Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Ön Elemeler Başlıyor
“Bayanlar ve Baylar! Yüz yetmiş altıncı Dövüş Sanatları
Turnuvası, Destia Trome’a hoş geldiniz. Bugün, şenliklerin nihayet tekrar
başlayacağı gün!” [1]
Şenliğin sunucusu sesini yükseltmek için bir tür büyü kullanıyor
gibiydi. Avazı çıktığı kadar bağırmamasına rağmen, sesi bütün stadyumda
yankılanıyordu. Sesi, bağırışmalarına neden olduğu için, kalabalık buna alışık
gibiydi.
Stadyumdaki koltuklarında oturan izleyicilerin aksine ben,
omzuma Zaien’i dayamış bir şekilde bir parmaklıklara dayanıyordum. Ama onlar
gibi ben de gözlem olayına odaklanmıştım. Özellikle, bakışlarımı arenada
gezdiriyor ve manzarayı inceliyordum. Bulunduğum yer sayesinde mükemmel bir
manzaraya sahiptim. Bekleme odamla bağlantılı olan bir izleme platformundaydım.
Kısa süre sonra turnuva katılımcılarının üstünlük için yarışacağı sahne olacak
arenanın yakınlarında bir yerde bulunuyordu. Ve bu sayede, dikkatli bir şekilde
baktığım sürece, arenanın diğer tarafındaki her bir koltuğu görebiliyordum.
Çoğu koltuk çoktan dolmuştu. Sadece ön elemeler olmasına rağmen, bir sürü insan
yine de hevesli bir şekilde yakında başlayacak savaşları izlemeye gelmişti.
“Bu akşam çok özel iki misafirimiz bize katılacak.” diye
devam etti sunucu. “Hem Kral Phynar, hem de İfritlerin şefi Gojim yakında
bizimle birlikte olacak!”
Açıklamayı duyunca şaşırmıştım. Kralın arkadan işler
çevirebilmek için bu fırsatı kullanacağını düşündüğüm için, etkinliğe
katılmayacağını duymaktan daha fazla şaşırmıştım. Sanırım bu, çoktan kendi
katılması gereken her şeyi halletiği anlamına geliyordu. Demek istediğim, her
ufak şeyde idareyi şahsen ele alacak değildi herhalde, değil mi?
Aynı derecede şaşırtıcı bir başka şey ise, nihayet düşman
partinin liderini şahsen görebilecek olmamdı; onun gelmesini de beklemiyordum.
Anons edilme şekli bile, otoritesinin ne kadar büyük
olduğunun bir göstergesiydi. Sunucu onu o kadar önemli biri olarak görüyordu
ki, onu, iblis diyarının efendiliğini yapan kralla birlikte anons etmişti.
Nasıl biri olduğunu merak ediyorum.
İfrit partisi hakkındaki ilk görüşüm, karmaşıktı. İfrit
teriminin özel bir ırk ya da bir ırk grubunu temsil ettiğini düşünmüştüm, ama
yanılmıştım. Bu terim eskiden rastgele üreme şeklinde doğmuş antik iblisler
için kullanıldığından, birkaç yüz yıl önce söylemiş olsaydım, daha doğru bir
şey söylemiş olurdum. Onlar, Lefi’nin geçmişte tanıştığı iblislerle ilgili
konuşmalarımızda sık sık bahsettiği kişilerdi. Ve bu yüzden modern ifritlerin,
soyları yüzünden diğer ırklardan daha güçlü olan, onların soyundan gelen
iblisler olduğunu sanmıştım.
Ama sonuçta tekrar yanılmıştım. Modern ifritlerin çoğunun
antik ifritlerin soyundan geldiği, ve diğerlerini sadece soylarına ve
safkanlığa göre yargıladıkları doğruydu, ama hepsi sadece bundan ibaret değildi.
Kendilerine ifrit diyenler, daha çok Yehova’nın Şahitleri gibilerdi. Sattıkları
ürünler, bir dinin sattığı şeylere çok benziyordu, ama bu, güç kavramına
tapılan bir dindi. [2]
Kanın önemli olduğuna inanıyor olsalar da, iyi kan kötü kan
tanımlarını değiştirme konusunda tamamen isteksiz değillerdi. İfritler, onları
desteklemeye niyetli herkesi safkan ifrit olarak tanımlamaya ve düşmanlarını
bulanık zayıflar olarak yaftalamaya eğilimliydi. Bu tanımlar ve tarikatın uyum
göstermeye olan niyeti, parti ve yandaşlarının daha fazla kişiye ulaşmasını
sağlamıştı.
Görünüşe göre çoğu antik ifritin ırkları iblis ile
bitiyordu, o yüzden bahsedilen bu kalıpla uyumlu olan ırkların modern partinin
bir parçası olduğunu düşünmüştüm. Ama tekrar yanılmıştım. Gerçi, aslında bu,
ırklarında iblis olmayan herhangi bir kişinin, bu partinin bir parçası
olmamasından daha olası bir şeydi. Bilirsiniz, bütün hepsi sadece bir
tarikatsa, o zaman da bu işin başındaki kişinin muhtemelen karizma saçan tipte
biri olması gerektiğinden emindim.
Düşüncelerim dallanmaya devam etmek için çok müsaitti, ama
daha fazla ilerleyemeden yarıda kesilmişlerdi. Savaş alanıyla bekleme odasını
bağlayan kapı dönerek açılınca, arkasından elinde hesap defterine benzeyen bir
şey olan etkinlik görevlisi belirdi.
Görevli, gündemi bir süre bize anlattı. Dışarı çıkınca,
doğal olarak seyircilerin aşırı gürültülü tezahüratlarıyla karşılaşmıştık. Ama
onu hala açıkça duyabildiğim için, parmaklıklara yaslanmaya devam ettim.
Özetlemek gerekirse, sayı sıralamasına göre çağırılacaktık. Elliye kadar olan
kişiler bir grup, elli birden yüze kadar olan kişiler ikinci grup, şeklinde
ilerliyordu. İlk raundun sabah onda başlaması planlanmıştı, ve her biri, bir
ile iki saat arası sürecek gibi görünüyordu.
“Görünüşe göre biraz beklememiz gerekecek.” dedim.
“Üçüncü müyüz?” diye sordu Enne, telepati ile.
“Öyle görünüyor. Muhtemelen öğle yemeği zamanı civarlarında
savaşacağız.” dedim. “Eğer ilk iki raund hızlı biterse, öğle saatlerinde
başlayabiliriz.”
Öfff. Kötü zamanlama.
“Aç karnına savaşmak zorunda kalacağız.” dedi Enne.
“Muhtemelen evet.” dedim hafif bir kıkırdamayla. “Telafi
için sonrasında iyi bir şeyler almaya ne dersin?”
“Tamam.” dedi Enne. “Sabırsızlanıyorum.”
O anda fark etmemiş olsam da, etrafımızdaki tipler bize ciddi
bakışlar atıyordu. Kılıcımla konuşmuş olmamı garipsemiş gibilerdi, ama ne
olursa olsun bunu yapmaya devam etmiştim.
“İlk ön eleme turu şimdi başlayacak!”
Sunucunun anonsuyla Dövüş Sanatları Turnuvası’nın üzerindeki
perde kalktı ve seyirciden çılgın bir tezahürat serisi koptu.
***
Ön elemeleri izlemek pek de eğlenceli değildi. Asıl turnuva
yarına kadar başlamayacağı için, bir dizi karman çorman savaşı izlemek zorunda
kalmıştık. Ön eleme sonrasında herhangi bir turu kazanmış kişiler seribaşıydı,
yani bu, izlediğimiz maçlardaki tiplerin sadece bir grup güçsüz tipler olduğu
anlamına geliyordu. Elli kişilik herkesin tek olduğu dövüş, görsel açıdan
bakıldığında, gösterilen çabanın çok daha ilginç görünmesine neden oluyordu,
ama bu, her birinin hala çok zayıf olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Daha da
kötüsü, tüm olay, insanların birbirine koşturduğu ve bir ya da iki grup inene
kadar yumruklamaya devam edilen bir kaba kuvvet gösterisi, hemen hemen kıran
kırana geçen koca bir kavgaydı. Biraz etkileyici görünen birkaç kişi vardı, ama
özellikle güçlü ya da yetenekli oldukları için değildi. Göze çarpıyorlardı,
çünkü akrobatik yeteneklere sahip gibilerdi.
Ortalama bir dövüşçü, prensle uğraşmaya giderken dövüştüğüm
maceracının yanında hiçbir şeylerdi. Dostum, bir düşününce, o cidden hayvan
gibi güçlüydü he. Gerçi, bunun hala bir ön eleme falan olduğunu düşünürsek,
sanırım bu aptallarla onu karşılaştırmanın pek bir mantığı yoktu. Eğer ilginç
bir şey görmek istiyorsanız, muhtemelen yarına kadar beklemeniz gerekecekti.
“Üçüncü ön eleme maçı kısa süre sonra başlayacak. Tüm
katılımcılar, lütfen hızlıca sahaya ilerleyin.”
Üçüncü raunda katılacak diğerleriyle gibi, ben de anonsa
uydum ve savaşların yapıldığı dev sahaya
doğru ilerledim. Koridordan çıkıp arenaya girmek için tek bir adım gerekiyordu,
ama iki alan arasındaki fark çok keskindi. Adımı atmak, bambaşka bir dünyaya
geçmek gibiydi. Kendimi dışarıya maruz bıraktığımda ilk hissettiğim şey bir
heyecan dalgasıydı. Ve sadece benimki değildi. Kalabalık savaşın başlamasını çok
istiyordu, ve enerjileri tamamen sahaya odaklanmıştı. Aynı şekilde, diğer
savaşçılar da öyle gergin ve heyecanlıydı ki, sadece yakınlarında olunca bile
ruhlarının yanıp tutuştuğunu neredeyse hissedebiliyordum.
Yukarı baktığımda üzerimde, havada asılı duran büyük kristla
bir küre görmüştüm. Beyzbol statlarında görebileceğiniz devasa ekranların
boyutlarındaydı, ve bu ekran gibi, kürenin de görevi, önemli olayların olduğu
yerlere odaklanarak, sahanın büyütülmüş görüntüsünü vermekti. Dostum, bu dünya
cidden garip. Teknolojilerinin çoğu eski çağlardan kalma gibiydi, ama bunun
gibi şeylere sahiplerdi. Bu ne saçmalık lan?
“Görünüşe göre üçüncü ön eleme katılımcıları toplandı. Daha
fazla kargaşa çıkmadan, artık savaş başlasın!”
Etkinlik görevlilerinden biri büyük bir gonga vurunca, kalın
titreşimdi bir nota statta yankılandı.
Ses, havadaki heyecan miktarının tepe yapmasına sebep oldu.
Ve bununla birlikte hararet de artmıştı. Herkes birden hücuma geçti ve kısa
süre içinde terli, topyekün bir kavgaya girişti.
Silahları birbiriyle çarpışan adamlar, savaş çığlıkları
atıyordu.
Ben de tabii ki bu saldırganlığın bir derecesine maruz
kalmıştım. Bir çift saldırgan, hiçbir şey yapmadan hemen hemen dikiliyor olmama
rağmen, silahlarını çekmiş ve alevli ruhlarıyla bana doğru hücuma geçmişti.
Bir tanesi, “Öleceksin velet!” diye bağırdı.
“Seni geberteceğim!” diye bağırdı bir başkası.
Pekala, zamanı geldi sanırım. Henüz öğle yemeğimi yemediğim
için bu işi çabucak bitirecek ve sonra gidip Leila ile buluşacağım.
“Hey Enne?”
“Hıhı?”
“Kulaklarını hemen kapa, olur mu?”
“Hıhı.“
Bir dakika. Kulaklarını tıka dedim ama, Enne sadece bir
kılıç olduğundan kulakları var mı ki? Bu formdayken nasıl duyuyordu ki zaten?
Dostum, biliyor musunuz, bunu söylemek için biraz geç kaldım sanırım ama, Enne
gerçekten de gizemli bir yaratık, değil mi? Bir dizi düşünce üzerinde kafa
yorarken yarım gülüşümü yaptıktan sonra derin bir nefes aldım.
Ve sonra, tepemdeki ikiliye dönerken aldığım nefesi tek
seferde dışarıya bıraktım.
Kükreme şeklinde.
Yer titredi.
Hava titredi.
İlkel çığlığım bir şimşek gibi yankılanırken her şey
sarsılmıştı.
Diğer savaşçılar birer birer sinek gibi yere düşmeye
başlamıştı. İlk düşenler yakınımdakilerdi, ama uzakta olanlar da kısa süre
sonra onlara katılmıştı. Aranuzdaki mesafe arttıkça, düşmelerindeki süre de
artıyordu. Ama yine de yere düştüler.
Ayakta kalan son adam olmam, sadece birkaç saniyemi almıştı.
Bunun ardından bir sessizlik oluştu. Diğer savaşçılardan
hiçbirinden ses çıkmıyordu. Aynısı kalabalık için de geçerliydi. Tepki vermeyi
tamamen kesmişlerdi. Peki öyleyse. Ve ben de en azından birkaç tanesinin ayakta
kalabileceğini düşünmüştüm. Ah, her neyse. Benim için dert değil.
Aktifleştirdiğim yetenek, türünün kralı olması gereken beyin
hasarlı ejderhayı öldürdüğüm zaman kazandığım yetenekten başkası değildi.
Etkisi, menzili içindeki bütün rakiplerin gözlerini korkutmaktı, ve bunu
yaparak, hareketlerini kısıtlamaktı. Bir başka deyişle, yavaş da olsa kitle
kontrolünü sağlıyordu. Ancak görüldüğü üzere, eğer rakiplerim benden çok da
güçsüzse, onları bayıltabiliyordu da.
“B-buna inanamıyorum! Maç şimiden bitti! Yarışmacılarımızdan
biri, diğer kırk dokuz katılımcının hepsini sadece bir kükremeyle yendi!”
Sunucunun sesi, kalabalığın, birden değişen durumun sebep
olduğu transtan çıkmasına yardımcı oldu. Transtan çıkan kalabalık, maçın
başladığı andaki coşkuyla tekrar tezahüratlara başlamıştı. Pekala iblis kralı,
işte buradasın. Göze çarpmamı istemiştin, işte çarptım. Ama tek sahip olduğum şeyin
bu olduğunu sanma. Heh. Şimdi beni dinleyin ulan develer, çünkü iblis
lordlarının elinin altında kükremeden daha fazlası vardır.
Ve böylece, ön eleme maçımı, Enne’i kınından çekmeden
kazanmıştım.
***
Seyir alanlarının arasında, etkinliği izleyenler için
ayrılmış geçitlerden birinde, iki adam yan yana dikiliyordu. Ön elemeler çoktan
başlamıştı, ve bu yüzden bu geçitte sadece bu ikisi vardı. Her biri sahayı,
kalabalığın geri kalanını ele geçirmiş heyecandan yoksun, bir çift keskin
bakışla izliyordu.
“Maskeli adam da kim?” diye sordu birisi.
“Phynar onu birkaç gün önce müsabakalara sinsice soktu.”
diye yanıtladı diğeri. “Regighihegg’de doğduğunu iddia ediyor, ama muhtemelen
bu bilgi yalan.”
“Herkesin konuştuğu paralı askerin o olduğunu mu
düşünüyorsun?”
“Durum kesinlikle bu gibi görünüyor.” dedi ikinci adam,
garazlı bir şekilde. “Ve bu, sadece onurumuzu zedelemek için burada olduğu
anlamına geliyor. Aşağılık.”
Onur terimi, başta pek önemli bir şeymiş gibi
görünmeyebilir. Ama aslında, önemliydi. Gücü, her şeyin üzerinde gören bir
öğretiye inanan adamlar olarak, maskeli adamın kim olduğunu tartışan ikili,
onurun değerli ve korunması gereken bir şey olduğunu hissetmişti. Birinin
onurunu kaybetmesi demek, gücünü yitirmesiyle eş değerdi. Ve bu da dolayısıyla,
bu kişinin dünyadaki hak ettiği yeri kaybetmesinden farksızdı.
“Kesinlikle güçlü görünüyor. Gerçekte kim olduğu hakkında
hiç ipucun var mı?”
“Bu hala araştırdığımız bir şey. Henüz detayları bulamadık.”
“Kontrolümüzü aşan tipte birine benziyor. Ama bunun bir
önemi yok. Yolumuza çıkacaksa, o zaman onu da yolumuzdaki diğer engeller gibi
ezer geçeriz.” dedi gözlemci. “Onu yok edin. İlk gerçek maçtan önce onu ortadan
kaldırın.”
“Emirleriniz benim irademdir.”
“İkiniz ne barbarca bir konuşma yapıyorsunuz böyle.”
Üçüncü bir ses birden konuşmaya dahil olmuştu.
“Ne!?” Varlığı iki ifritin de şaşkın bir şekilde arkalarına
dönmesine sebep oldu.
Ve döndüklerinde, bir kapüşonla karşılaştılar. İkisi hemen
ceplerine uzandılar, birer bıçak çektiler ve saldırıya geçtiler, ama saldırı
hedefine ulaşamamıştı. Kolu, omzundan yere düşmüştü. Düzgün kesikten birden kan
fışkırmaya başlamıştı.
İkisi de tam olarak ne zaman çektiğini bilmiyordu, ama
kapüşonlu tipin elinde kınsız, kanlı bir kılıç vardı.
“Graaaaaaaagh!?” Kolunu kaybetmiş adam, kısa bir gecikmeyle
bağırmaya başlamıştı. Bu, normalde çok fazla dikkat çekecek bir bağırıştı. Ama
kalabalığın gürültüsünün içinde kaybolmuştu. Tezahüratları öyle yüksekti ki,
kimse çektiği acıyı duyamamıştı.
Arkadaşının düşüşünü izleyen ikinci adam, arkasını dönüp
kaçmaya başladı.
“Hayır, hayır, hayır, buraya gel. Bunu yapmana izin veremem.
Elimden kaçırdığım için fırça yemeyi hiç istemem.”
Adam ilk adımını attığı anda, başının da boynundan uçmuştu.
Kısa bir süre kan fışkırdıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibiydi. Çığlık atmaya
fırsatı olmadan yere yığılmıştı. Ama çığlık yok da değildi.
Adamı, korkmuş bir domuz yavrusu gibi ciyaklıyordu.
“Ah, merak etme. Seni öldürmeyeceğim. Ne mi yapacağız?
Konuşacak çook şeyimiz var.” dedi, korkutucu bir tonda gülerken kolsuz ifriti
ensesinden yakalayan kapüşonlu. “Bay Kral’ın en yeni müttefikini gerçekten
takdir ediyorum. İşimi çok çok kolaylaştırıyor.”
Konuşması bittiği anda, kapüşonlu adam da birden
kaybolmuştu. Ve kaybolan sadece o da değildi. Ceset, yayılmış kan ve kolsuz
adam da kaybolmuştu. Etrafta ne var ne yok bir anda, arkasında iz bile
bırakmadan kaybolmuştu.
[1] Destia Trome’un turnuvanın asıl ismi olduğunu
düşünüyorum. Herhangi bir ipucu verilmemiş. Ben öyle düşündüm, siz de öyle düşünün.
[2] Yehova’nın Şahitleri, internet memelerine konu olmuş bir
Hristiyan mezhebidir. Konu olmalarının sebebi ise, kapı kapı gezip “efendimiz
ve kurtarıcımız Yehova hakkında konuşmak için biraz vaktiniz var mı?”
şeklindeki sormalarıdır. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok, “know your meme”
sitesinden gerekli mantığı öğrenebilirsiniz. Tşk.