Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Yuki’nin Aile Toplantısı
“Gitmeyeceğim.”
“O-olamaz...”
Şaşırmıştım, öyle şaşırmıştım ki, dizlerimin ve ellerimin
üzerine çökmüştüm. Ve bun sebebi, Lefi’nin, ona sunduğum balayı teklifine
kayıtsız bir şekilde reddetmiş olmasıydı. Elimde bir ayna olmadığı için kontrol
edememiştim ama, yüzümde kıyameti yaşayan birininkine benzeyen bir ifade
olduğundan neredeyse emindim.
“P-perişanlığını böyle göstermene gerek yok.” dedi Lefi.
Hayal kırıklığımın büyük gücü, ona bir anlığına geri adım attırdıktan bana
doğru yaklaştı. “Seninle gelmek istemediğim için değil. Sebebi, planların
uyumsuzluğundan kaynaklı.”
“Planların uyumsuzluğu mu? Ne demek istiyorsun?”
“S-senin dikkatini gerektiren bir mesele değil.” dedi Lefi.
“Bir sonraki gezintiye çıkma dileğinde sana eşlik edeceğim, o yüzden, o zamana
kadar sabırlı olmanı istiyorum.”
“Söz mü?”
“Söz veriyorum.” dedi Lefi, eliyle bir yanağımı okşarken. “O
yüzden lütfen yerden kalk.”
Başımla onayladım, yerden doğruldum ve yığıldığım yere
bağdaş kurarak oturdum. Lefi karşıma oturmak için hareket etti, ama onu
yakaladım, biraz açılı olsun diye çevirdim ve kucağıma doğru çektim.
“N-ne yapıyorsun?” Kendini bulduğu yeni pozisyondan, telaşlı
bir şekilde yukarıya, bana doğru bakıyordu. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.
Kollarımı onun beline dolayıp sarılmak için kendime doğru
çekerken, “Yani, sensiz çok fazla zaman geçireceğim için, kendime bir iyilik
yapıp, gitmeden önce depolama tanklarımı Lefium ile dolduruyorum.” dedim.
“Yok canım...” bıkkın bir şekilde iç çektikten sonra göğsüme
geri yaslandı. “Bu bahsettiğin ‘Lefium’ da nedir?”
Sorusuna cevap vermek yerine, yüzümü onun saçlarına gömdüm
ve o tanıdık kokusunu içime çektim. Bunu yapınca birden rahatlamıştım. Ah peki.
Sanırım şimdilik bununla idare edeceğim. Ama bundan kurtulduğunu sanma Lefi.
Bir sonraki gezintimizde, o kadar fazla randevu şeyi yapacağız ki, tamamen
tatmin olacağım ve sen de günlerce kıpkırmızı bir suratla gezmek zorunda
kalacaksın.
Lefi’nin benimle gelmemiş olması tamamen negatif bir şey
değildi tabii ki. Etrafta olmayacağı için her bir gerginlik kırıntımdan
kurtulmuş olacağımı reddedemezdim. En kötü senaryo bile meydana gelse, onun
koruması altında zindan güvende olurdu. Kendimi onun korumasına adadığım
kadına, karıma evi korumasını söyleyemezdim, ama kızlar buradaydı. Onların
güvenliği, onurum kadar önemsiz bir şeyden çok daha fazla şey ifade ediyordu.
“Yarın gideceğinizi mi söylüyorsun patron?” Muhabbete dahil
olmak için bir fırsat kollayan Lyuu, sonunda konuşma sırasının ona geldiğine
karar vermişti. Bizim flörtleşmelerimize dayanmak zorunda olduğu için,
gözlerindeki bakışlar hiç hoş değildi. Sıkılmış ve umursamaz hissettiğini
gösteriyordu. “İblis diyarında ne kadar kalmayı planlıyorsun?”
“Açıkçası, bilmiyorum.” dedim. “Aslında çok uzun kalmayı
planlamıyorum, ama oradaki işlerimi halletmem ne kadar sürecek, cidden
bilmiyorum.”
Kararsızlığım, iblis kralının benden tam olarak ne
istediğini bilmemem gerçeğinden kaynaklanıyordu. Bunu anlamadan, planlar
yapamazdım.
“Evden, iki haftadan uzun süre uzak kalmam. Eğer işlerim
daha uzun sürecek gibi görünürse, uğrayıp herkese haber veririm.” dedim.
“Üzgünüm kızlar, ama bu seferlik sizi yanıma alamayacağım.”
“Bu, bir sonraki sefere bizi de yanında götüreceğin anlamına
mı geliyor?” diye sordu Illuna.
“Tabii ki. Emin olabilirsin.”
“Yaşasın!”
Hem vampir hem de yapışkan, yakında bir yolculuğa
çıkabilecekleri doğrulanınca, aynı şekilde sevinmişlerdi. Bu seferlik sadece
Enne yanımda geliyordu. Sanki en sevdiğimi götürüyormuşum gibi olduğunu
hissettim, ama bu gerçekten benim hatam değildi. Enne benim birincil silahımdı.
Potansiyel düşman bölgesine onsuz girmek pek parlak bir fikir değildi. Üzgünüm
kızlar, ama size söz veriyorum, bir dahaki sefere gelebileceksiniz. Ve bu
heyula kızlar için de geçerli.
“Bununla uğraşmak istediğinizden emin misiniz efendim?” diye
sordu Leila. “Ajan, yarar anlamında pek bir şey sunmuyor gibi.”
Diğerlerinin aksine, Ajan Kapüşonoğlu’yla olan konuşmamız
sırasında zeki olan hizmetçi yanımdaydı. Olayla ilgili, şu anda burada olan
herkesten daha çok detaylı bilgisi vardı.
“Haksız değilsin, ama bazı işleri halletmek için iblis
diyarına gitmeyi zaten planlıyordum.”
Fırsat ayağıma gelmişti. Hem rehberlik hem de kodamanlarla
konuşma şansı önüme sunulmuştu. Sebepsiz yere bu fırsatı tepmeyecektim. Leila’nın
olaylar hakkındaki yorumu tamamen doğruydu. Ajan bana istihbarat dışında bir
şey önermemişti. Bunda benim için neredeyse bir fayda yok gibiydi. Ama bunu
dert etmedim. Düşmanım olarak kabul etmekte kararsız olduğum şerefsizler
hakkındaki istihbarat, başından beri peşinde olduğum tek şeydi.
Savaş için bana destek vermeyi önereceklerini hiç
beklemezdim. Herhangi zor bir durumdan kendimi çıkarabilecek kadar güçlüydüm
zaten. Kendimi olduğumdan büyük görmemin berbat bir fikir olduğunu biliyordum,
ama kendi işini görmeyi bile beceremeyen bir grup zayıf, beceriksize sahip
olmak, her şeyi daha da kötü yapacaktı.
Kabul etmekten nefret etsem de, Beyinsizler Efendisi’ne bir
miktar minnettarlık hissetmiştim. Aptal herif kendini öldürtmek için beni
kullanmış, sonucunda da bana eş miktarda güç ve özgüven kazandırmıştı. Her
zaman düşmanın elinin altında inanılmaz derecede güçlü bir savaşçı olma
ihtimali vardı, ama Leila bana, en azından tek bir savaşta bir ejderhayı yenmek
gibi bir şeyi becerebilecek kadar güçlü bir iblisin olmadığını söylemişti.
Bu sefer zindanın yardımı benimle olmayacak olsa da iyi
olacağımı düşünüyordum. Bu zamana kadar karşılaştığım hiçbir şey, beyin yoksunu
eski ejderha efendisi ile olan düelloyla kıyaslanamazdı. Diğerleriyle savaşmak,
zorluk seviyesini en zordan, kolaya geçirmek gibi bir şey olurdu.
Dahası, iblis kralı bir kraldı. Bana sadece istihbarattan
fazlasını sunacağından emindim. Düşmanın genel merkezini yerle bir ettiğimde
bana yollayacağı altın, gümüş ve diğer değerli eşyaların kokusunu
alabiliyordum. İyi bir anlaşmaydı. Hem düşmanlarımı yenecektim hem de DP’ye
dönüştürebileceğim bir sürü şey kazanacaktım. Heh. Üzgünüm iblis kralı dostum,
ama ben aç gözlü bir piçim ve kirli ellerimle koparabildiğim kadar para
koparacağım.
***
Haloria Laylott, kralının Yuki ismindeki bu iblis lorduyla
ittifak kurmaya ısrar etmesinin sebebini ancak şimdi anlamıştı.
Adam anormallikti. Haloria Laylott, gizli servisin hala yeni
üyelerinden biriydi. Ama diğerleri gibi o da, zorlu eğitim disiplininden geçmiş
ve kendi payına düşen sayıda görev tamamlamıştı. Ve yine de, tüm tecrübesine
rağmen, onu fark etmemişti. Ne zaman ya da nasıl arkasına geçtiğini bilmiyordu.
Ve sadece bu bile onun, normlardan ne kadar ayrıştığını anlamasına yeterdi.
Hala konuşmaya niyetli olması, ona tanımlayamayacağı bir rahatlık hissi
vermişti.
Gücü bir yana, başta onu pek önemsememişti. Onu bir mağaraya
götürmüştü. Ve bu yüzden, diğer iblis lordları gibi onun da, güçlü olsa da
medeniyetsiz bir hayvan olduğunu farz etmişti.
Yanılmıştı.
Mağaranın ardında harika bir kale vardı. Hem bir haysiyet
hem de ezici bir görkem havası taşıyordu. Hizmet ettiği kral tarafından yaratılmış
kaleyle kolaylıkla yarışırdı. Sadece onun görüntüsü bile, hatalı olduğunu
gösterecek kadar onu etkilemişti. Ancak o zaman ne kadar yanıldığını,
düşüncelerinin ne kadar sığ olduğunu öğrenebilmişti.
Kralının sözlerini, ona gülümseyerek verdiği emirleri
hatırladı, “Yakında tanışacağın kişi, büyük ihtimalle çok özel, çok harika biri
çıkacak. Onu müttefikimiz yapmak için elinden geleni yap. Ve bunu yaptığında,
onu bana getir.”
Şu ana kadar ondan şüpheleniyordu. İblis lordunun ilkel
birisi olduğu dışında bir şey düşünmemişti. Ama şimdi, kralın hükmünün yine tam
isabetli olduğunu anlamıştı.
Onun beklentilerini karşılamak zorundaydı. Ne olursa olsun,
Yuki olarak bilinen iblis lordunun kendi taraflarına çekmesi lazımdı. Onun
cinsel arzularını dindirmek için kendini sunmak zorunda kalsa bile.
Ama onu kendi ağına düşürmeden önce, önündeki çıkmazı çözmek
zorundaydı.
“Bunu tam olarak nasıl kullanmam gerekiyordu...?”
Haloria, zindanın içindeki tuvaletlerden birinin önünde
donup kalmıştı. Önceki gece Leila ona nasıl kullanması gerektiğini öğretmişti,
ama yöntem aklından uçup gittiği için, yüksek teknoloji ürünü bir kontrol
panelini süsleyen bir sürü tuşa bakakalmıştı. Bu Japon menşeili cihazı doğru
düzgün kullanabilmek, o gün karşılaştığı en zor şey olmuştu.