Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Haberci - Kısım 1
Tahtın üstüne oturmuş, arkama yaslanmış ve her zamanki gibi
keyfime bakarken, haritam birden gözümün önüne fırladı. Üzerinde, bir
istilacının varlığını gösteren yeni, kırmızı bir işaretçi yanıp sönüyordu. Uzun
zaman sonraki ilk insan şekline sahip istilacımızdı bu ve bir anlığına, Nell’in
sonunda uğramaya karar verdiğini düşünmüştüm. ++-+++ Ama ne yazık ki durum bu
değildi. Nell arkadaş olarak işaretlenirdi; eğer o olsaydı haritada mavi nokta
ile gösterilirdi.
İşaretçiye basıp istilacının statlarını kontrol ettim.
***
İsim: Haloria Laylott
Irk: Muhafız Şeytan
Sınıf: İblis Diyarı’nın Gizli Servisi’nin Ajanı
Seviye: 54
***
Ah? Görünüşe göre bir iblis. Genel değerlendirmeme göre
istilacı bayağı güçlüydü. Seviyesi 54’tü ve statları bayağı iyiydi. Başkentte
tanıştığım Carlotta ismindeki şövalye hatunla aşağı yukarı benzer güçteydi.
Sınıfına bakarsak, mantıklı. İblis Diyarının Gizli Servisi, kulağa bayağı
önemli geliyor. Orada işe başlayabilmek için muhtemelen biraz güçlü biri olmak
gerekiyordur en azından.
“Ama neden gizli servisin bir üyesi buralara kadar gelsin
ki?” Kem gözlerden aldığım görüntülerdeki ajanı izlerken, kendi kendime
mırıldanmıştım. Etrafta uçtuğunu gördüğümden, kanatlı bir iblis olduğunu
söyleyebilirdim. Başında bir kapüşon olduğundan yüzünü tam göremiyordum, ama
yine de çevresini aktif olarak taradığını söyleyebilirdim. Sanki bir şey arıyor
gibiydi. Buralarda sadece ben, zindanım ve içinde yaşayanlar var. Yani,
canavarların dışında tabii.
“Hey Leila, İblis Diyarı’nın Gizli Servisi hakkında bir şey
biliyor musun?” Muhtemelen bir cevaba sahip olduğunu düşündüğüm için,
yakınlarımda bir yerde çalışmakta olan hizmetçiye dönerek sorumu sormuştum.
“İblis Diyarı’nın Gizli Servisi mi? Sanıyorum onlar iblis türünün
kralı olan iblislerin efendisine, hizmet ediyorlar.” diye yanıtladı. “Etkili
bir istihbarat ajansıdır. İşlerinin çoğu az çok tartışmalıdır ve casusluk ve
komplo kurma gibi görevleri içerirler.”
“Hmmm... pekala. Teşekkürler.” dedim. Pekala, yani aslında
tam da beklediğiniz şeyi yapıyorlardı. Bak şu işe. Merak ediyorum da, acaba bu
adam, başkentte dövdüğüm adamla akraba falan olabilir mi.
“Bu soru nereden aklınıza geldi efendim?”
“Şöyle ki, bir tanesi bölgemizde dolanıyor gibi görünüyor.”
“Dikkatlerini çekecek bir şey yapmış olabilir misiniz?”
“Dürüst olmak gerekirse... Muhtemelen, evet. Kafamda bir şey
olmadığını pek söyleyemem.” dedim. Sonuçta bir herifi tamamen kolsuz bıraktım.
“Lordum, durumu dostane bir şekilde çözmenizi önerebilir
miyim? Ajana saldırmak, büyük ihtimalle kralın tarafının düşmanımız olmasına
sebep olabilir.”
“Evet, anladım.” dedim. “Gerçi, bunun için biraz geç
olabilir. Göreceğiz.”
İstilacı ve niyetleri hakkında pek bir bilgim olmamasına
rağmen, ona apar topar saldırmayı planlamıyordum. Böyle agresif bir davranışa gerek yoktu. Bana
zarar vermedikleri sürece tabii ki.
“Üzgünüm Enne, ama sana biraz ihtiyacım olacak.”
“Tamam.” Çabucak insan formundan kurtuldu ve silah haline
geçti.
Onu omzuma astım ve Uzakkonuş kullanarak Rir’e, ben
hazırlanırken adam onu saptadığı için istilacıyla uğraşmamasını söyledikten
sonra harekete geçtim.
***
“Hey?” Gizliliği açıp arkasına geçtikten sonra, Ajan Kapüşon
Kapüşonoğlu’na seslendim. “Birini mi arıyorsun? Bir süredir buralarda dolaşıp duruyorsun.”
İrkilmiş bir şekilde hemen arkasını döndü ve belindeki
hançeri çekti. Ama bunun için artık çok geçti. Enne’i çoktan boğazının kenarına
dayamıştım. “Hele bir şey dene de kafanı boynundan ayırayım.”
Tehdidime ilk tepkisi, kaskatı kesilmek olmuştu, ama hemen
sonra silahını bırakıp altımızdaki ormana düşmesine izin verdikten sonra
konuşmaya başladı.
“Sen Yuki misin?” Her ne kadar ajan rahatlamış olsa da, sesi
hala titremeden, berrak bir şekilde geliyordu. “Krallığın başkentinde, canavar
tarafın ajanlarından biri tarafından yaratılan problemi çözen iblis lordunu
arıyorum.”
Hmm. Onun hatun olduğunu düşünmemiştim. Söylediklerini
dinleyince bir şeyi fark etmiştim. Sözlerini, neredeyse kanatlı nuggeta
çevirdiğim adamla bağlantısı olmadığını ima eder şekilde, bilerek seçmişti.
“Bunu senin hayal gücüne bırakacağım.” dedim. “Peki eğer
aradığın adam ben olsaydım ne yapardın?”
“Konuşmak.” dedi. “Bir diyalog kurmaya çalışırdım. Ortak bir
düşmana sahibiz, bu yüzden birbirimize yardım edebileceğimizi düşündüm.”
Hmmm... Yalan söylüyor gibi gözükmüyor. Harita onu bir
düşman olarak gösteriyor, bunun sebebi çoğunlukla tüm izinsiz girenleri böyle
göstermesinden kaynaklanıyordu. Sanırım kimi dost olarak gördüğümü elle seçmek
zorundaydım. Ama her ne kadar zindanın arayüzü onu bir istilacı olarak görüyor
olsa da Düşman Saptama tam tersini söylüyordu. Yetenek tepki vermiyordu. Bana
beni öldürmek ya da bana zarar vermek istediğini söylemiyordu. Dahası iblis,
yeni tanışan herkesin olacağı kadar tetikte gibiydi, yani hiç tetikte değildi.
Hala emin olmadığım birkaç şey daha vardı, ama durum her
neyse, başını kaybetme riski ortadan kalktıktan sonra üzerime atlamayacakmış
gibi göründüğünden, Enne’i boynundan çektim ve kılıcı omzuma geri yasladım.
“Ve bu Yuki kişisi seninle konuşarak tam olarak ne
kazanacak?”
“İki şey teklif ediyoruz.” dedi. “İlki bilgi. Düşmanın
planlarıyla alakalı bilgi sağlayacağız. İkincisi ise, aynı düşmana sahip olduğu
grupla bir ittifak.”
“Hmmm...” Teklifini düşünürken gözlerimi kıstım. “Sanırım
bu, seni, kralın habercilerinden biri falan yapıyor, değil mi?”
“Sanırım bunu anlayabildiğine göre, sen gerçekten de iblis
lordunun ta kendisi olmalısın.” İblis onu analiz ettiğimi ve sınıfını gördüğümü
fark etmediği için, onun rolünü tam isabetle bilince gözleri şaşkınlıktan
açılmıştı. “Diğer iblis lordları gibi gücünle gösteriş yapma meraklısı
olmadığını söylediklerinde onlara inanmamıştım, ama sanırım söyledikleri
gerçekten de doğru gibi görünüyor.”
“Gerçekten başka bir iblis lorduyla karşılaşmadığım için ne
demek istediğini anlamadım ama her neyse. Seni dinleyeceğim. Beni takip et.”
Çenemle mağaranın olduğu yönü gösterdikten sonra arkamı dönüp uçmaya başladım.
Heh. Her zaman bunu yapmak istemiştim.
Arkama baktığımda, kapüşonlu hanımefendinin yer değiştirmeyi
tereddüt etmeden kabul ettiğini görmüştüm; itaatkar bir şekilde tam arkamdan
beni takip ediyordu.
***
Kapüşon kızı, düzlüklerde bulunan ryokana, Japon stili
kaplıca oteline getirdim. Kahramanın ilk gelişinde ona gösterdiğim aynı odanın
önüne gelmiştik.
“Pekala, işte geldik.” Odanın bir köşesinden bir çift minder
aldım birine kendim oturdum, diğerini tam karşıma koydum. “Buyur, otur şuna.”
“B-buna inanamıyorum...” Ajan Kapüşonoğlu, yüzünde şaşkın
bir ifadeyle sözlerimi dinleyip minderin üzerine oturduktan sonra kekelemişti.
“Bir mağaranın içinde hem devasa bir düzlük hem de bütün bir kalenin olduğuna
inanamıyorum...”
Misafirim ona mağarayı ilk gösterdiğimde beni hafife almaya
başlamıştı, ama çimenliğe giden kapıyı açtığım anda, yüzünde şok olmuş bir
ifadeye oluşmuştu. Karşısındaki manzara, onu tamamen, büsbütün şaşkınlık
içerisinde bırakmıştı.
Verdiği tepkiden dolayı çok eğlenmiş olsam da, bunun yersiz
olduğunu hissetmiştim. Gizli servisin bir üyesi, ülkenin amaçlarını gerçekleştirmek
için, kapalı kapılar ardından gizli kapaklı işler çeviren usta bir casus olması
gerekirdi. Ve buna karşın, duygularını öylece açık ediyordu. Yüzünün çoğunu
kapatan kapüşonu çıkardığı için, yüzündeki ifadeyi tabii ki de görebiliyordum.
Sesini duyduktan sonra zaten anlamıştım, ama işinin verdiği hissin aksine
beklediğimden daha gençti. Yetişkinliğe adımını atmış ama pek yetişkin olmayan,
arada bir yaştaydı. Çoğu kısmı yetişkin gibi görünen yüzü, hala ufak, çocuksu
bir masumiyet emaresi taşıyor gibiydi.
Görünüşü, aklımdaki klasik şeytani klişesinden pek farklı
değildi. Kafasında bir çift küçük boynuz vardı. Ve her ne kadar önceden fark
etmemiş olsam da, pelerininin altından ince bir kuyruk dışarı çıkmıştı.
Kız oturur oturmaz kapı gıcırdayarak açıldı. Tanıdığım tek
iblis kız, elinde, üzerinde iki tane bardak bulunan bir tepsiyle içeri girdi.
“İkinize biraz çay getirdim efendim.” dedi.
“Sağ ol Leila.” Her ne kadar her zamanki ses tonumla cevap
vermiş olsam da, hizmetçinin işinden etkilenmiştim. Ona tek söylediğim,
davetsiz misafirimizi karşılayacağım ve eğer gelmek isterse bu misafirimizi
ryokana getirmemin ihtimal dahilinde olduğuydu. Ve buna karşın, oturduğumuz
anda taze çay getirmeyi başarmıştı. Yani, vay arkadaş. Bu nasıl zamanlamadır?
Hizmetçinin güç seviyesini ölçecek bir gözlemcim olsaydı, muhtemelen bana,
Leila’nın 500 bin civarında edeceğini söylerdi. Ve off, bu onun son formu da
değildi. Eğer ciddileşirse, gözlemcinin aşırı yüklenmesine neden olur ve onu
patlatırdı.
Bir dizi rastgele düşünceden sonra karşımda oturan kişiye
doğru döndüğümde onun da hizmetçiye baktığını gördüm.
“Az önce sen... Leila mı dedin?” Ajanın yüzünde hayretini
gösteren bir ifade vardı. “Yani ‘O’ Leila’yı mı kastediyorsun? Filomati’nin
Cisimleşmiş Hali dedikleri mi!?” [1]
Aahhh... ne?”
[1] Orijinali: Philomathy. Açıklaması biraz güç. Philo kısmı
sevmek, math kısmı öğrenmek/bilgi, y de muhtemelen felsefenin sonundaki -y
(bkz. Philosophy) ekinden gelen ilim/irfan şeklinde. Hepsini birleştirdiğimizde
muhtemelen, öğrenmeyi ve araştırma yapmayı fetiş kadar çok seven kişi anlamına
geliyor. Analizin sonu.