Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk
Kanat Taşıyıcılarının Köyü - Kısım 2
Tiz çelik sesi, savaş alanında yankılandı. Ses yavaş yavaş
kaybolurken, birkaç saniye boyunca tekrarladı. Ama sonra kayboldu. Yerine,
sesin sebep olduğu iki silahtan birinin yere düştüğünde çıkardığı hafif bir
tıkırtı duyulmuştu.
“...Çekiliyorum.” Eli boş kalan adam, sessiz bir şekilde bir
kelime mırıldanmıştı. Naginatası elinden fırlamış ve düşmanının kılıcı boynuna
dayanmıştı. Sinirlenmişti, ama yapabileceği bir şey yoktu. Düello sona ermişti.
Kaybetmişti.
“Teşekkür ederim. İyi bir dövüştü.” Nell, eğitim kılıcını
rakibinin boynundan çekerken gülümsemişti.
Kalabalıkta bir hareketlilik başladı. Savaşçıya karşı
kazandığı zafer, birçok kanat taşıyıcısının konuşmaya başlamasına ve
yanındakiyle sonucu tartışmasına neden olmuştu.
“Daha azını beklemiyordum.” dedi köyün şefi. “En güçlü
savaşçılarım bile senin kılıcın tarafından alt edildi.”
“Üzgünüm şef. Kaybettim.” Kanat taşıyıcı sahanın kenarına
gitti ve sahanın hemen dışında bağdaş kurarak oturmuş köyün şefinin önünde diz
çöktü.
“Sorun değil. İnsan olabilir, ama o güçlü birisi. Merak
etme, beni hayal kırıklığına uğratmadın. Önemli olan, bu tecrübeden bir şeyler
öğrenebilmen.”
“Sanırım istediğiniz gibi oldu efendim. Bu, aydınlatıcı bir
tecrübe oldu.” Kendi kendine konuşmuş olsa da, Nell’in yendiği kanat taşıyıcı,
ağırbaşlı denebilecek bir ses tonuyla konuşmuştu. Yalan söylemiyordu. Dövüşü
kaybetmek, dünya görüşünü genişletmişti.
Geceydi ve festival çoktan başlamıştı. Kahraman ve
yoldaşları, otelden köyün merkezine getirildiğinde kutlamalar başlamıştı.
Karşılarında, dövüş için olduğu belli olan büyük bir saha bulmuşlardı.
Kızların üçü de hemen, şüpheli bir şekilde sahayı inceledi,
ama köyün şefi onların gelişi şerefine kadeh kaldırınca, saha geri planda
kalmıştı. Anca gece yarısı olduğunda lafı tekrar açılmıştı. Kanat
taşıyıcılarının şefi, Nell’den halkına gücünü göstermesini istemişti. Bunun,
henüz ona ısınamamış olanların saygısını kazanmak için iyi bir fırsat olduğunu
fark eden Nell, doğrudan kabul etmişti. Şefin seçtiği üç elitle düello yapmış
ve hepsini teker teker yenmişti. Gücünü sergilemesi, girdiği zahmete değmişti.
En nihayetinde, halihazırda canlı olan ziyafetin daha da canlanmasını
sağlamıştı.
Her ne kadar meydan okuyucularını dövüşte yenmiş olsa da
Nell’in güç ve can statları, iblislerin bakış açısından çok da anormal değildi.
Yükseklerdi, ama köyde fırtınalar estirecek kadar yüksek değillerdi. Yeni
kazandığı dostlarının onun üstünlüğünü kabullenmesi, kılıçta olan yeteneği
sebebiyleydi.
Nell, eli maharetli birisiydi. Ellerini ne kadar iyi
kullandığı herkes tarafından bilinirdi. Doğal yeteneği, kılıç kullanmayı
öğretilince tam olarak kendini göstermişti--içinde yatan kahraman kudretini
ustalıkla kullanması öğretilerek olmuştu. Nell, ona gösterilen teknikleri,
süngerin suyu emmesi gibi içine çekiyordu. Ortalama bir kılıç ustasına üstünlük
sağlaması çok sürmemişti. Ve diğer yetenekleri de sonraki birkaç hafta içinde
gelişmişti. Yolculuk arkadaşlarından birinin verdiği bire bir talimatlar,
sanatın özünü fark etmesine yardımcı olmuştu. Her ne kadar bir kahya gibi
giyinmiş olsa da teknik yeteneklerini geliştirmesini, hiç olmadığı kadar
hızlandırmıştı.
İki tarafın kaba kuvvetlerinin derecesini ortaya koyduğu
güçlü savaşların öncülüğünde gelişen şeytani tekniklerin aksine, insanlar
tarafından geliştirilmiş dövüş sanatları ustalığa odaklanıyordu. Rakiplerine
sadece güçle karşılık vermek yerine, kişiye özel, yüksek dereceli teknik hamlelere
odaklanıyordu. Bu sayede, güç ve can yoksunluklarına rağmen, kılıç oyunu söz
konusu olduğunda, insanlar üstünlük sahibi oluyordu.
Kilisenin kahramanı unvanını aldığı ilk günden bu yana çok
yol kat etmişti. Nell çoktan öyle güçlenmişti ki, birkaç ileri gelen iblisi
bile nefesi kesilmeden sırayla yenebilmişti, ama işi henüz bitmemişti. Gelişmek
için hala potansiyele sahipti.
“İyi bir yetenek gösterisiydi Nell.” dedi köyün şefi.
“Teşekkür ederim. Sanıyorum bu, insan olmana rağmen bizden biri olarak
görülmeye değer biri olduğunla ilgili kararımı hala kabullenememişleri ikna
etmeye yetecektir.”
“Teşekkür eden kişi ben olmalıyım. Bana, kendimi kanıtlamak
için mükemmel bir fırsat verdiniz. Umarım bu herkesi ikna etmeye yetmiştir.”
“Böyle harika düello serilerinden sonra halkımın seni hor
görmeye devam edeceğinden şüpheliyim. Sana karşı düşmanca davranan biri olursa
beni bilgilendir ve sorunu şahsen halledeyim. Ama bu konu hakkında şimdilik
yeterince konuştuk. Bu gece ziyafet var ve daha fazla zamanını harcamak
istemiyorum. Lütfen, doyasıya tadını çıkar.” dedi şef yürekten bir kahkahayla.
“Çok teşekkür ederim efendim. Aynen öyle yapacağım.” diye
gülümsedi Nell.
Görünüşe göre klanın diğerlerinden daha güçlü üç üyesini
yenmek işe yaramıştı. Nell şefin yanından ayrıldıktan sonra köy halkı etrafına
üşüşmüş ve onu, gücünün sırlarıyla ilgili soru bombardımanına tutmuşlardı. Ve
böylece, şenliğin geri kalanını, etrafı eski ve yeni arkadaşları tarafından
sarılı bir şekilde geçirmişti.
***
Gecenin geç saatlerinde, akşamki şenliğin sona ermesinden
çok sonra gerçekleşmişti. Kapkara odanın içinde, ay ışığının bir zerresi bile
yoktu. İçeride sadece, uyuyan üç kız tarafından alınan ritmik nefeslerin sesi
duyuluyordu--ve kapının gıcırtısı.
Tepeden tırnağa karalara bürünmüş birkaç siluet olay yerine
giriş yapmıştı. Her biri sessizce gölgeden gölgeye atlayarak, kendilerine
verilen hedeflere yaklaştılar. Ve yaklaşırlarken, cübbelerinin altından, yoğun,
zehirli bir madde damlayan birer hançer çıkardılar.
Kızların yataklarının kenarına aynı anda vardılar ve
hançerlerini başlarının üzerine kaldırdılar. Ama umdukları ölümcül darbeleri
yapabilme fırsatını bulamamışlardı.
“İllüzyonlara saldırıyorsunuz.”
Bir kadın sesi, üç katilin arkalarını dönüp, odanın
köşelerinden birine bakmalarına sebep olmuştu. Karşılarında, hedefleri olarak
belirledikleri kızlardan birini, asasını kaldırmış bir halde gördüler.
Hiçbirini, durumu kavramayı başaramamıştı, ama en azından hedeflerinden birinin
uykusundan uyanmış olduğunu anlayabilmişlerdi. Hedeflerini çabucak aktif
tehtide çevirdiler ve ona hücuma geçtiler.
“Uyu.”
Ama çok yavaşlardı. Ona ulaşmalarından önce büyüsünün ismini
mırıldanmış ve cübbeli üç suikastçının bulundukları yere yığılmalarına sebep
olmuşlardı.
“Bitti.”
“Teşekkürler Ronia.” dedi Nell.
“Harika bir şekilde çözdün.” dedi Mekina.
Ronia’nın iki arkadaşının üzerini örten karanlık örtü, büyü
kendi kendine bozulurken kaybolmuştu.
“Sen olmadan bunu başaramazdım, Mekina. Onları fark
edemezdim.” Büyücü başını salladı.
“Saldırı altında olduğumuzu ben de tamamen fark
edememiştim.” dedi Nell. “Sen olmasan uyumaya devam ederdim. O yüzden sana da
teşekkürler Mekina. Sana gerçekten borçluyuz.”
“Sadece işimi yapıyorum kızlar.” dedi, yarım bir
gülümsemeyle. “Bunu yapamasaydım, çoktan beni de öldürmüşlerdi.”
Diğer ikisinin aksine Mekina bir istihbarat ajanıydı. İki
görevi vardı. İlki, müttefiklerini hazır ve nazır tutmak için düşmanları
saptamaktı. İşin doğası gereği, yakınlardaki düşman varlığına karşı aşırı
hassastı. Uykuda olmak, odalarına yaklaşan düşmanları fark etmesini
engellemediği için uyanmış ve gece saldırısına maruz kalmadan önce diğerlerini
uyarabilmişti.
Mekina’nın diğer görevi ise, unvanından anlaşılacağı üzere,
bilgi toplamaktı. Diğer ikisinin kanat taşıyıcılarının lideriyle olan
görüşmesine, bu yüzden katılmamıştı. Alabileceği tüm bilgiyi toplayabilme
fırsatını değerlendirmekle meşguldü. Müzakerelere ayak bağı olmak istememesini,
başka bir odaya yerleştirilme bahanesi olarak kullanmıştı. Germanya’lı ajan,
sıradan bir misafir gibi dikilip boş boş takılıyormuş gibi gözükse de aslında
bütün zamanını kanat taşıyıcılarını araştırmak ve öğrenebildiği her şeyi
öğrenmekle geçiriyordu.
“Mekina kadar iyi olmadığını biliyorum, ama eğer sarhoş
olmasaydın, benden önce sen de onları fark ederdin.” dedi Ronia. “Bugün çok
fazla içtin.”
“Kendime engel olamadım...” Nell yüzünü elleriyle kapadı ve
gözlerini utanç içinde arkadaşlarından kaçırdı. “Sundukları şarap, gerçekten
ama gerçekten çok iyiydi.”
Acınası derecede kötü bahanesi, Ronia’nın iç çekmesine,
Mekina’nın ise kıkırdamasına sebep olmuştu.
“P-pekala, bu adamlar kim bu arada?” Ne söylerse söylesin,
davranışlarını haklı veya mantıklı gösteremeyeceğini bildiği için, bakışlarını
yerde baygın yatan adamlara çevirerek hemen konuyu değiştirmişti. Ronia’nın
büyüsü, bilinçlerini kaybettirmiş ve onları derin uykuya sokmuştu.
“Kanat taşıyıcıları değiller mi?” diye sordu Ronia.
“Öyle gibi görünmüyorlar.” Mekina ayağını kullanarak
adamlardan birini çevirdi ve yüzünü açığa çıkardı.
“Ah. Bunların gagaları yok.” Büyücü, saldırganların, kanat
taşıyıcılarının şahine benzeyen yüz özelliklerine sahip olmadıklarını hemen
fark etmişti.
“Tanrım, çok farklı türde iblis var.” diye iç çekti Mekina.
“Bu adamların hangi ırka ait oldukları hakkında hiçbir fikrim yok.”
“Neden gidip şefe sormuyoruz? Muhtemelen biliyordur.” dedi
Nell.
Konuşması bittiği anda kulaklarını dikti, ama bunu
arkadaşlarının yanıt vermesi için beklediğinden yapmamıştı. Pencereye en yakın
kişi olarak, kulağına garip, doğal olmayan bir ses gelmişti. Hemen pencereye
doğru gitti, açtı ve dışarı baktı.
“Ne...?” İkinci katta bulunmasının verdiği yüksek bakış
açısı avantajını kullandıktan sonra yaptığı ilk şey, şaşırmış bir şekilde
bakakalmak olmuştu.
Bir kavga vardı. Kanat taşıyıcıları ve tepeden tırnağa
karalar giyinmiş kişiler etrafta bıçaklarını çekmiş, birbirleriyle savaşıyordu.
Ve şimdi pencere açıldığında, köyden gelen sesler daha belirgin bir hal almıştı.
Bağrışlar ve savaş çığlıklarına metal çınlamaları eşlik ediyordu.
Kalabalığa olan yakınlığı, daha doğrusu tam tersi, uzaklığı,
gece yarısı kanat taşıyıcılarının kentini ele geçirmiş garip durumu fark
etmesini engellemişti. Savaş, tam anlamıyla her yerdeydi. Kanat taşıyıcıları ve
siyah giyen adamlar, meydanda birbirlerine saldırıyorlardı.
Bu savaşlardan biri, Nell’in bulunduğu yerden çok da uzak
olmayan bir yerde gerçekleşiyordu. Gagalı arkadaşlarından biri gizemli
saldırganlardan biriyle düelloya tutuşmuştu. Bir ikincisi arkasından gizlice
yaklaşıyordu, ama tüylü savaşçının bundan haberi bile yoktu.
“Hayır olamaz! Bu hiç iyi değil.” Nell pencere eşiğinden
aşağı baktı ve bir anlık tereddüte düştü. İkinci kat, yerden bayağı yüksekti.
Gerçi, harcayacak zamanı olmadığını biliyordu, o yüzden dişlerini sıkıp eşiğe
çıktı ve aşağı atladı.
Nell!?” Ronia şaşkın bir şekilde kahramana bağırmıştı, ama o
karşılık vermemişti.
Bir süre havada süzülen Nell, yere çarpma sonucu oluşacak
kaçınılmaz kuvveti dağıtmak için dizlerini kırdı ve aynı hareketle,
toplayabildiği bütün kuvvetle yerden sıçradı. Yerden bir roket gibi yükseldi ve
kuş suratlı savaşçının arkasında uygun pozisyon almaya çalışan cübbeli adama
kılıcını savurdu.
Bunu atlatmayı başarmıştı. Ama bundan fazlasını yapamamıştı.
Devamında Nell’in belini çevirip kılıcı herifin gövdesine yaptığı saplama
saldırısı, adama isabet etmişti. Ağız dolusu kan öksüren adamın hayatı sönmüştü.
Ölümü, üzüntüsünü belli edecek tek bir kelime etmeyen diğer
cübbeli arkadaşının pek de canını sıkmışa benzemiyordu. Rahatsızlığını belli
eden bir cıklamadan sonra savaştığı kanat taşıyıcısından sıçrayarak uzaklaştı.
Sonra, düştüğü dezavantajlı ikiye bir durumdan gece karanlığına karışarak geri
çekildi.
“Teşekkür ederim. Sana hayatımı borçluyum.
“Sorun değil. Merak etme.” dedi Nell. “Size saldıranların
kim olduğunu biliyor musun?”
Daha yakından inceleyen Nell, kanat taşıyıcının, muhafız
olarak çalışanlardan biri olduğunu fark ettiğinden, daha fazla bilgi almak için
hemen soru sormaya başlamıştı. Ancak, adam bilgi verememişti. Diğer tüm kanat
taşıyıcıları gibi, parlak obsidyen zırh seti giyen ve naginata kullanan adam,
başını sağa sola salladı.
“En ufak bir ipucum bile yok. Bir anda belirdiler ve tek
kelime etmeden bize saldırmaya başladılar. Özür dilerim ama, şefin
güvenliğinden endişeleniyorum. Gücünün seviyesi göz önünde bulundurulduğunda
sorun olmayacaktır, ama yine de hemen buradan uzaklaşmanızı öneririm.”
Savaşçı kanatlarını çırptı ve köy merkezine doğru ilerlemeye
başladı.
“Nell!”
İsmini duyan Nell hemen arkasına döndü. Arkasına baktığında
Mekina ve Ronia’nın ona doğru geldiğini gördü. Yüzlerindeki ifade, saldırı
altında olanların tek onlar olmadığı için, durumun beklenenden daha vahim
olduğunu fark ettiklerini gösteriyordu.
“Çok üzgünüm canım.” dedi Mekina. “Durumumuzu daha iyi
kavramalıydım, ama hanın yakınlarında sadece birkaç düşman olduğundan, bu
kadarını düşünemedim.”
“Senin suçun değil Mekina.” dedi Nell. “Bize saldıranları ne
yaptınız?”
“Onları soyup bağladık.” dedi Ronia. “Şimdi ne yapacağız?”
Nell seçeneklerini düşünürken, bir anlığına duraklamıştı.
Ronia’nın sorusu, Nell’in kaçmayı mı yoksa savaşmayı mı tercih edeceğini bilmek
istediği anlamına geliyordu. Kahramanın yaptığı ilk şey, onun yerinde olsaydı
Yuki ne yapardı diye düşünmek olmuştu. Sadece bu, konuyu açıklığa
kavuşturmuştu.
“Hadi gidip şefe yardım edelim” dedi. “Alabilecekleri tüm
yardıma ihtiyaçları olduğundan eminim.”
Yuki’nin insanları kaderlerine terk edecek türde biri
olmadığını biliyordu. Kurtarabildiği kadar insanı kurtarmak için elinden geleni
yapardı. Düşmanlarının ona fırlattığı her şeyi parçalayarak, onları kolaylıkla
ezerken, her zamanki gibi gülümsediğini görebiliyordu. Her ne kadar bir iblis
lordu olsa da, kendi kahramanca davranışları onu örnek almasından
kaynaklanıyordu. Kendini onun standartlarına göre değerlendirmek tamamen ironik
bir durumdu, ama yine de onu örnek alıp ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu.
Onu örnek almak, tam olarak izlemesi gereken bir şey olduğuna kanaat
getirmişti. Çünkü, ona ihtiyaç duyanları asla hayal kırıklığına uğratmayacağını
biliyordu. Onun kaçmayacağını biliyordu.
Ve bir kahraman olarak, o da kaçamazdı. Tehlike karşısında kaçmayı
seçmek, onu sadece komik bir duruma düşürürdü.
“Bu harika bir fikir.” dedi Mekina. “En azından bu gizemli
saldırganların kim olduğu hakkında bilgi toplamayı isterim.”
“Haberleşme küresini kullanmalı mıyız?”
“Hayır. Henüz ne olup bittiğini bilmiyoruz.” Nell, saray
büyücüsünün sorusuna başını sallayarak cevap vermişti. “Sanırım Mekina’nın
önerisine uyup, kim tarafından saldırıya uğradığımızı öğrenmeliyiz.”
“Evet, hadi yapalım.” dedi Mekina, başını sallayarak.
Ve böylece perde, üçlüyü bekleyen uzun, zahmetli, yorucu
günün sonunda neler bulacağını görmeleri için açılmıştı.