Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Büyü Alıştırması - Kısım 1
“Tüm gücünüz bu kadar mı?” Karşımdaki canavarlarla dalga
geçerken manyak gibi gülmüştüm. “Neden bu kadar korktunuz ki? Az önceki pis
sırıtmalarınıza ne oldu ha?”
Bazısı kaçmaya çalıştı, ama onları kovaladım ve bir yere
gidemeden başlarını kopardım. Arka arkaya yere inerlerken, tüyler ürperten ölüm
çığlıkları Uğursuz Orman’da yankılanıyordu. Her ne kadar normalde çığlıklarına
tiksindiğimi gösteren bir tepki verecek olsam da, tam tersi duyguları
hissediyordum. Öfkeli bir şekilde saldırıya geçtim ve canavarları tanınmaz hale
getirirken farklı farklı saldırılar yaptım. Büyük gruplar bile gazabımdan
kurtulamazdı. İçlerine daldım ve karşıma çıkan her şeyi biçerek, grubun içinden
kendime yararak bir yol açtım.
Saldırdığım sürü, beni alt etmenin boş hayal olduğunu ancak
arkadaşlarının çoğunu kaybettikten sonra anlamıştı. Güzel ormanın ortasında,
cehennemin yedinci katından çıkmış bir sahne oluşmuştu. Kan, iç organlar ve şekilsiz
cesetler her yere yayılmıştı. Bir aile olduğundan şüphelendiğim küçük bir grup
arkasını dönüp kaçmaya çalıştı. Ama benden kaçamazlardı.
Kanatlarımı çırptım, onlara yetiştim ve tam önlerine kondum.
“Hah! İyi deneme.” diye dalga geçtim. “Gerçekten kaçmanıza
izin vereceğimi mi düşündünüz?”
Yüzümdeki sırıtış, ailenin her bir ferdinin yüzündeki
umutsuz dolu bakışlarla tam bir zıtlık oluşturuyordu. Şansa güvenerek, bana bir
darbe indirebilme umuduyla, son kez çaresizce saldırıya geçtiler; ailenin her
bir ferdi bana doğru atıldı ve beni indirmeye çalıştılar. Ama içlerindeki son
umut kırıntısını da kolaylıkla ezmiştim.
“Öyle bir şey yok. Duanızı edin götlekler!” Saldırılarının
arasında gezindim ve her birine birer vuruş indirerek onları etkisiz hale
getirdim. Hareketlerim pürüzsüzdü. Sanki bütün bir kaçınma dizisi, tek bir
akışkan harekette olup bitmişti.
Ölümlerini, katliam ve öfke karışımı bir kükreme takip etti.
Kaynağı, dostlarından daha büyük olan yaratıktan, sürünün alfasından başkası
değildi. Öfkesi ve kini gözlerinde açıkça görülebiliyordu. Sürüsünün hayatta
kalan son üyesi olarak, bir adım ileri attı; beni alt edip arkadaşlarının
intikamını almak için, tahrik edici bir kükremeyle bana yaklaştı. Meydan
okumasına olabilecek en doğal şekilde karşılık verdim.
Ben de geri kükredim.
Öfkeli olmasına rağmen, sürünün lideri, hücumunun tam
ortasında birden donakalmıştı. Öfkesi gitmiş, kaybolmuştu. Onun yerine dehşet
gelmişti. Hmm. Hükümdar Baskısı bayağı işe yarıyordu.
Hükümdar Baskısı, bir insan yerleşimini ilk ziyaret ettiğim
bir şeyi hatırlatmıştı. Havaya kana susamışlık hissi karıştırılmış mana saçmak
gibi, bu da rakiplerimi korkutmaya yarıyordu. Ama daha iyiydi. Birkaç
geliştirme daha yapıldığında aşağı yukarı aynı şey olacaktı.
Yeteneğin en göze çarpan yanlarından biri, karşımdaki zayıf
tiplere karşı çok fazla etkili olmasıydı.
“Öff hadi ama, şimdiden zırlayacak mısın?” Avım bir adım
geriye atınca, hareketine karşılık olarak aramızdaki mesafeyi korumak için bir
adım ileri attım. Ve bunu yaparken her zamanki yarım gülüşümü yaptım.
Seçimlerim, alfanın korkusunun artmasına sebep oldu. Umutsuzca
artmaya başlamış ve sonunda köşeye sıkışmış bir kedi gibi, bir saldırı
yapmıştı. Ama bunun bir önemi yoktu. Çok zayıftı; saldırılarını kitap okumak
kadar kolay bir şekilde okuyabiliyordum.
Pençeleri Zaien’in ağzıyla çarpışınca ormanda metalik bir
çınlama sesi yayıldı.
“Ne, bu kadar mı? Pekala, cehennemde iyi eğlenceler.”
Kılıcımı savururken kahkaha attım ve son canavarı, ayakta kalan son mantikoru
yendim. Her ne kadar bir kan, iç organlar ve vahşet deryasının ortasında olsam
da, sesim coşkuyla doluydu. “Off dostum, bu çok iyi geldi.”
“Bayağı eğleniyor gibisin sahip.” dedi Enne.
“Aynen, hem de çok. Zamanında bunlardan biri benimle
uğraştığından beri, bu şeylere uyuz oluyorum.” Sırıttım. “Ve söylemeliyim ki,
intikam, hayal ettiğimden daha da tatlı çıktı.”
Her ne kadar onları yok etme niyetinde olsam da,
mantikorlarla bugünkü karşılaşmamız tamamen tesadüftü. Yeni kazandığım
statlardan dolayı biraz rahat hissediyordum ve batı bölgesinin en azından
yarısına kadar çok sıkıntı yaşamadan ilerleyebileceğimizden emin olduğum için,
kılıcın ağzını test etmek için Enne’le birlikte en güçlü canavarların bulunduğu
bölgeye doğru ilerlemeye karar verdik. Buralarda dolaşmamız, tesadüfen “eski
arkadaşlarımızla” karşılaşmamıza sebep olmuştu.
Hemen, bu şansa karşılaşmanın bundan daha fazlası olduğu
sonucuna varmıştım. Bu bir tesadüf değildi. Tanrı bana, intikam yolunu
gösteriyordu. İlahi iradenin rehberliğinde, mutlu mesut bir şekilde mantikor
sürüsünün ortasına daldım ve onu parçalara ayırdım.
Eskiden mantikorları, birlikte çalışmamıza rağmen Rir’i bile
patates edebilen, çok güçlü rakipler olarak görürdüm. Ama şimdi, yok etmek için
çaba göstermeme gerek olmayan, değersiz yaratıklardı. Çoktan söylediğimi
biliyorum ama tekrar söylemem gerek. Off dostum, bu çok iyi geldi. Şu piçleri
ezmek ve dünyadan silmek çok iyi hissettirmişti.
Katliamdan keyif almış olmamın talihsiz sonuçlarından biri,
kendimi fazla kaptırmış olmamdı. Klişe kötü adam gibi davranmaya başlamıştım.
Bu davranışa devam etmeye pek niyetim yoktu, ama bir iblis lordu olduğum için,
bunun çok da garip kaçmayacağını düşünmüştüm.
Kim olduğumdan bahsetmişken, en büyük mantikoru analiz
ettiğimde, onun tam da beklediğim gibi olduğunu gördüm: sürünün alfası
***
Genel Bilgiler
Irk: Mantikor
Sınıf: Sadist Hayvan
Seviye: 120
HP: 0/7100
MP: 0/11913
Kuvvet: 1660
Can: 1876
Çeviklik: 2250
Büyü: 2092
Maharet: 1987
Şans: 143
Eşsiz Yetenekler
Büyü Kalkanı
Yetenekler
Toprak Büyüsü V
İşkence IV
Unvanlar
Alfa
İşkence Fetişisti
***
Görünüşe göre MT Alanına benzeyen yeteneğin ismi Büyü
Kalkanıydı Açıklaması, mana kullanarak, büyü tabanlı saldırıları savunabilen
bir büyü kalkanı yarattığını doğrulamıştı.
Cesedine baktığımda düşüncelere dalmıştım. Mantikorlarla
aramda olan ilişki tamamen tersine dönmüştü. Avcı ben olmuştum, ve onlar da
avlanan olmuştu. Heh. Biliyor musunuz, neredeyse şu piçlere acıyacaktım, ama
bunları kendileri istedi. Daha az mide bulandırıcı olsalardı onları pek fazla
umursamazdım.
Puştların yaptığı puştlukların yarattığı karışıklıkları
düşündükten sonra, yüzümü mantikordan çevirdim ve yoldaşıma baktım. O, benim
evcil kurdum ve bineğim, bana yarım gülüşün köpeksi versiyonuyla bakıyordu.
“Ne oldu Rir?”
Başını sağa sola salladı ve bir şey olmadığını söylemeye
çalıştı, ama potansiyel sebepleri düşündüğümde, mantikorlara bela olmak
isteyenin sadece ben olmadığımı anlamıştım. Ups. Kusura bakma oğlum, sen de bir
tane halletmek istemişsindir. Benim hatam. Bütün hepsini ben halletmemeliydim.
“Üzgünüm, benim hatam.”
Fenrir başını sorgular şekilde bir yana yatırmıştı.
“Yoo, sorun değil, anlıyorum.” dedim. “Eğlencemi kendim
yaşamamı istiyordun, o yüzden piç piç davranışları için onlardan intikam almayı
çok istemene rağmen, katılmayı düşünmedin bile. Eminim etrafta daha bir sürü
mantikor vardır. Söz veriyorum, bir daha onlarla karşılaştığımızda sana izin vereceğim.”
“...” kurdun verdiği tek karşılık, bıkkın bir şekilde
sessizce bana bakmak olmuştu.
Evet, biliyorum, biliyorum. Şu patronluk işine daha yeni
ısınıyorum. Adamlarımın rahatlamasına izin verim tüm eğlenceyi bencilce kendime
saklamamam gerekir. Oh evet, şimdi aklıma geldi.
“Şey, pardon. Kusura bakma Enne, hava büyünü denemeyi
unuttum.”
“Hıhı...” omzumdaki kılıç, hüsrana uğramış bir ses tonuyla
cevap vermişti.
Stat değişikliklerimi denemem kesinlikle bugünkü
planlardandı ama önem sırasında çok da yukarılarda değildi. Bugünün olayı Enne
olmalıydı. Büyü yapabilme yeteneği, en ilgili olduğumuz konuydu. Pekala, siz
bir şey demeden önce araya gireyim de unutmayayım. Hepsinin bu kadar kolay
öleceğini beklemiyordum.
…
Tamam, tabii ki hayır. Bu tamamen yalan ve ben bunu
biliyorum. Demek istediğim, hepsinin bu kadar kolay ölmüş olması da işin bir
parçası, ama açıkçası, çoğunlukla kendimi kaptırmış olmamdan. Pardooon.
“Peki şey... hiç düşmanımız kalmadı, ama önceden bahsettiğim
şeyi yine de denemek ister misin?”
“Tamam.”
Enne’i arkamda tuttum ve büyü enerjimi ona aktardım. Kızıl
alazı aktifleştirdim ve Enne karışıma hava büyüsü katarken onu ateş halkası
içine aldım. Çabalarımız bir patlamayla sonuçlandı; büyük patlamanın kuvvetiyle
birden ileriye doğru uçmaya başladım.
Kontrolsüz bir şekilde uçup etrafımızdaki şeylerin arasından
geçerken anlaşılamayan bir şekilde çığlık atmıştım.
“Raghghg!?” Gidişimi hiçbir yöne doğru ayarlayamadığım için,
bir ağaca kafalama girerken saçma sapan bir ses çıkarmış ve sonunda durmuştum.
Ups. “İyi misin sahip?” diye sordu endişeli bir şekilde
Enne.
Kılıç gibi, panikle karışık şaşkınlık içeren bir ses tonuyla
havlayarak hemen yanıma gelen Rir de, sağlığımdan bayağı endişelenmişti.
“Ow...” sarsıntıyı gidermek için başımı sağa sola salladım
ve başarısız deneye üzülürken çarptığım yeri ovuşturdum. Enne’yle birlikte
yapmaya çalıştığımız şey, ateş ve havayı karıştırarak, insanlarımın jet motoru
dedikleri teknoloji harikasını yaratmaktı.
Detay vermek gerekirse, Enne’in ağız kısmını ateşle
kaplarken, onun ateşi bir hava katmanıyla çevrelemesini sağladım. Doğal olarak
ateş, ona dokunan her havanın ısınmasına neden olacaktı. Kafamdaki fikir, sıcak
havayı kılıcın ucundan dışarı atarak itme sağlamaktı. Jet Yakıtı Projesi,
Patates Efendisi ile olan savaşımı gözden geçirip ondan kurtulmakta yaşadığım
güçlüğün bir sonucuydu. Hem ivmelenmemi hem de azami hızımı artıracak bir şey
düşünmem gerektiğini fark etmiştim ve vardığım sonuç da kendimi bir jete
dönüştürmek olmuştu. Bir şey diyeyim mi? Sanırım bunu başarılı sayacağım.
Kendime bayağı sağlam bir itme sağlamıştım. Tek yapmam gereken pürüzleri
gidermekti.
Her şeyi kafamda çözerken kendi kendime kıkırdamaya
başlamıştım.
“Sahip?”
“Görüyorsun Enne, işte bu, bizim mücadele dediğimiz şey.”
Konuşmama devam ederken, yüzümde kocaman bir sırıtış belirmişti. “Bunda
ustalaşacağım ve hiçbir şeyin imkansız olmadığını göstereceğim. En azından,
bendeniz iblis lordu için değil.”
“O zaman... yeniden?”
“Evet. Hadi yapalım şu işi!”
Ayağa kalktım, Enne’i pozisyona getirdim ve deneyin tek
izleyicisi Rir iç çekerken, bir kez daha kılıcı alevlerle kapladım.