Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Uzun Yol Seyahati - Kısım 3
“Hmmm...” kulaklarım bir dizi bağrış ve ayak sesi işitince,
bakışlarımı faytonun dışına çevirdim. Seslerin şüpheli olması, kafamı dışarı
uzatıp, etrafımızda neler olup bittiğini öğrenmeme sebep olmuştu.
“Sorun nedir dostumiyav?” diye sordu Naiya.
“Saldırıya uğruyoruz.” dedim. “Galiba bunlar eşkıyalar.”
“Oh, tamam.” Büyük ihtimalle öylesine, normal bir şeymiş
gibi söylediğim için, baştan tepki vermemişti. Ama sözlerimi sonunda anlayınca,
maceracı koltuğundan fırladı ve şaşırarak tekrar sordu. “Ne, eşkıyalar mı!? Bu
bir felakeaaoov!”
Bir sürü farklı ırktan oluşan bir grup bize doğru
yaklaşıyordu. Olabildiğince farklı türden adam olsa da, hepsinin kanun kaçağı
olduğu bir bakışta anlaşılan bir şeydi. Sahip oldukları ortak bir diğer şey
ise, her bir eşkıyanın birer dev yaban domuzu sürüyor olduğuydu. Dev derken,
gerçekten dev gibilerdi. Bu dört ayaklı yaratıklar öyle büyüktü ki, yüksekliği
bir at kadardı. Çenelerinden fırlayan kalın küt dişleri, onları, bir domuzun
olabileceği kadar en saldırgan gösteriyordu.
Ne olduğunun farkına varan muhafızların faytonun dışında
konuşlanması çok uzun sürmemişti. Atlarını koşturmaya başlarken bağırarak
sürücüye de aynısını yapmasını söylediler. Bir süre sonra hızlanmaya başladık.
Hızlı bir şekilde.
Aracın taşıma kısmının içinde gerginlik hakimdi.
Birbirlerine çarpıp dururan insanlar çığlık atmaya ve paniklemeye başladı.
Yanımda olan ikili, Leila ve Naiya bile seslerini
yükseltmişlerdi. İkisi de ani hız artışına kendilerini hazırlamadıkları için,
vücutlarının benimkine çarpmalarına engel olamamışlardı. Ahhh... Cennet.
“Dikkatli olun.” dedim hissiyatın tadını çıkarırken.
“Sahip...” Enne bana kızmış bir şekilde bakmıştı.
“H-hadi ama! Bu benim hatam bile değildi! Tamamen
kontrolümün dışında olan bir şey!”
“Ama keyif alıyor gibi sırıtıyordun.”
“B-bu da benim hatam değil! Her sağlıklı erkeğin yapacağı
şey bu!”
“Siz neden bu kadar rahatsınız!? Eşkıyalar tarafından
saldırıya uğruyoruz farkındaysanız!” Mille, Enne ile yaptığım rahat konuşmay,
“Napıyonuz lan siz!?” diye bağıran bir tepkiyle karşılamıştı.
“Yani sonuçta, bu kadar korkmak için bir pek bir sebep
göremiyorum.” dedim. “Ayrıca bu, insanların kafalarını durumdan uzaklaştırmaya
kesinlikle yardımcı oluyor. Bir şekilde gerginliği atmak lazım, değil mi?”
“Beni kandıramazsın, sahip.” Enne blöfümün önünü, daha yola
çıkamadan kesmişti.
“Özür dilerim hanımım. Anlıyorum. Haklıydınız ve ben de
hatalıydım.” dedim.
Pekala, kabul ediyorum. Evet, iki kızın bana çarparken
verdiği hissin tamamen tadını çıkardığım gerçeğini örtmek için bir ton saçma
sapan şey uydurmaya çalıştım.
“Bundan, bizi bu durumdan çıkaracak bir planın olduğunu
varsayıyorum.” Haloria,cebinden bir dizi fırlatılabilen silah çıkarıp
eşkıyaların geldiği tarafa doğru bakarken, sorusunu sormuştu.
Vay anasını, bu bayağı havalı. Gizli ajanı henüz işini
yaparken görememiştim, o yüzden tam olarak ne yapabildiğini bilmiyordum, ama
silahlarını kuşanmış olduğunu görmek tek başına beni etkilemeye yetmişti. Her
şeye rağmen gerçekten bir istihbarat görevlisi olduğunu gösteriyordu.
“Yani, evet. Tabii ki.” dedim. “Yani, kötü göründüğünü falan
biliyorum ama, günün sonunda onlar sadece birer eşkıya. Onlarla kolaylıkla başa
çıkabilirim.”
Saldırganlarımız, başkentten eve dönerken karşılaştığım
insan eşkıyalardan daha güçlüydü, ama pek de fazla değildi. Eşkıya eşkıyadır.
Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bir çöpten daha fazlası edemezler. Kabul
etmem gerekir ki, sayıca fazlalardı. Kafa kafaya çarpışma gerçekleştiğinde
muhafızlarımız muhtemelen kayıp verecek gibi görünüyordu. Yaaaani, onların
yaralanması ve hatta ölmesi vicdanım için en iyi şey olmayacağından, sanırım
onlara bir iyilik yapıp, şerefsizleri ortadan kaldırmalıyım. Üzgünüm Ajan
Kapüşonoğlu. Sonunda, parlama ve herkese ne kadar havalı olduğunu gösterme
fırsatın gelmişti, ama ilgiyi senden çalacağım. Bir sonrakinde sıra sende olur.
“Değişeyim mi?” diye sordu Enne. Değişmek, Enne’in durumunda
vücut değiştirme anlamına geliyordu. Kılıç asıl formu olduğundan, zihnini kılıcın
içine geri yollamak için yeteneğini iptal etmeyi önermişti.
“Yok yok, gerek yok. Burada kalıp Leila’yı korumaya ne
dersin?”
Envanterimden bir hançer kaptım ve konuşurken ona doğru
uzattım. Bir kılıç olarak Enne’in keskin silahlarla arası iyiydi. Hatta,
herhangi bir Kılıç Ustalığı yeteneğine sahip olmamasına rağmen benden daha
yetenekliydi. Gelen okları bıçakla kesmek, onun için çocuk oyuncağıydı.
Kayıtlara geçsin diye söylüyorum, ondan bana kılıç
kullanmayı öğretmesini istemeye çalışmıştım. Kılıç kız bana, tek yapmam
gerekenin kullandığım kılıcın içindeki sesi dinlemem gerektiği olduğunu
söylemişti. Onun beni yönlendireceğini ve ne yapmam gerektiğini söyleyeceğini
söylemişti. Ne yazık ki yöntemi, ne kadar denersem deneyeyim başaramayacağım
bir şeydi. Üzgünüm Enne. Baban her şeyin içindeki sesi duyacak kadar
aydınlanmış birisi değil. Bunda Nirvanaya ulaşmak için hala çok uzağım.
“Tamam.” dedi kılıç. Leila’yı güvende tutacağım.
“Çok teşekkür ederim, Enne.” diye kıkırdadı hizmetçi.
Enne hançerin kabzasını sıkıca kavradı, vücudunun merkezine
göre onun yerini ayarladı, ve benim kucağımdan Leila’nınkine geçti. Yeni
seçtiği pozisyonu sanırım ona kullanışlı gelmişti. Leila’nın kollarına geri
oturmuştu, çünkü diğer kızları da olabildiğince güvende tutabilmek için olması
gereken yerin orası olduğunu hissetmişti. Kullanışlılık bir yana, ikisinin
birbirlerine böyle sarılmış olarak görmek, gözlerime bayram ettirmişti.
Gülmek istemiştim, ama faytonun bir kenarını tutup ayağa
kalkarken bu hisle savaştım.
“Merak kediyi öldürür Yuki!” dedi Naiya. “Orası bir kedi
için bile çok tehlikeli, eğilmen gerekli.”
Benimle gelen eşkıyalar arasına kendini koyarak, görevini
tamamlamak için elinden geleni yapıyordu, ama omzuna vurup bunun gereksiz
olduğunu söyledim ve önüne geçtim. Pekala, bu şerefsizleri cehenneme gönderme
ve benim yolculuğumun tadını çıkarmaya geri dönme zamanım geldi.
Faytonun arka çıkışına ulaştığımda yaptığm ilk şey, bana
doğru gelen bir oku yakalamak olmuştu. Onu öylece kenara attıktan sonra bir
kolumu saldırganların olduğu yöne doğru kaldırmıştım. Ve bunu yaparken bir büyü
yaptım.
Büyüm yolu bozmuştu; toprak yükselip şekil alırken
dönüyordu; faytonumuzun üzerinden geçtiği yol, tam bir devasa ejderhaya
dönüşmüştü.
Bir kükreme geldi. Toprak tabanlı kuklanın doğduktan sonra
yaptığı ilk şey, sesini yükselterek, şeklini aldığı yaratığın sesini taklit
etmekti. Varlığının kanıtlamaya çalışması tamamlanınca, ejderha gözlerini,
birazdan kurban olacaklara dikmişti.
Eşkıyalar iyi bir durumda değildi. Yerdeki ani değişiklik
bineklerinin dengelerini kaybetmesine ve karmaşa haline düşmelerine neden
olmuştu. Öncü kuvvetlerin tepki vermeye fırsatları bile olmamıştı. Her biri
domuzundan fırlatılmış ve ejderhanın ortaya çıkmasından dolayı oluşan kratere
doğru yuvarlanmaya başlamıştı. Artçı kuvvetler de benzer bir senaryoyla karşı
karşıyaydı. Onlar da bineklerini durduracak ya da çukurdan kaçınmak için
yönlerini değiştirecek zamanı bulamamıştı. Ya da müttefiklerinden kaçınmak
için. Aşırı gelişmiş domuzlar dengesini kaybetmiş iş arkadaşlarıyla çarpıştı ve
üzerlerindeki adamları bir kez daha sağa sola fırlatmışlardı. Ortalık karman
çorman olmuştu. Eşkıyalar ve domuzlar devasa bir köpek bokuna dönüşmüştü.
Sadece bu, sürünün itlafına yetmişti. Eşkıyalar kendi
dostlarının ayakları altında ezilirken, haritamdaki kırmızı noktaların sayısı
git gide azalmıştı.
“Ye.”
Emrime itaat eden ejderha ağzını kocaman açtı, dişlerini
çıkardı ve tüm eşkıya çetesini tek lokmada yuttu. Saldırı gayet açıktı; neyin
geldiğini biliyorlardı. Hala hareket edebilenlerin bir kısmı, güvenli bir yere
sıvışabilmek için ellerinden geleni yapmaya çalışmıştı. Ama bunun için artık
çok geçti. Ejderha, domuzları ve eşkıyaları, çiğnemeden yutmuştu bile. Ve
sonra, her bir rakibim boğazından aşağı inince, ejderha toprağa dönüşüp
kayboldu. Taş devin ısırığından kurtulacak kadar talihsiz olanlar canlı canlı
gömüşdü ve boğulmaya terk edildi.
Sadece bir saldırı yapmıştım, ama her bir eşkıya ölmüştü.
Bütün birlik yok edilmişti.
“Heh.” Diye yarım bir gülüş attım. “Peki, ne diyorsun
bakalım Leila? Yeni büyüm bayağı güzel ha?”
“Harikaydı efendim. Bana gösterdiğiniz diğer büyülerden çok
daha güçlü görünüyordu.” dedi hizmetçi.
“Hıhı.” diye onayladı Enne. “İşte benim sahibim.”.
Az önce yaptığım büyü, Lefi’nin öldürmemi izlediği devasa
kertenkeleyle olan anlaşmazlığımız sırasında düşündüğüm bir şeydi. Asıl amacı
büyük düşmanları kontrol altında tutmaktı. Ama az önce gördüğümüz üzere, küçük
hedefleri diri diri gömmek için de kullanılabiliyordu. Biliyor musunuz,
neredeyse şu eşkıyalar için üzülecektim. Canlı gömülmek bok gibi bir şey
olmalı. Bayağı zalimce bir şeydi. Ama bir şey diyeyim mi? Bu kendi hatalarıydı.
Yani, ünvanlarını gördünüz mü? Hepsi katildi. Ve çoğu bundan daha da
fazlasıydı. Onlar gibi insanlar, acınmayı hak etmiyorlardı. Hatta tek hak
ettikleri şey öldürülmekti.
Boyutundan yola çıkarak, büyünün çok fazla kullandığı
düşünülebilirdi, ama bana göre, verimli olup olmaması pek de önemli değildi.
Bundan arka arkaya birkaç düzine yapacak kadar MP’ye sahiptim. Bu harika. Tek
kişilik lanet bir topçu bataryası gibi hissediyordum. Off, eğer istersem, bir
savaş alanını muhtemelen bir mermi cehennemine çevirecek kadar şeh
fırlatabilirdim.
Şimdi, belki,” Hey Yuki, neden bunun bir ejderhaya benzemesi
gerekiyor ki?” falan diye düşünebilirsiniz. Bakın çocuklar, cevap basit. Çünkü
böyle daha havalı görünüyor. Başka neden olacak?
Eşkıyalar artık gittiğine göre, koltuğuma dönmekte özgürdüm,
bu yüzden tam da böyle yaptım ve yerime oturduğumda, herkesin, cidden herkesin
bana doğru baktığını fark ettim. Leila ve Enne dışında her bir yolcu şaşkın ve
şüphe dolu gözlerle bana bakıyordu.
Niha…. Nihaha… Nihahahahahahahaha! Bunu gördünüz mü
köylüler? Buna bir iblis lordunun kudreti denir.
Pekala, şimdi dinleyin çocuklar, çünkü size iyi bir öğüt
vereceğim. Romanlarda falan ana karakterlerin saçma bahaneler üretip
olduklarından daha az güçlü görünmeye çalıştıklarını, çünkü dikkat çekmek ya da
mesele çıkarmak istemediklerini bilirsiniz. Ve her zaman ileri atılıp yine de
bunu yaptıkalrını da bilirsiniz.
Evet, buna siktiğimin salaklığı denir.
Onlar gibi aptalların cesaretlenmesi gerekir.
Bir erkek olmanın tüm olayı, kendini havalı göstermek için
elinizden gelen her şeyi yapmanızdır. Dikkat çekmek istersiniz. Hava atmak istersiniz.
Sıradan, aptal, sikik bir beta olmak istemezsiniz.
Erkek olmanın olayı, lanet olası bir korkak olmamaktır.
Gururlu olun. Heyecan ve macera arayın. Kenarda mal mal oturan bir emo olmayın.
Aşk yaşamak mı istiyorsunuz? O zaman hayal kurmakla boşa
vakit harcamayın. Hayallerinizin hayal kalmasına izin vermeyin. Sadece yapın.
Ayağa kalkın, dışarı çıkın ve yapın. Gerçek bir adam olun, ve istediğiniz kadar
karı sizin olur. Hatta erkekler bile etrafınıza toplanır.
Bunu duydunuz mu çaylaklar? Benim gibi yüksek IQ’lu bir
herif olmak istiyorsanız, görevinizi yerine getirmelisiniz.
“Efendim, gerçekten çok güçlü olduğunuzu ve kendi
zaferinizin tadını çıkardığınızı anlıyoruz, ama duygularınızı bu kadar kolay
göstermemenizi size önerebilir miyim...? Bütün hissettikleriniz yüzünüzden
okunuyor.” dedi Leila.
Evvet hanımım. Çok üzgünüm. Yemin ederim tekrar olmayacak.