Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yan Hikaye: ???
Ciğerlerim vücudumun oksijen ihtiyacına yetişebilmek için
uğraşırken, göğüs kafesim hızlı hızlı kalkıp indi. Bu hayati elementin çoğu,
bisikletimi tam gaz sürebilmemi sağlaması için bacaklarıma yönlenmişti.
“Bu rahatlıkta gidersen okula geç kalacağımız kesin
olduğundan, hızlanman senin için çok iyi olur, Yuki.” dedi, yardım etmek
dışında her şeyi yaparken, rahat bir ses tonuyla konuşan Lefi. Tembel teneke,
insan gücüyle çalışan bu aracın kargo kısmına oturarak bulunduğum zor durumu
çok daha zor hale getiriyordu.
“Ah, kapa çeneni! Bunun sorumlusu başından beri kimdi
acaba!?”
“Hmph.” Hazırlıksız yakalandığı sitemli parlamamı
kovuştururken bir ses çıkarmıştı. “Kendin dışında birisine suç atmanı
anlayamıyorum.”
“Ciddi misin sen!? Bana bunu mu söylüyorsun!? Uyuya kalan ve
aylak aylak kahvaltı yapan sendin! Bir kısmını yanına alabilecek olmana
rağmen, kılını kıpırdatmayı bile reddettin! Bu tam anlamıyla senin hatan!”
Samurayların giydiği türden geleneksel Japon kıyafetine
sarılmış kız, bakışlarını benimkinden kaçırdı. Elimden geldiğince sert
pedallamama sebep olanın sonuçta o olduğunun tamamen farkındaydı. Olmamasının
imkanı yoktu. Salyangoz hızıyla kahvaltısını yaparken, defalarca geç
kalacağımızı belirten şikayetlerimi tamamen görmezden gelmişti.
Bu durumla ilgili beni en çok kızdıran şey, sözlü olarak
hatasını kabul etmeyi reddetmesi değildi, bunun yerine onun hatası olmasına
rağmen elimden gelen bütün kuvvetle tam hızda gitmeye uğraşmama rağmen rahat
rahat takılmasıydı.
“Kutsanmışlardan biri değil miydin sen? Bunun hakkında bir
şeyler yapmaya ne dersin? Bisikleti hızlandırmak için bir şeyler yap.”
“Yapamam.” dedi. “Ve bu durumda çok işe yarayacak bir güç
sahibi olmamı beklemen için bir sebep göremiyorum.”
“Lanet olası işe yaramaz patates çuvalı.” Sözlerimi daha
çarpıcı kılmak için cıkladım.
“Bu ne cüret!?” “Sözlerini hemen geri al!” ve “Kesin surette
işe yaramaz olmayan!” gibi çeşitli kalıplar kullanarak konuşmasına devam
etmişti, ama sadece ve sadece pedallamaya odaklanabilmek için onları
umursamadım.
***
“Hay sıçayım... inanamıyorum... biz... gerçekten...
başardık...” kendimi masama sürükleyip üzerine yığılırken, ağzımdan zor bela
bir cümle çıkarmayı başarabilmiştim.
“Günaydın Yuki.” dedi yanımda oturan kişi. “Görünüşe göre
tam zamanında geldin.”
Tanıdık bir yüzdü, küçük bir başı olan, çikolata
kahverengisi saçlara sahip bir kızdı. Bu erkek fatma, herkesle aynı üniformayı
giymesine rağmen bir tür sportiflik havası yayan biriydi. Ayağının dibinde,
parlak gümüş renkli bir kürkü olan bir kurt yatıyordu. Hal ve hareketlerine
bakarak, sıradan bir köpek dostumuzdan çok daha zeki olduğunu
söyleyebilirdiniz.
“Günaydın Nell, ve sana da günaydın Rir.” nefesimi
toparlayabildikten sonra ikiliyi selamladım. “Ve evet, bunun için Lefi’yi
suçlayabilirsiniz. Uyuyakaldı. Yine.” İç çektim. “Bu lanet olası büyülü hayvan,
asla erkenci biri değil.”
Fluffnir başını kaldırıp beni selamladı. Demek istediğimi
anladınız mı? Zeki VE şirin. Bu arada Lefi koca bir çöptü. Keşke değiş tokuş
yapabilsek...
“Yine kütüphaneye mi gitti?” dedi Nell, gülmesini kontrol
etmeye çalışarak.
“Evet. Derslerin sıkıcı falan olduğundan şikayet edip, ne
halt yiyecekse onu yemeye gitti.” diye homurdandım. “Nasıl oluyor da, her
istediği şeyi yapabiliyor bu arada? Benim büyülü hayvanım olması gerekmiyor mu
bunun?”
Büyülü hayvanlar, normal şartlar altında, onu çağıranlardan
çok fazla uzaklaşamazlar. Lefi’nin canı istediği zaman istediği yere gidebilme
yeteneği, mantık çerçevesini aşıyordu. Dostum, çok kıskanıyorum. Neden dersi
asıp her istediğini yapan bir tek o? Ben de dersi asmak ve serseri gibi boş boş
takılmak istiyordum.
Ne yazık ki, isteğim menüde bulunmuyordu. Rehber öğretmenim
öğrencilerine şeytani denebilecek seviyede cezalar uygulama eğilimine sahip
olacak kadar, onları hizada tuttuğundan emin olmaya pek hevesliydi. Eğer dersi
asacak olsaydım, “rehberlik” ismini, okul kampüsünün etrafında insanlık dışı
sayılarda turlamam için bir bahane olarak kullanırdı. Bu tecrübenin beni mental
olarak sakatlayacağı ve benimle işi bittiğinde bir daha asla hareket etmek
istemeyeceğim için, şimdilik hüsranıma katlanmaya karar verdim. Bu, intikamımı
alamayacağım, ya da Lefi’nin öylece kurtulabileceği anlamına gelmiyordu. Sadece
zamana ihtiyacım vardı. Heh. Bekle bakalım Lefi. Eve gittiğimizde, seni
Smash’te öyle bir ezeceğim ki ağlayacaksın.
“Seninle oyun oynayabilen bir büyülü hayvana sahip olmak
güzel olmalı.” İntikam planımı Nell’e anlattığımda, kıskanan bir ses tonuyla
karşılık vermişti. “Ben de Rir’le yapabilmek isterdim, ama pek işe yarayacak
gibi görünmüyor.”
Biraz özür, biraz efendisinden imkansızı istememesini
isteyen bir şekilde inlemişti kurt. Konu dışı olacak ama, Nell, her ne kadar
aynı yaşta olsak da bende bir abi havası olduğunu falan düşünüyordu. Bunu anlayamıyordum
ama önemli değil.
“Emin misin? Rir bayağı akıllı görünüyor, o yüzden
muhtemelen ona patisini kıstırarak joystick kullanmayı öğretebilirsin.”
“Oh, iyi fikir! Sanırım bu işe yarayabilir. Eve gidince
denemek ister misin Rir?”
Kurt, bu öneriden tedirgin olmuş gibi, tekrar inlemişti.
Her ne kadar konuşmaya devam etmek istesem de yapamadım.
Konuşmamız sabah ziliyle çabucak sona ermişti.
“Hay sıçayım. Sanırım öğretmen burada. Bir süre susacağım.”
“Hıhı, iyi fikir. Bir süredir gözü üstünde sonuçta.”
***
Büyülü hayvanlar olağan şeyler olarak görülürdü. Kelimenin
tam anlamıyla her yerdelerdi, ve insanların izlerini bıraktığı her yerde onları
görebilirdiniz. Kullanım olarak çok yönlü amaçları olduğundan, ve her şeyi
hesaba kattığımızda, hem toplumun hem de bütün dünyanın ayrılmaz birer parçası
olmuşlardı. Büyülü hayvanlara sahip olanlar çağırıcılar olarak bilinirlerdi, ve
onlar da sadece kabul görmemiş, ayrıca güvenilen bir topluluk haline
gelmişlerdi. Ordu bile, çağırıcılara sırtlarını dayamak durumunda kalmışlardı.
En elit kollarından biri olan, kaçakları yakalamada özelleşmiş bir birim,
tamamen çağırıcı-büyülü hayvan ikililerinden oluşuyordu.
Gerçi kadar büyülü hayvan terimi, sık sık kafalarda köle
imajı oluşturuyordu. Ve başka dünyadan gelen bu yaratıklar, kendilerini
çağırıcılarına bir anlaşmayla bağlı halde bulduklarından, onlar kesinlikle
sadece bir araçtı. Anlaşmaları değiştirilemez değillerdi. Anlaşmalarını
istedikleri zaman fesh etmekte ve Öteki Diyara, geldikleri dünyaya dönmekte
özgürdüler. Anlaşmayı bitirme, tek seçenekleri de değildi. Büyülü hayvanlar,
istemedikleri emirleri, Kutsal Otorite olarak bilinen güçlerini kullanarak
kolaylıkla görmezden gelebilir veya geri çevirebilirlerdi.
Doğal olarak, bu her zaman olan bir şey değildi, tam tersi,
istisna olan, ve sadece çağırıcının tam bir pislik gibi davranmaya karar
verdiği zamanlarda olma eğiliminde olan bir şeydi. Genel olarak konuşursak,
büyülü hayvanlar anlaşmalı oldukları kişilere güvenirler ve, ya emirlerine
boyun eğerler, ya da gerekirse kendi zeki kararlarını verirler. Anahtar kelime:
zeka. Büyülü hayvanlar genel olarak inanılmaz bilgili kabul edilirler. Genel
olarak.
“Peki tam olarak neden ben böyle bir şeye kaldım...?”
Yanımdaki kızla göz göze gelince iç çektim.
“Hay lanet!” Lefi, elindeki kontrolcüyle ekrandaki karakteri
hareket ettirme denemesi sonucu uğradığı hüsranının şiddetli bir göstergesi
olarak bağırmıştı.
Onu, bir büyülü hayvan olarak göremiyordum. Türünün
sergilemesiyle meşhur olduğu bilgelik ve zeka gibi özelliklerden tamamen
yoksundu. Onunla etkileşime girmek, öteki dünyadan gelen ferasetli bir varlıkla
etkileşmek yerine, şımarmış bir çocukla uğraşmaya benziyordu. Ve bana
anlaşmayla bağlı olmasına rağmen, genellikle söylediğim hiçbir şeyi
dinlemiyordu.
Anlaşmasından bahsetmişken, şartları şüpheli temellere
dayanıyordu. Günde üç kere sıcak yemek ve yumuşak bir yatak olması gerektiğini
belirtiyordu. Bu şartlar zararsız gözükse de, bir yandan onun tembelliğinin de
göstergesiydi. Lefi, Öteki Diyar’ın en güçlü yaratıkları arasında
gösterildiğini ve bu şartları sadece bana çok daha güç sağlamak istediği için
kabul ettiğini söylemişti. Bu açıklamanın altındaki mantık, “onu çağıracak
kadar güçlü” olduğum için potansiyelim olduğunu kanıtlamış olmamdı.
Ama doğrusu, sonsuz sayıda bedava öğle yemeğini garanti
altına almak için kendine ümitsizce bir yol bulmaya çalışmıştı. Ve
kahvaltıları. Ve akşam yemeklerini. Diğer büyülü hayvanlardan öğrendiğim
kadarıyla, her ne kadar büyük bir güce sahip olduğu bilinse de, eski evinden
atılmasının sebebi tam bir tembel olmasıymış. Bu olaydan sonra, kendine yeni
bir besin kaynağı bulma planı hazırlamış ve ben, standart okul müfredatına
dahil olarak yaptığım çağırma ritüeli esnasında bu planı uygulamaya koymuştu.
“Veee... görüşürüz.”
“L-lanet olsun sana Yuki! Adil oynamıyorsun! Daha az önce
sana, beni platformdan uçurmanı yasaklamamış mıydım!?”
Super Smash Sisters isimli oyunun ortasındaydık. Lefi
platforma geri dönmeye çalışıyordu, ama tam platformun kenarına tutunacakken,
onu titanik gibi batırmamla, bu çabasını engellemiştim. Olayların sonucu
olarak, sinirli bir şekilde havaya uçmuştu.
“İstediğini söyleyebilirsin, ama bu oyun tam olarak bu
şekilde oynanıyor. Güçlen.” dedim. “Ama şunu söyleyeyim, eğer kendini o kadar
umutsuz durumda hissediyorsan, handikap ayarlarını artırabilirim.”
Hüsrana uğramış ve gücenmiş bir şekilde homurdandıktan sonra
konuşmaya devam etti. “Canlarımdan sadece birini alabildiğin için, böyle
kibirli bir şeyi yapmana hiç lüzum yok. Bekle bakalım Yuki, hemen yüzünü çamura
gömme işlemine başlıyorum!”
“Hah!” Dedim, dalga geçer gibi. “Çok beklersin! Beni
yenebilmen için bir ömürden fazlasını harcaman gerek. Gel bakalım, neden bana
Zeldia ustası dediklerini sana göstereyim--ve bir de Dunkmaster!”
Pis pis gülebilmek için bakışlarımı ekrandan çevirince, daha
da çok hüsranlı homurtuya sebep olmuştum. Ama sonra bir şeyi fark etmiş gibi
oldu. Çatık kaşları, birkaç belirli söz mırıldandıktan sonra 180 derece
dönmüştü.
“...Mantıklı gelen her şeyin gölgeye dönüşmesini istiyorum.”
“N-ne!? Ne oluyor lan!?” Her şey karardı. Gözlerim hiçlikten
başka bir şey görmüyordu.
Karakterim arka arkaya cezalandırılırken, kontrolcümün
titreşimini hissedebiliyordum. Ve arenanın dışına uçan Zeldia’nın çığlıklarını
duyabiliyordum. Ama görüş yeteneğim olmadan, tuşlara abanmak dışında bir şey
yapamazdım.
“Orospu çocuğu! Az önce Kutsal Otoriteyi mi kullandın!”
“Hahahahahah!” Muzaffer bir şekilde güldü. “Sorun nedir
Yuki? Görünüşe göre karakterini kontrol etmekte zorluk yaşıyorsun.”
“Benimle dalga geçiyor olmalısın!” Kızgın bir şekilde çığlık
attım. “Okula geç kalmak üzereyken bunu kullanmayı reddettin, ve sonra gidip
bunu sırf bir oyunda yeniliyorsun diye mi kullanıyorsun!? Lanet olsun! Daha ne
kadar aşağılık biri olabilirsin!?”
“Varmaya çalıştığın noktayı anlamakta zorlanıyorum. Bu
rekabete dayalı bir oyun. Rakibine karşı zafer kazanabilmek için bütün gücünü
kullanman gerekir. Benim Kutsal Otorite gücüm ise sadece doğuştan gelen bir
yeteneğim!” Atıp tutmaya devam ederken kontrolcünün tuşlarına deli gibi basmaya
devam ediyordu. “ve şimdi, sen bittin! Bu son vuruş olacak!”
Büyü birden etkisini yitirmeye başlayınca görüşüm geri
gelmişti. Sonunda tekrar görebiliyordum. Ama bunun için artık çok geçti.
Karakterimi son gördüğümde, ekranın dışına, hiçliğe doğru uçarken arkasında
bıraktığı pembe ışıktı. Lefi adalet konseptini camdan aşağı fırlattığı zaman üç
canım vardı, ama şimdi, bir tane bile kalmamıştı.
“Ciddi misin sen!? Bu saçmalıkla bütün canlarımı mı aldın!?
Pekala, bir şey diyeyim mi, eğer böyle oynamak istiyorsan, oynarız! Senin için
kötü hissettiğimden kendimi tutuyordum, ama hile yapmaya devam edeceksen, iş
ciddiye bindi demektir!”
“Rol yapmana gerek yok Yuki.” Yavaş yavaş, kasten güldü,
ardından konuşmasına devam etti. “Ama şimdi, bütün gücümü açığa çıkarmaya
başladığım için, artık yenilgi nedir bilmeyeceğim!”
“Çok beklersin! Bunun güç olduğunu düşünüyorsan, asıl gücün
ne olduğunu sana göstermem gerekiyor demektir!”
Niyetlerimizi belirttikten sonra karakterlerimizi seçtik ve
bir sonraki raunda geçtik.
Lefi, oyun şunu dediği anda büyülü kelimeleri söylemeye
başladı: “Hadi.”
Ama sözü bitmeden onu yarıda kestim. “Kutsal Otoriteyi her
kullanmayı denediğinde akşam yemeğinden bir parça alacağım.”
Tehdit, her ne kadar kısık sesle söylemiş olsam da, etkisini
göstermişti. Büyülü hayvanımın birden bana doğru korku içindeki bir yüz
ifadesiyle dönmesine neden olmuştu.
“N-ne!? Bu hiç adil değil Yuki! Bu kadar acımasız
olamazsın!”
“Az önce sen, oyunların, elinde ne var ne yok kullanman
gereken şeyler olduğunu söylemedin mi?” Dedim. “Anlarsın ya, senin akşam
yemeğini hazırlamakla yükümlü olan ben olduğumdan, istismar edebileceğim çok,
çok belirgin bir zayıflık bu değil mi?”
“S-seni alçak herif...”
Dişlerini birbirine geçirdi ve bana dik dik baktı, ama
muzaffer gülüşüm kaybolmak bir yana, bozulmadı bile.
“Peki, ikinci raunta ne dersin?”
***
“Mmmnnngh…” gözlerimi yavaş yavaş açarken inlemiştim.
Kendimi bir konsol veya TV karşısında değil de, son birkaç aydır çok daha
alıştığım bir çevrede buldum.
Bu zindandı.
Yetişkinlerin her biri, her zamanki gibi kendi işlerini
yapıyorlardı. Lyuu asıl taht odasının bir köşesinde çocuklarla evcilik
oynuyordu. Leila çamaşırları katlıyordu, ve Lefi shogi tahtasının önünde
oturuyordu. Taşların dizilişine bakarsak, tek ejderhalı bir oyun oynuyor
gibiydi.
“Sonunda uyandın mı Yuki?” Benim hareket ettiğimi fark
edince, başını kaldırdı ve gözlerini bana çevirdi.
“Evet... galiba sızıp kalmışım.”
Biraz gözlerimi kırptıktan sonra, tahtın üzerinde
uyuyakaldığımı fark ettim. Yani, o zaman hepsi bir rüya mıydı...?
“Sorun nedir?” diye sordu ejderha. “Yüzünde bayağı salak bir
ifade var.”
“Biraz alakasız gelecek ama, daha önce benim büyülü hayvanım
olmuş olabilir misin?”
“Tam olarak ne demeye çalıştığını ya da bu söylediğinin
nereden geldiğini anlamıyorum.” dedi şüpheli bir şekilde.
“Aman, boş ver, kafanı takma.” Bu düşünceyi yavan bir
gülümsemeyle uzaklaştırdım.
“...Gerçekten bazen çok tuhaf biri oluyorsun.”
Tekrar şaşırmış bir şekilde baktı, ama tekrar düşüncelerime geri
dönerken, bunu kafama takmadım.
Lefi benim büyülü hayvanım değildi. Ya da ona benzer bir şey
değildi. O, Leficios, bu dünyanın masallarında söylenegelmiş, her şeye gücü
yeten, efsanevi, Yüce Ejderhaydı. Bir noktada, bu zindanın beleşçilerinden
biriydi, ama yakın zamanda bu durumu değişiklik geçirmişti. Olabilecek en
gerçek anlamda, benim ailemin bir parçası olmuştu. Karım olmuştu.
Ama, içgüdüsel olarak biliyordum. Aptalca şeyler için bile
sürekli kavga edebildiğimiz, boş boş takılabildiğimiz ve günlerimizi birlikte
geçirdiğimiz bu ilişkiyi, çok uzak, paralel bir evrende bile olsa
paylaştığımızı biliyordum, aynen rüyamda olduğu gibi. Gerçi, onları görememiş
olsam da, zindanın geri kalan sakinleri de muhtemelen orada yaşıyor olurlardı.
Ve ayrıca onlar da hemen yakımızda olurlardı. Büyük ihtimalle, bitişiğimizde
yaşarlardı ve oyun oynamak falan için haftasonları bize gelirlerdi. Yani,
sadece tahmini söylüyorum ama, içimden bir şey muhtemelen her şeyin böyle
olacağını söylüyordu. Dostum, bu paralel evren işi kulağa gayet eğlenceli
geliyor.
Bir süre düşündükten sonra kendi kendime kahkahalara
boğulmuştum. Evet, bu doğru olabilir. Lefi’yle hala birlikte olabilirdik. Bir
başka dünyada olsak bile.
“Ne oldu Yuki? Neden bana böyle ilgili bakıyorsun?”
“Yoo, önemli bir şey yok.” dedim. “Her neyse, görünüşe göre
kendi kendine oynuyorsun. Sana yardımcı olmak için katılmama ne dersin?”
“Pekala, bu günü sonunda seni ağlatacağım gün olarak tarihe
geçirmek için, hadi, akıl oyunu düellomuza başlayalım.”
“Beni ağlatmak mı?” Kıkırdadım.
Yüzümü çamura gömen öteki Lefi’nin tersi ha?
“Neden gülüyorsun?”
“Sebebi yok. Sadece, bilirsin işte, bunu başarabileceğinden
şüpheliyim.”
“Ne küstahça!” diye homurdandı. “Bu kadar alıştırmayı boş
yere yapmadım! Ama, peki öyle olsun, bakalım hangimiz kazanan olacak. Beni
küçük gördüğün için pişman olacaksın!”
“Cidden, her seferinde bunu söylüyorsun.” tahttan inip
karşısına geçerken, çok bıkkın bir şekilde iç çekmiştim. “Ama hiçbir şey
değişmiyor.”
Ve sonra, diğer ben gibi, bir başka günü daha Lefi’nin
yanında geçirmiştim.
İlk kısımda oynadıkları oyun, Super Smash
Bros, Nintendo’nun oyun konsollarına özel olan bir dövüş oyun serisidir. İçinde
Nintendo’nun konsollarına çıkmış çoğu oyundan karakterler olduğu gibi, Nintendo
dışından karakterler de bulunur. Yuki’nin oynadığı Zeldia karakteri Legend of
Zelda serisinden, Zelda, bahsettiği diğer karakter de, (emin olmamakla
birlikte) muhtemelen bunları okuyan herkesten yaşlı olan Donkey Kong’dur (ilk
oyunu 1981’de çıkmış!!!!). * * *