taklalar atmaya
başlamıştım.
Saldırı öyle ağırdı ki, bir anlığına bilincimi kaybetmeme
neden olmuştu. Bilincimi tekrar kazandığımda, sırtım yerde, gözlerim göğe bakar
haldeydim. Nefes almayı kestiğimi fark edince derin bir nefes aldım ve kalbim
ümitsizce damarlarıma oksijen pompalamaya çalışırken, ciğerlerimi olabildiğince
fazla hava almaya zorladım.
Bilincimin geri gelmesi, acının da geri gelmesi demekti.
Acımayan tek bir yerim bile yoktu. Vücudum yanıyordu. Öyle fena yanıyordu ki,
yerde kıvranırken bir çocuk gibi bağırmak istemiştim. Ama bunu yapmadım.
Titreyen ellerimle ejderhanın mızraklarını vücudumdan tek tek sökerken, sadece
irade gücümle buna dayandım. Başka bir iksir içmekle uğraşamayacağım için, envanterden
bir tanesini alıp kırdım ve sıvının vücudumun üzerine dökülmesine izin verdim.
“Sen gerçekten de bir böceksin. Bu kadar yara aldıktan sonra
çabalamaya başka hangi yaratık devam eder bilmiyorum.” Yarak suratlı, beni ne
kadar hafife aldığını anlatan bir şekilde hırıldamıştı.
Sinir bozucuydu. Ve bu yüzden karşılık verdim.
Gülerek.
Sanki durumdan çok eğleniyormuşum gibi derin, içten bir
kahkaha atmıştım. Ve ben kahkaha atarken, bir hortlağı andıran bir şekilde
ayağa kalktım.
Çünkü artık onu indirmeye hazırdım. Hazırlıklarım sonunda
tamamlanmıştı.
“Sonunda aklını yitirdin demek, öyle mi?” Yarım çüklü bana
küçümseyen bir yüzle baktı. “Öyle acınasısın ki, seni tarif edecek başka bir
söz bulamıyorum.”
“Hey beyinsiz.” Konuşurken yüzümde yavaş yavaş kocaman,
çarpık bir gülümseme belirdi. “Bastığın yere dikkat etsen iyi olur.”
Bunca zaman açık tuttuğum uçan menüye bir parmağımı
kaldırdım ve bir tuşa bastım.
Tuşa bastığım anda ejderhanın altındaki toprak kayboldu.
Dengesini kaybettiği anda yer çekimi onu aşağı çekti; altına kazdığım çukurun
tam içine düşmüştü. Çukurun içinde çok fazla sayıda keskin kazıklar vardı. Her
biri yukarıya bakıyordu ve her birinin ucunda ölümcül bir zehir vardı.
“Ne!?” Pezevenk herif kafası karışmış bir şekilde
bağırdıktan sonra kanatlarını çırpıp gökyüzüne doğru kaçmaya çalışmıştı. Zokayı
yuttun orospu çocuğu. Ne, kanatlarını göremeyecek kadar kör olduğumu mu sandın?
Çok yazık, gerzek. Ne bok yiyeceğini öyle iyi biliyordum ki.
Kafasında bir zeka pırıltısı bulmaya bile bin şahit gerekecek
aptal kertenkele, uçmaya kalktığı anda, sırf onun için havaya kurduğum ve
fazladan DP harcadığım, tuzakları harekete geçirdi. Tuzaklar birbiri ardına
harekete geçti ve bir dizi patlamaya sebep oldu. Hatta, o kadar fazlasını
harekete geçirdi ki, gökyüzü alev ve dumanla dolmuştu.
Patlamalar dindikten sonra duman da dağıldı. Ve ejderha
orada, baştan aşağı is ve kanla bulanmış bir şekilde yatıyordu. Ah, yırttım.
Çalıştığına sevindim. Eğer işe yaramasalardı muhtemelen ağlamak isterdim.
“Bu ne cüret!” diye kükredi yarım çük. “Böyle korkakça
dümenler kullanmaya nasıl cüret edersin!”
“Heh...” bir kahkaha attıktan sonra yüzümde yarım bir
gülümseme oluştu. “DP’min çoğunu sırf senin kıçını tekmelemeye harcadım. O
yüzden bana bir iyilik yap ve yolculuğun geri kalanının tadını çıkar, tamam
mı?”
Lefi’nin evinden topladığım çoğu şeyi DP’ye dönüştürmüştüm
ve düzenli olarak sürekli avlanmaya çıkmıştım. Bunların hepsini, çok istediğim
yeni dört adamımı çağırmaya param yetsin diye yapmıştım. Ama şimdi, paramın çoğu
yok olmuştu. Sebebi mi? Aptal ejderhanın saldırılarına dayanırken, bütün
bölgeyi tuzaklarla doldurmuştum. Pekala seni küçük kibirli it, Cenevre
Anlaşmasının neden mayınlarını düzenlediği hakkında bir iki şey öğrenmenin
zamanı gelmiş.
Savaştığımız alanı ejderha seviyesinin altındaki her şeyin
anında kökünü kazımaya yetecek devasa bir ölüm tuzağına çevirmiştim. Ve
başından beri amacım buydu.
Benden çok daha güçlü bir şeyle karşılaşıyordum. Eğer kafa
kafaya çarpışmaya girseydim, efsanelerde bahsi geçen kahramanlardan farkım
olmazdı. Ve ben tam da efsanelerde adı geçecek türden bir karakterdim, ben
kahraman değildim.
Eninde sonunda ben sıradan bir adamdım. Daha doğrusu,
sıradan bir iblis lorduydum. Benden çok daha güçlü birine karşı, bazılarınızın
adil olmadığını söyleyeceği yollara başvurmadan savaşı kazanamazdım. Ama bu bir
sorun değildi. Çünkü bu benim zindanım, benim dünyamdı. Benim bölgemin içinde
savaştığımız sürece, kuralları ben koyardım. Eğer kazanmak istiyorsam, bu gücü
kullanır ve zindan efendisi olarak elimden geldiğince gücümü suistimal ederdim.
Sana güveniyorum eski dostum zindan. Burada kaybedemem. Gücünün her bir
zerresini bana ver ve düşünebildiğim tüm hileli pisliği yapabileyim.
Yarak suratlı, aşağı gördüğü birisinden darbe almayı pek
sevmemiş gibiydi. Yüzü öfkeyle buruşunca, ona kışkırtıcı bir sırıtış attım.
“Gel bakalım dostum. İkinci round zamanı.”