Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Varış
İnsanda hayranlık uyandıran saldırıma karşı sessiz şaşkınlık
durumundan ilk kurtulan yolcular, üç maceracı kız olmuştu.
“Vay canına! Bu harikaydyan, Yuki! Sanırım daha önce böyle
harika bir büyü görmiyaviştim! Miyerçekten!” dedi kedi kız. “Böyle güçlü büyülere
sahipsen, ünlü bir büyücü falan olmiyalısın!”
“Ben de daha önce böyle bir şeyi tek elle halledebilen
birisini gördiğümü sanmıyorum.” dedi cadıcık gözleri ardına kadar açılmış
şekilde. “Evimin oralarda bile.”
“Gerçekten mi Mille?” diye ekledi Rouinne. “Bu inanılmaz.”
Övgülerini duymak yarım bir şekilde gülümsememe sebep
olmuştu, içimden tabii ki. Kucağımda oturan hakem şu anda güvende miyim yoksa
dışarıda mıyım, kararının tam ortasındaydı. İlgi orospuluğu yapmamın sonucunda
ikinci gruba gireceğim çok belliydi. Korumalarımızla fazla samimi olmak,
durumun üstesinden gelmek için seçebileceğim muhtemelen en kötü yol olurdu.
Fazla ileri gitmek, Enne’in benim hakkımda kötü düşünmesine sebep olurdu. Öff,
hatta benim bir bok parçasından farksız olduğumu düşünmeye başlardı. Ve bu, bu
bayağı kötü olurdu. Yani cidden, lütfen hayır. Eğer bana, artık yüzümü bile
görmek istemediğini söylerse, bir hafta komaya girerdim.
Ve böylece, sıradan bir şeymiş gibi omuz silkerek, aslında
gücümün tamamını kullanmadığımı ima eden bir şey söylemeye karar vermiştim.
“Teşekkürler kızlar. Gerçekten havalıyım ha?”
Hassiktir. Galiba yanlış şeyi söyledim. Harika. Şimdi de
kendini beğenmiş bir aptal gibi görünüyorum. Aynen, hayır. Benim havalı, nazik
bir baba olmam gerek, övülmeyi seven bir aptal değil. Pekala Yuki. Tekrar
deneyelim. Kendini çocuklarıyla parkta oynayan bir baba gibi hayal et. Sonra
konuş.
Öksürerek önceki sözlerimi kovuşturmaya çalıştım, nazik,
kusursuz bir gülüş takındım ve ondan sonra konuşmaya başladım.
“Teşekkür ederim kızlar.” dedim hafif bir kıkırdamayla. “Ama
işte babalar böyledir.”
“Efendim...” gözden geçirilmiş sözlerimin ilk ortaya
çıkardığı şey, Leila’dan gelen tepkiydi. Bir yandan iç çekerek, kızgınlığını ve
bıkkınlığını göstermek için duraksamıştı. “Zaten konuyla ilgili gerçek
hislerinizi belirtmiştiniz. Yalancı bir tavır takınmaya çalışmak için biraz
geç.”
“Seni anlamak çok kolay sahip.” diye ekledi Enne.
“Düşüncelerin yüzünden okunuyor.”
N-ne!? Az önce yaptığım davranışları düşünürken bir kafa
karışıklığı dalgası bana çarptı. Ne demek istiyorsunuz? Yakışıklı adamların her
zaman yaptığı gülüşü mükemmel bir şekilde taklit ettiğimden emindim. Önceki
dediklerimi önemsiz göstermek için ihtiyacım olan şey nasıl bu olmaz!?
“...Sanırım şu anda sizi çok daha iyi anlıyorum efendim.”
dedi Leila. “Lefi’nin önünde her zaman aklı başında ve güvenilir
gözüküyorsunuz, ama aslında ikiniz aynı türdensiniz.
“Bekle, bekle. Sanırım nereye varmak istediğini biliyorum,
ve sana sadece güvenilir gözükmediğimi söyleyeceğim. Güvenilirim. Ben gayet
kendimdeyim.” dedim gücenmiş bir şekilde. Ah, lütfen. Ben ve Lefi? Aynı türden
mi? Asla katılmıyorum. Yani tabii ki onu seviyorum falan, ama bu, onun kadar
umutsuz durumda olduğum anlamına gelmiyor.
“Eminim öyledir efendim. Eminim öyledir.”
Bir dakika. Leila, lütfen. Neden bıkmış bir şekilde
bakıyorsun!? Ne yaptım ki ben!?
“Of, dostum!” Etkileşimimizi izleyen Naiya, bir kez daha
kahkahalara boğulmuştu. “Kesinlikle komiyvksin Yuki. Sanırım sen muhtemelen bu
zamiyana kadar tanıştığım en ilginç kişilerden birisin!
Kahkahalar içinde kükrerken bir yandan da omzuma birkaç
şaplak atmıştı. Bana mı öyle geliyor yoksa Naiya’nın fitilini ateşlemek çok mu
kolay? Yemin ederim, birbirimizle konuşmaya başladığımız andan beri tek yaptığı
yarılana kadar gülmekti.
“B-bu kadar yeter! Hadi büyü hakkında konuşalım!” diye
bağırdı cadıcık. “Büyülü bir söz söylemeden böyle bir büyüyü yapmayı nasıl
becerdin!?”
Minik “yetişkin” beni omuzlarımdan yakaladı ve delirmiş bir
şekilde cevap isterken, tekrar kişisel alanımı ihlal etmişti.
"B-bekle, sakin ol.” diye kekeledim.
“Çok yakın.”
Neyse ki, bu sorunu çözmek için Enne buradaydı. Cadıcığın
omuzlarından yakaladı ve onu ittirdi. Pekala, bunu beklediğimi söyleyemem. Bana
sorarsanız, cadıların büyüyle bayağı ilgili olduğu kesinlikle doğruydu.
“Ve şeyyy, soruna cevap vermem gerekirse...” bir cevap
düşünmeye çalışırken bir süreliğine durakladım. “Ruhla benzeyen bir şey
sanırım...?”
“Anladım... Bu kulağa mantıklı geliyor. Antik iblisler
eskiden büyü yapmanın nefes almak kadar kolay bir şey olduğunu düşünürdü. Bu,
bir tür ruhani bir püf noktası olduğu anlamına geliyor. Şu anki teoriler, büyü
tekniklerimizin gerçek büyüyle akraba olduğunu açıklıyor, ki bu yaklaşımlarımızın
arasında bir fark olduğunu ima ediyor. Büyülü sözler söylemeden büyük çaplı
büyüler yapmak, iki sistemin çalışma şekilleri arasında ciddi fark olması
sebebiyle, daha iyi anlamak için muhtemelen antik metinlere...”
Cadıcığın kendi kendine mırıldanmaya başlamasını izlemek,
yüzümde yarım bir gülümsemeye sebep olmuştu. Kendi kendine yaptığı konuşmanın
sonunu duyamamıştım, ama kısa süre sonra birden ortaya çıkan bir his yüzünden
dikkatim dağıldı. Yumuşak, sıcak ve elastik bir şey birden koluma dolanmıştı.
“Vay canına Yuki. Çok güçlüsün.” dedi Rouinne, bana doğru
sokulurken.
“Şeyy... teşekkürler, sanırım.”
“Birbirimizi biraz daha yakından tanımak için zaman
bulabilir miyiz sence, ne dersin?” dedi.
Kalbimin küt küt atmaya başladığını hissedebiliyordum. Çoktan,
küçük kızlara karşı az çok bağışıklık kazanmıştım, ama daha önce Rouinne gibi
biri aktif bir şekilde beni ayartmaya çalışmamıştı. Yumuşak vücudu ve çekici
gülüşü, neredeyse dayanılmayacak kadar güçlüydü. Lanet olsun Yuki! Sakin ol.
Çok fazla heyecanlanmana izin verme. Senin için sadece Lefi var, hatırladın mı?
Hiçbir kız, onun yakınına bile yaklaşamaz.
Başımda geçen iç çekişmeyi kazanmak, Rouinne’in daha fazla
vücut teması aramaya başlamasıyla daha da zorlaşmıştı.
“Hayır. Kötü. Uzak dur.” Neyse ki Enne, MILF’i benden
uzaklaştırmış ve sonra ben kontrolü kaybetmeden önce kollarını yüzüme sararak
beni korumuştu. Benim yerime kılıç dansçısını reddetme iyiliğini yapacak kadar
ileri bile gitmişti.
“Ne yazık.” diye kıkırdadı Rouinne.
Genç korumamın çabaları, MILF’in ve memelerinin geri
çekilmesine ancak yetmişti. Off. Sağ ol Enne, sana borçluyum. Of dostum, onu
benimle getirmenin doğru karar olduğunu biliyordum. Leila işinde falan iyiydi,
ama tek başına bu kadar büyük memelerle savaşmama yardımcı olabileceğini
sanmıyordum.
Evet! Kolumun artık cennette olmadığından dolayı kesinlikle
hüsrana uğra”ma”mıştım. Yoo. Hiç de bile.
“Ah tabii, pekala, şu eşkıyalar bu faytonlara baskın olayına
bayağı alışkın gibilerdi. Bu olay buralarda normal bir şey mi?” Diğer yolcular
sonunda sakinleşmeye ve kendi aralarında konuşmaya başlarken, hükümet ajanına
bir soru yönelttim.
Saldırı aniydi. Ne gürültülü bir işaret ne de belirgin bir
şey vardı. Sanki bu dünyada yaptıkları en doğal şeylerden biriymiş gibi, öylece
hiçlikten ortaya çıkmışlardı. Gerçi tekrar düşününce, sanırım normal sayılırdı.
Eşkıyaların geldiklerini önden haber vermeleri hiç mantıklı değildi. Böyle bir
dünya aptalca olurdu.
“Bu... diğer yerlerde olduğu kadar burada da normal...” dedi
Haloria, yüzünü ekşiterek. Sesi sıkıntıyla doluydu, sanki bu durumdan kendisi
şahsen sorumluymuş gibi hissediyor gibiydi. “Hepsi bizim yetersizliğimizin bir
sonucu. Normalde suçlularla ve kanun kaçaklarıyla ilgilenmesi gereken orduydu,
ama son zamanlarda onlarla ilgili pek bir şey yapamıyorlar. Siyasi iklim çok
istikrarsız. Her an savaş çıkabileceğinden, elimizden geldiğince fazla adamı
acil durumlar için hazırda tutmalıyız.”
Evet, ben de öyle düşünmüştüm. Çığırından çıkmış eşkıyalık
kulağa, kanun koruyucuları araya giremeyecek kadar meşgulken olabilecek bir
şeymiş gibi geliyordu.
Çocukları getirmek için ısrar etmediğime memnun olmuştum.
İblis diyarı, Lefi dışındakiler için hala biraz güvensiz gibiydi. Gerçi
planladığımız tatil bir gün yine de olacaktı, ki bu, zindanın diğer sakinleri
peşimde buraya geri gelmeden önce, buradaki yasa ve düzenin sağlandığından emin
olmak için elimden geleni yapmam gerektiği anlamına geliyordu.. Pekala. Eğer
yolculuğumuzun gerçekten olmasını istiyorsam, büyük adam eldivenlerimi takmam
gerekecekti.
***
Eşkıyalarla olan karşılaşmamız, dikkate değer aşağı yukarı
son olaydı. Yolculuğun geri kalanı programa uygun ilerlemişti. Geceyi durmayı
planladığımız şehirde geçirmiş, ertesi sabah tekrar faytona binmiş, günü yine
boş geçirmiş ve akşam olduğunda sonunda başkente ulaşmıştık.
“Demek iblis diyarının başkenti böyle görünüyor...”
Varış noktamız Regighihegg hakkındaki ilk izlenimim, şehrin
bir labirent olabileceğiydi. Yollar tahmin edilemiyordu. Yukarıya doğru
giderken herhangi bir işaret olmadan, birden sert bir şekilde aşağı
eğimleniyordu. Şehrin sokaklarının çoğu kavisliyid. Hatta öyle dolambaçlıydı
ki, onların iğrenç olduğunu düşünmüştüm. Kelimenin tam anlamıyla hiçbir yere
varmayan yollar vardı; dört taraftan farklı şekil ve boyutlarda binalar
tarafından kuşatılmışlardı.
Biraz daha dikkatli bakıldığında, kaldırımların hepsinin
zemin seviyesinde olmadığını fark etmiştim. Kimisi binaların çatılarına
yerleştirilmiş, sokağın üzerinde dolaşıyordu. Ve bunlar sadece süs olsun diye
konmamıştı. Bunları kullanan birileri vardı.
Bu lanet yere bir şehir demek bile istemiyordum. Daha çok,
bir şehir teması düşünülerek yapılmış bir labirente benziyordu. Bu yeri
tasarlayan her kimse, şehir planlama kavramına koca bir orta parmak göstermek
istediği belliydi.
Şehrin kalbinin derinliklerinde duran yapılardan biri, tek,
devasa bir kaleydi. Anlayabildiğim
kadarıyla, iblis diyarına başkanlık eden lorda aitti ve bu sebepten, son varış
noktamız da orasıydı.
Lanet olsun. Bu bayağı güzel bir manzara. Akşam güneşinin
labirent şehri turuncu ve kırmızılara boyamasını görmek, bende bir heyecan ve
macera hissi oluştu. Bütün şehir sayısız geçit ve kestirmelerden yapılmış gibi
görünüyordu. Keşfetmenin nasıl bir şey olduğunu ancak hayal edebilirdim. Gerçi,
şehrin bu şekilde gözükmesi için bilerek yapılmadığını biliyordum. Daha çok,
iblislerin istedikleri yere rastgele binalar dikmek istemesinin sonucu gibiydi.
Ama durum her neyse, yine de zevkli bir şekilde yapılmış hissi alıyordum.
Şehre varmamız, manzaraya bakmaktan daha fazlası anlamına
geliyordu tabii ki. Bu ayrıca, korumalarımızdan ayrılmamız gerektiği anlamına
da geliyordu.
“Pekala, güle güle Yuki. İkinyaniz gayet eğlenceliyidniz!
Yakın zamanda sizi unutacağımı sanyaanmıyorum.” dedi Naiya. “Birbirimizi tekrar
görecek kadar şanslı olduğumuzu umiyaorum! Kendinize iyeeov bakın!”
“Güle güle Leila.” dedi cadıcık. “Gelecekte seninle büyü
hakkında tekrar konuşmayı çok isterim.”
“Tabii ki Mille.” dedi Leila. “Tartışmaya her zaman açığım.”
Faytondan iner inmez maceracılarla vedalaşmıştık. Görünüşe
göre, başkentte bir süre kalmayı planlıyorlardı. Gerçi, özel bir şey yapmak
istediklerinden değildi. Tek planları maceracılar loncasını ziyaret etmek ve
kendilerine biraz iş bulmaktı.
Onlarla karşılaştığım için memnundum. İki günlük yolculuğun
boş ve sıkıcı olmamasının büyük sebeplerinden biri onlardı. Biz de iblis
diyarının maceracılar loncasını ziyaret etmek ve bakmak istediğimiz için,
birbirimize tekrar rastlama şansımız gerçekten yüksekti.
“Şimdi sizi kaleye götüreceğim.” dedi Ajan Kapüşonoğlu.
Faytonun durağının yakınlarında bulunan bir ordu karakolu
ziyaret etti ve kapıbaraya benzeyen büyük bir yaratık ödünç almıştı. Dev
kemirgenin sırtına normal boyutlarda, aynı anda birden fazla kişinin
oturabildiği türden bir eyer yerleştirilmişti. Ajan, Leila ve ben, saydığım
sırada yaratığın sırtına oturmuşken, Enne ise kucağımdaydı. Dev binekle ilgili
fark ettiğim ilk şey inanılmaz yumuşak ve kabarık tüylere sahip olduğuydu.
Gerçi, Rir’in kabarıklığının yanından bile geçemezdi.
“Ah tabii. Aklıma şey geldi Leila.” dedim hizmetçiye.
“Evet efendim?”
“Daha önceden burada bulunduğunu söylemiştin değil mi?”
“Demiştim.” dedi. “Araştırmalarım için başkenti birkaç kez
ziyaret etmişliğim var.”
“Ne tür bir araştırma yapıyordun bu arada? Büyü odaklı
mıydı? Yoksa başka bir şey miydi?
“Bir sürü farklı konu üzerine çalıştım. Evet, büyü de
onlardan biriydi, ama gerçekten tek bir alana odaklanmamıştım.”
Görünüşe göre Leila, bir konuda uzmanlaşmak yerine, ilgi
alanlarının peşine düşmüş, o anda merakını ne çelerse onunla uğraşmıştı.
“Leila, iblis diyarının en ünlü bilginlerinden biridir. O
kadar ünlü birisidir ki, onun çalıştığı alanlarda çalışanlar eğer onu
tanımıyorsa, yeteneksiz olarak görülürdü. Arkasında, farklı konularda o kadar
inanılmaz çalışmalar bıraktı ki, saymaya bile kalkamazdım.”
Kapüşonlu hükümet çalışanı konuşurken arkasını döndü ve bana
bir nevi sert bir bakış attı. Böyle inanılmaz birine ev işine benzer şeyler
yaptırdığım için beni eleştirdiği çok belliydi. Ah hadi ama, sanki onu yapması
için ben zorladım...
Leila’nın geçmişi hakkında biraz düşününce, bizimle
kalmasının muhtemelen, sadece kendi ilgisinin peşinde olmasının bir sonucu
olduğunu fark etmiştim. Zindanda ilgisini çeken her neyse, ondan sıkıldığı anda
çantasını toplayıp gitme ihtimali vardı. Bunun kaçınılmaz olduğunu biliyordum,
ama yine de bir yanım ani bir yalnızlık hissiyle dolmuştu.
“Sorun ne efendim?” Bana dönüp sorusunu soran iblis kız ruh
halimdeki değişikliği hemen farketmişti.
“Şey, bilirsin işte. Gidişini görmenin muhtemelen beni
üzeceğini düşünüyordum.” dedim. “Demek istediğim, evde her neyle
ilgileniyorsan, ona olan ilgini kaybettiğin zaman.”
“Ben bunun hakkında endişelenmezdim.” diye güldü. “Sizin
labirentinizde yaşamaya devam ettiğim sürece hiçbir zaman ilgimi kaybedeceğimi
sanmadığım için, elimden geldiğince size hizmet etmeye devam edeceğim,
efendim.”
“İlgini çeken şey ne bu arada?”
“Bu, sır olarak saklamak zorunda kalacağım bir şey.”
Leila yüzüme bakmak için döndü, dudaklarının üzerine bir
parmağını koydu ve sadece çekici olarak tanımlayabileceğim bir gülüş fırlattı.