Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Büyü Alıştırması - Kısım 2
“Bu harika!” Mavi gökyüzünde jet hızında süzülürken neşe
dolu bir sesle bağırmıştım. Daha önce hiç gitmediğim kadar hızlı gidiyordum.
Manzara neredeyse her göz kırpışımda değişiyor gibiydi. Vücuduma havanın
yaptığı baskı, hızımla birlikte arttığı için nefes almakta biraz zorlanıyordum,
ama yine de devam ettim. Deneyle birlikte gelen beklediğim dezavantajlardan
biriydi. Umarım sonraki evrimim gökyüzü hayatına alışmamda bana yardımcı olur.
Cidden. Evrimden tek beklentim bu.
Tekrarlayan deneylerim, yönlendirmek için Enne’i
kullanmanın, yeni geliştirdiğim motorumu kontrol etmek için en iyi yol
olmadığını öğretmişti, en azından tek başına kullandığımda. Bu yaklaşım
saysız... hadiseye sebep olmuştu. Kontrolümü
kaybedip durdum ve rastgele yönlere fırladım. Hatta o kadar fazla oldu ki,
heyecan seven ben bile kusmak isteyip durdum. Kanatlarım olduğunu, ancak birkaç
denemeden sonra fark etmiştim. Karışıma onları ekleyince duruşumu ayarlamaya ve
uçuş yönümü daha isabetli yönlendirmeye başlamıştım. Mükemmel değildi;
odaklanmayı bıraktığım anda hala kontrolü kaybediyordum, ama yine de bu, bu
zamana kadar kontrolden çıkıp duran bu hız treni için çok gerekli olan bir
geliştirmeydi.
Bunun üzerine çalışmak, bayağı zor bir problemdi, ama
yapacağımı söylediğim gibi yapmıştım; sonunu getirmiştim. Heh. Eğer tutkuluysan
her şeyin mümkün olduğunun bir kanıtı işte. Şimdi o aptal ejderhadan çok daha
hızlıyım. Hatta, belki Lefi’yi bile geçebilirim. Bunu hakkında ona hayatta böbürlenmem.
“MP durumun nedir?”
“Hala iyi.” dedi Enne.
“Pekala, o zaman hadi başka bir şey deneyelim.” Hmm... ne
yapsak...” gözlerimi yere çevirmeden önce bir süre düşünmüştüm. “Ooo mükemmel
zamanlama. Görünüşe göre alıştırma mankenimiz, şey, yani canavarımız tam
ayağımıza geliyor.”
Enne ve ben, laboratuvar faresi olarak kullanabileceğimiz
bir ejdere denk gelecek kadar şanslıydık. Şey, demek istediğim haysiyetle ve
saygıyla davranacağımız bir yaratık yani. Aynen, öyle.
Altımızdaki ve önümüzdeki bir bölgeden geliyordu ve çığlık
atıp anlamsız şekilde ciyakladı ve kanatlarını kullanarak yükselebildiği kadar
yükselmeye çalışıyor gibiydi. Bölgelerine bağlı bir yaratıklardan olan
ejderler, bizi, bölgesini işgal etmeye çalışan bir istilacı olarak görmüştü.
Biyolojik olarak bakıldığında, ejderler, aşağı yukarı ejderhaların eksik türü
gibi bir şeydi. Ve ejderhalardan daha hızlı olan bizi, onların tırt
kuzenlerinin yakalamasına imkan yoktu. Enne’le birlikte yanından hızlıca
geçtikten sonra, bizi bölgesinden uzak tutma amacıyla peşimizden kovalamaya
başlamıştı. Ama işimiz henüz bitmemişti; deneyimiz daha yeni başladı. Ejderi
geçtikten hemen sonra arkamı döndüm ve ona doğru tekrar gazladım.
Yarı ejderha şaşkınlık içinde ciyakladı. Kaçtığımızı
düşündüğü için, birden ona doğru döneceğimizi, özellikle bu hızla döneceğimizi
hiç beklememişti. Ve bu tam olarak yaptığı son şey olmuştu. Soğuk kanlı
yaratığın hayatı, yanından geçtiğimiz anda sona erdi.
Zaien’i eski pozisyonuna çekmek için gücünü düşürmeden önce,
onu gazladım ve ejderin vücuduna indirdim, böylece aynı anda hem kılıç hem de
bir jet motoru olan bir silahla saldırımı yapmış oldum. Saldırının ağırlığı
öyle büyüktü ki, beni havada birkaç metre geriye fırlatmıştı. Ve ben tam geriye
fırladıktan sonra, kızarmış etin mis gibi kokusuyla birlikte bir patlama
gerçekleşti.
“Ne oluyor!?” Saldırım, beklediğimden daha güçlü çıkmıştı.
Darbeyi alan kertenkele öylece patlamıştı. Kan ve et, her yere dağılmıştı. Yere
düşen dağınıklık, artık hiçbir şekilde bir ejdere benzemiyordu. Koca koca
kırmızı, sıcak et yığınları altımızdaki ormana yağarken, yeri sarsıyor ve
çarptıkları yerden havaya tozlar kaldırıyordu. Vay anasını, şeyy... bu
beklediğimden çok çok daha güçlü olmuştu. Sanırım kazara çok güçlü bir şey
bulmuş ya da bulmamış olabilirim.
Ejderler o kadar güçlü olmadıklarından, birini tek seferde
öldürmüş olmak pek de ahım şahım bir şey değildi. Gerçi, yaptığım saldırı
bundan çok daha fazlasıydı. Daha büyük kalibredeki canavarlarda bile bayağı
büyük bir yara açabileceğinden emindim. Şu an bulduğum bu saldırı, yenişememe
durumunu sona erdirecek ve anında düşmanlarımı yenebilecek bir bitiric hamle
olarak adlandırılmayı hak etmişti. Evvvet, bu saldırı size değsin ve bum,
muhtemelen ölüsün. Geçmiş olsun.
“Sahip.”
“Evet?”
“Yanıyorsun.”
“Ne?” Başta Enne’in söylediklerini anlamakta zorlanmıştım,
ama aşağı baktığımda ne demek istediğini anlamıştım. “Hassiktir!”
Katalogdan aldığım tişört yanmaya başlamıştı. Hemen vurarak
söndürmeye başladım ve kızarmadan önce onu kurtarmayı başardım. Sanırım ejder
parçalarından biri üzerime gelmiş olmalıydı. Lanet olsun, hayvan gibi bir
patlamaydı.
Kıyafetimde rastgele oluşan tasarımı düşünmeye başlamışken,
burnuma bir koku ulaşmıştı. Bir şey hala yanıyordu, ejderin etinden başka bir
şey. Bakışlarımı tişörtün ötesine çevirdim ve dalga dalga yükselen kara dumanı
görünce kaynağının ne olduğunu öğrenmiştim.
“N’ oluyor lan!?” Ağaçlar alev almıştı. Orman alev almıştı.
Her şey alev almıştı. Ejderin her yere dağılmış parçaları altımda devasa bir
şenlik ateşi oluşturmuştu. Ve genişliyordu, hem de hızlı.
Bu, bugün başlattığım ilk yangın değildi. Ne ikinci ne
üçüncü ne de dördüncüydü. Jet motorunda ustalaşmaya çalışırken sayamayacak
kadar fazla yangına sebep olmuştum. Her bir seferinde Rir buz büyüsünü kullanarak
onları söndürdüğü için, kontrolsüz bir ateş başlatma endişesi tamamen aklımdan
uçup gitmişti. Tişörtüme odaklanmış olmak da pek bir işe yaramamıştı. Sağ ol
Rir, sen olmasan ne yapardım.
Ne yazık ki, itfaiyeci kurt yakınlarda gibi durmuyordu. Çok
fazla hızlanıp onu geride bırakmıştık, ki bu da bu sefer kendi pisliğimi kendim
temizlemem gerek olduğu anlamına geliyordu.
“Pekala, Dumanlı her zaman sadece benim orman yangını
çıkarabileceğimi söylemişti.” [1]
“Dumanlı mı?”
“Önemli bir şey değil. Kafana takma.” Lanet olsun Yuki!
Bunun sırası değil. Aptallık etme de işine bak.
Hala yarı panik bir şekilde, hemen kadim büyüyü kullanarak
çok fazla miktarda su yarattım ve onu yangının üzerine boca ettim. Bunun
sorunumu hemen bitireceğini düşünmüştüm, ama görünüşe göre yanılmışım. Daha da
büyük sorunlara sebep olmuştum. Orman yangını ve ani su baskını, burada yaşayan
canavarları korkutmuş ve kuyruklarını kıstırıp canlarını kurtarmak için
kaçmalarına neden olmuştu. Benim hatam çocuklar. Ama bilirsiniz, bu sadece... her
şeyin ters gittiği günlerden biri işte. Tepemizde uçan ejder birkaç tane alev
topuna dönüştü ve havada doğru düzgün bir bulut bile yokken, birden bir nehir
havada peyda oluyordu. Talihsiz, ama gayet normal.
…
Öff, kimi kandırıyorum? Bok normal.
Bölgeye su basmak ateş sorununa bir çare olmuştu. Uğursuz
Orman artık dev bir kibrit çöpüne dönme tehlikesi altında değildi. Hala ona bir
orman diyebilirseniz tabii. Yarattığım gürleyen dalgalar kurtardığı ağaç
kadarını da söküp götürmüştü. Her şey bitmişti. Ama her ne kadar rahat bir
nefes almak istesem de alamamıştım. Bugünkü problemler daha yeni başlıyordu.
Ateş ve su yok olduktan sonra duyduğu seslerden biri,
tüylerimi diken diken etmişti: tanıdık, böceksi bir cıvıltı. Ve bir taneden da
fazlalardı. Telaşlı ve vızıldayan çok sayıda böceğin sesini duyabiliyordum.
Başımı sesin geldiği yere doğru yavaşça çevirdiğimde, tam
olarak beklediğim şeyle karşılaşmıştım: bir karınca ordusuyla “dostane” bir
yeniden buluşma. Rir’le birlikte, altı bacaklı manyaklarla karşılaştığımız
karınca tepesinin bayağı bir uzağındaydık, bu da demek oluyor ki yeniden
buluşma kelimesi pek de isabetli olmamıştı. Bu karınca grubu, muhtemelen önceki
koloniden farklı bir koloniye aitti. Bir dakika. Bu ne saçma iş!? Neden bu
aptal ormanda bu kadar sikik karınca var lan!? Hem bu lanet şeyler nereden
geliyor1? Lanet olsun! Muhtemelen tam suyu boşalttığım yerde lanet bir
kolonileri vardı, değil mi!?
Köpek büyüklüğündeki böcekler beni gördüğü anda kanatlarını
açmış ve doğrudan bana doğru gelmeye başlamışlardı.
“Yoyoyoyoyoyoyo!” Sürünün görüntüsü, beni aşırı baskı
altında kalmış bir pısırık gibi bağırtmaya yeterdi.
Bir böceğin dış görünüşünden duygularını tam olarak
anlayamasam da, karıncaların kızgın olduğunu söyleyebiliyordum. Bana uçuş
şekiller, öfke ve kanıma susamışlık hissi yayıyordu. Yuvalarını yıktı teorisi
şu anda bayağı doğru görünüyor.
Tanrının cezası yaratıklardan birinin bize doğru hücumunu
izlerken, “Bay Karıncanın bayağı bir arkadaşı varmış.” dedi Enne.
“Arkadaş mı? Tek gördüğüm bir grup kana susamış manyak!”
Diye şikayet ettim.
Çok fazlalardı. Beni yakaladıkları anda içimdeki sıvıların
son damlasına kadar beni emeceklerini ve beni bir mumaya çevireceklerine
neredeyse emindim. İliklerimi bile emerlerdi. Aslında bu kadar büyük çenelerle,
kemiklerimi bile öğütüp beni bir bütün halinde de yiyebilirlerdi.
Sadece tatsız olarak nitelendirebileceğim bu sahneyi gözümün
önünde canlandırınca tüylerim diken diken olmuştu. Bunu, arkamı dönüp kaçmak
için bir işaret olarak algıladım. Bir yanım, şu anki güç seviyemle bütün bir
orduyu alt edebileceğimi söylese de, bu derde kendimi sokmak istemiyordum.
Enne’in ağzını da iğrenç vücut sıvılarıyla kirletmeye henüz niyetim yoktu.
Hatta, onların yakınlarında olmayı hiç istemiyordum. Hem aklım hem de vücudum,
onların varlıklarını tamamen reddetmeye şartlanmıştı.
Lefi’nin balını çaldığı arılarla mecburen karşılaşmıştım.
Onlarla savaşmış olmamın sebebi, kaçamıyor olmamdı. Bu senaryo ise farklıydı.
Kaçma tuşu bu sefer gri renkli değildi, o yüzden bütün gücümle ona bastım.
“P-pekala Enne,” diye kekeledim, “hadi bu şeylere bugün
neler öğrendiğimizi gösterelim!”
“Tamam.”
Enne, hava büyüsünü aktifleştirince ağız kısmını sarmaladım.
Kısa süre sonra, kendimizi havaya fırlatılmış bir halde bulduk. Hamlemiz
nedeniyle ortaya çıkan alevler, üzerimize gelen bir grubu küle çevirmişti. Ama
tabii ki, inatçı piçleri durdurmaya yetecek bir şey değildi bu. Öldürmediğimiz
karıncalar bizi daha gayretli bir şekilde kovalamaya başlamıştı, ama kısa süre
sonra aradaki farkın açılmasıyla, küçük noktalara dönüşmüşlerdi.
***
“Öff... bu berbattı.” Enne’le birlikte mağaraya ulaştığımız
anda şikayete başlamıştım. Karıncalar hızlıydı, öyle hızlıydı ki Rir bile
onlardan kurtulamıyordu. Neyse ki, yeni bulduğumuz teknik sayesinde onlarla
ölümcül bir yarışa girmek zorunda kalmamıştık. Rir demişken, görevini iptal
etmek ve çoktan çekildiğimizi söylemek için uzakkonuş kullandım. Ayrıca, hala
bir şeyde bana yardım etmesi gerektiğini, o yüzden yarın sabah mağaraya
uğramasını söyledim. Bugünkü vedamız biraz ani olmuştu, ama birbirimizi yakında
tekrar görebilecektik. Bilirsiniz, şimdi bir düşününce, belki de Rir zindandaki
en sıkı çalışan kişiydi. Muhtemelen ona, yaptığı fazla mesaiden ötürü bir
şeyler ödemeliydim. Greve gitmesini istemiyordum.
“Genel olarak eğlenmiş gibi görünüyorsun sahip.”
“Yani, evet. Yanlış olduğunu söyleyemem.”
Açıkçası, muhtemelen sorunun büyük bir kısmı, bundan
eğlenmiş olmamdı. Kendimi kaptırmış olmamın en büyük sebebi, aldığım keyifti.
Eğer eğlenmeseydim, dikkatimin bu kadar dağınık olacağından şüpheliydim. Enne
haklıydı, hem de yüzde yüz haklıydı.
“Ben de eğlendim.” Kılıç kız kendi kendine bir şeyler
mırıldanmıştı, ama tam olarak ne dediğini anlamamıştım. Omzumda durduğu için,
başımı çevirip ona doğru baktım.
“Pardon, bir şey mi dedin? Tam olarak anlayamadım.”
“Ben de seninle birlikte olmaktan keyif alıyorum, sahip.”
dedi utangaç bir fısıltıyla.
Vay canına. Enne ne kadar da iyi bir çocuk. Aslında bir
düşününce, bütün kızlarımız bayağı dürüst ve terbiyeli. Onların koruyucusu
olarak, iyi insanlar olarak büyüyor olmalarından dolayı istemeden de olsa mutlu
olmuştum.
ABD Orman İşleri’nin orman yangınlarını önlemek için kullandığı maskotun
ismi. Smokey Bear orijinal ismi. Benim anlamadığım, bu kadar abuk subuk
gönderme yapıyorsan neden aşağı yazmıyorsun da bizi uğraştırıyorsun. Neyse,
büyük ihtimalle bundan sonraki göndermeleri ben bulup koymuş olacağım...
<.<