Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Bar Kavgası - Kısım 2
Dostum... Gerçekten diğer insanların işlerine burnumu
sokmayı bırakmam lazım. Gelen saldırılarla uğraşırken içimden bir of çektim. İlk
adamın yumruğu yüzüme doğru gelirken onu yakaladım ve aşağı ve yana doğru
büktüm. Momentumdaki ani değişim dengesini bozdu ve pozisyonu bozuldu.
Arkadaşının bana doğru salladığı yumruktan kaçacak kadar hızlı davranacak
durumda değildi.
Saldırı yüzüne inip onu barın duvarlarından birine
yapıştıracak kadar güçle onu fırlatırken bağırdı. Böyle bir sahneyi bir manga
ya da başka iletişim araçları dışında bir yerde görmeyi cidden beklemiyordum,
ama iblis iblise dövüşten bekleneceği üzere bu, bayağı sık görülen bir şeydi.
Statları o kadar yüksekti.
“Miguel!” Arkadaşının yüzüne çakan herif cıkladı. “Lanet
olsun!”
Bulunduğu kaygılı durumdan yararlanıp, boynunu kırmayacak
kadar kendimi tutarak, sert bir şekilde çenesine bir yumruk indirdim. Beynini
etkileyen ani sarsıntı, adamın bilincini kaybetmesine ve yerde büzüşüp kalan
adamın üzücü ama sakin bir yığın haline gelmesine neden olmuştu.
Bilinçten bahsetmişken, her yerin karardığını söylediklerini
bilirsiniz. Aynen, bu bayağı doğru bir tanım. Hala bir şeyler görebiliyorsun,
ama gördüğün şeyin ne olduğunu bilmiyorsun. Hala arkadaşlarının seslerini de
duyabiliyorsun, ama ne söylediklerini tam olarak anlayamıyorsun. Bir keresinde
arkadaşlarımla basketbol oynarken başıma gelmişti. Of dostum, bu korkunçtu.
“Al ulan!”
“O şeyi kullanırken dikkatli olmalısın.”
Ben başka şeyleri düşünmeye başlamışken, adamlardan biri
belinde sallanan bıçağı çekmişti. Bıçağı bana doğru savurdu, ama yan tarafımı
delebilen bu saldırıdan belimi çevirdim ve kaçındım. Sonra eline dirseğimle vurdum
ve onu yakındaki bir masaya yapıştırdım. Bu harekete bir çift ses eşlik
etmişti. İlki, saldırımın elindeki kemikleri kırdığını işarete eden yüksek
sesli bir çıtırtıydı. Ondan sonraki ses yere düşen bıçağın tıkırtısıydı.
“Bir sokak kavgasında bıçak kullanmaman gerektiğini bilmen
gerekirdi dostum. Bu şey birinin canını fena yakabilir.” dedim.
Hala acı içinde inlerken onun yanına gittim ve arkadaşına
yaptığım gibi onu da sakinleştirdim---çenesine bir yumruk çaktım ve gözlerine
bir perde indirdim.
“Kendini bir bok sanmaya kalkma piç herif!” Üçüncü bir adam
arkamdan bana yaklaşırken bağırdı.
Ona bakınca, bana kocaman, sıcak bir kucak sunduğunu fark
ettim. Başka bir erkekle sarılmaya hiç meraklı olmadığım için eğilerek bundan
kaçındım. Ondan kurtulunca kollarından birini yakaladım, onu üzerimden
yuvarladım ve savurdum. Judoya benzeyen tekniğim, adamı balkonun kenarına doğru
yuvarladı. Yüzü birinci kattaki masalardan birine yapışana kadar yerçekimiyle
hızlanmaya devam etti. Tabaklar, çatal-bıçaklar ve bardaklarla yakından haşır
neşir olmak zorunda kalırken acıyla bağırdı. Bir süre kasılıp bağırdıktan
sonra, nihayet o da “sakinleşti”. H-hassiktir! Hiçbir şeyi kırmamaya
uğraşıyordum, ama artık bu durumu bozduk, n’ apalım.
“Lanet olsun dostum. Yaman delikanlıymışsın!” dedi
müşterilerden biri.
“Böyle ilginç bir olay, yeni bir içkiyi hak ediyor!” diye
bağırdı bir başkası. “Barmen, bana bir bardak daha!”
Birinci kattakilerin üzerine bir adam düştüğü anda
panikleyip bağıracaklarını beklemiştim. Ancak bu, beklediğimin tam tersiydi.
Diğer müşteriler tezahürat yapmaya ve kavgayı kışkırtmaya devam etmişti.
Anahtar kelime: devam etmek.
Hemen etrafımızda toplaştılar ve boktan saçlı adamla
konuşmaya başladığım anda olayı çekirdek çitleyen izleyici gibi izlemeye
başladılar. Kalabalığa göre kavga, sadece bir eğlence kaynağı, içkiyle iyi
giden bir mezeydi. En azından mekan sahibinin umurunda olmasını beklemiştim, ama
kavganın durması, hem mekan sahibi hem barmen olan bu adamın planladığının tam
tersiydi. Özünde bir tüccar olmasına rağmen bu fırsatı, cebinden not defterini
çıkarıp bahisleri almaya başlayarak para kaldırmaya döndürmüştü.
Sahnede çalan grup bile duruma ayak uydurmuştu. Çaldıkları
sakin, rahatlatıcı melodilerden, daha canlı, daha hızlı bir tempolu bir şeye
geçmişlerdi. Vay anasını be. İblisler bayağı cesurlarmış. Sanırım böyle şeyler
buralarda çok sık yaşandığı için, artık alışmışlardı.
Grubum kalabalığın içinde göze çarpıyordu. Diğer herkesin
aksine, onlar ne tezahürat ediyorlar ne de içki içiyorlardı. Leila ve Enne
sakin bir şekilde olayı izlerken, Nell ve büyücü dostu pek sakin değildi. İkisi
de tetikteydi. Elleri silahlarının üzerinde, anında çekmeye hazırlardı. Sizi de
buna sürüklediğim için özür dilerim. Özellikle planlarınızı falan batıracaksa.
Ciddiyim. Benim hatam.
“Ne işe yaramaz adamlarsınız!?”
Adamlarının sırayla dayak yediğini gören, saçlarının
kazınmasına ya da bir peruğa ihtiyacı olan adam, cıkladı. Sabırsızlanmaya
başlayınca ipleri kendi eline almak için oturduğu masayı yerinden sökerek
kavgaya kendisi dahil olmaya karar verdi. Ağır ağır ilerlerken örgüleri hafif
hafif salınıyordu. Hadi ama dostum, bu ne lan!? Eşyaları öylece kıramazsın. Eğer
mekan sahibi sana kabarık bir hesap çıkarırsa benim suçum değil, tamam mı?
Masanın ne kadar ettiğini düşünmek, Örgülü’nün bir dükün
oğlu olduğunu hatırlatmıştı. Ona göre bu masa sakız parası falan olmalıydı.
Diğer yandan benim başım dertteydi. İki masa ve bir sürü yemek takımını
parçalamıştım. Pekala. İblis kralının benim için karşılamasını umalım.
“Peki. Benimle ileri geri konuştuğun için seni pişman
edeceğim!” diye bağırdı Örgülü. “Ve diğer acınası güçsüzlerin aksine ben,
hakaretlerinin kefaretini ölümünle ödeteceğim!”
“Dostum, hadi ama. Bu bir yanlış anlaşılmaydı ve zaten üzgün
olduğumu söyledim.” dedim. “Sana yemek ve içki ısmarlayayım ve bugünlük bu
kadar yeter diyelim, ha?”
” Kapa çeneni! Yoksa ben kaparım!”
Adamın beni dinlemeye bile niyeti yoktu. Barış yapma
girişimlerime kulak asmadı ve koşarak saldırı yapmak için birden atıldı.
Elimde olmadan gözlerimi devirdim... Offf. Bu sinirlerimi
bozmaya başladı. Hadi ama sokacağım he... Ne istiyorsun dostum, zaten özür diledim
ve hatamı telafi etmeyi teklif bile ettim. Benden daha ne bekliyorsun?
Geleneklerine değer verdiğini ve o geleneklere göre yetiştirildiğin için senin
için gerçekten önemli olduğunu biliyorum. Ve kan dökmenin normal olduğu bir
zamana ait olduklarını da biliyorum, o yüzden silaha davranmakta biraz erken
davranıyorsun. Ama yani, çoktan olayı sakinleştirmeye çalıştım. Ve işe
yaramamış olmasının tek sebebi, senin aptal beyninin beni dinlemeyi reddetmesi.
Dur tahmin edeyim. Seninle aynı fikirde olmayan herkesi eşek surdan gelinceye
kadar dövmeden asla rahatlayamayan tiplerdensin, bu yüzden de ağzımı yüzümü
dağıtmadan sakinleşmeyecek ve susmayacaksın. Siktiğimin salağı.
Örgülü’nün bakış açısından bakmaya çalıştıkça, içimde ona
karşı daha da fazla kızgınlık birikmeye başladı. Ama aptallığı, kızgın ve uyuz
olduğum şeylerin yarısı bile değildi. Şu anki asıl büyük sorun, başta onunla
konuşmama sebep olan şeydi.
“Hay sikeyim! Buna daha fazla katlanamayacağım! Bunu siktir
et! Sahip olduğun aptal gibi görünen saçla alakalı o kadar fazla sıkıntı var
ki, neresinden başlayacağımı bile bilmiyorum!” Bana doğru yaptığı şarjı savuşturdum
ve yanımdan geçerken kafasının yanındaki aptal örgülerden birini yakalayıp
zorlayarak kopardım.
“Saçım! Saçım!!! Acıyor!” Saldırısının momentumu ve
“saldırımın” gücü birleşerek örgülerinden birinin saç kökleriyle birlikte falan
kopmasına sebep olunca, acı içinde bağırmıştı.
“Senin siktiğimin sorunun ne lan!? Ne tür bir erkek saçını
örer lan zaten!? Hareket ederken ne kadar salak göründüğünü hiç gördün mü?
Sallanıyor! Sallanıyor lan! Bunun ne kadar iğrenç olduğunu biliyor musun?!
Siktirin gidin. Bunu istemenizden dolayı siktirin gidin! Siktirin! Gidin!
Anlamaya çalışmak bile beni bir moron gibi hissettiriyor!”
“Bana mı öyle geliyor, yoksa hiç tereddüt etmeden birden
davranışını mı değiştirdi!?” Nell, herkesin boşalttığı ikinci katın bir
kenarından laf sokmuıştu.
“Off...” Örgülü, inlerken, az önce saçının bulunduğu yeri
ovuştururuyordu. “B-bu ne cüret! Saçıma bunu yapmaya nasıl cüret edersin!?”
“Sus lan beyinsiz!” Diye bağırdım. “Peki, bak ne diyeceğim.
Eğer bu aptal saçını almayı bu kadar istiyorsan, o zaman alabilirsin!”
Avcumu açtım ve ondan kopardığım saçı ağzının içine toktum.
“Ve saçını almışken, burdan da siktir olup git!” Şikayetime
devam ederken etrafımda dönüp, klasik döner tekmeyi yüzüne geçirdim. “Seni ya
da senin boktan saç şeklini bir daha görmek istemiyorum!”
Saldırının gücü, onu balkonun kenarından aşağı uçurmuştu.
Kendini havada düzeltmeye çalışsa da, bunu yapamadan yere çakılmıştı. Çarpışma
onu bayıltmış ve gevşetmişti.
“Pekala millet, maç bitti!!” Kendimize ne zaman bir maç
spikeri bulduğumuzu bilmiyorum, ama barın müşterilerinden biri öne çıkmıştı.
“Kazanan... meydan okuyan!”
Sözleri, mekanda bulunan sarhoşların tezahürat etmelerine
sebep olmuştu. Diğer yandan ben, hala az önce dövdüğüm aptallarla ilgili
şikayet etmeye devam ediyordum. Öff... Ne can sıkıcı iş.
“Buradaymış.”
Düzeltme: dövdüğümü düşündüğüm aptallar.
Bağırış sanki bir işaret olmuştu. Kaba görünen büyük bir
grup adam, birden barın içine doluştu.
“Patronla kavga çıkarıp bundan paçayı sıyırabileceğini
düşünen aptal şu yukarıdaki! Onu yakalayın ve dersini verin!” Emirler yağdıran
adam, balkondan aşağı fırlattığım ilk adamdı. Görünüşe göre onunla
ilgilenmediğim zamanlarda gidip destek getirmişti.
Emirleri diğer adamların benim tarafıma bakıp arkasından
merdivenlere doğru yönelmesine sebep olmuştu. Haaaaaaarika. Anında! Aynen,
bunları başıma ben sardım. Aaaaaah... Pekala, yani bu seferki kesinlikle benim
hatam. Sanırım, yeni edindiğim bu arkadaşları hemen evlerine geri göndererek
hatamı düzeltmeliyim. Haaaaaahh...
Kavgaya geri dalmak için bir adım öne attığımda, buna gerek
kalmadığını fark ettim. Barın diğer müşterileri araya girmiş ve serserilerin
yolunu kesmişti. Her ne kadar çoğu sarhoş olsa da, gözlerin vahşi bir coşkuyla
dolup taşıyordu.
“Hadi ama çocuklar, bunlarla yeni karşılaşmıyorsunuz. Bu bir
kavga olabilir, ama yine de kuralları var.” dedi barın müşterilerinden biri.
“Onu istiyorsanız, önce bizi geçmeniz gerekir.” dedi bir
başkası.
“B-bizimle ne alıp veremediğiniz var lan!?” diye sordu
şaşırmış serserilerden biri.
“Şikayetle alakası yok.” dedi gülerek, bir sarhoş. “Ama
böyle bir kavgayı öylece oturup izleyeceğimizi cidden düşündünüz mü? Hadi
oradan! Kanımız kaynıyor kardeşim! Ve yumruklarımız da kaşınıyor!”
“Yok ya! Önüme geçmene hayatta izin vermem! Bu serseriler
benim!”
“Lanet olası sarhoşlar!” Kalabalığın sebep olduğu saf
istekle karşılaşan serseriler afallamıştı.
İzleyen birisi için durum garipti. Elimde olmadan
sarhoşların aslında kötü adamlar ve serserilerin sadece sadık olmaya çalışan
karşıt grup olduğunu, ve sarhoşların sadece kendi bencil istekleri yüzünden
onların önüne çıktığını düşünmeden kendimi alamamıştım. Ama durum her neyse,
sonuç da aynı olacaktı. İki grup, sonunda
yumruk yumruğa koca bir kavgaya tutuşmuştu.
Ortalık karman çorman olmuştu. Herkes birbirini yumrukluyor,
tekmeliyor, yakalayıp sağa sola fırlatıyordu. Ve bu, müşterilerin içmeye devam
etmelerini engellememişti. İçkileri ağızlarına dökmeye ve boş şişeleri kavga
ettikleri adamlara karşı kullanmaya devam ettiler. Hatta iki adam etrafta
dolaşıp serserilerin bazılarını tutup kapının dışına koyuyorlardı.
Bağırış ve kahkahayla dolu atmosfer çoktan canlanmış,
sahnedeki grup sayesinde sadece daha da ileri götürülmüştü. Bu gelişmelerin
ışığında, bir başka hızlı, tempolu bir şarkıya geçmişlerdi. Dostum. E yeter
artık. Korsanların barı falan mı burası?
“Bu konu hakkında tam olarak ne yapmamız gerekiyor?” diye
sordu Nell.
Kahraman’la birlikte ikinci katın balkonunun kenarında
durmuş, aşağıda kavga eden kitleye bakıyorduk. Daha doğrusu, bunu ben
yapıyordum. Aksine o, bu fırsatı bana sert bir şekilde bakmak için kullanmıştı.
Sen bana soruyorsun da, ben kime sorayım? Yani, cidden. Bilmiyorum.
“...” seçenekleri düşünmek için bir süre durdum. “Buradan
basıp gitmeye ne dersin?”
“Ne!? Öylece gidecek misin!?” Soruna sebep verme sorumluluğu
bende olmasına rağmen, olayı çözmekten kaçınacağım gerçeği, onu şaşırtmıştı.
“Hey Barmen!” Ona cevap vermekle uğraşmadım. Bunun yerine,
aşağıda oturan barın sahibine döndüm ve ona bağırdım. “Yiyecek ve içecek için
sana borçlandığım parayı buraya bırakıyorum! Kırılan masalar falan için de şu
heriflerin kıçlarını iyice tekmeleyin!”
“Merak etme kardeşim! Ve o veletlerin suratlarını iyi
benzettin! Günümü şenlendirdin!” dedikten sonra boş bir şişeyi yanındaki bir
serseriye geçirip kahkahalara boğuldu. “Burada her zaman hoş karşılanacaksın, o
yüzden umarım yakında görüşürüz!”
Ah, süper. Barın sahibi bile sadece kavga çıkarmak
istediğimi sanıyor. Öyle göründüğünü biliyorum, ama gerçekten onlarla uğraşmak
falan istememiştim. Hepsi sadece koca bir yanlış anlaşılmaydı.
Bir anlığına berbat hissetmiştim. Örgülü ve arkadaşlarının
tek istediği dışarı çıkıp, bir yerlerde bir şeyler yemekti, ama varış
noktalarına vardıkları anda, berbat bir tecrübeye maruz kalmışlardı. Rastgele
bir adam çıkagelmiş, patronlarıyla dalga geçmiş, ve kafalarını gözlerini
yarmıştı. Vay anasını şey... evet, bu beni bayağı boktan biri gibi gösterir,
değil mi? Evet, evet, biliyorum. Belki de yapmamam..., tamam, peki, hiç
yapmamam gereken bir şey yapmıştım. Ama her neyse. Sikerler, umurumda değil
artık. Ben bir iblis lorduyum ulan. Başkalarının ne istediği ya da düşündüğü ne
diye umurumda olsun ki? Canım ne isterse onu yaparım. Pekala, yakalanıp
cezalandırıldığım için biraz uyarı almalıyım tabii, ama her neyse. Bir bok
değişmiyor. Eğer birileri bana vurmaya kalkarsa, ben de onlara karşılık
veririm. Ve eğer bunu sevmezlerse, yani, kötü olur. Bu kesinlikle benim hatam
değil. Ya her zaman onların suçu oluyor ya da kötü şans yüzünden. Onlar için
kötü hissetmeye sokam.
“Pekala kızlar, hadi kaleye geri dönelim. Artık kapıdan geçemeyecekmişiz
gibi görünüyor şeyden ötürü... evet. Peki, bunun yerine şuradan çıkmaya ne
dersiniz?” İkinci kattaki camlardan birini göstererek sorumu sormuştum.
“Efendim, dönüşümüzde biraz konuşmamız gerekecek sanırım.
Buna biraz zaman ayırırsınız umarım.” dedi Leila, korkutucu bir gülümsemeyle.
“Ş-şeyy... üzerime çok gelme, olur mu...?” Hizmetçinin
dehşet verici aurası yüzünden gerildiğimi hissedebiliyordum. Of ya.
“Sabırsızlanıyorum.”
“Şey, Yuki? Bu bir pencere.” dedi Nell. “Pencereden dışarı
nasıl çıkmayı düşünüyorsun?”
“Ne demek nasıl? Cam yine de bir çıkış sayılır. Pencereyi
hemen hemen diğer kullanım şekilleri gibi kullanabilirsin.” dedim, yolculuk
ettiğim ikiliye dönmeden önce. “İkinizi bir süreliğine göstermek için ödünç
alabilir miyim?”
“Tamam.” dedi Enne.
“Lütfen, rahatınıza bakın.” dedi Leila.
Pencere zaten açık olduğu için, pencerenin yanına doğru
ilerlerken kızları yanıma çağırdım. Hepimiz bir araya gelince, Enne’i bir
koluma aldım ve aynı kolumun eliyle de kılıç halini kavradım. Diğer kolumu
Leila’nın beline doladım, bir ayağımı camın pervazına koydum ve dışarı
sıçradım. Serin akşam havası, serbest düşüşüm sırasında yüzüme dolmuştu.
Yere inmeden dizimi bükerek kuvveti yere aktardıktan sonra
ayağa kalktım ve kızları yere indirdim.
“Gördün mü? Gayet iyi.” dedim pencereye dönüp. “Şimdi hadi,
atlayın! Sizi yakalayacağım!”
“Şeyyy... yapmak istediğime gerçekten emi---Dur! Ronia!?”
Nell tereddüt eder şekilde görünüyor ve hatta fikre karşı
çıkıyordu, ama bu konuda yalnızdı. Bayan Saray Büyücüsü pencere pervazına çıktı
ve tereddüt etmeden aşağı atladı. Ve bundan fazlasını yaptı. Yan tarafına doğru
sıçramıştı; eğer onu yakalayamasaydım yüzü yere çakılacaktı. Lanet olsun.
Bayağı bir cesurdu.
Onu havada yakaladım, sonra yavaşça yere indirdim.
“Teşekkürler.”
“Sorun değil.” dedim. “Pekala, şimdi sıra sende Nell.”
“Off... Peki.” tereddüt eder şekilde homurdandıktan sonra
sonunda kabul etmişti. “T-tamam! Haydi hayırlısı!”
Düşme durumunda sakatlanmasını önleyecek kadar yüksek
statlara sahip olsa da, iki katlı bir binadan dışarı atladığı gerçeğinden ötürü
isteksizdi, o yüzden gözlerini kapadı, cesaretini toplamak için bir süre
bekledi ve zıpladı.
Başı dertte olan genç bir hanım gibi onu nazikçe yakaladım.
Bir kolumla bacaklarından bir kolumla sırtından onu kavramıştım.
“Gördün mü? Sorun olmayacağını söylemiştim.”
“E-evet.” Teşekkürler.” dedi. “Bir dakika! Neden sana
teşekkür ediyorum ki!? Bütün bunlara sebep olan zaten sensin!”
“Eeeeeeevet. Değilim diyemem. Benim hatam.”
“Merak etme Nell.” dedi Leila. “Efendim ve ben, geri döner
dönmez aldığı kararlar hakkında uzun uzun konuşacağız.”
“Teşekkür ederim Leila.” diye cevapladı kahraman. “Umarım
beynine biraz sağduyu saplayabilirsin.”
“Hadi ama Kızlar. Üzgün olduğumu söyledim zaten. Ders
olmadan da yapabilirim.” Kahramanı indirirken zorlama bir şekilde güldüm.
“Off...” dedi Nell, üzgün bir şekilde.
“Off mu?”
“H-hiçbir şey! Olmamış gibi davran!” dedi kahraman. “Her
neyse, her şeye rağmen burada buluşmak hala iyi bir fikir mi sence?”
“Hmmm...” Bir
anlığına düşündüm. “Evet, bence öyle. İkimizin de bildiği tek yer burası. Yani
demek istediğim, sadece kaleye gitsen bile bizi kolaylıkla bulabileceğinden
eminim, ama böyle bir şeyi ayarlayacak kadar fazla kişi tanımıyorsun henüz,
değil mi?”
“Henüz değil. Sen ve Leila’nın bize söylediklerine
dayanarak, iblis kralının kralıyla barış yapabileceğimizden eminim.” dedi Nell.
“Hatta, belki bir ittifak bile kurabiliriz. Ama bu benim yetkim dahilinde olan
bir karar olmadığından şimdilik kaleden uzak duracağım.”
“Aynen, o zaman sanırım bulaşabileceğimiz tek yer burası
gibi. Demek istediğim, istemezsen içeri girmeyiz. Burayı sadece bir buluşma noktası
olarak kullanıp sonrasında başka bir yere gidebiliriz.”
“Tamam.” dedi Nell. “O zaman, sonra görüşürüz Yuki! Eğer bir
şey olursa bana verdiğin küreleri kesinlikle kullanacağım!”
“Evet, çekinme.” dedim. “Görüşürüz.”
Vedamızı ettikten sonra Leila, Enne ve ben iblis kralının
kalesine doğru geri dönmeye başladık.