Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
İblis Diyarının Efendisi - Kısım 2
“Sembol mü?”
“Aynen öyle!” dedi iblis kralı. “Benimle müttefik olan
hiçbir hayvansının ya da yarı insanın yapamayacağı şeyi yapmanı istiyorum
senden. Gücümüzün, şeytani gücümüzün bir sembolü haline gelmeni istiyorum. Seni
bir örnek olarak kullanmak ve diğer iblislere ideallerimdeki kuvvetli inancı göstermek
istiyorum.”
Ah, ne olduğunu anladım.
“Pekala... aslında demek istediğin, sen arkada bir sürü
şeyleri hallederken, benim önde bir aldatmaca olmamı istiyorsun?”
“Kesinlikle! Anlayacağını biliyordum.”
Hay sıçayım. Bu ahlaksız orospu çocuğu az önce düpedüz beni
kullanmak istediğini itiraf etmişti.
“Fanatiklerin kurduğumuz yeni, güçlü ittifakı öğrenmesi,
onların hareketlerimize karşı daha dikkatli olmasına sebep olacak. Senin
buralarda olman, hareketlerini daha kolay öngörülebilir yapar. Hatta harekete
geçmek için daha çok zamana ihtiyaçları olacaktır. Ve daha çok zamanımız
olursa, daha çok kart oynayabilirim.” dedi Phynar. “Bir başka deyişle, elimi
daha rahat oynamam ve düşmanlarımı köşeye sıkıştırmam için dikkatlerini çekmeni
istiyorum.”
“Evet, öyle bir şey olduğunu anladım zaten.”
İblis kralının müttefiklerimden biri olmamın halka
açıklanması, karşı partinin merağını çekecek sağlam bir yöntemdi. Aşağı yukarı
yoktan var olduğum düşünüldüğünde, kökenimin ne olduğunu kesinlikle
araştırırlardı, ve bir gözlerini benim üzerimde tutmak için değerli iş
güçlerini harcarlardı. İblis diyarının efendisi hakkında pek bir şey
bilmiyordum, ama bildiğim az miktar, durumdan kazanacağı avantajı kullanıp
rakiplerinin planlarına çomak sokabileceğini tamamen anlayabilmeme yetiyordu.
“Pekala, istediklerin hakkında genel bir fikrim oluştuğundan
eminim. Ama açıkçası kendi aranızdaki bu iç savaş hiç umurumda değil.” Bilerek,
acımasız bir gülümseme takınmıştım. “Kimin kazandığı umurumda değil. Kaç
kişinin öleceğini de cidden umursamıyorum. Sayılar bana sayıdan başka bir şey
ifade etmiyor. Ve kimin öldüğünü de umursamadığımı söylemeliyim. Hiç umurumda
olmayan bir şey için bu kadar tehlikeli bir şeyin içine dalmayacağım. Ve eminim
bunu çoktan biliyorsundur. Peki, gevezeliği kesip, bunun benim ayıracağım zaman
değmesi için ne planladığını anlatacak mısın?”
Fanatiklerin düşmanım olduğu kesindi. Ama bu, iblis kralını
otomatikman benim müttefikim yapmazdı. Onunla birlikte çalışmak zorunda
değildim; onun yardımı olmadan da fanatikleri kolayca ezebilirdim. Ve tekrar
söylemeliyim, onların gerçekten düşmanım olduğunu ve bana yalan söylenmediğimi
farz ettiğimizde durum böyle.
“N-ne, s---” ajanın çenesi şaşkınlıktan açık kalmıştı.
Şikayetini dile getirmek için ağzını açtıysa da, devam edemeden araya
girilmişti.
“Haloria? Sessizlik lütfen.” Patronu ona göz korkutucu bir
gülümseme fırlatmış ve çenesini anında kapattırmıştı. Ona olan saygısından
dolayı, Haloria birkaç adım geri bile atmıştı.
“Harcadığın zamanın karşılığını vermeye hazırım tabii ki,
dostum.” dedi iblis kralı, her zamanki ürkütücü tacizci gülüşüyle.
“Müttefiklerimi iş ortağım olarak görürüm. Birlikte çalışmakla iş ortaklığı
arasında hiçbir fark yok, ve iş ortaklığı sadece dahil olan herkese yarar
sağladığı sürece var olur.”
“İyi.” dedim. “Peki bana detaylar hakkında bir şeyler
anlatmaya ne dersin? Benim için tam olarak ne hazırladın?”
“Aslında birkaç şey var.” diye kıkırdadı kral. “İlki, tabii
ki bilgi. Ortak düşmanımızla ilgili sana güncellemeler göndermeye devam
edeceğiz.”
“Peki, ahh, o kadarını anladık.”
Baştan beri iblis diyarına gelmiş olmamın tek sebebi, bana
bilgi vaat edilmiş olmasıydı. Onu göndermemek mantıklı olmazdı zaten.
“Sunacağım ikinci şey, özellikle ilgileneceğini düşündüğüm
bir şey.” dedi. “Aile durumun hakkında çok şey duydum, ve karın, kızların ve
hizmetçilerinle birlikte iblis diyarında bir gezintiyle ilgili olacağınla
ilgili kulağıma bir şeyler çalındı.”
“Evet, ne olmuş ona?”
“Eğer bana yardımcı olursan, otoritemi kullanarak sana iblis
diyarından fazlası için giriş imkanı sağlayabilirim. Yarı insanlar ve hayvansılarla
senin lehine konuşur ve sadece bölgelerine girme izni dışında, normal
turistlerin bile girmesine izin verilmeyen yerlere giriş izni alabilirsin.
Örneğin, kutsal kabul edilen bölgeler. Normalde buralar yasak bölge kabul
edilir, ama eminim ki söyleyeceğim birkaç büyülü kelime, oralara girebilmekten
dahasını sana sağlayacaktır. Ve hatta diğer ırklardan bazı yüksek makamlardan
birileriyle seni tanıştırabilirim, istersen.”
“N-n-ne!?”
L-lanet olsun, bu piç ne istediğimi tam olarak biliyor!
“Hatta iblis dünyasının ilgi çekici yerleriyle ilgili sana
tonla bilgi bile verebilirim. İblis ırkları bana tamamen saygı duymasa da,
tahtın meşru varisi hala benim. Tahtın benden önceki sahibi, yerine benim
geçmemi istedi, ve bu yüzden senin çoğu yere girebilmeni sağlama hakkım var. Ve
hepsi bu değil.”
Taktisyenin saldırısı ustacaydı. Sözlerini anlamlı kılmak
için neremden vuracağını iyi biliyordu.
“Konuşmaya devam et. Elinde başka neler var?”
“Anladığım kadarıyla labirentler, onları farklı farklı
şeylerle besledikçe gelişiyor, ve bir iblis lordu olarak, zindanının
gelişmesini görmekten keyif alacağından eminim.” dedi. “Labirentin için
istediğin her formda besin sağlayabilirim. Eğer mümkünse insanlarımı kurbanlık
koyuna çevirmekten kaçınmak isterim, ama ısrar edersen de benim için uygundur.”
“Aynen, hayır. Kurban gibi şeyler hakkında ben de pek
hevesli biri değilim.” dedim. Ölümün zindana tecrübe puanı kazandırdığı
doğruydu, ama böyle bir şey benim için biraz fazla kötücül gelmişti. “Onun
yerine paraya ne dersin?”
“Para mı? Harika bir öneri! Bu halletmekte zorlanmayacağımız
türden bir mal.”
“Ah, şunu da söyleyeyim, sizin yerel para biriminizden falan
istemiyorum. Doğası gereği değerli olan şeylerden istiyorum.”
“Tabii ki. Bir oda dolusu altın, gümüş ve diğer değerli
şeylere ne dersin?”
“Tamamdır.”
“Bir bakalım... başka ne vardı...? Ah, tabii ya! Kadınlara ne dersin?”
“Yok. Ben almayayım.”
“Gerçekten mi? Senin işin... erbabı olduğunu duydum.”
“Aynen, bu yanlış. Bu sadece bir yanlış anlaşılma.”
Yani, kendimi birazcık kaybetmiş olabilirim, ama erkekler
böyledir işte. Kesinlikle benim hatam değildi. Kesinlikle. Ayrıca, bunu kabul
etmek, hemen şuracıkta kendimi öldürmemden farksızdı. Doğranmış bir ceset
olarak reenkarne olmayla hiç ilgilenmiyorum.
Gerçi Lefi, tam olarak köpekgiller sınıfına girmiyor olsa
da, olağanüstü bir burna sahipti. Ne kadar saklamaya uğraşırsam uğraşayım,
aldattığımı kesinlikle anlardı.
“Pekala, durum buysa, kadınlar yerine daha çok değerli
eşyaya ne dersin?”
Teklifini sessizce düşünerek bir süre geçirdim. Benim için
hiçbir açıdan sıkıntılı gibi görünmediği için, aşağı yukarı kabul etmek
üzereydim. Muhtemelen fanatikler parmaklarını kaldırdıkları anda canlarına
okuyacaktım zaten. İblis kralının teklifi, bu sorunu geç halletmektense
erkenden halletmem için bir de üzerine bonus ekliyordu. Reddetmek için cidden
bir sebep yoktu.
Tabii ki, bana ihanet etme ihtimali her zaman vardı.
Ünvanları, hainlik yapmaya yatkın olmasıyla alakalı bilmem gereken her şeyi
söylüyordu; Sinsi Komplocu şeklinde yaftalanmış birine güvenmemem gerektiğini
iyi biliyordum. Ama şeyyy... aynen, tavşan deliğine öylece dalacak değildim.
Şimdiden onun neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışmanın sonsuz bir baş
ağrısına sebep olacağını söyleyebilirim. Bir şey diyeyim mi? Siktir et. Bir şey
olursa, onunla olduğu zaman ilgilenirim. Eğer bana sırt çevirirse, bana ait
olanı güç kullanarak alırım.
Her ne kadar hakkımı almak için şiddete başvurmaya şimdiden
hazır olsam da, taktiksel dehasıyla bilinen birini kendime düşman yapmaya pek
de niyetim yoktu. Peşinde olduğu şeyleri anlamak gibi, çevirdiği dolaplarla
uğraşmak da kulağa, uğraştırıcı bir başka tavşan deliği gibi gelmişti.
Son endişem, rakiplerimin aslında ne kadar güçlü olduğunu
bilmiyor olmamdı. Statlarım bayağı yüksekti. Düşmanlarımın çoğunu sorunsuz bir
şekilde dümdüz edeceğimden bayağı emindim. Ama her zaman Uğursuz Orman’ın
derinliklerindeki kadar güçlü canavarlar gibi birileriyle karşılaşmamın
ihtimali vardı.
Dahası, Beyinsiz Efendi gibi, ben de yaşayan bir şeydim.
Beni öldürmek için doğrudan benimle yüzleşmeleri ve kaba kuvvet kullanmalarına
gerek yoktu. Doğuştan gelen zayıflıklarımı kullanarak hala öldürülebilirdim.
Yine de, bu bile bir miktar güce gereksinim duyuyordu. Başkente gelirken
karşılaştığımız eşkıyalar kadar zayıflarsa ne yaptıklarının pek bir önemi
yoktu.
Bir şey diyeyim mi? Muhtemelen, her savaştan önce Leila’yla
konuştuğumdan emin olmalıyım. Bana verdikleri bütün bilgiyi ona anlatarak,
olası riskleri azaltma konusunda uzun, güzel konuşmalar yapabiliriz. Aynen, bu
gayet iyi bir fikir.
Ah, ve iyi fikirlerden bahsetmişken, buradayken, insan
şehrinde taktığım maskeyi taksam iyi olur. Eğer fanatik parti bunca zaman o
maskeyi takan kişinin ben olduğumu çoktan anladıysa, onu takmak gereksiz
olurdu, ama eğer anlamadılarsa, onlarla biraz oynayabilirdim. Ah, bir dakika.
Daha da iyisi, yeni bir maske alacağım. Anlayıp anlamadıklarını öğrenme
zahmetinden beni kurtarır bu. Elimde başka bir maske yoktu, ama kendime biraz
keçe bulabilirsem, kendime uçarken bir tane yapabilirim. Silah Dönüştürme
sonuçta bayaaaağı kullanışlı. Oh, ve muhtemelen karakter sayfamı çabucak
değiştirsem iyi olacak. Pekala, kendime ne isim versem? Wye’yi çoktan
kullandım, o yüzden onu kullanamam. Heh. Bu bayağı eğlenceli olacak. İblis
diyarında ortalığı karıştıran gizemli maskeli adam olma zamanı! Söylentileri
duymak için sabırsızlanıyorum. Herkes muhtemelen, “O bir kuş!”, “O bir uçak!”,
“Bir dakika, bu da kim lan!?” falan diyecektir. Of dostum, bu harika olacak.
“Ah, tabii.” İblis kralına bakarken gözlerimi kısmıştım.
“Sana sormak istediğim bir şey var. Alshir’de olan bütün kargaşanın sorumlusu
sen misin?”
“Hayır! Ben değilim!” Her şeyi gerçekmişçesine, neşeli bir
tonda konuşurken açıklamıştı. “Planlarım, ondan çok daha fazla üzerine
düşünülmüş olur. Eğer sorumlu ben olsaydım, muhtemelen başından beri bir
şeylerin olduğunu anlayamazdım.”
Vay be. Bu bayağı sağlam bir özgüven. İstemeden kendimi
gülümsemeye zorladım.
“Pekâlâ. Bilmek istediklerim bu kadardı.” dedim. “Muhtemelen
hizmetçime danışmam gerekeceği için, cevabımı hemen veremem, ama en azından
şimdilik işlerin olumlu olduğunu söyleyebilirim.”
“Bu harika!” dedi Phynar. “Bunu değerlendirmen gerçeği bile,
seni buraya davet etmemizin çabaya ve yatırıma çoktan değdiği anlamına
geliyor.”
“Değerlendirmem çoktan buna değdi mi? Sanırım bu, gerçekten
de kafanda bir iki yedek plan olduğu anlamına geliyor ha?”
“Tabii ki, ama senin işbirliğin beni bir sürü sorundan
kurtaracak.”
Evet, onu anladım. Tek plana güvenmek, kulağa bayağı berbat
bir fikirmiş gibi geliyor. Özellikle çalışacağından emin olmadığından bile emin
olamadığın bir şeyse. Beklenmedik haller için bir şey düşünmedilerse, kimse
hiçbir şeyi halledemezdi.
“O zaman cevabını yarın almayı umuyorum. Bu gece sana iblis
diyarının en iyi yiyeceklerinin bazılarını sunacağım. İyi uykular Yuki.” diye
kıkırdadı kral. “Seninle çalışmayı dört gözle bekliyorum.”
“Pekala, gitmeden önce bir şey söylemem gerek. Bana şöyle
sırıtmayı kes. Deli gibi ürkütücü ve tüylerimi diken diken ediyor.”
“Aaaaaaa. Nasıl bu kadar kaba olursun? Sana olan ilgimi
göstermeye çalıştığımı göremiyor musun?”
“İlgin mi? Dostum, iğrenç! Ne saçmalıyorsun!? Hadi ama
dostum, en azından bunu arkadaşlıkta falan keselim!” Bunları söylerkem yüzüm iğrenmiş
bir hal almıştı. “Zaten senin gibi kötücül biriyle arkadaş olmaya gerçekten
niyetim de yok ya... Bana göre, biz sadece birlikte çalışıyoruz. Ve, hepsi bu.”
“Tamam Yuki, anlıyorum.” dedi gülümseyerek. “Ööff, çok
utangaçsın.”
“AZ ÖNCE SANA TAM OLARAK BUNU KESMENİ SÖYLEMEDİM!”
Elimde olmadan donumu parçalayıp götüme tecavüz edecekmiş
gibi hissettiğim için, götümü korkuyla sıkarken bağırmıştım. Ve bu bağırış son
sözüm olmuş, iblis diyarının kralıyla olan görüşmem sonunda bitmişti.