Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Haberci - Kısım 2
“Filomatinin Cisimleşmiş Hali mi? Süslü bir unvanmış. Sana
gerçekten öyle mi diyorlar?” Diye hizmetçiye sordum. Demek istediğim, biraz
anlayabiliyorum aslında. Her şeye deli gibi bir merakı var.
“Ne utandırıcı bir durum.” dedi kıkırdayarak, Leila. Yüzü
hafif bir pembe tonuna dönerken, bir avucunu yanağına bastırdı ve o tarafa
doğru başını eğdi. “Gençken beni böyle çağırırlardı.”
Gençken mi? Elimde olmadan şaşırmıştım. Bir dakika, sen
benden daha genç değil misin? Şeyy, bir daha düşününce, teknik olarak değilim
gerçi. Dünyadaki hayatımı düştüğümüzde, bir yaşından daha küçüğüm, bu da
canavar olmayan herkesin benden çok çok daha yaşlı olduğu anlamına geliyordu.
Ohh, hatta Illuna bile benden daha yaşlı. Muhtemelen bunu ona söylemeliyim ve
küçük kardeş rolünü de biraz ben oynamalıyım. Eminim bu onu bayağı mutlu
edecektir.
“S-son duyduğumda iblis diyarını terk etmiş ve başka yerde
bulamayacağınız bir otu elde etmek için bir insan bölgesini ziyaret
etmiştiniz.” dedi Ajan Kapüşonoğlu. “Neden sizin gibi bilgili birisi bu kadar
uzak bir yerde sıradan bir hizmetçi olarak çalışıyor!?”
Ajanın tepkisinde, Leila’nın bir tür ünlü olduğu iması
vardı. Ya da en azından, hükümetin gizli operasyonlarında çalışan birinin
saygısını kazanacak kadar önemli bir şey başarmıştı.
Gizli ajanın söylediğinin aksine, Leila’nın iblis diyarından
ayrıldıktan sonrası için benim kafamda bir düşünce vardı. O dışarıda ot
ararken, muhtemelen köle tacirleri tarafından yakalandı ve benim saldırdığım
şehre getirildi.
“Yani, olur böyle şeyler.” dedi Leila.
“Hmm? Şeyi göreme---” Kapüşonlu kız bir merağını sormaya
yeltense de Leila onu yarıda kesti.
“Olur. Böyle. Şeyler.” Hizmetçi, her bir kelimeyi bastırarak
söylemişti. Her ne kadar sırıtıyor olsa da inanılmaz bir baskı havası
yayıyordu. Biraz bile geri adım atmayacağı çok belliydi.
“Ö-öyle diyorsanız.”
Leila’nın durumu hakkında çok merak ediyor olsam da,
kapüşonlu arkadaşım gibi ben de daha fazla soru soramayacak kadar onun
baskısından korkmuştum, özellikle sorsam bile cevaplamayacak gibi gözükse bile.
“Ve sanıyorum, efendimle az önce konuştuğunuz işinle
ilgilenmen senin için en iyisi olur. Bunca yolu bunun için gelmedin mi?”
“D-doğru, lütfen davranışımı bağışlayın.” İblis kız
soğukkanlılığını toparlayabilmek için biraz durduktan sonra konuşmasına devam
etti. “Size kendimi tanıtmakla başlamama izin verin. Adım Haloria Laylott, ve
iblis lordu olarak da bilinen, iblis diyarının kralına hizmet etmekteyim. Habercisi
olarak, bugün onun adına buradayım.”
“Tanıştığıma memnun oldum Haloria. Sanıyorum bunun çoktan
farkına varmışsındır ama, ben Yuki.”
Ajan Kapüşonoğlu bir süre sessizce düşündükten sonra tekrar
konuşmaya başladı.
“Biz iblislerin yaşadığı krallık, iblis diyarının şu anki
durumunu anlatmakla başlayacağım.”
***
“Allysia’da yenmiş olduğunuz kişi, bir grup fanatik
şeytanlar tarafından yönetilen bir partiye bağlı. Bizim gibi onlar da bu
bölgenin senin tarafından kullanıldığını biliyor, ve planlarını bozmandan ve
gururlarını çiğnemenden hiç hoşnut değiller. Eğer onları kendi hallerine
bırakırsan, size de bir entrika düzenleyeceklerdir.” diyerek konuşmasını
sonlandırdı Ajan Kapüşonoğlu.
“Anladım...” bana söylediği her şeyi kafamda tartarken,
yorum yapmadan bir cevap vermiştim.
Çok fazla bilgi vardı, ama hepsi epey doğrudan bilgilerdi.
Özellikle karmaşık ya da anlaşılması zor bir şey yok gibiydi. Uzun lafın
kısası, iblis diyarında iki büyük siyasi parti bulunmaktaydı. Biri, diyarı
yöneten iblis lorduydu. Peki, bir şey diyeyim mi? İnsanların bunu ona seslenmek
için kullandığını falan biliyorum, ama ona iblis lordu demek her şeyi
karmaşıklaştıracak. Ona iblis kralı ya da iblis diyarının efendisi falan
diyeceğim.
İblis kralının partisi daha özgürlükçüydü. Bu partide,
iblislerin düşünme şekillerini değiştirmek isteyen, kralın sadece savaşta iyi
olan kişi olmaması gerektiğini anlamış filozoflar bulunmaktaydı. İnsanlığa
karşı olan savaşı tek bir savaşçının kazanamayacağı gerçeği, son zamanlarda
yaşadıkları hoş olmayan bir takım durumlardan sonra farkına vardıkları bir şeydi.
İlkeleri, uzlaşmaydı. İblis kralını destekleyenler, diğer ırklarla işbirliği
yapmayı istiyordu.
Diğer yandan, liderliğinde fanatik şeytan ırkının çoğunlukta
olduğu bir başka parti daha vardı. Onlar daha gelenekseldi ve beyin gücünden
çok kas gücüne değer verirlerdi. İblislerin en büyük özelliklerinin güç
olduğunu düşünmeye devam etmek istiyorlardı ve kaba kuvvetin savaşı kazanmak
için tek yol olduğuna inanıyorlardı. Sadece ezici kaba kuvvet kullanarak bütün
düşmanlarını paramparça ederek işlerini bitirebileceklerine inanmışlardı. Ve
geçmişte, yanıldıkları pek de söylenemezdi. İblislerin inanılmaz özellikleri
vardı, hem fiziksel hem de büyüsel açıdan. Ve sorun da buydu. Yöntemleri
geçmişte kalmıştı.
Görünüşe göre, eski dostum prensi ziyarete gittiğimde planlarından
birini bayağı fena patlatmıştım. Her ne kadar planlarının detaylarını bilmesem
de, kapüşon kızın karşı partiyi tarif edişi, benim ortaya çıkardığım gibi
karmaşık planları düşünecek tipte olmadıklarını düşünmeme sebep olmuştu. Bunu
tabii ki de ona sordum ve bana, kaba kuvvetin fanatik şeytanların özünde olsa
da, aralarında birkaç düşünürün de bulunduğunu söylemişti. İdeolojilerini
destekleyen iblis ırklarından biri, komplo planları oluşturmaktan keyif alan
tiplerden oluşuyordu.
Kralın partisi, iblis diyarının şu anki durumunun kendi
yararlarına olmadığını düşünüyordu. Eski düşünce tarzı, topluluk arasında daha
yaygındı. Ama siyasi rakiplerinin aksine iblis kralı, diğer tüm ırkların
desteğine sahipti. Çoğu iblis olmayan, iblis diyarında yaşayanları düşmanları
yerine müttefikleri olarak görmeyi tercih ediyordu. Ve böylece iki partinin
ortalama nüfuz açısından eşitti.
Onu dinleyince, bu rahatsızlık verici gerçek birden ortaya
çıkmıştı. Bütün ulusu bir anda içine çekecek bir iç savaş yakındı. İblis diyarının
şu anki durumu, tam üstüne yanmakta olan bir kibrit bulunan, barut dolu bir
fıçı gibiydi. Patlayacaktı. Nokta. Bana biraz Balkan tarihini hatırlatmıştı.
Kontrolsüz bir patlama, iblis kralının hiç istemediği bir
senaryoydu, en azından şimdilik. Daha az destekçiye sahip olmak demek, topyekün
bir savaşta dezavantajlı olmak demekti. Gerçi, sanırım bu yüzden bulabildikleri
herkesle dost olmaya çalışıyorlar. Yoksa neden buralara kadar birini
yollasınlar ki? Kelimenin tam anlamıyla hiçliğin ortasındayız.
“Sen ne dersin Leila?” Bana söylenenleri dinledikten sonra
güvenilir hizmetçime döndüm.
“Bir bakalım...” o da düşünmek için bir süreliğine durdu,
ama kısa süre sonra tekrar konuşmaya başladı. “İblis diyarının durumu, onun da
tasvir ettiği gibi, benim bıraktığım zamanla bayağı benzerlik gösteriyor.
Ancak, anlattıklarına bakarsak, kısa süre için işler daha da kötüye gitmiş gibi
görünüyor. Bu gerçekçi olmadığı anlamına gelmiyor. Durumun çok hızlı bir
şekilde kötüleşmesinin sebebi, fanatik şeytanların partisinin karakteristik
özelliğinden kaynaklanıyor gibi.”
“Hmm...”
Leila’nın durumu doğrulayıp, kızın söylediklerinin en
azından palavra olmadığını anladıktan sonra bir süre durum üzerine düşündüm.
Yine de bu duruşumu değiştirmemişti. İşin aslı, hangi partinin üste çıkmış
olduğunu umursamıyordum. Ne hangisinin zafere daha yakın olduğu, ne de
hangisinin ahlaki açıdan üstün olduğu umurumda değildi. Benim ilgilendirmez. İç
savaş mı? Tabii, her neyse, bana ne. İyi eğlenceler. Zerre umurumda mı
sanıyorsunuz? Yoo.
Ancak, ahanın bana yalan söylemediğini varsayarsak, fanatik
şeytan partisi, çoktan beni bir düşman olarak sınıflandırmıştı, ki bu da,
zamanı geldiğinde o aptallarla uğraşmak zorunda olduğum anlamına geliyordu...
Ona inanma eğilimindeydim. Onlar hakkında hiç olumlu düşünmüyordum. Lefi’yi
katliam için bir araç olarak kullanmaya çalışmışlardı. Ve bu yüzden, onları
asla affedemezdim. "Onurlarını geri kazanma” amacıyla bize saldırma
teşebbüsünde bulunmaları büyük bir olasılıktı, bu yüzden, fanatikler garip işlere
girişmeden önce, soruna karşı engelleyici tedbirler alıp, kökünden çözmem benim
için daha iyi olacaktı. Ama tekrar söylemeliyim, bu, ajanın doğruyu söylediğini
varsaydığım bir durum.
“Ortak bir düşmana sahip olarak, sizin müttefiklerinizden
biri olmak isteriz.” Henüz ikna olmadığımı gören ajan, sözlerinin ardından ikna
etmeye devam etti. “Eğer iki taraftan biri yardıma ihtiyaç duyduğunda,
birbirimize güvenebileceğimiz umuyoruz.”
“Ne dediğini anlıyorum, ama açıkçası, henüz size
güvenebileceğimden emin değilim.” dedim. “Ama peki, hadi buna cesaret ettim ve
size yardım etmeye karar verdim diyelim. Bunda benim ne çıkarım var? Masaya bir
şey koyuyor gibi değilsiniz.”
“Size sunabileceğimiz en değerli şey istihbarat. Fanatikleri
ve onlarla çalışanları bir süredir yakından, detaylı bir şekilde
gözlemliyoruz.” Ajan dudaklarını bükerek, duygularını yine açık etmişti. “Ne
yazık ki, sunabileceğimiz her şey bu. Bunu söylemekten nefret ediyorum, ama
henüz o kadar nüfuzumuz yok.”
“Eh.” Diyerek omuz silktim. “Evet, bunu az çok anladım.”
“Gerçekten, sizden bunu isteyecek pozisyonda olmadığımızı
biliyorum, ama bize bir iyilik yapıp iblis diyarını ziyaret ederek, iblis
lordumuzla konuşamaz mısınız? En kısa sürede, kazançla ilgili ayrıntıları
konuşmanız için sizi onunla görüşmeye davet etmek isteriz.” dedi “Açıkçası
kralımız sizi şahsen ziyaret etmek istiyordu, ama bu pek uygulanabilir değildi.
Böyle zor zamanlarda tahtı çok uzun süre bırakamazdı.”
Kralın seçiminde herhangi bir yanlış göremiyordum. Taşranın
içideyiz. Zindanı ziyaret etmek, bulundukları yerin uzaklığı göz önüne
alındığında, bayağı bir vaktini alırdı. Ayrıca Uğursuz Orman’da yaşayan
canavaralar da gezmeye niyeti olan birinin geçmek isteyeceği bir yer
değildi. Orman boyunca bir VIP’ye eşlik
etmek pek mantıklı değildi.
“Potansiyel müttefiklerinize karşı çok saygılı davranmayı
seviyorsunuz belli ki.”
Açıkçası davranışları karşısında bayağı bir şaşırmıştım.
Kralın kendisinin fazladan bir adam için bu kadar zahmete girmeyi düşünmesini
bile akılımın ucundan geçirmezdim.
“Normalde bu kadar ileri gitmeyiz.” dedi ajan. “Bu durum bir
istisna.”
“Hmm...”
“Uğursuz Orman’ın iblis lordu Yuki, sizin gücünüz hakkında
bir sürü hikaye duyduk. “Alshir’de bulunurken fanatik partinin gizli
planlarından birini bozmayı başardınız. Yaşam için uygunsuz olarak belirtilen
Uğursuz Orman’da yaşayabilecek kadar güçlüsünüz ve buranın yöneticisi Yüce
Ejderha ile samimi bir ilişki bile kurmuşsunuz Kelimenin tam anlamıyla yaşayan
bir efsanenin bölgesinde bulunan bir zindanı idare edebilme yetiniz, sadece ve
sadece gücünüzün bir kanıtıdır. Sıradan birisi olmadığınız bizim için gayet
ortada.”
Aşırı övgüsünü duyunca yüzüm ekşimişti. Yani, bakıldığı
zaman gerçekten etkileyici biriyim. Ama lütfen yapmayın. Doğrusu, bütün bunları
gerçekten planlamadım. Hepsi sadece oldu. Yüce Ejderha ile olan samimi ilişki
mi? Evet, tek yaptığım ona biraz çikolata vermekti. Öyle söyleyince, sanki
benim güçlü biri olduğumu kabullendiği için birden iyi geçinmeye başladık falan
gibi geliyor kulağa. Yine de... Dostum, lanet casuslar. Benim hakkımda bu kadar
şeyi nasıl biliyorsunuz? Sanırım bütün bu gizli servis ayakları falan
göstermelik değil galiba, değil mi?
“Kralımız, gerçekçi bir imkan verildiğinde sizinle
tanışmaktan gayet memnun olacaktır.” dedi Ajan Kapüşonoğlu. “Sizi ikna etmemiz
için bize bir şans vermenizden memnun oluruz. Yardımı isteğimizi iyice gözden
geçirmeniz için, bugün konuştuğumuzdan fazla mükafat ve fayda sunacağından
eminim. Bu, size ne kadar değer verdiğimizin bir göstergesidir.”
“Anladım...” seçeneklerimi gözden geçirmek için, yine bir
süre düşünmüştüm. Daha doğrusu, düşüncelerimi iblis diyarının kendisine
odaklamıştım. “Yani, kulağa bayağı iyi bir tatil mekanı gibi geliyor.”
“Pardon?” İstihbarat görevlisi, şaşkınlıkla birkaç kez göz
kırpmıştı.
“Sadece kendi kendime konuşuyordum. Kafana takma.” dedim.
Sonuçta orası lanet iblis diyarı dostum. Daha önce hiç
görmediğim bir sürü şeyle dolup taşıyor. Bir şey diyeyim mi? Bu harika. Bu
fırsatı, herkesi gezintiye çıkarabilmem için kullanabilirdim cidden. Şeyyy, bir
dakika. Hayırhayırhayır, dur bakalım Yuki. Ne saçmalıyorsun? Geri zekalı.
Ajanın burada olmasının tek sebebi, patronunun senden bütün bu istikrarsızlık
sorununu çözmeni istemesi. Tanrım, tam bir beton kafalıyım. Neden bir anda
alevlere boğulabilecek bir ülkeye çocukları götürmeyi düşünürsün ki? Evet,
salla. Üzgünüm kızlar, ama Enne dışında hepiniz evi bekleyeceksiniz. Bu,
muhtemelen herkese bakabilmesi için Leila’nın da evde kalması gerekeceği
anlamına geliyordu. Sanırım Lyuu’nun da. Yani, sanırım en azından biraz yardımı
dokunuyor... bazen.
Geriye bir tek Lefi kalıyor, ki bu mükemmel olur. Zaten onu
bir yerlere götürmeye niyetim vardı. Bilirsiniz, balayı falan için işte. Bu, bu
fikir için mükemmel bir fırsat gibi görünüyor. Kendi başıma gidip, yer ayırtmak
yerine, galiba önce onunla bunu bir konuşmalıyım, ama son zamanlarda bayağı
flörtöz bir ilişkimiz olduğundan, bana kesinlikle tamam diyeceğinden emindim...
Off, dostum çok heyecanlandım. Şu anda balayı fikrini bayağı sevmeye başladım.
Fanatik şeytanların ben burada yokken bana saldırma
olasılığı her zaman vardı, ama pek endişeli değildim. Çok önceden böyle
zamanların geleceğini gördüğüm için, bir sürü tuzak kurmuştum ve kendime yeni
canavarlar edinmiştim. Ayrıca, şu anki haliyle bile Rir, Uğursuz Orman’ın batı
bölgesinin derinliklerinde gizlenmiş saçma derecede güçlü bir şey
getirmedikleri sürece, kendi başına işleri kolaylıkla halledebilirdi. Çook
güçlenmişti.
Düşmanlarımın bir şeyler karıştıracağından pek emin
değildim, ama şu anda iblis diyarının kralıyla bir çıkmaz içindelerdi.
Gururları önemli olsa da, boşa harcayacak kaynakları yoktu. Gerçek bir saldırı
başlatacaklarından bayağı şüpheliydim.
“Sanırım kralınızla tanışmayı falan kabul etmeyi
düşünüyorum, ama önce karıma bir sormam gerek.”
“Bir dakika, siz zindanın efendisi değil misiniz!? Karınız
mı var!?”
“Evet. Bu dünyadaki en şirin şey. Bunun hakkında bütün gün
övünebilirim.” dedim sırıtarak. “Her neyse, konuya dönersek, muhtemelen yarına
her şeyi halletmiş oluruz. Kalacak yere ihtiyacın varsa bir odayı
kullanabilirsin. Eve gidip, sabahında geri gelmek senin için bayağı sorun
olacaktır, o yüzden rahat olabilirsin.”
“Umarım bu teklifinizi kabul etmem bir sorun olmaz.” dedi
suçlu, tereddütlü bir ses tonuyla, Ajan Kapüşonoğlu. “Zaten bugün bir çok
canavar tarafından saldırıya uğradım...”
Doğru..... Buradaki canavarlar bayağı şerefsiz. Ayrım
yapmayan şerefsizler gördükleri her şeye saldırıyor. Sanırım sonunda zindana
ulaşmayı başarana kadar seni kovalayıp durdular ha? Gerçi bu bir yerde
mantıklı. Onlara canavar denmesinin sebebi, vahşi ve acımasız olmaları sonuçta.
Ah, ve çünkü insanları altına ettirecek kadar çok korkutuyor. Sonuçta kelimenin
tam karşılığı da bu.
“Pekala, kararı verdik o zaman.” Hizmetçiye doğru döndüm.
“Üzgünüm Leila, ama bana bir iyilik yapıp, onu gece yatısı için hazırlar
mısın?”
“Tabii ki efendim. Bunu hemen halledeceğim.”
“S-sanırım ben halledebilirim. Çoktan size yeterince soruna
sebep oldum. Başımın üzerinde bir çatı olması, talep edebileceğimden bile
fazlası. Size daha fazla yük olamam. Her şeyi kendim halledebilirim.”
Ajan Kapüşonoğlu, Leila’ya yardıma ihtiyacı olmadığını
söylemeye çalışırken paniklemişti. Onun gibi ünlü birinin, sıradan bir hizmetçi
işini yapmasını izlemeye pek meraklı değildi.
“Sorun değil. Efendim çoktan emri verdi.” Ancak, dibine
kadar soğukkanlı, güvenili hizmetçi, gülümseyerek ısrar etti ve her şeye rağmen
işini yapmaya devam etti.
Ve her şey bu kadardı. Odasına karar verdikten sonra, ajan
ve ben, bugünkü konuşmamızı sonlandırdık. Yani, bir düşününce, Leila İblis
Diyarı’nın Gizli Servisi’ni nerden biliyordu ki? Yani, tonla şey bildiğini
bildiğim için, normal bir şeymiş gibi ona sormuş bulundum ama, bu sadece
internet kullanmaya alışkın olmamdan kaynaklı. Önceden yaşadığım yerdeki FBI
gibi şeyler hakkında bir şeyler bilmek, bilgisayarla işlenen bilginin doğası
gereği gayet normaldi. Ama burada böyle şeyler bulunmuyordu. Ortalama bir
insanın bir gizli servis olduğunu bilmesine bile gerek yoktu. Buna rağmen o
kesinlikle biliyordu. Yaptıkları işlerden bile haberdardı. Nasıl lan...? Lanet
olsun Leila. Kimsin sen yahu!?
Leila’nın geçmişini bilen biriyle konuşmanın, onun kim
olduğuyla ilgili bir şeyler öğrenmemi sağlayacağını düşünmüştüm, ama sonunda
tam tersi olmuştu. Geçmişini gizleyen örtü sadece daha da kalınlaşmıştı.