Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

04 Haziran 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1391 Görüntülenme
Bu bölümü 41 Kişi beğendi.
Cilt 12

Bar - Kısım 1

“Aynen, evet. Her şeyi hesaba katarsak, teklif bayağı iyi görünüyor ve benim de kabul etmeye niyetim var. Siz ne düşünüyorsunuz?” Bize verilen odaya ulaştığımda yaptığım ilk şey, kızlara fikirlerini sormak olmuştu.

“Hmmm...”  Leila bir anlığına durup düşündü. “Açıkçası efendim, söylemesi benim için zor. Teklifi kabul etmek, genel olarak daha iyi bir seçim olacaktır, ama bunu yapmak sizi büyük bir tehlikeye atacaktır.

“Evet, bu pek de kafaya taktığım bir şey değil.”

 

Tehlike, başında nberi içine gireceğimi bildiğim bir şeydi. Bu, düşmanlarla ve iblislerle uğraşacağın zaman gayet doğaldı.

 

Güçlü olanın hayatta kalması mantığı, iblis kültüründe baştan tahmin ettiğim noktadan daha kökleşmiş bir şeydi. Neredeyse kültürlerini anlayamayacak seviyedeydi. Ama yine de sebepleri bir tarafa koyacak olursak, iblislerin güçlüye itaat etme eğilimleri vardı. İblis kralının, onun idaresine karşı olanları sakinleştirmek ve potansiyel olarak kendi tarafında çekmek için gücümü sergilememi istediğini biliyordum. İşler o kadar da kolay gitmeyecekti tabii ki. Sadece kaslı olduğum için herkes beni dinlemeyecekti. Muhtemelen fanatik parti, beni yine de bir düşman olarak görecekti. Ama bu bir sorun değildi. Lefi’yi kullanmaya çalışmışlardı, ve bana göre, bu, onları affedilemezin ötesine koyuyordu. Ajan Kapüşonoğlu haklıydı. Muhtemelen zamanı gelince onlarla bir anlaşmazlık yaşayacağımdan, hazır buradayken onları halletmeliydim.

 

Başından beri bunun için buradaydım. İşlevsellik açısından bakacak olursak, iblis başkentini ziyaret etmek, insan başkentini ziyaret etmekten farksızdı. İki ziyareti de, daha fazla zarar vermelerini engellemek amacıyla düşmanlarımı ezmek için yapmıştım.

 

“Sorun yok.” dedi Enne. “Sahibi güvende tutacağım.”

“Sağ ol Enne.” Kıkırdayıp kimonoyla örtülü kılıç kızın kafasını okşadım. “Gerçekten endişelendiğim tek şey, sözde müttefiklerim tarafından arkamdan bıçaklanmaktı.

“Yapmayacaklarını söyleyecek kadar emin olmasam da bunun endişelenmeniz gereken bir şey olduğuna inanmıyorum.”

“Gerçekten mi? Nedenmiş?”

“Şöyle ki efendim, bu gayet basit bir şey gerçekten.” dedi başını sallayarak. “İblis diyarının efendisinin ittifak kurduğu birçok müttefikten sadece birisiniz ve eğer diğerleri onun ihanetini öğrenecek olursa ona güvenmeye pek de niyetli olmayacaklardır.”

“Mantıklı...”

 

Hareketlerinin ne niyetle olduğunu düşünürken kaşlarımı çattım. Tek söyleyebileceğim, Leila’nın tam üstüne bastığıydı. Bulunduğu duruma bakarsak, muhtemelen güvenilirliğini kaybetmek istemeyecektir. Zaten sayıca az müttefike sahip. Bir tanesini bile kaybetmesi, işlerin onun istemediği yönde ilerlemesine neden olur. Ona kişisel düzeyde güvenmekte endişe etmememin sebebi buydu. İhanet, mümkün bile değildi. Phynar’ın durumunda, dürüst ve güvenilir kalmaktan başka bir seçeneği yoktu. Barışa olan isteğini de düşününce bu ikiye katlanıyordu. İblis kralının dış işleri politikası, diğerlerini kızdırıp savaşın ateşini harlamaktansa, uzlaşmayı tercih ettiğini gösteriyordu. Ve açıkçası, sorumlu olan çoğu kişi, onlar için işleyen bu kötücül küçük piç olayından bir parça koparma meraklısıydı. Evet, sanırım ona güveneceğim...

 

“Endişelendiğim bir başka şeyse yandaşlarımın, yanı ikinizin güvenliği. İnsanların sizin peşinizden gelmemesi için uğraşacağım zaten, ama her şeye rağmen bir şey yaparlarsa diye bunları alın.”

 

Her iki kıza da birer kolye verdim. Üzerinde yarı saydam birer kristal bulunan, iki sade, gümüş zincirlerdi. Kristalin arkasında, kolyeyi kullanan kişinin kendine göre ayarlayabilmesi için küçük bir cihaz vardı.

 

“Bu nedir?” diye sordu Leila.

“Bu, sizi zindana ışınlayabilen küçük bir şey. Pek süslü falan görünmediğini biliyorum, ama bunun için beni affetmeniz gerek. Süsten ziyade işlevi önemli.”

 

Leila şaşırmıştı. “Yoksa bu, bu eşyanın uzay-zamanı bükebildiği anlamına mı geliyor?”

Omzumu silkerek, “Hemen hemen.” dedim. “Ama sadece tek seferlik kullanılabilen bir şey.”

 

Daha detaylı anlatmam gerekirse, eşya, onu takan kişiyi, asıl taht odasına, yani zindanın çekirdeğinin bulunduğu odaya ışınlamaya yarıyordu. Kullanması da çok basitti. Aktifleştirmek için sadece kullanan kişinin eşyaya manasını aktarması gerekiyordu.

 

Bunları, iblis diyarı için evden ayrılmadan önce ne olur ne olmaz diye almıştım. Hem iblis diyarında hem de biz yokken evde bir şey olursa kulllanışlı olacaklarını biliyordum. Kolyeler, zindanın tehlikede olduğunu söyleyecek kadar alengirli şeyler yapacak şeyler değildi tabii ki, ama o açığı başka türlü telafi etmiştim zaten. Elimin altında bulunan diğer saptama temelli şeyleri düşündüğümüzde, kolyeden böyle bir özellik beklememe gerek yoktu. Zaten zindanın benim yardımıma ihtiyacı yoktu. Rir, diğerleri ve hazırda bekleyen tonlarca tuzağım vardı. Lefi de oradaydı. Eh, şu anda muhtemelen dünyadaki en güvenli yer bile diyebilirim ve buna rağmen yine de saldırı altında olabilirdi. Tabii bu saldırının başından beri olmasına izin vermeyecektim.

 

“Sahip, bunu nasıl takacağım?” diye sordu Enne.

“Senin yerine yapayım. Buraya gel ve arkanı dön.” Kolyeyi ellerinden aldım ve boynuna yerleştirdim. “İşte, hoş ve güzel değil mi?”

“Hıhı.”

 

İltifatım, Enne’in yüzünü kızarttıktan sonra onu güldürmüştü. Ne şirin ya.

 

Enne’in kişileşme yeteneği etkili olduğu menzilin dışına çıktığı anda kendi kendine kayboluyor. Daha insan gibi olan formu kayboluyor ve bilinci asıl vücuduna geri dönmeye zorlanıyor. Eğer kolyeyi, yanımda bulunan kılıca dokunmadan kullanacak olursa, aynı şey yine gerçekleşirdi. Durumu göz önünde bulundurulduğunda, ona bir kaçış yolu sunmanın pek bir manası yok gibiydi, ama yine de böyle yapmaya karar verdim. Diğerleriyle aynı şeyi ona sağlamamak, pratik olmasa bile, bayağı ırkçı bir seçim olurdu. Ve zavallı Enne hanıma zorbalık etmek, hiç hevesli olduğum bir şey değildi.

 

Enne ve ırk temelli meseleler konusuna gelirsek, vücudu özellik açısından gerçekten de bayağı garipti. Kişileşmiş haldeyken giydiği her kıyafet, kılıç haline dönüp geri geldiğinde hala üzerinde oluyordu.

 

“Senin de yardıma ihtiyacın var mı Leila?”

“Sanırım teklifinizi kabul edeceğim efendim.” diye kıkırdadı.

 

Hizmetçi arkasını dönüp güzel, ince boynunu açtı. Kolyeyi aldım ve kıskacı zincire sabitledim.

 

“Sende cidden güzel durdu.” dedim.

“Çok teşekkür ederim efendim.” dedi. “Ve merak etmeyin, Lefi’ye beni etkilemeye çalıştığınızı söylemeyeceğim.”

“D-dur, bekle! Tamamen yanlış anladın! Sadece nazik olmaya çalışıyordum!”

“Biliyorum.” dedi hizmetçi, muzip bir kahkahayla. “Sadece şaka yapıyordum.”

 

Yapmasak mı? Neredeyse kalp krizi geçiriyordum.

 

“Ve önceki konuşmamıza geri dönersek.” dedi. “Sanırım karşılık olarak daha fazla bir şeyler isteyebilecek pozisyondasınız efendim.”

“Gerçekten mi? Bayağı iyi bir anlaşma yaptığımı düşünmüştüm.”

“Bunu söylediğim için üzgünüm efendim, ama değer biçe algınızı biraz şüpheli bulduğumu söylemeliyim. Sakıncası yoksa müzakereleri bana bırakır mısınız? Sizin için daha yararlı olacak bir anlaşma yapabileceğimden eminim.” dedi Leila, hevesli bir şekilde.

“T-tabii. Müzakereleri sana bırakıyorum o zaman.”

 

Müzakereye böyle balıklama dalmasından dolayı biraz afalladığım için sakince başımı sallayıp, onaylarken sözde sağduyu yoksunluğumu düşünmeye devam ettim. Neyin ne kadar ettiğini anlamakta gerçekten o kadar kötü müyüm?

 

***

 

Leila, ertesi gün taleplerini belirledi ve ertesi gün kralla benim adıma konuştu. İkisi, üç ana koşul içeren bir antlaşmaya varmıştı. İlki, iblis kralının partisinin beni desteklemek ve korumak için ellerinden geleni yapacağıydı. İkincisi, beni bir paralı asker olarak görecekleri ve üçüncüsü ise, iblis diyarı bulunduğu ikilemden çıktıktan sonra, önceden belirlenen miktarın bana hemen ödenmesini kabul etmeleriydi.

 

Ne ilkinin ne de üçüncünün fazla açıklamaya ihtiyacı yoktu. Tam olarak tanımlandıkları gibiydi. Ancak ikinci koşul, benim, iblis kralının kiraladığı biri olduğumu halka açıklamasını içeriyordu. Gerçi, bir bakışta pek de önemli görünmese de bunun aslında çok önemli bir şey olduğu ortaya çıkmıştı.

 

Bir paralı asker görevi görmek, gücümü sergileme söz konusu olduğunda, bana daha büyük bir özgürlük sağlayacaktı. Dahası, beni kiralamış olmaları, onların daimi müttefiki olmayacağım anlamına geliyordu. Ve böylece mağdur bıraktıklarım beni şahsen görmezden gelecek ve davranışlarımdan dolayı iblis kralını ve partisini suçlayacaktı. Düşünmeye başladığımda mantıklı gelmişti. Tarih hakkındaki bilgim bana, kinin genellikle en başından savaşanlarla, savaş alanına onları gönderenlerin arasında paylaştırıldığını hatırlatmıştı. Ve en azından ikinci dünya savaşı sonrası üzerine yaptığım incelemelerime göre, üst rütbeliler, suçun çoğunu taşıyor gibiydi. Bilirsiniz... Galiba, başından beri bütün iş konuşma meselesini Leila’ya bırakmalıymışım cidden. Herkesin güçlü ve zayıf olduğu yerleri vardır ve şeyy... müzakere söz konusu olduğunda, güvenilir hizmetçimin beni kollamaktan fazlasını yaptı diyebiliriz.

 

Sevgili Günlük. Bugün bir sürü şey öğrendim! Sanırım artık biraz daha zekiyim. Sevgiler, Ben.

 

Müzakerenin kendisi, görmeye değer bir şeydi. Her ne kadar doğduğumdan beri şahit olduğum en gergin sözlü tartışmalardan birine tutuşmuş olsalar da hem Leila’nın hem de kralın yüzünden, bütün süreç boyunca koca koca gülümsemeler eksik olmamıştı. İkisi de ima üstüne ima taşıyan türde ağır, düşünülmüş kelimelerle konuşuyordu. Elimde olmadan yaydıkları gerginlik yüzünden boğulmuştum. Orada olmak bile beni aşıyordu. Aynısı Ajan Haloria için de geçerliydi. Muhtemelen ihtiyaçlarımızı karşılamakla görevli olduğu için, o da yanımızda bulunuyordu ve tartışmanın gerilimi onu da tir tir titretmişti.

 

“Efendim, karşılaştığınız her sorunu tek başınıza çözmeye çalışan türde biri olduğunuzu biliyorum.” dedi Leila. “Ve böyle bir erkek olduğunuzu anlıyorum... Ancak size, etrafınızdakilere güvenmenizin yine de normal bir şey olduğunu söylemeliyim. Hatta, tam olarak bunu daha sıklıkla yapmanız gerektiğini düşünüyorum.”

“Hıhı.” diye onayladı Enne. “Katılıyorum.”

“Evet, benim hatam.” Masadan bardağımı alıp içindekileri içtikten sonra, ısrarlarına karşılık kendimi gülümsemeye zorlamıştım.

 

Üçümüz şu anda, iblis diyarının labirent gibi olan başkentinde bulunan bir barda oturuyorduk. Phynar, aşağı yukarı, şu anda benim yapabileceğim bir şey olmadığı için beni sonra çağıracağını söyledi. Şehri gezmemizi ve biraz eğlenmemizi önermişti. Kabul etmemek için bir sebep göremediğimden, teklifi değerlendirdik ve kendimize yiyecek düzgün bir yer bulduk. Dolayısıyla bara geldik.

 

Her ne kadar çoğu bar küçük olmaya meyilli olsa da, bu küçük değildi. Ortalama büyüklükte iki katlı bir binaydı ve biz de ikinci katına oturmuştuk. İkinci katın ortasında bir balkon yerleştirilmişti. Balkondan sarmaşık benzeri bitkiler sarkıyordu. Bitkiler güzel ama loş ışık küreleri yayıyor ve binaya ikincil bir aydınlanma kaynağı sağlıyordu. Birincil aydınlatma kaynakları tabii ki de binanın tavanında asılı olan lambalardı.

 

Mistik lambalar, modern, şık iç mekan ve grubun çaldığı sakin müzik birleşerek, bu mekanın bir bardan çok şık bir restoran gibi görünmesine sebep oluyordu. Ama burası kesinlikle bir bardı. Çok az kişi sahnede bulunan müzisyenlerle ilgileniyordu. Bunun yerine, kendi aralarında ses çıkarmakla meşguldüler. Burada bulunan çoğu insan belirgin bir şekilde sarhoştu.

 

Yemeğe tam başlayacağımız zaman, yakınlarda bir yerde oturan bir çift kapüşonlu tip gözüme çarpmıştı. Bu noktada, kapüşonlu terimi bana hemen Haloria ve iş arkadaşlarını aklıma getirmişti. Ama bu seferkiler onlar değildi. Bu ikilinin kullandığı örtüler, iblis diyarının gizli ajanlarının kullandığı örtülere benzemiyordu. Rengi bile farklıydı.

 

Kapüşonlu tipler iblis diyarında şaşırtıcı bir şekilde bayağı yaygın bir şeydi. Sokakta dolaşan bir sürü kapüşonlu gördükten sonra, bu ikilinin pek de göze batmıyordu aslında. Ve şüpheli davranışları da yoktu, ama nedendir bilinmez, neden böyle canlı ve neşeli atmosfere sahip bir barda kim olduklarını gizlediklerini merak etmekten kendimi alamamıştım. Analiz kullansam iyi olur. Neden olmasın, değil mi?

 

“Bir dakika. Nell...?”

 

Kapüşonlulardan birisi sesimi duyar duymaz birden arkasını dönmüştü.

 

“Ne!? Yuki, sen misin!?”

 

Pelerinin başlığının altında gördüğüm yüz, başkasıyla karıştırmama imkan olmayan bir yüzdü. Kapüşonlu bu kişinin, kilisenin kahramanı Nell olduğu ortaya çıkmıştı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-08 21:25:48
Oha kahraman napıyo burada
Shin (95 puan) Üye
2021-04-20 21:35:07
Çeviri ve edit için teşekkürler.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-28 00:35:41
Bölüm için teşekkürler
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-24 06:47:31
Çeviri için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-06 21:32:07
Kendini özletmiştin Nell. İyiki geldin bea! Çeviri ve edit için teşekkürlerr ^
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-06-05 01:27:43
Hiç tahmin etmeyeceğim bir şeydi aferin yazar ilk defa şaşırttın beni 👏👏👏
Kunai 52 (151 puan) Üye
2020-06-04 23:52:41
Emeğinize sağlık.
Oppaisama (23 puan) Üye
2020-06-04 23:19:20
Elinize sağlık
darkrai (79 puan) Üye
2020-06-04 16:12:37
elinize sağlık
Sato55400 (1592 puan) Üye
2020-06-04 14:56:59
Çeviri için teşekkürler
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-06-04 13:35:08
Çeviri ve edit için teșekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-06-04 12:58:58
Çeviri için teşekkürler