Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Gurur - Kısım 3
Gilordio Gyogarr olarak bilinen kara ejderha yer kıvranıp
dururken, Uğursuz Orman’da birbiri ardına kükremeler yankılanıyordu. Rakibi
tarafından parçalanmış gözü zonklayarak ağrıyorken, yüzünde uzanan kesik ateş
gibi yanıyordu. Zarar görmüş göz çukurunun içinde bir şey etini kemiriyormuş
gibi hissediyordu.
Ona göre acı, alışkın olmadığı, daha önce hiç bilmediği bir
histi. Bugüne kadar savaştığı hiçbir şey, ona küçük bir yaradan fazla zarar
verememişti. Karşılaştığı her bir canlı ondan öyle zayıftı ki, onları ezmesi
gerektiği birer böcek olarak düşünmüştü. Ve bu yüzden, şu anda katlanması
gerektiği acı, yaşadığı en şiddetli acıydı.
“Hmph.” Yüce Ejderha küçümseyen bir ses çıkardı. “Ne nahoş
bir manzara. Kendine erkek dediğini düşündükçe şaşıyorum.”
Gyogarr sağlam gözünü ona çevirdi ve ona ölüm bakışı attı.
Ve bunu yaparken, onun kendisine bir çöpmüş gibi baktığını gördü. Gözleri buz
gibi soğuktu ve yüzündeki gülümseme, sadece onu aşağılamak istediğini göstermek
içindi.
“Yuki’nin hissettiği acı seninkinden çok daha şiddetli. O
dayanıp savaşmaya devam ettiği halde onu aşağılama cüretini gösterdin. Ve şimdi
senin ondan daha az erkek olduğunu kanıtlamış oldun.” diye dalga geçti.
“Küçücük bir yara, bir kuş yavrusu gibi ciyaklayıp bağırmana neden oldu.
Zavallısın. Böyle acınası birinin Ejder Lordu olduğuna inanamıyorum.”
“Çoktan canını aldığım için, ondan daha fazla bahsetmene
gerek yok Leficios! Çok sevdiğin o böceği ezdim!”
Gyogarr, böceğin kolunu ve iki kanadını yemişti. Ve sonra
düşmüştü. Hatta kara ejderha, hareket etmediğinden emin olmak için sağlam
gözüyle ona bakmıştı. Ve kesinlikle doğrulamıştı. Leficious’un fazla takıntılı
olduğu böceğin hareket etmediğinden emindi. Kaçınılmaz sonuyla karşılaşmıştı.
Ejderha Efendisi’nin asıl amacı, bütün halinde yutmadan önce
onu dişleriyle parçalamaktı, ama bir gözünü kaybedince derinlik algısını
yitirmişti. Ve böylece, niyetini tam anlamıyla yansıtmayı başaramamıştı. Yine
de, kazandığını biliyordu. Bu kadarı doğruydu.
Gyogarr’ın Leficios’u korkusuz bir şekilde kışkırtması,
O’nun ölümüyle dalga geçmesi, emin olmasından kaynaklanıyordu. Ve buna rağmen
Lefi, hiç etkilenmemişti. Alaycı gülümsemesi hiç bozulmamıştı.
“İlginç bir iddia, sonuçta Yuki’nin yenilgisiyle ilgili bir
kanıt göremiyorum.”
“Ne...!?”
Yüce Ejderha’nın sözleri Gyogarr’ın boynunu telaşla
uzatmasına ve ezilmiş olması gereken böceğe baktı. Baktıktan sonra yüzü
şaşkınlık ve inanmazlıkla karışık bir hale dönüştü.
Bunun nasıl mümkün olabildiğini anlamıyordu. Onu
öldürdüğünden emindi.
Ama buna rağmen böcek ayaklarının üzerine doğrulmuştu.
Yaralıydı. Vücudunda o kadar çok yara vardı ki, yakında
yaşayan bir varlık yerine bir ceset olarak görülecekti. Ama buna rağmen
yürümeye devam etti. Ağzında kılıcıyla birer birer adım atarak Ejder Efendisine
doğru yürümeye devam etti.
Dengesiz bile olsa, attığı her adım bir amaçla doluydu.
Sadece Gyogarr’ın canını istiyordu.
Ejder Efendisi, gördüğü şeyi anlamıyordu. Yeterli değildi.
Neresinden bakarsanız bakın böceğin yaraları ölümcüldü. Hareket edebilmesi
hiçbir şekilde mantıklı gelmiyordu. Kuvvetini geri kazanmak için önceki gibi
bir iksir içmiş olsaydı Gyogarr anlayabilirdi. Ama hala yaralara sahip olması,
durumun bu olmadığının kanıtıydı.
Ve yine de, bir şekilde adım atmaya devam edebiliyordu.
Gyogarr’ın hayatını almak için.
“Sen zayıfsın.” dedi Yüce Ejderha. “Senin kadar zavallı
saldırıların, seçtiğim partneri asla öldüremez.”
Sözleri başında dönüp duruyordu. Zihninde yankılanıyordu. Ve
bunlar olurken, sözler onu bir sonuca götürmüştü.
Önündeki yaratık, böcek, anormaldi. Onda garip bir şeyler
olmalıydı. Yaydığı hava garipti; sanki ejderhayı bir bütün yutacakmış gibi
gelen, baskıyla hükmeder bir hava yayıyordu. Ve böceği izledikçe, hissettiği yutulma
riski daha da artıyordu.
Ejderha adama bakarken, o da başını yukarı kaldırmış,
ejderhaya bakıyordu.
Gözleri buluştu.
Ve sonra, çok kısa bir süre sonra, adam sırıtmaya başladı.
Kara ejderhanın içini bir ürperti kapladı.
Ne zaman olduğunu bilmiyordu, ama kısa süre sonra geri
çekildiğini fark etti. Gözü o kadar korkmuştu ki, canını elinden almaya gelen
yaratıktan uzağa bir adım geri atmak zorunda kalmıştı.
“B-bir adım dahi atma! Daha fazla yaklaşma!” Ejderha,
kuyruğunu savururken elinde olmadan çılgın gibi çığlık atmıştı.
Saldırı isabet etmişti. Gyogarr’ın rakibinin yerde kaymasına
sebep olsa da onu durduramamıştı.
Önce dizlerinin, sonra ayaklarının üzerinde doğruldu ve
tekrar yürümeye başladı. Sanki saldırı ona hiç isabet etmemiş gibiydi.
Kara ejderhanın içini tekrar bir ürperti kapladı.
Ve ardından bir aydınlanma yaşadı. Adamın neden yenilgiyi
reddettiğini sonunda anlamıştı.
O ölümsüzdü.
Adam, hortlak gibi bir şey olmalıydı, hatta daha da fazlası.
O bir canavardı, ne kadar saldırıya uğrarsa uğrasın asla düşmeyen bir manyaktı.
Tehlikeliydi. Çok tehlikeli. Kara ejderha, adamı öldürmek
için çabucak bir şeyler yapmazsa, avlanma riski altında olduğunu fark etmişti.
Fiziksel saldırıları çok zayıftı. Ona hiçbir zararı
olmayacaktı. Dişleri bile onu öldüremezdi. Gyogarr, eğer adamı gerçekten
öldürmek istiyorsa, onu bu dünyadan tamamen silmesi gerektiğini fark etti. Arkasında
hiçbir iz kalmayacağından, etinin her bir artığının bu dünyadan kaybolduğundan
emin olacaktı.
Bu, en güçlü büyüsüne bel bağlamak zorunda olduğu anlamına
geliyordu: kükremesi.
Kara ejderha bir sonuca varınca, ağzını açıp derin bir nefes
alırken büyü enerjisini aktarmaya başladı.
Ama olduğu yere yığıldı.
***
“N-n...!? Yarım çüklü konuşmaya çalıştı, ama küçük bir
hırıltıdan başka bir şey çıkarmayı başaramamıştı.
“Çok... geç kaldın...”
Gerçi, daha iyi bir durumda olduğum söylenemezdi. Bir şeyler
söyleyebilmek için kendimi zorlamıştım. Yine de rahattım. Beni pataklayan
aptalın yığılışını izlerken yarım bir şekilde gülümsedim. Öyle ağırdı ki, yere
çarptığında toprak sarsıldı.
Zihinsel engelli kertenkelenin kafası karışmıştı. Tam olarak
ne olduğunu anlamaya çalışırken, ejderhanın gözleri sağa sola bakıyordu.
Konuşmaya bile çalışmıştı. Ama ağzı çalışmıyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın
düşüncelerini dile getiremiyordu.
“Planımın... işe yaramasından... memnunum...” başıma sardığı
acıya dayanmamın sonunda zahmete değdiği sonucuna varınca, kendi kendime
mırıldandım.
Mankafa yere yığıldı. Ve basit bir sebepten.
Ona tuzak kurdum.
Ejderhalar korkutucu yaratıklardı. Pulları öyle sert ki,
normal silahlarla onlara bir çizik bile atamazsınız. Öyle hızlılar ki, gözlerim
hareketlerine yetişmekte güçlük çekiyordu. Vücutları yüksek rakımlara dayanmada
çok yeterli, inanılmaz miktarlarda büyü enerjisine sahipler ve büyülerinin
saldırı güçleri çok fazlaydı. Besin zincirinin tepesinde oturan avcılardı. Ve
olay da buydu.
Avcı olmaları demek, onların da canlı oldukları anlamına
geliyordu. Onların da ihtiyaçları vardı. Ve Lefi ile yaşamak, bana ejderha
biyolojisi hakkında bilmem gerekenden çok daha fazlasını öğretmişti. Benim
gibi, onların da yemesi gerekiyordu. Benim gibi, onların da uyuması
gerekiyordu. Benim gibi, onların da nefes alması gerekiyordu.
Nefes almaya olan güveniyor olmaları, aslında diğer bütün
canlıların da zayıf olduğu bir şeye karşı savunmasız oldukları anlamına
geliyordu: bütün dünya tarafından kokusuz, renksiz bir toksin olan bilinen karbon
monoksit.
Zindan benim dünyamdı. İçinde olduğumuz sürece burada benim
sözüm geçerdi. Ve işte bu yüzden, farkında olduğum her özelliği özgürce
değiştirebiliyordum. Havanın hassas yapısı da buna dahildi.
Bu dünyanın önceki dünyam gibi olmadığını biliyordum. Hava,
büyü parçacıkları olarak bilinen gizemli bir maddeyle doluydu. Ama bunun
yanında havanın bileşimi, reenkarne olmadan önce yaşadığım dünyayla aşağı
yukarı aynıydı. Tabii ki, farklı gazların tam olarak yüzdelerinin birbirine
yakın olup olmadığını bilmiyordum, ama en azından aynı gazların var olduğunu
biliyordum. Oksijen, karbondioksit, nitrojen ve diğer her şey vardı. Kızlara
yanma olayını öğretirken yürüttüğüm birkaç deney, özelliklerinin Dünya’dakinden
farklı olmadığını göstermişti.
Eski hayatımda bile, birçok kişinin aşina olduğu ve çokça
önlem alınan karbon monoksit oldukça iyi bilinen bir zehirdi.
0.15% karbon monoksit konsantrasyonu içeren bir havaya maruz
kalmak, birini yere yığacak kadar sersemletirdi. 1%’den fazla miktarlarda maruz
kalmak birini bayıltabilir ve öldürebilirdi. Temelde her türden yaşayan canlıya
karşı ölümcül olan, korkutucu bir zehirdi. Her ne kadar ejderhalar besin
zincirinin tepesindeki avcılar olsalar da onların da bundan etkilenmesini
bekliyordum.
Ve beklentilerim doğru çıkmıştı.
Oynadığım kumarı kazanmıştım.
Ejderha, beni bir kükremeyle falan öldürecek gibi
görünüyordu. Ve sonuç olarak, çok derin bir nefes almış, ciğerlerini ani bir karbon
monoksit akışıyla doldurmuştu. Vücudu, kendini toksinden kurtaramayacak kadar güçsüzdü
ve bu yüzden kendinden geçmişti. Dostum, son zamanlarda çok fazla kumara
giriyorum. Böyle giderse, kendimi Kumarbaz İblis Lordu olarak tanıtmaya
başlayacağım.
Seçtiğim zehir karbon monoksitti, çünkü büyük ihtimalle
amacını yerine getirecekti. Aptalla savaşırken, bunu fark edecek gelişmiş
hiçbir yeteneği olmadığını fark etmiştim. Böylece, kokusundan fark edilebilecek
geleneksel bir zehirden daha iyi bir seçenek olmuştu.
Etrafa yerleştirdiğim patlayıcı tuzaklarının çok fazla
olmalarının sebebi, tamamlanmamış yanma sonucu oluşan zehirli gazın
konsantrasyonunu artırmaktı. Bir başka deyişle, onlar sadece onları kandırmak,
zindanın ayarlarını kullanarak havanın içeriğini elle değiştirdiğim gerçeğinin
üzerini örtmek içindi.
Tabii ki, Lefi bu aldatmacamı fark etmişti. Hatta etrafına
hava tabanlı bir bariyer bile yapmıştı. Ve ben de yapmıştım. İkimiz de kadim
büyü kullanarak toksini solumadığımızdan emin olmuştuk. Hal böyleyken, mücadele
ettiğim sikko herif fark etmemişti bile.
Bariyeri aktif tutmakla uğraştığım için büyü yapamadığımı
hiç fark etmemişti. Hiç büyü kullanmıyor olduğumu bir gram bile şüpheli
bulmamıştı. Cidden, dostum. Daha fazla dikkat etmeyi öğrenmen gerekiyor. Sanırım
bunu cehennemde takılırken öğrenmen gerekecek. Orada sıkı çalış. Ve eğer
şanslıysan, belki de başka bir hayat şansı kazanabilirsin. Kazandığım için
biliyorum.
Zaien hala ağzımdayken, vücudumu yavaş yavaş aptal
kertenkelenin yığıldığı yere doğru sürükledim.
Ona doğru yaklaştıkça gırtlağından boğuk çığlıklar gelmeye başladı...
Hissettiği dehşet, gözlerinden okunuyordu. Yüzünü o halde görmek, benim yüzümde
koca bir gülümseme oluşmasına neden oldu.
“Ne.. dediğin... anlaşlmyor...”
Gerçi, benim de ne dediğim anlaşılmıyordu. Ayrıca, bir
şeyler söylemeye çabalamak için artık çok geç. Başından beri diplomasi yolunu
seçmiş olsaydın işler bambaşka olabilirdi. Gerçi yoo, kimi kandırıyorum ki.
İkimiz asla geçinemezdik. Her neyse, merak etme. Kafanı, zafer hatırası olsun
diye hiçbir duvara asmayacağım. Kendime yeni bir ekipman yapmak için koca götlü
vücudunu kullanmak da istemiyorum. Seni DP’ye, zindanı güçlendirmek için
kullanacağım gübreye çevireceğim.
O yüzden bana bir iyilik yap ve öl.
Onu soğuk kanlı bir şekilde öldürme fikrini düşünmeyi
bitirdiğimde ona ulaşmıştım.
“Ceennemde görşrz mankfa.”
Bütün gücümle Zaien’i savurdum. Ejderhanın kanını o kadar
çok emmiş ve öyle güçlenmişti ki, artık pulları Zaien’in keskin ağzına karşı
onu koruyamazdı.
Kenarı etini kolaylıkla kesmişti.
Ve kafasını boynundan ayırmıştı.