Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İblis Diyarının Efendisi - Kısım 1
Sesle dolup taşan şehrin geri kalanının aksine kalenin içi,
ölümüne sessizdi. Çeşit çeşit eşyalarla süslenmişti, ama sesin olmayışı,
Haloria’nın bana eşlik ettiği uzun koridorun tenhaymış gibi görünmesine sebep
olmuştu. Durgun atmosferin kaynağı kısmen, kalenin neredeyse boş olmasıydı.
Etrafta o kadar az kişi vardı ki, elimde olmadan kalede başından beri hiç
kimsenin çalışmadığı izlenimine kapılmıştım.
Yakınımızda bulunan diğer iki kişi de kapüşonlu ajanın iş
arkadaşlarıydı---ya da en azından ben öyle olduğunu farz ediyordum. İki
kişilerdi ve ikisi de gizlilik olayında bayağı iyilerdi; sarayda ilerlediğimiz
süre boyunca ikisi de gizli bir şekilde peşimize takılmıştı. Gerçi, büyülü
gözüm çok uğraşmalarına rağmen onları gün gibi görmemi sağlıyordu. Tam
arkamızda oldukları halde kendilerini gizlemeye çalışmaları, neredeyse sürreal
bir şekilde komikti.
Tamamen ve mutlak sessizliğe büyük ölçüde katkı yapan bir
diğer faktör de, rehber ve “gizli” refakatçilerimiz bir yana, yalnız gelmiş
olmamdı. Dev kapibaraya bindikten sonra Enne kucağımda uyuyakalmıştı. Çok şirin
bir görüntüydü, ama uzun yolculuğun onu yorgun düşürdüğünü biliyordum.
Leila’nın da onun kadar yorulduğunu düşündüğüm için, ikisini göndermiştim.
Detay vermek gerekirse, onları çok ihtiyaç duydukları dinlenmelerine önden
başlayabilmeleri için, iblis kralın bize verdiği odalara göndermiştim.
Muhtemelen uzun sürecek görüşme boyunca, özellikle iblis diyarının efendisinin
çağırdığı tek kişi ben olduğum düşünüldüğünde, onları boş boş oturtacak
değildim.
Enne’in benle olmaması ana silahımın yanımda olmaması
anlamına gelse de, tamamen silahsız değildim. Hem tabancam hem de hançerim
belimin arkasında asılıydı ve zorda kalırsam, her zaman envanterimi açıp başka
bir şey alabilirdim. Gerçi yine de, bunu zaten söyledim ama, Enne’i getirmek
çok iyi bir fikirdi. O olmasaydı göte gelmiş olurdum. Gerçekten. Ve eve
vardığım anda Lefi’nin götümü parçalamasına hiç hevesli değildim. Yok, sağ
olun.
Sevdiğim kadın dışında birisi tarafından baştan çıkarılmama
izin vermeye niyetim yoktu tabii ki. Eğer dış görünüş tamamen bir yana
bırakılırsa, benim için ondan daha iyi bir kız olmadığını biliyordum. Ne bu
hayatımda, ne öncekinde. Sadece bu kadar... mükemmel birisiyle daha önce hiç
tanışmamıştım.
“Geldik.”
Bir devasa kapı grubunun önüne geldiğimizde, Haloria sonunda
sessizliği bozmuştu. Normalde kabul salonunun kapısında en azından bir çift
muhafız olmasını beklerdiniz, ama etrafta hiçbir asker yoktu. Onların yerine iki
gargoyla benzeyen golem duruyordu. Büyüyle dolu heykeller, kapıya
yaklaştığımızda ikisi de boyunlarını bize doğru çevirince, gayet iyi iş görüyor
gibiydi. Bir anlık Haloria’ya odaklanıp kim olduğunu doğruladıktan sonra eski
hallerini döndüler ve daha fazla hareket etmediler.
Benim aksime, kapüşonlu ajan, bir şeyleri kurcalarken onlara
bir bakış atıp dev boyutlu girişin kapılarının açılmasını kafaya takmadığı
için, bu sahneye alışkın gibiydi. Kapı boşluğu yavaş yavaş açılırken, ardındaki
sadece kırmızı ve siyahla süslenmiş geniş taht odasını ortaya çıkarmıştı. Hem
sol hem de sağ tarafta, her an canlanıp bana saldıracakmış gibi gözüken şeytani
heykeller sıralanmıştı. Aslında, istenmeyen misafirlerle uğraşmak, golemler
gibi bir büyüyle efsunlandıkları için, gerçekten de var olma sebepleriydi. Oh,
belki de her şey tamamen otomatikleştirilmiş falan olduğu için burası bu kadar
boştu. Önemli her şeyin korunması için muhtemelen golemleri falan vardı.
Kırmızı bir halı merkezde bir çizgi gibi, odanın sonuna
yerleşmiş tahta kadar ilerliyordu. Ve bu tahtın üzerinde neşeli görünen, sarı
saçlı genç bir adam oturuyordu.
“Merhaba.” dedi gülümseyerek. “Sen Yuki olmalısın. Ben
Phynar, İblis Diyarının Efendisi. Sonunda seninle tanışmaktan memnunum.”
***
Genel Bilgiler
İsim: Phynar Leginerris Satalunia
Irk: Akça İblis Kralı
Sınıf: İblis Diyarının Kralı
Seviye: 29
HP: 71?/71?
MP: 24?5/24?5
Kuvvet: 301
Can: 3?0
Çeviklik: 297
Büyü: 5??
Maharet: 454
Şans: 2?1
Eşsiz Yetenekler
Öngörü Gözü
Gözlem Gözü
Düşünce Hızlandırma
Yetenekler
Paralel Düşünce VIII
Gelecek Görüsü ?
Komutanlık Ustalığı ?
Unvanlar
Kutsal Temsilci
Taktik Dehası
Yetenekli Hilebaz
Sinsi Komplocu
***
Unvanından dolayı onun daha güçlü olmasını bekliyordum, ama
bayağı zayıf olduğu ortaya çıkmıştı. Tam değerlerini görmemi engelleyen, büyülü
bir eşya giyiyordu, ama çarpık yazılarla bile güç seviyesini hakkında bayağı
fazla bilgi elde edebilmiştim. Sayılara bakılırsa, çoğu insandan güçlü, ama
çoğu iblisten de güçsüzdü.
Enne’in bile onu kolaylıkla yeneceğinden bayağı emindim.
Gerçi, muhtemelen pek bir şey ifade etmese bile, Uğursuz Orman’da hatırı
sayılır sayıda canavarı kolaylıkla ve hızlıca doğrayabiliyordu.
Savaş hünerinin yetersizliğine bir başka katkı da, iblis
kralının ona savaşta yardımcı olacak pek yeteneğe sahip olmamasıydı.
Yetenekleri savaş kabiliyetleri yerine beynini güçlendirmeye yönelikti.
Ünvanlarının açıkladığı üzere, o bir taktisyendi. Phynar’ın karakter sayfası,
onun savaş alanı yerine komutan çadırında bulabileceğiniz türde biri olduğunu
ima ediyordu, ki bu diğer iblislerin onun yöneticiliğini neden hoş
karşılamadığını açıklıyordu. Şu Sinsi Komplocu ünvanı... Yani şeyyy, muhtemelen
ona pek güvenmemeliyim. Özellikle bu kadar yakışıklıyken. Aynen, yok, salla. O
kesinlikle lanet bir yılan.
“Kralım, döndüm.” dedi Haloria.
“Görevini tamamladığın için teşekkür ederim Haloria.
Mükemmel bir araç oldun.”
“Bu kadar nazik sözleri hak etmiyorum.”
Dizinin üzerine çökmüş ajana bir bakış attıktan sonra tahtta
oturan adama baktım.
“Pekala, sanırım benimle konuşmak isteyen adam sensin?”
“Bu doğru! Bunca yolu sadece beni görmeye geldiğin için çok
teşekkür ederim! Şu anda ne kadar mutlu olduğum hakkında hiçbir fikrin yok.”
Kral yine tiksinç bir neşeli tonda konuşmuştu. Eğer yazışıyor olsaydık, büyük
ihtimalle her cümlesinin sonuna iki nokta üst üste ve parantez koyardı.
Öfff... Bu düşünce birden yüzümü ekşitmeme sebep olmuştu.
İblis kralı, ancak kız olsaydı kabul edebileceğim bir şekilde bana
gülümsüyordu. Ama erkek olduğu için tek hissettiğim iğrenmeydi. Bu çok iğrenç.
Lütfen dur.
“Eminim uzun yolculuğun seni yorgun düşürmüştür, o yüzden
hemen iş konuşmaya başlayalım.” dedi. “Seninle konuşmak istememin sebebi,
güçlerini kullanmayı ümit etmemdi, özellikle senin bir ejderhayı bile öldürebildiğini
duyduktan sonra.”
Hmm. Bu kadarını bileceklerini beklemiyordum.
“Benimle açık ol. Ne biliyorsun?”
“Pek fazla değil, sevgili dostum.” dedi tekrar ürpertici bir
şekilde gülümseyen iblis kralı. “Adamlarımın bana söylediği tek şey, fanatik
partinin kendilerini ejderhayla müttefik yapabilmek için bir tür dolap
çevirdiğiydi. Ne yazık ki, bu pek de planlandığı gibi gitmemişti. Ünvanı ele
geçirmek için öncülünü öldüren Ejder Efendisi, onların planlarını umursamamış,
kendi kafasına göre bir yere gitmişti. Ve sonra, kaybolmuş, bir daha kimse
tarafından görülmemiş.”
Oh, tabii, geri zekalı adamları olduğundan falan
bahsetmişti. Onların hep ejderha olduğunu düşünmüştüm, ama galiba öyle değilmiş
ha?
“O ayrıldıktan sonra adamlarım durumu izlemeye devam etti ama
senin bölgene girdikten sonra izini kaybettiler.” dedi. “Ve eminim tahmin
edebilirsin, bu kadar büyük bir yaratığın izini kaybetmek bayağı zor bir şey.
Bizim vardığımız sonuç, onun öldürüldüğüydü.”
“Hala neden öldürenin ben olduğumu düşündüğünüzü gerçekten
anlamıyorum.” dedim. “Yüce Ejderha’nın yaptığını düşünmek daha mantıklı bir
tahmin olmaz mıydı?”
“Bu kesinlikle bir ihtimal.” diye başıyla onayladı kral.
“Ama anlarsın ya dostum, adamlarımdan biri gayet yetkin bir analist.
Yeteneğinin seviyesini artırmak için çok zaman harcadı, ve bayağı güvenilir bir
araç olacak seviyeye kadar ulaştırdı. Seni incelemesini ve bulduklarını
raporlamasını istedim.”
“Ve ne gördü?”
“Hiçbir şey. Yüzü soldu ve bana hiçbir şey bulamadığını
söyledi, ve işte bu yüzden Ejder Efendisi’nin ölümünden senin sorumlu
olabileceğini düşündük.” dedi kral. “Her zaman bu kadar güçlü olduğun ya da onu
öldürdükten sonra mı bu kadar güçlendiğin hakkında hiçbir fikrimiz yok ama, ne
kadar güçlü olduğunu anlayamayacağımız kadar güçlü olduğun gerçeği değişmiyor.”
Anladım... Yani bana söylemeye çalıştıkları şey, statlarımı
göremedikleri için güçlü olduğumu düşündükleriydi. Mantıklı. Analiz epey
seviyeye bağlı bir yetenek. Ve bu zamana kadar kalede gördüğüm kişileri temel
alarak konuşursam, bunu kullanan adamın işe yarar bir bilgi görebilmesi için
yeteneğin en az seviye sekiz olması gerekiyordu.
“Ejder Efendisini öldürenin sen olup olmadığın önemli
değil.” dedi kral. “Hala inanılmaz derecede güçlü olduğunu biliyoruz ve bu
yüzden, her şeye rağmen seninle bir müttefiklik kurmak istiyoruz.”
“Pekala, onu anladım.” dedim. “Ama bana gerçekten
ihtiyacınız var mı? Omzunun üzerinde, bensiz de düşmanlarını ezebilecek kadar
iyi bir kafaya sahipsin gibi.”
“Demek sende de Analiz var! Bunu zaten bekliyordum.” dedi
kral. “Benim hakkımda tuhaf fikirlere kapılmadan önce sana şunu söylememe izin
ver, tamam mı? Unvana sahip olduğumu biliyorum, sinsilik şöyle dursun, pek de
komplocu biri olduğum söylenemez. “
Kral konuşmasına devam etmeden önce başını salladı.
“Tek yaptığım perde arkasından gücümü kullanarak
kazanamayacağım, kafa kafaya karşılaşmalardan uzak durmaktı. Ve, hepsi bu! Bu
kulağa berbat gelen unvanın nereden geldiğini gerçekten bilmiyorum. Beni kötü
birisi gibi gösteriyor. Gerçekten olmamama rağmen.”
“Gerekçesini” duyunca dilim tutulmuştu. Evet şeyyy... tek
duyduğum, bunu tamamen hak ettiğin.
“Ama şimdilik bunu bir kenara bırakalım ve önceki konuya
geri dönelim.” dedim. “Soruna cevap vereyim, evet, birçok farklı strateji bulma
konusunda iyiyimdir. Evet, düşmanlarımın tuzakların içine yürüttüm ve evet,
onları birbirlerine düşürdüm ve birbirlerini öldürmelerini sağlayarak kendim
yapmak zorunda kalmadım. Bir sürü başka şey de yaptım. Ama ne yaparsam yapayım,
topyekün bir savaşı kazanamam.”
Phynar sıkıntılı bir şekilde gülümsedi.
“Sorun şu ki, dışarıda bizden çok onlardan var. Ve her biri,
her birimizden çok da güçlü. Stratejilerimle onların büyük bir kısmını
öldürebilirim, ama hepsini tek seferde halledemem. Bu uzun, yorucu bir savaş
olur, ve sayı ve kaba kuvvetle ellerinden geleni artlarına koymazlar.” dedi.
"Ve bu olunca, iki taraf da kaybedecek. İblis türü kaybedecek. Zafer
insanların olacak. İç savaşla mücadele etmek demek, sırtımızı onlara açık
etmekten farksız.”
“Anladım...”
Kralın mantığı sağlamdı. Uzun, yorucu bir savaşa
zorlandıkları sürece iki taraftan hangisinin zaferi elde ettiği pek de fark
etmiyordu. İki türlü de ülke kaybedecekti. Çatışmaları sırasında ya da
sonrasında insanlar gelebilir ve yorulmuş iblisler daha kendine gelemeden
temizleyebilirlerdi. Ve eğer bunu yaparlarsa, insanlar bütün iblis diyarını
haritadan tamamen silebilirlerdi.
İblis kralına göre, topyekün savaşın başladığı an, zaferi
kazanma şansının kaybolduğu an olurdu.
“Fanatikler ve onlar gibiler gücün her şeyden üstün olduğuna
inanıyorlar. Zayıf olduğum için, her ne kadar mantıklı bir argüman sunsam da
beni dinlemeyi reddediyorlardı. Ve bir de bu yetmezmiş gibi, insanları aşağı
görüyor ve onları savaşta kolaylıkla yenebileceklerini düşünüyorlardı.” dedi.
“Akıllı olan iblislerin çoğu benim tarafımda çalışmayı seçmişti, ama iblisler
genel olarak, aptal tarafta olamaya eğilimlidirler, bu yüzden müttefikten çok
düşmanım var.”
“Anladım.”
İşte, daha çok kaslanmaya karşılık beynini verirsen olacağı
bu. Gerçi, herhangi bir kas kafalı iblisle şahsen tanışmamıştım. Tek
bildiklerim Leila, Ajan Kapüşonoğlu, MILF Rouinne ve kraldı. Bir iki et
kafalıyla tanışmak istiyordum. Sadece nasıl olduklarını görmek için.
“İşte bu yüzden başından beri topyekün savaşın çıkmaması
için uğraşıyorum.” dedi Phynar.
“Onu anladım. Ama bütün bunlar hakkında benden ne yapmamı
bekliyorsun?”
“Sanıyorum konuyla ilgilendin?”
“Değişir. Ne yapmamı istediğini söyle, ben de sana ne
düşündüğümü söyleyeyim.”
“Bunu söyleyeceğini düşünmüştüm.” dedi gülerek. “Şöyle ki,
dostum Yuki. Senin bir sembol haline gelmeni istiyorum.”