Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Bar - Kısım 1
“Aynen, evet. Her şeyi hesaba katarsak, teklif bayağı iyi görünüyor
ve benim de kabul etmeye niyetim var. Siz ne düşünüyorsunuz?” Bize verilen
odaya ulaştığımda yaptığım ilk şey, kızlara fikirlerini sormak olmuştu.
“Hmmm...” Leila bir
anlığına durup düşündü. “Açıkçası efendim, söylemesi benim için zor. Teklifi
kabul etmek, genel olarak daha iyi bir seçim olacaktır, ama bunu yapmak sizi
büyük bir tehlikeye atacaktır.
“Evet, bu pek de kafaya taktığım bir şey değil.”
Tehlike, başında nberi içine gireceğimi bildiğim bir şeydi.
Bu, düşmanlarla ve iblislerle uğraşacağın zaman gayet doğaldı.
Güçlü olanın hayatta kalması mantığı, iblis kültüründe
baştan tahmin ettiğim noktadan daha kökleşmiş bir şeydi. Neredeyse kültürlerini
anlayamayacak seviyedeydi. Ama yine de sebepleri bir tarafa koyacak olursak,
iblislerin güçlüye itaat etme eğilimleri vardı. İblis kralının, onun idaresine
karşı olanları sakinleştirmek ve potansiyel olarak kendi tarafında çekmek için
gücümü sergilememi istediğini biliyordum. İşler o kadar da kolay gitmeyecekti
tabii ki. Sadece kaslı olduğum için herkes beni dinlemeyecekti. Muhtemelen
fanatik parti, beni yine de bir düşman olarak görecekti. Ama bu bir sorun
değildi. Lefi’yi kullanmaya çalışmışlardı, ve bana göre, bu, onları affedilemezin
ötesine koyuyordu. Ajan Kapüşonoğlu haklıydı. Muhtemelen zamanı gelince onlarla
bir anlaşmazlık yaşayacağımdan, hazır buradayken onları halletmeliydim.
Başından beri bunun için buradaydım. İşlevsellik açısından
bakacak olursak, iblis başkentini ziyaret etmek, insan başkentini ziyaret
etmekten farksızdı. İki ziyareti de, daha fazla zarar vermelerini engellemek
amacıyla düşmanlarımı ezmek için yapmıştım.
“Sorun yok.” dedi Enne. “Sahibi güvende tutacağım.”
“Sağ ol Enne.” Kıkırdayıp kimonoyla örtülü kılıç kızın
kafasını okşadım. “Gerçekten endişelendiğim tek şey, sözde müttefiklerim
tarafından arkamdan bıçaklanmaktı.
“Yapmayacaklarını söyleyecek kadar emin olmasam da bunun
endişelenmeniz gereken bir şey olduğuna inanmıyorum.”
“Gerçekten mi? Nedenmiş?”
“Şöyle ki efendim, bu gayet basit bir şey gerçekten.” dedi
başını sallayarak. “İblis diyarının efendisinin ittifak kurduğu birçok
müttefikten sadece birisiniz ve eğer diğerleri onun ihanetini öğrenecek olursa
ona güvenmeye pek de niyetli olmayacaklardır.”
“Mantıklı...”
Hareketlerinin ne niyetle olduğunu düşünürken kaşlarımı
çattım. Tek söyleyebileceğim, Leila’nın tam üstüne bastığıydı. Bulunduğu duruma
bakarsak, muhtemelen güvenilirliğini kaybetmek istemeyecektir. Zaten sayıca az
müttefike sahip. Bir tanesini bile kaybetmesi, işlerin onun istemediği yönde
ilerlemesine neden olur. Ona kişisel düzeyde güvenmekte endişe etmememin sebebi
buydu. İhanet, mümkün bile değildi. Phynar’ın durumunda, dürüst ve güvenilir
kalmaktan başka bir seçeneği yoktu. Barışa olan isteğini de düşününce bu ikiye
katlanıyordu. İblis kralının dış işleri politikası, diğerlerini kızdırıp
savaşın ateşini harlamaktansa, uzlaşmayı tercih ettiğini gösteriyordu. Ve
açıkçası, sorumlu olan çoğu kişi, onlar için işleyen bu kötücül küçük piç
olayından bir parça koparma meraklısıydı. Evet, sanırım ona güveneceğim...
“Endişelendiğim bir başka şeyse yandaşlarımın, yanı ikinizin
güvenliği. İnsanların sizin peşinizden gelmemesi için uğraşacağım zaten, ama
her şeye rağmen bir şey yaparlarsa diye bunları alın.”
Her iki kıza da birer kolye verdim. Üzerinde yarı saydam
birer kristal bulunan, iki sade, gümüş zincirlerdi. Kristalin arkasında, kolyeyi
kullanan kişinin kendine göre ayarlayabilmesi için küçük bir cihaz vardı.
“Bu nedir?” diye sordu Leila.
“Bu, sizi zindana ışınlayabilen küçük bir şey. Pek süslü
falan görünmediğini biliyorum, ama bunun için beni affetmeniz gerek. Süsten
ziyade işlevi önemli.”
Leila şaşırmıştı. “Yoksa bu, bu eşyanın uzay-zamanı
bükebildiği anlamına mı geliyor?”
Omzumu silkerek, “Hemen hemen.” dedim. “Ama sadece tek
seferlik kullanılabilen bir şey.”
Daha detaylı anlatmam gerekirse, eşya, onu takan kişiyi,
asıl taht odasına, yani zindanın çekirdeğinin bulunduğu odaya ışınlamaya
yarıyordu. Kullanması da çok basitti. Aktifleştirmek için sadece kullanan
kişinin eşyaya manasını aktarması gerekiyordu.
Bunları, iblis diyarı için evden ayrılmadan önce ne olur ne
olmaz diye almıştım. Hem iblis diyarında hem de biz yokken evde bir şey olursa
kulllanışlı olacaklarını biliyordum. Kolyeler, zindanın tehlikede olduğunu
söyleyecek kadar alengirli şeyler yapacak şeyler değildi tabii ki, ama o açığı
başka türlü telafi etmiştim zaten. Elimin altında bulunan diğer saptama temelli
şeyleri düşündüğümüzde, kolyeden böyle bir özellik beklememe gerek yoktu. Zaten
zindanın benim yardımıma ihtiyacı yoktu. Rir, diğerleri ve hazırda bekleyen
tonlarca tuzağım vardı. Lefi de oradaydı. Eh, şu anda muhtemelen dünyadaki en
güvenli yer bile diyebilirim ve buna rağmen yine de saldırı altında olabilirdi.
Tabii bu saldırının başından beri olmasına izin vermeyecektim.
“Sahip, bunu nasıl takacağım?” diye sordu Enne.
“Senin yerine yapayım. Buraya gel ve arkanı dön.” Kolyeyi
ellerinden aldım ve boynuna yerleştirdim. “İşte, hoş ve güzel değil mi?”
“Hıhı.”
İltifatım, Enne’in yüzünü kızarttıktan sonra onu
güldürmüştü. Ne şirin ya.
Enne’in kişileşme yeteneği etkili olduğu menzilin dışına
çıktığı anda kendi kendine kayboluyor. Daha insan gibi olan formu kayboluyor ve
bilinci asıl vücuduna geri dönmeye zorlanıyor. Eğer kolyeyi, yanımda bulunan
kılıca dokunmadan kullanacak olursa, aynı şey yine gerçekleşirdi. Durumu göz
önünde bulundurulduğunda, ona bir kaçış yolu sunmanın pek bir manası yok
gibiydi, ama yine de böyle yapmaya karar verdim. Diğerleriyle aynı şeyi ona
sağlamamak, pratik olmasa bile, bayağı ırkçı bir seçim olurdu. Ve zavallı Enne
hanıma zorbalık etmek, hiç hevesli olduğum bir şey değildi.
Enne ve ırk temelli meseleler konusuna gelirsek, vücudu
özellik açısından gerçekten de bayağı garipti. Kişileşmiş haldeyken giydiği her
kıyafet, kılıç haline dönüp geri geldiğinde hala üzerinde oluyordu.
“Senin de yardıma ihtiyacın var mı Leila?”
“Sanırım teklifinizi kabul edeceğim efendim.” diye
kıkırdadı.
Hizmetçi arkasını dönüp güzel, ince boynunu açtı. Kolyeyi
aldım ve kıskacı zincire sabitledim.
“Sende cidden güzel durdu.” dedim.
“Çok teşekkür ederim efendim.” dedi. “Ve merak etmeyin,
Lefi’ye beni etkilemeye çalıştığınızı söylemeyeceğim.”
“D-dur, bekle! Tamamen yanlış anladın! Sadece nazik olmaya
çalışıyordum!”
“Biliyorum.” dedi hizmetçi, muzip bir kahkahayla. “Sadece
şaka yapıyordum.”
Yapmasak mı? Neredeyse kalp krizi geçiriyordum.
“Ve önceki konuşmamıza geri dönersek.” dedi. “Sanırım
karşılık olarak daha fazla bir şeyler isteyebilecek pozisyondasınız efendim.”
“Gerçekten mi? Bayağı iyi bir anlaşma yaptığımı
düşünmüştüm.”
“Bunu söylediğim için üzgünüm efendim, ama değer biçe
algınızı biraz şüpheli bulduğumu söylemeliyim. Sakıncası yoksa müzakereleri
bana bırakır mısınız? Sizin için daha yararlı olacak bir anlaşma
yapabileceğimden eminim.” dedi Leila, hevesli bir şekilde.
“T-tabii. Müzakereleri sana bırakıyorum o zaman.”
Müzakereye böyle balıklama dalmasından dolayı biraz afalladığım
için sakince başımı sallayıp, onaylarken sözde sağduyu yoksunluğumu düşünmeye
devam ettim. Neyin ne kadar ettiğini anlamakta gerçekten o kadar kötü müyüm?
***
Leila, ertesi gün taleplerini belirledi ve ertesi gün kralla
benim adıma konuştu. İkisi, üç ana koşul içeren bir antlaşmaya varmıştı. İlki,
iblis kralının partisinin beni desteklemek ve korumak için ellerinden geleni
yapacağıydı. İkincisi, beni bir paralı asker olarak görecekleri ve üçüncüsü
ise, iblis diyarı bulunduğu ikilemden çıktıktan sonra, önceden belirlenen
miktarın bana hemen ödenmesini kabul etmeleriydi.
Ne ilkinin ne de üçüncünün fazla açıklamaya ihtiyacı yoktu.
Tam olarak tanımlandıkları gibiydi. Ancak ikinci koşul, benim, iblis kralının
kiraladığı biri olduğumu halka açıklamasını içeriyordu. Gerçi, bir bakışta pek
de önemli görünmese de bunun aslında çok önemli bir şey olduğu ortaya çıkmıştı.
Bir paralı asker görevi görmek, gücümü sergileme söz konusu
olduğunda, bana daha büyük bir özgürlük sağlayacaktı. Dahası, beni kiralamış olmaları,
onların daimi müttefiki olmayacağım anlamına geliyordu. Ve böylece mağdur
bıraktıklarım beni şahsen görmezden gelecek ve davranışlarımdan dolayı iblis
kralını ve partisini suçlayacaktı. Düşünmeye başladığımda mantıklı gelmişti.
Tarih hakkındaki bilgim bana, kinin genellikle en başından savaşanlarla, savaş
alanına onları gönderenlerin arasında paylaştırıldığını hatırlatmıştı. Ve en
azından ikinci dünya savaşı sonrası üzerine yaptığım incelemelerime göre, üst
rütbeliler, suçun çoğunu taşıyor gibiydi. Bilirsiniz... Galiba, başından beri
bütün iş konuşma meselesini Leila’ya bırakmalıymışım cidden. Herkesin güçlü ve
zayıf olduğu yerleri vardır ve şeyy... müzakere söz konusu olduğunda, güvenilir
hizmetçimin beni kollamaktan fazlasını yaptı diyebiliriz.
Sevgili Günlük. Bugün bir sürü şey öğrendim! Sanırım artık
biraz daha zekiyim. Sevgiler, Ben.
Müzakerenin kendisi, görmeye değer bir şeydi. Her ne kadar
doğduğumdan beri şahit olduğum en gergin sözlü tartışmalardan birine tutuşmuş
olsalar da hem Leila’nın hem de kralın yüzünden, bütün süreç boyunca koca koca
gülümsemeler eksik olmamıştı. İkisi de ima üstüne ima taşıyan türde ağır,
düşünülmüş kelimelerle konuşuyordu. Elimde olmadan yaydıkları gerginlik
yüzünden boğulmuştum. Orada olmak bile beni aşıyordu. Aynısı Ajan Haloria için
de geçerliydi. Muhtemelen ihtiyaçlarımızı karşılamakla görevli olduğu için, o
da yanımızda bulunuyordu ve tartışmanın gerilimi onu da tir tir titretmişti.
“Efendim, karşılaştığınız her sorunu tek başınıza çözmeye
çalışan türde biri olduğunuzu biliyorum.” dedi Leila. “Ve böyle bir erkek
olduğunuzu anlıyorum... Ancak size, etrafınızdakilere güvenmenizin yine de
normal bir şey olduğunu söylemeliyim. Hatta, tam olarak bunu daha sıklıkla
yapmanız gerektiğini düşünüyorum.”
“Hıhı.” diye onayladı Enne. “Katılıyorum.”
“Evet, benim hatam.” Masadan bardağımı alıp içindekileri
içtikten sonra, ısrarlarına karşılık kendimi gülümsemeye zorlamıştım.
Üçümüz şu anda, iblis diyarının labirent gibi olan
başkentinde bulunan bir barda oturuyorduk. Phynar, aşağı yukarı, şu anda benim
yapabileceğim bir şey olmadığı için beni sonra çağıracağını söyledi. Şehri
gezmemizi ve biraz eğlenmemizi önermişti. Kabul etmemek için bir sebep
göremediğimden, teklifi değerlendirdik ve kendimize yiyecek düzgün bir yer bulduk.
Dolayısıyla bara geldik.
Her ne kadar çoğu bar küçük olmaya meyilli olsa da, bu küçük
değildi. Ortalama büyüklükte iki katlı bir binaydı ve biz de ikinci katına
oturmuştuk. İkinci katın ortasında bir balkon yerleştirilmişti. Balkondan
sarmaşık benzeri bitkiler sarkıyordu. Bitkiler güzel ama loş ışık küreleri
yayıyor ve binaya ikincil bir aydınlanma kaynağı sağlıyordu. Birincil
aydınlatma kaynakları tabii ki de binanın tavanında asılı olan lambalardı.
Mistik lambalar, modern, şık iç mekan ve grubun çaldığı
sakin müzik birleşerek, bu mekanın bir bardan çok şık bir restoran gibi
görünmesine sebep oluyordu. Ama burası kesinlikle bir bardı. Çok az kişi
sahnede bulunan müzisyenlerle ilgileniyordu. Bunun yerine, kendi aralarında ses
çıkarmakla meşguldüler. Burada bulunan çoğu insan belirgin bir şekilde
sarhoştu.
Yemeğe tam başlayacağımız zaman, yakınlarda bir yerde oturan
bir çift kapüşonlu tip gözüme çarpmıştı. Bu noktada, kapüşonlu terimi bana
hemen Haloria ve iş arkadaşlarını aklıma getirmişti. Ama bu seferkiler onlar
değildi. Bu ikilinin kullandığı örtüler, iblis diyarının gizli ajanlarının
kullandığı örtülere benzemiyordu. Rengi bile farklıydı.
Kapüşonlu tipler iblis diyarında şaşırtıcı bir şekilde
bayağı yaygın bir şeydi. Sokakta dolaşan bir sürü kapüşonlu gördükten sonra, bu
ikilinin pek de göze batmıyordu aslında. Ve şüpheli davranışları da yoktu, ama
nedendir bilinmez, neden böyle canlı ve neşeli atmosfere sahip bir barda kim
olduklarını gizlediklerini merak etmekten kendimi alamamıştım. Analiz kullansam
iyi olur. Neden olmasın, değil mi?
“Bir dakika. Nell...?”
Kapüşonlulardan birisi sesimi duyar duymaz birden arkasını
dönmüştü.
“Ne!? Yuki, sen misin!?”
Pelerinin başlığının altında gördüğüm yüz, başkasıyla
karıştırmama imkan olmayan bir yüzdü. Kapüşonlu bu kişinin, kilisenin kahramanı
Nell olduğu ortaya çıkmıştı.