Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Asıl Olay Başlıyor: Yuki’nin İlk Maçı
Ön eleme maçımdan sonraki gün sahaya geri döndüm. İlk gerçek
maçım için vakit gelip çatmıştı. Ve hazırdım. Maskem yüzümde, saçlarım boyanmış
ve güvenilir kılıcım omzumda sallanıyordu.
“İlk çıkacak olan, ön eleme maçını silahını bile çekmeden
tek başına kazanan, kral tarafından önüne çıkan herkesi etkisiz hale edilmesi
için gönderilmiş gizemli cani var! Bayanlar, baylar, yetenekleri henüz ortaya
çıkmamış adamı size takdim ediyorum. Ypsilon için bir alkış alalım!”
Sunucunun girişi, kalabalığın çığlığa boğulmasına sebep
olmuştu.
“Ve karşısında, koca gövdesini çeşit çeşit saldırılar yapmak
için kullanan, her zaman yeni hareketlerle bizi şaşırtan dev gibi bir adam var.
Destia Trome’a toplamda on kez katılmış bu adama sıcak bir şekilde
karşılayalım! Paragrow için!”
“Paragrow! Paragrow! Paragrow!”
“Tekmele şunun kıçını Paragrowe! Halledersin!”
Rakibim arenanın karşı tarafına adımını attığı anda,
kalabalıktan daha yüksek tezahüratlar gelmişti. Vay anasını, tamam be. Sokayım
bu herife. Kıçını kesinlikle pataklayacağım.
Paragrowe, aynen sunucunun tarif ettiği gibi kocaman bir
adamdı. Baştan aşağı sadece kasla kaplı, iri bir herifti. Sahaya hantal hantal
çıkışı, onun bir tür goril gibi hareket ettiğini düşündürmüştü.
“Ön. Elemeleri. Bu. Şekilde. Kazanmak. Bayağı. İyi.
Hissettirmiş. Olmalı.” Derin, gırtlaktan gelen bir sesle konuşmuştu. Onu
duymak, konuşmasının bozuk olmasını göz önünde bulundurmasanız bile acı verici
geliyordu. Her kelimeden sonra durup nefes alması gerekiyordu. “Ama. Çok.
Fazla. Böbürlenme.”
“...”
“Tek. Yaptığın. Şey. Bizim. Gibi. Müdavimlerin. Herhangi.
Birinin. Kolaylıkla. Yapabileceği. Gibi. Zayıfları. Ezmekti.” * * * *
“...”
“Hah. Korktun. Mu Bir. Şeyler. Söylemeye. Ne. Dersin?”
“Ah, kusura bakma. Gorilce bilmediğimden, pek kulak
asmamıştım. Seni doğru dürüst anlamamı istiyorsan, her kelimende burnundan
solumayı kesmeyi öğrenmen gerek.”
Gorilin yüzü öfkeyle buruşurken, alnındaki damarlar
şişmişti. Çirkin yüzündeki bakış, iş görmeyen ağzının dile getiremeyeceği
düşüncelerini anlatıyordu. Onu kızdırdığım anda maçın başladığını işaret eden
gong arenayı çınlatmaya başlayınca, alayımın zamanlamasının iyi olduğunu fark
ettim.
Zil sesiyle beraber, Goril de bana doğru hücuma geçmişti.
Her adımını bir titreşim dalgası izliyordu; öyle şişkindi ki, toprak, yaptığı
her harekete titreyerek karşılık veriyordu. Yumruğunu gerdi ve kızgın bir savaş
çığlığıyla, bir top güllesi gücüyle savurdu. Aşırı gelişmiş maymun, üzerindeki,
daha doğrusu üzerinde olmayan, araç gerecin hakkını veriyordu. Herhangi bir
yapay silah yerine vücudunu kullanmayı tercih eden türde bir savaşçıydı.
“Seni! Lime! Lime! Doğrayacağım!” * *
Top güllesi gibi olan yumruğu doğrudan yüzüme geliyordu. Ama
bana ulaşamadan kalakalmıştı.
“Ne!?”
Tam güçle savurduğu yumruğumun avcumun içine değer değmez
bütün momentumunu kaybettiğini fark edince, şaşkınlık içinde bağırmıştı.
“Bir şey diyeyim mi, hiç de kötü bir yumruk değildi.” dedim,
sırıtmaya başlarken. (Maskemden dolayı göremiyordu gerçi.) “Pekala. Sıra
bende.”
Zaien’i, kınıyla beraber, karnının yanına geçirdim. Kızım
gibi gördüğüm kılıcı çekmeyi çok isterdim ama yapamazdım. Herif bunun için
fazla zayıftı. Ondan gelecek bir darbe, kesinlikle canını alırdı.
Turnuvada herkes istediği gibi dövüşebildiği için çoğu şeye
izin vardı. Ama rakibi öldürmek, izin verilen bir şey değildi. Bunu yapmak
kurallara aykırı olarak görülüyor ve derhal diskalifiyeyle sonuçlanıyordu. Bir
başka deyişle, eğer turnuvadan şutlanmak istemiyorsam, birkaç savaş süresince
Enne’i kınında tutmak zorundaydım. Merak ediyorum da acaba beni, kınından
çıkarmama zorlayacak birisiyle karşılaşacak güçte biriyle karşılaşacak mıydım?
Neyse ki, kın vuruşum, rakibimi doğrudan öldürecek kadar
sert değildi. Ancak bu, zayıf bir vuruş olduğu anlamına gelmiyordu. Vuruş onu
sadece bayıltmamış, ayrıca onu arenanın diğer tarafına kadar kaymasına sebep
olmuştu. Kaydıkça, arkasından toz bulutları kaldırıyordu.
Ve bu sadece başlangıçtı. Henüz işim bitmemişti.
Hızla yanından geçtim ve koca bedeni tamamen yere düşmeden
önce arkasına geçtim. Mantıklı birinin bu pozisyonda yapacağı tek şey vardı:
lanet kafasını yere gömçürmekti. Ve ben de tam olarak böyle yaptım. Kafasının
arkasına ayağımı geçirdim ve suratını arenanın zeminine doğru olanca gücümle
bastırdım. Bayıldığından tamamen emin olmadığımdan, işimi garantiye almak için
bir kez daha vurdum.
Toz kalkınca, maçın bittiği ortaya çıkmıştı. Gözleri, yuvalarının
arkasına dönmüştü; baygındı.
“N-ne!? Az önce ne oldu!? Ne olduğunu göremedim bile!
Paragrow saldıran taraf olmalıydı, ama görünüşe göre saldırısı yerini bulmamış
gibi! On kez katılımcı olmuş adam yerde, baygın bir şekilde yatıyor!”
Sunucu durumu hemen seyirciye tarif etmiş, arkasından bir
dizi yuhalama sesleri gelmişti. Gorilin suratını ayağımla toprağa gömmemden pek
hoşlanmamış gibi görünüyorlardı. Peki, ben de size sokayım!
Boş elimi kaldırdım ve kalabalığa orta parmağımı kaldırınca,
daha fazla yuhalamaya sebep olmuştu.
“N-ne kibirli bir hareket!” Görünüşe göre sunucu,
yorumlamayı henüz bitirmemiş olacak ki, olan olayları anlatmaya devam ediyordu.
“Ypsilon sadece saygısızca rakibinin yüzüne basmamış, bir de üzerine kalabalığı
tahrik etmişti!”
Vay anasını. Bu bayağı eğlenceli. Amerikan güreşindeki karşı
taraf olayını bilir misiniz? Hani büyük adam rolünü oynayan savaşçılar vardır
ya? Aynen, sanırım neden böyle davrandıklarını anlamaya başlıyorum. Yani vay
arkadaş. İstediğim şeyi yapmak öyle eğlenceliydi ki, şimdiden bağımlısı olmuş
olabilirim. Vuu! Kötü adam olmaya da, ne istersem onu yapmaya da +rep.
Bağlantılı olarak söylemem gerekir, ki daha önceden
söylediğimi biliyorum, benden berbat bir kahraman olurdu. Kahraman olmadığım
için şükretmem gerek.
İlk roundumu kazanınca, sahadan öylece çıkmaya başladım.
Kalabalık beni hala yuhalıyordu, ama umurumda değildi. Yuhalamaları beni sadece
daha iyi hissettiriyordu.
***
Bekleme odasına döndüğümde yaptığım ilk şey, envanterime
girmek ve iblis kralının bana verdiği çanı almak olmuştu. Ön elemelerde
oturduğum odanın aksine, şu anda bulunduğum oda, özel bir odaydı. İçerideki tek
kişi ben olduğumdan, istediğimi yapmak hemen hemen güvenliydi.
“Pekala. Sanırım CIA ajanını çağırmanın zamanı geldi.”
Garip, sessiz aleti hızlıca salladım. İçinde bir dizi büyü
dalgası belirdi ve çevrem boyunca yayıldı. Haloria’nın iş arkadaşlarından biri,
çağrıma hemen yanıt verdi. Odanın köşelerinden biri hızlıca bozulmaya başladı.
Köşede bulunan her şey bükülmüş gibi göründükten sonra kapüşonlu tek bir adam
belirmişti.
“Hmm, bunu daha önce görmemiştim.” dedim. “Bu uzaysal
manipülasyon muydu?”
“Vay canına, bayağı şaşırdım.” dedi kapüşonlu adam, yarım
gülümsemeyle. “Beni bu kadar kolay okuyabileceğini düşünmemiştim. Büyüyü daha
önce hiç görmemiş olmana rağmen, tam olarak nerede belireceğimi bile biliyor
gibiydin.”
“Yeaaani, evet, bu tarz işlerde bayağı iyiyimdir. Büyük
mesele değil.” Diyerek omuz silktim.
Büyülü Göz, içinde mana bulunan her şeyi algılamamı
sağlıyordu. Işınlanma gibi bir şeyi algılamak benim için çocuk oyuncağı.
Biliyor musunuz, şimdi bir düşününce, bu yetenek bayağı sıkıntılı, değil mi? Muhtemelen
sahip olduğum en güçlü şey olabilir. Dostum, bunu birilerine anlatmam gerek.
Hatta kapı kapı gezip, efendim ve kurtarıcım olan Büyülü Gözüm hakkında
konuşmak için zaman ayırıp ayıramayacaklarını sormalıyım.
Bir şeylere bakmak demişken, beliren gizli ajanı analiz
etmeye karar verdim. Statları şu şekildeydi:
***
Genel Bilgiler
İsim: Lunogill
Irk: Muhafız Şeytan
Sınıf: Sessiz Suikastçi
Seviye: 119
HP: 3996/3996
MP: 9690/9690
Kuvvet: 1001
Can: 992
Çeviklik: 886
Büyü: 1002
Maharet: 1851
Şans: 199
Eşsiz Yetenekler
Uzay Büyüsü
Ses Büyüsü
Yetenekler
Gizlilik VI
Kılıç Ustalığı VIII
Kriz Saptama VI
Düşman Saptama V
Unvanlar
Kralın Sağ Kolu
Suikastçı
İşitilemez
***
Önümde beliren suikastçı çok güçlüydü. Canavarlar ve
ejderhalar dışında, bu zamana kadar analiz ettiğim tartışmasız en güçlü
kişiydi. Gücünün bir kısmı, özel yetenek setinden kaynaklanıyordu...
Uzay-zamanı manipüle edebilen birini nasıl durdurabilirsin ki? Vay arkadaş,
böyle manyak biriyle nasıl baş etmek gerektiğini hayal bile edemiyorum. Ses
büyüsü de kulağa bayağı kullanışlı gibi geliyor. İlk belirdiğinde hiçbir şey
duymadığıma yemin edebilirim. Herif tamamen ölüm kadar sessizdi. Görünüşe göre
iblis kralının emri altında bayağı ehil kişiler çalışıyor belli ki.
“Eee? Bana ihtiyacınız mı vardı?”
“Evet. Biliyor musun bilmiyorum, muhtemelen biliyorsundur
ama, kalabalığın içinde birkaç tane düşman olduğunu söylemek istemiştim. Belli
ki bana saldırmak için fırsat kolluyorlardı. Bana bir iyilik yapıp, onları
fırsat bulmadan halledebilir misiniz?”
Bana göre, söz konusu kişiler ya ifritler ya da onlara
çalışan birileriydi. Büyülerini harekete geçirmiş, saldırı için hazır
bekliyorlardı. Mana görebilme yeteneğim bana, saldırmak için bir fırsat
aradıklarını söylemiş, ama savaş böyle bir fırsat daha ortaya çıkmadan savaş
bitmişti.
“Bir savaşın ortasında olmana rağmen onları fark edebildin
mi? Etkileyici. Kralın gerekli olarak gördüğü bir müttefikten daha azını
bekleyemezdim.” dedi ajan. “Bulundukları yerleri tam olarak hatırlıyor musun?”
“Aaah... bir düşüneyim...” bekleme alanından dışarı baktım
ve bakışlarımı seyircilere çevirdim. “Aslında onları buradan görebilirsin. Tam
karşımızdaki kısımda, en üstten üçüncü sırada oturan, saçı üç numaraya vurulu
adamı görüyor musun? İlk adam buydu. İkinci adam ise, ilkinin sağ tarafında
kalıyor. Hemen bitişiğindeki kısımda. Ön sırada oturan gözlüklü adam, çocuklu
çiftin hemen yanında oturuyor.”
Hatırladığım ilk iki kişiyi gösterdikten sonra bir elimi
çeneme koydum.
“Birkaç tane daha var gibi hissediyorum, ama düşünmeden tam
olarak bulundukları yeri hatırlayamıyorum. Özür dilerim.”
“Özre gerek yok. Zaten bize fazlasıyla bilgi verdiniz. Diğer
hepsinin nerede bulunduklarıyla ilgili çoktan bilgilendirildim. Kısa süre
içinde onlarla ilgilenilecek.” dedi suikastçı. “Ve iş birliğiniz için tekrar
teşekkür ederim. Çok yardımcı oldunuz.”
“Sorun değil. Onlardan kurtulmak size olduğu kadar bana da
yardımcı oluyor. Her neyse, iyi şanslar.”
Elimi sallayarak adamla işimin bittiğini gösterdim.
Minnettarlığını göstermek için eğildikten sonra, uzaysal manipülasyon gücünü
kullanarak iz bırakmadan kaybolmuştu.